ANKEBÛT SÛRESİ - 40. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (42)
Kesinlikle Allah O’na göre olmayandan dilemek sebebiyle çağırdıklarını bilir / Kesinlikle Allah O’na göre olmayandan, herhangi bir şeyden çağırdıklarını bilir ve O etkindir, hükme varıcıdır. (42)
إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ
Kesinlikle Allah O’na göre olmayandan dilemek sebebiyle çağırdıklarını bilir / Kesinlikle Allah O’na göre olmayandan, herhangi bir şeyden çağırdıklarını bilir.
إِنَّ: Huruf-u müşebbehe bi-l fiilden olan inne ve benzerlerindendir. Te’kid yani pekiştirme harfidir. İsim cümlesinin anlamını te’kid eder.
اللَّهَ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
يَعْلَمُ: “Bilir” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari fiildir. Fâili müstetir (gizli özne) هُوَ dir. Allah’a racidir.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelir ve bu sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen eril tekil bir zamir (هُوَ veya هُ) olur.
يَدْعُونَ: “Çağırırlar” demektir. دعو kökünden birinci bâbdan muzari merfu eril çoğul fiildir. Bu bâbdan üç mastar vardır. Üçü de aynı fiille ifade edilir.
- دَعْوَة
- دُعَاء
- دَعْوَى
Bu mastarların üçü de çağırmak anlamındadır. Aradaki fark kalıplarından gelir. Mastarların anlamları kalıplarına bağlı olarak değişir.
دَعْوَة: “Çağırma, çağırış” demektir. فَعْلَةٌ kalıbından gelmektedir. Bu kalıp mastar-ı bina-i merre kalıbıdır. Fiilin bir kere işlendiğini gösterir. İkili ve çoğulu olabilen mastarlar bu şekilde gelir. İki kere işlendiyse دَعْوَتَانِ, üç veya daha fazla işlendiyse دَعْوَات şeklinde gelir.
دُعَاء: “Çağırmak” demektir. فُعَالٌ kalıbından gelmektedir. Mazisi فَعَلَ vezninde olup vücutta meydana gelen bir semptoma, duruma veya vücuttan çıkan bir sese delalet eden fiillerin mastarı فُعَالٌ veya فَعِيلٌ kalıplarından gelir. دُعَاء da دعو kökünden birinci bâbdan mastardır. Birinci bâbdan olduğu için mazisi فَعَلَ veznindedir ve ses ifade eder. Bu nedenle فُعَالٌ vezninden gelmiştir. İkinci ve üçüncü harf arasındaki elif çağırmadaki uzamayı ve mübalağayı ifade eder. Uzun süreli veya tekrarlar içeren çağırma duadır. Bu kalıptan gelen diğer mastarlara örnek verecek olursak:
نُعَاسٌ “Uyuklamak” demektir. نعس kökünden birinci bâbdan mastardır. Birinci bâbdan olduğu için mazisi فَعَلَ veznindedir ve vücutta meydana gelen bir semptomu ifade eder. Bu nedenle فُعَالٌ vezninden gelmiştir.
خُوَارٌ “Böğürmek” demektir. Büyükbaş hayvanların yüksek sesle bağırması manasındadır. خور kökünden birinci bâbdan mastardır. Birinci bâbdan olduğu için mazisi فَعَلَ veznindedir ve ses ifade eder. Bu nedenle فُعَالٌ vezninden gelmiştir.
سُبَاتٌ “Vücudun dinlenmesi” demektir. سبت kökünden ikinci bâbdan mastardır. İş, çalışma, çabalama, hareket sonrasında rahat ve sakin bir hale girmek manasındadır. İkinci bâbdan olduğu için mazisi فَعَلَ veznindedir ve vücutta meydana gelen bir durumu, vücudun dinlenmesini ifade eder. Bu nedenle فُعَالٌ vezninden gelmiştir.
Bunlar dışında Kuran’da geçmeyen صُدَاعٌ (baş ağrımak), صُرَاخٌ (çığlık atmak), بُكَاءٌ (ağlamak) mastarları da mazisi فَعَلَ vezninde olup vücutta meydana gelen bir semptoma, duruma veya vücuttan çıkan bir sese delalet eden fiillerin mastarlarıdır.
دَعْوَى: “Ortak çağrı” demektir. فَعْلَى kalıbından gelmektedir. Sonundaki elif-i maksure fiilin belirli bir zamana delalet etmeden özel bir şekilde işlenmesini, işlenişin bir sürenin sonunda gerçekleştiğini ve şiddetini ifade eder. Hem zaman olarak hem de fiilin işlenişi olarak mübalağa ifade eder. Pek çok kişinin aynı çağrıyı yapması davadır. Bir sürecin sonunda meydana gelen ortak çağrı, ortak görüş anlamına gelir. Günümüzde de davamız … şeklinde kullanılmaktadır.
يَدْعُونَ fiili burada mastarsız kullanıldığından bu üç mastarı da ifade edebilir. Üçü de ayrı ayrı değerlendirilmelidir. يَدْعُونَ fiilinin mef’ûlün bihi çağrılandır. Bu da mahzuf هُ zamiridir. Bu zamir umumi ism-i mevsul olan مَا nın aid zamiridir. Aslında يَدْعُونَهُ (onu çağırırlar) şeklindedir. Bu fiilin faili olan cem vâvı (و) onlar demektir ve önceki ayetteki الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ (Allah’a göre olmayan veliler edinenler) e racidir.
مِنْ: Harf-i cerdir. “-den” anlamındadır.
دُونِ: “Aşağısında” demektir. دَانَ - يَدُونُ fiili miktarında, hacminde, gücünde, fonksiyonunda azalma demektir. Bu fiille aynı kökten gelen دُونِ ise kendisinden sonra gelenden daha aşağıda, daha zayıf, daha düşük fonksiyonlu olan anlamındadır.
هِ: “O” demektir. Allah’a racidir.
دُونِهِ: “O’ndan aşağıda olan” demektir.
مِنْ دُونِهِ: “O’ndan aşağıda olandan” demektir. “Olması gereken O iken O’ndan aşağıda olandan” demektir. “O’na göre olmayandan” demektir.
Bundan sonrası iki şekilde değerlendirilebilir.
Birinci anlamlandırma:
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
شَيْءٍ: “Dilemek” demektir. شيء kökünden gelmiştir. Üçüncü bâbdan mastar olarak bir durumu, bir varlığı, bir işi dilemek, istemek manasındadır. Bu mastar manasından istenilen, dilenene de شَيْءٌ “şey” denmektedir.
مِنْ شَيْءٍ: “Dilemekten” demektir. مِنْ harf-i ceri burada sebep içindir. Mastarın önüne gelmiştir. “Dilemek sebebiyle” anlamındadır.
مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ: “O’na göre olmayandan dilemek sebebiyle çağırdıkları” demektir.
يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ: “O’na göre olmayandan dilemek sebebiyle çağırdıklarını bilir” demektir.
إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ: “Kesinlikle Allah O’na göre olmayandan dilemek sebebiyle çağırdıklarını bilir” demektir.
İkinci anlamlandırma:
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
شَيْءٍ: “Şey” demektir. شيء kökünden gelmiştir. Üçüncü bâbdan mastar olarak bir durumu, bir varlığı, bir işi dilemek, istemek manasındadır. Bu mastar manasından istenilen, dilenen anlamında شَيْءٌ “şey” demektir.
مِنْ شَيْءٍ: “Şeyden” demektir. مِنْ harf-i ceri burada cinsin beyanı içindir. “Herhangi bir şeyden” anlamındadır. يَدْعُونَ nin mef’ûlü olan hazf edilmiş هُ nun hâlidir.
مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ: “O’na göre olmayandan, herhangi bir şeyden çağırdıkları” demektir. Burada مِنْ شَيْءٍ gelmesinin sebebi çağrılanların şuurlu veya şuursuz varlıklar olmasıdır. Aslında bu مَنْ değil de مَا gelmesi ile sağlanmış olmaktadır. Burada bu şekilde gelmesinin sebebi şuurlu varlıklardan ölü olanların da buna dahil olmasıdır. Günümüzde çok yaygındır ölü insanları yardıma çağırmak. Yetiş ya … diyerek ölmüş bir insandan yardım istenir. Peygambere bile ölü olduğu halde “ey” diye hitap edilir ve aslında bunu yaparak peygambere Allah’ın sıfatı olan “hayy” sıfatı verilmiş olur.
يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ: “O’na göre olmayandan, herhangi bir şeyden çağırdıklarını bilir” demektir.
إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ: “Kesinlikle Allah O’na göre olmayandan, herhangi bir şeyden çağırdıklarını bilir” demektir.
Her iki durumda da dikkat edilmesi gereken umumi ism-i mevsul olarak مَنْ değil de مَا kullanılmasıdır. مَنْ şuurlu varlıkları ifade ederken مَا hem şuurlu hem de şuursuz varlıkları ifade eder. Buna göre Allah’a göre olmayan veliler edinenler Allah’a göre olmayanları çağırmaktadırlar. Burada çağırmanın üç ayrı türünü de düşünmeliyiz.
Allah’a göre olmayan şuursuz ve şuurlu varlıklara (ölü veya diri) dua etmektedirler veya davet etmektedirler. Sonuçta hepsinde çağrı vardır, sadece çağrının mübalağalı olması, süregelmesi, bildiri şeklinde olması veya bir kere olması değişmektedir.
لَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ إِذَا مَا يُنْذَرُونَ
Sağırlar uyarıldıkları zaman duayı (çağırmayı) işitmezler. (Enbiya 45)
Burada sağırlar mecazidir. İnsanları uyarırsın, sonra da Allah’ın istediklerini yapmaya çağırırsın. İşte o zaman bu çağırmayı işitmezler.
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
Ne ölülere ne de arkalarına döndükleri zaman sağırlara duayı (çağırmayı) işittirirsin. (Neml 80, Rum 52)
Burada ölüler ve sağırlar birbirine benzetilmiştir. Ancak ölüler için dua ifadesi geçmemektedir. Onlara hiçbir şey işittirilemeyeceği için bu şekilde gelmiştir. Sağırlar ise mecazidir. Arkalarını dönenler, Allah’ın istediklerini yapmaya çağrıldıklarında duymazlar. Bugün bunun çokça örneklerini yaşamaktayız. Adil Düzen projelerini götürdüğümüz kimseler sağırlaşmakta ve çağırmamızı duymamaktadırlar.
إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ
Kesinlikle rabbim duayı (çağırmayı) işiticidir. (İbrahim 39)
Allah kendisine yapılan çağırmayı işitir. Allah’ı yardıma çağırmadır Allah’a yapılan dua.
مَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ إِلَّا دُعَاءً وَنِدَاءً
Küfredenlerin örneği yalnızca dua (çağırma) ve nidayı işitmeleri sebebiyle haykıranlar gibidir. (Bakara 171)
Haykıran insan dua ve nidayı işitebilir. Sadece dua yetmez, dua ve nida birlikte olmalıdır. Küfredenler haykıranlar gibidir. Sürekli kendi küfürlerini haykırmaktadırlar. Bu nedenle bizzat kendilerine hitap edilmeli ve çağrı mübalağalı şekilde olmalıdır. Standart iletişim metotları işe yaramaz. Ancak nida ve dua ile onlarla iletişime geçebilirsiniz.
لَا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا
Resulün duasını (çağırmasını) aranızda bazınızın bazınıza duası (çağırması) gibi kılmayın. (Nur 63)
Resul (başkan) çağırırsa çağrısına uymak ve gitmek zorundasınız. Birbirinizi çağırmanızda bu zorunluluk yoktur.
إِنْ تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَاءَكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ
Onları çağırırsanız duanızı (çağırmanızı) işitmezler ve işitselerdi size cevap vermezlerdi. (Fatır 14)
İşitmeyenlere dua etmenin (çağırmanın) abesliği anlatılmaktadır. Adil Düzen projelerini, çözüm önerilerini vesenlere gidip anlatmak bu nedenle abestir. İşe yaramaz. Bir vesenin lideri kimse ona anlatmak zorundasınız. Aşağıdaki yöneticilerin bir önemi yoktur. Onlar sadece vesenin liderinin söylediklerini tekrarlarlar. İkinci bir görüş ileri sürülemez. Ancak vesenin lideri sizi dinlemeyecektir. Sadece sizden çıkan ses dalgaları kulağından beynine gidecek ama anlamlandırılmayacak, anlamaya çalışmayacaktır.
وَيَدْعُ الْإِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءَهُ بِالْخَيْرِ
İnsan hayrı dua etmesi (çağırması) gibi şerri dua eder. (İsra 11)
Hayr sonu iyi olan, şer sonu kötü olandır. İnsan hayr zanneder şerri. Ona iyi görünür ve onu ister. Ama insan geleceği çözemez, bu nedenle hayrı istediği gibi hayr olacak sanarak şerri de ister.
مَا دُعَاءُ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ
Kafirlerin duası (çağırması/çağrılması) yalnızca sapkınlık içindedir. (Rad 14)
Kafirlerin Allah’a dua etmesi veya başka birilerine dua etmesi ancak sapkınlık içindedir. Kafirler sizi kendi sistemlerine çağırırlar. Siz de eğer onların bu çağrısına uyar, onların sistemi içinde başarıları ararsanız dalalet içine düşersiniz.
قَالَ رَبِّ إِنِّي دَعَوْتُ قَوْمِي لَيْلًا وَنَهَارًا (5) فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَائِي إِلَّا فِرَارًا (6)
“Rabbim, kesinlikle ben kavmimi geceleri ve gündüzleri çağırdım da benim duam (çağırmam) onların yalnızca kaçmasını artırdı” dedi. (Nuh 5-6)
Nuh kavmine dua etmiştir yani onları Allah’ın istediklerini yapmaya çağırmıştır. Bu çağrısı kavminin yalnızca kaçmasını artırmıştır. Bugün de siz kendilerine Müslüman diyen insanları Allah’ın düzenine çağırın, aynı şeyle karşılaşacaksınız. Sadece sizden kaçacaklardır. Mevcut düzen hoşlarına gitmektedir ve asla ve asla düzenin değişmesini istememektedirler. Sizin çözümleriniz pratik değildir. Onlar pratik çözümler aramaktadırlar. Çok basit çözümler aramaktadırlar. Mevcut düzen içinde çözümler aramaktadırlar. Mevcut düzeni oluşturanların kendi araçlarıyla onları yenemeyecekleri çok açık olduğu halde bu pratik (!) çözümleri bıkıp usanmadan denemektedirler. Ancak asla ve asla başarılı olamayacaklardır ve maalesef sonuç berbattan da ötedir.
وَأَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَأَدْعُو رَبِّي عَسَى أَلَّا أَكُونَ بِدُعَاءِ رَبِّي شَقِيًّا
Sizi ve Allah’a göre olmayan çağırdıklarınızı bırakıyorum ve rabbimi çağırıyorum. Umulur ki rabbime dua etmekle (çağırmakla) mutsuz olmam. (Meryem 48)
İbrahim Peygamber kavminin dua ettiklerinden kendini azlettiğini söylemektedir.
وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُو مِنْ دُونِ اللَّهِ مَنْ لَا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ
Kim Allah’a göre olmayan kıyamet yevmine kadar ona cevap vermeyecek olan, onların duasından (çağrısından) gafiller olanı çağırandan daha fazla dalalettedir. (Ahkaf 5)
Bu ayette yardıma çağrılanlar “yetiş ya …” denilen, “yüzü suyu hürmetine” denilen veya mevcut yöneticilerin şikâyet edildiği ölmüş insanlardır. Kıyamet yevminde kendilerine dua edildiğini öğreneceklerdir. Bunlar peygamberler, evliya denilen şahıslar veya ululuk vasfı verilmiş eski liderler olabilir. İşte bunu yapanlardan daha fazla dalalette olan kimdir diye soruyor ayet.
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ تَقُومَ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ بِأَمْرِهِ ثُمَّ إِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ الْأَرْضِ إِذَا أَنْتُمْ تَخْرُجُونَ
O’nun ayetlerindendir gök ve yerin O’nun emriyle kıyam etmesi sonra sizi yerden davet ettiğinde sizin hemen çıkmanız. (Rum 25)
Burada davet kullanılmıştır. Çünkü davet mastar-ı bina-i merredir. Bir kere gerçekleşecektir.
وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ
Kullarım sana beni sordukları zaman kesinlikle ben yakınım, davet edenin davetine beni davet ettiği zaman icabet ederim. (Bakara 186)
Burada da Allah’a dua değil davet yapılmıştır. Dua mübalağa, süreklilik ifade ederken davet bir kereliktir. Allah dua etmez, davet eder ama Allah’a hem dua edilir hem de Allah davet edilir. Allah’ın her sözü zaten önemlidir, tekrara ihtiyaç yoktur. Bir kere davetini yapar. Allah’ın elçileri ise kavimlerini hem davet ederler hem de onlara dua ederler (onları Allah’ın istediğine çağırırlar).
فَمَا كَانَ دَعْوَاهُمْ إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا إِلَّا أَنْ قَالُوا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ
Onların ortak görüşleri zorluğumuz onlara gelince yalnızca “kesinlikle biz zalimlerdik” demeleriydi. (Araf 5)
Burada zorluk gelince, bir sürecin sonunda zalim oldukları görüşü hepsinde birden oluşmuştur.
دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Onların orada (Cennette) ortak görüşü “Sen sübhansın ey Allah”dır ve orada onların sağlık dilemesi “selam”dır ve onların ortak görüşünün sonu hamdın alemlerin rabbi olan Allah’a ait olmasıdır. (Yunus 10)
Cennet bir sürecin sonucudur. Dünya hayatı sürecinin sonunda gerçekleşmiştir. Orada herkes aynı görüştedir. Bu nedenle davaları bellidir.
قَالُوا يَاوَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (14) فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوَاهُمْ حَتَّى جَعَلْنَاهُمْ حَصِيدًا خَامِدِينَ (15)
“Vay bize, kesinlikle biz zalimlerdik” dediler. Bu, onları biçilmiş küllenenler kılmamıza kadar ortak görüşleri olmaya devam etti. (Enbiya 14-15)
Burada da bir sürecin en sonunda kendilerinin zalimler olduğu görüşü tüm toplulukta meydana gelmiştir.
Ayetlerde dua, davet ve dava arasındaki farklar görülmektedir. Allah’a göre olmayanlara yapılan çağrılar dua, davet veya davadır. Avrupa Birliğine girme çabası tam da budur. Hala devam ettirmekteyiz. Allah’ın istemediği evliyadandır AB. Onlar istediği için Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koymak Allah’a göre yapılacak en kötü şeydir. Çıkarılan tarım kanunu, kişisel verileri koruma kanunu gibi bize uymayan kanunlar AB’nin dayatmalarıdır. Bu kanunları çıkararak “biz sizdeniz” demek davadır. “Bizi de alın” demek duadır.
وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
O etkindir, hükme varıcıdır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مِنْ شَيْءٍ cümlesine هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ cümlesini atfetmektedir.
هُوَ: “O” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Allah’a racidir.
الْعَزِيزُ: “Üst, üstün, etkin” demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Kökü عزز dir. İkinci bâbdan gelmektedir. Lazım fiildir. Üst olan, üstün olan, etkin olan manasındadır. Sübut ve devam özelliği olan bir sıfattır. Çoğulu أَفْعِلَة kalıbından أَعِزَّة dür.
الْحَكِيمُ: “Hükme varıcı” demektir. Kökü حكم dir. Birinci bâbdan lazım fiilden türeyen sıfat-ı müşebbehedir. Bir işte, bir konuda, bir ihtilafta hükme varan demektir. İçinde karışıklık olan bir şeyin içindeki karışıklıkları gideren, ihtilaflı bir konunun içindeki ihtilafı gideren demektir.
هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ: “O etkindir, hükme varıcıdır” demektir. Bu ayette aziz ve hakîm sıfatları marife olarak gelmiştir. Allah’ın sıfatı marife gelmişse o sıfatın gerçekleşmesinin nasıl olduğunu biz kavrayabiliriz, anlayabiliriz, bilebiliriz, nekre gelirse o sıfatın gerçekleşmesinin nasıl olduğunu biz kavrayamayız, bilemeyiz. Bu ayette Allah’ın aziz ve hakîm sıfatlarının nasıl gerçekleştiği bilinmektedir.
Allah’a göre olmayan veli edinenler Allah’a göre olmayanlara çağrı yapmaktadırlar. Oysa aziz olan Allah’tır. Dua edilecek olan da O’dur. O’nun indinde olandan O’nu referans alarak çağrı yapılabilir. Allah’ın istemediklerini veli edinmek kadar O’nun istemediklerini de çağırmak o kadar yanlıştır. Allah bunu bilmektedir. Bu konuda hükmü bilinmektedir. Bu nedenle aziz ve hakîm sıfatları burada marifedir.
AB’ye girme çabalarını Allah bilmektedir, üstün olan O’dur, hükme varıcı da O’dur. Bu yapılan çabalar için hüküm verecektir. Nassa göre hareket edeceğini söyleyip de Allah’a göre olmayanları çağırmanın hükmü de Allah’a aittir.
Yalova, Teşvikiye
11 Haziran 2022
M. Lütfi Hocaoğlu