ANKEBÛT SÛRESİ - 39. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ (41)
Allah’a göre olmayan veliler edinenlerin örneği ev edinen örümceğin örneği gibidir. Kesinlikle evlerin en gevşeği örümceğin evidir. Biliyor olsalardı. (41)
مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا
Allah’a göre olmayan veliler edinenlerin örneği ev edinen örümceğin örneği gibidir.
مَثَلُ: “Örnek” demektir. مثل kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan مُثُول mastarı bir şeye, bir kimseye şekil, ölçü veya değer olarak benzemesi, tam olarak aynısı olmaması manasındadır. Bu manadan gelerek مَثَل kendisine benzeyen manasında “örnek” anlamında isimdir. Erildir. Çoğulu أَمْثَال dir.
الَّذِينَ: Has ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelir ve sıla cümlesinde şahıs ve çoğulluk açısından has ism-i mevsulle uyumlu bir zamir bulunur. Buna aid zamiri denir. الَّذِينَ ile uyumlu olan هُمْ (onlar) veya و (onlar) zamiridir. Has ism-i mevsullerde aid zamirinin raci olduğu fâil ya da mef’ûl de marifedir, fiilin işleniş şekli de bilinmektedir. Bu nedenle organize işler yapan topluluklar has ism-i mevsullerle ifade edilirler.
اتَّخَذُوا: “Edindiler” demektir. ءخذ kökünden iftiâl bâbından üçüncü şahıs eril çoğuldur. İki mef’ûl alır. Birinci mef’ûl edinilendir. İkinci mef’ûl vasıftır. İkinci mef’ûlü yani vasfı birinci mef’ûlde var olarak kabul etmek demektir. Buradaki cem vâvı has ism-i mevsulün aid zamiridir.
مِنْ: Harf-i cerdir. “-den” anlamındadır.
دُونِ: “Aşağısında” demektir. دَانَ - يَدُونُ fiili miktarında, hacminde, gücünde, fonksiyonunda azalma demektir. Bu fiille aynı kökten gelen دُونِ ise kendisinden sonra gelenden daha aşağıda, daha zayıf, daha düşük fonksiyonlu olan anlamındadır.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
دُونِ اللَّهِ: “Allah’tan aşağıda olan” demektir.
مِنْ دُونِ اللَّهِ: “Allah’tan aşağıda olandan” demektir. “Olması gereken Allah iken Allah’tan aşağıda olandan” demektir. “Allah’a göre olmayandan” demektir.
أَوْلِيَاءَ: “Veliler” demektir. أَفْعِلَاء kalıbındandır. Tekili وَلِيّ dir. فَعِيل kalıbındandır. Kökü ولي dir. Altıncı bâbdandır. Başka birisinin, birilerinin tüm işlerini veya bazı işlerini onun yerine yönetmek, korumak ve bu işlerin düzgün yürümesini sağlamak manasındaki fiilden gelmiştir.
En yaygın hata veli kelimesine dost manası verilmesi ve evliya kelimesine de dostlar manası verilmesidir. Türkçede daha da beteri evliya kelimesine tekil olarak dost manası verilmesidir.
Burada da veli “dost” değil, kendisine dayanılan kimsedir. Velayette temsil edilen kimse veliye müdahale etmez.
Evliya “dayanışma ortaklığı” demektir. Sigorta mekanizmasıdır. Dört tanedir. İlmi, mesleki, ahlaki ve siyasi dayanışma ortaklıkları velayet müesseseleridir.
أَفْعِلاَءُ çoğul vezni فَعِيل vezninden gelen, kökün son harfi salim olmayan (و, ي veya ء olan) ve muzaaf olan (son iki harfi aynı olan) sıfatların çoğul veznidir.
Çoğul | Tekili | Anlam | Kök |
أَغْنِيَاءُ | غَنِيٌّ | Zenginler | غني |
أَحِبَّاءُ | حَبِيبٌ | Sevgililer | حبب |
أَدْعِيَاءُ | دَعِيٌّ | Evlatlıklar | دعو |
أَشِدَّاءُ | شَدَيدٌ | Şiddetliler | شدد |
أَخِلَّاءُ | خَلِيلٌ | Dostlar | خلل |
أَنْبِيَاءُ | نَبِيٌّ | Nebiler | نبء |
أَوْلِيَاءُ | وَلِيٌّ | Veliler | ولي |
مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ: “Allah’a göre olmayan veliler” demektir.
اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ: “Allah’a göre olmayan veliler edindiler” demektir.
الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ: “Allah’a göre olmayan veliler edinenler” demektir.
مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ: “Allah’a göre olmayan veliler edinenlerin örneği” demektir.
كَ: “Gibi” demektir. Harf-i cerdir.
مَثَلِ: “Örnek” demektir.
الْعَنْكَبُوتِ: “Örümcek” demektir. عنكب kökünden gelmiştir.
اتَّخَذَتْ: “Edindi” demektir. ءخذ kökünden iftiâl bâbından üçüncü şahıs dişil tekildir. الْعَنْكَبُوتِ müennes bir kelime olduğu için fiil de müennestir.
بَيْتًا: “Ev” demektir. بيت kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak kapalı ve emniyetli bir mekânda geceyi geçirmek anlamındadır. Bu mastar manasının kökeni olarak بَيْت “ev” anlamında isimdir. Erildir. Çoğulu بُيُوت dur.
اتَّخَذَتْ بَيْتًا: “Ev edindi” demektir.
الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا: “Ev edinen örümcek” demektir.
مَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا: “Ev edinen örümceğin örneği” demektir.
كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا: “Ev edinen örümceğin örneği gibi” demektir.
مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا: “Allah’a göre olmayan veliler edinenlerin örneği ev edinen örümceğin örneği gibidir” demektir.
Allah’ın dununda veliler edinenler الَّذِينَ ile geldiği için bu veli edinme bir organizasyon içindedir. Organize bir dayanışmaya dahil olmuşlardır.
الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ كَالْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا şeklinde مَثَل ifadeleri olmadan da gelebilirdi. Bu durumda anlam “Allah’a göre olmayan veliler edinenler ev edinen örümcek gibidir” olurdu. Bu durumda benzeme “tek yönlü” olurdu. مَثَل ifadeleri ile geldiğinde ise benzetme “çok yönlüdür”. Buna göre örümcek ile benzerlikler çok yönlüdür. Ancak burada benzetilen örümcek değil, ev edinen örümcektir.
الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ çoğul iken benzetilen الْعَنْكَبُوتِ ise tekildir. Çoğul tekile benzetilmiştir. Buna göre organize yapı olan الَّذِينَ çoğuldur ama organize olarak tek bir örümcek gibi davranmaktadır. İkisi de edinmektedir. Birisi Allah’a göre olmayan veliler edinmekte, diğeri ev edinmektedir. Buna göre benzetme iki taraflıdır. Diğer benzetilen örümcekten çok örümceğin evidir, benzeyen ise Allah’a göre olmayan velilerdir. Böylece benzetme tek yönlü değildir. Benzeyen ve benzetilen ikişer tanedir. Bunların da birden çok benzeyen yönleri vardır. Bu nedenle مَثَل kullanılmıştır.
Benzeyen | Benzetilen |
الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ Allah’a göre olmayan veliler edinenler | الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا Ev edinen örümcek |
مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ Allah’a göre olmayan veliler | بَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ Örümceğin evi |
وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ
Kesinlikle evlerin en gevşeği örümceğin evidir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا cümlesine إِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ cümlesini atfetmektedir.
إِنَّ: Huruf-u müşebbehe bi-l fiilden olan inne ve benzerlerindendir. Te’kid yani pekiştirme harfidir. İsim cümlesinin anlamını te’kid eder.
أَوْهَنَ: “Daha gevşek” anlamındadır. وهن kökünden ikinci bâbdan gelmiştir. Yapısında bulunan bağların ve bağlantıların kuvvetsiz olması yani gevşek olması manasındaki fiilden “daha gevşek” manasına gelmiş ism-i tafdildir.
الْبُيُوتِ: “Evler” demektir. بَيْت in çoğuludur.
أَوْهَنَ الْبُيُوتِ: “Evlerin en gevşeği” demektir. İsm-i tafdil harf-i tarifli çoğul isme muzaf olmuştur.
İsm-i tafdilin belirttiği özellikte diğerine göre üstün olan isme mufaddal, mukayese edilen diğer kelimeye ise mufaddalun aleyh denir. Mufaddalun aleyh’in başındaki min harfi cerine de min-i tafdiliye denir.
Mufaddalun aleyh | Min-i tafdiliye | İsm-i tafdil | Mufaddal |
الْقَمَرِ | مِنَ | أَكْبَرُ | الشَّمْسُ |
Güneş aydan daha büyüktür. |
İsm-i tafdiller değişik şekillerde gelebilir.
- Harfi tarifsiz ve isim tamlaması dışında gelir. Buna nekre geliş denir. Bu durumda ism-i tafdil “müfred ve müzekker (tekil ve eril)” gelir. “Daha” anlamındadır.
- İsim tamlaması içinde nekre muzafun ileyhe muzaf olarak gelir. Bu durumda ism-i tafdil “müfred ve müzekker (tekil ve eril)” gelir. “En” anlamındadır.
- İsim tamlaması içinde marife muzafun ileyhe muzaf olarak gelir. Bu durumda ism-i tafdil müfred müzekker olabileceği gibi mufaddala da uyabilir. “En” anlamındadır.
- Sıfat tamlaması içinde başında harfi tarifle sıfat olarak gelir. Bu durumda sıfat olduğundan mufaddal da mevsuf olduğundan mufaddal ile ismi tafdil her bakımdan uyar. İkisi de erildir ya da ikisi de dişildir, ikisi de tekil, ikil ya da çoğuldur. “En” anlamındadır.
Burada marife isme muzaf olarak gelmiştir ve “en” anlamındadır.
لَ: İbtida (başlama) lâmıdır. İsim cümlesinde mübtedanın başına gelen fethalı te’kid lâmı (başlama lâmı=lâmu-l ibtidaiyye) inne cümlesinin hem isminin hem de haberinin başına gelebilir. Burada da innenin haberinin başına gelmiştir. Te’kîd amacıyla gelir.
بَيْتُ: “Ev” demektir.
الْعَنْكَبُوتِ: “Örümcek” demektir.
بَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ: “Örümceğin evi” demektir.
إِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ: “Kesinlikle evlerin en gevşeği örümceğin evidir” demektir. Burada ism-i tafdil أَوْهَنَ الْبُيُوتِ şeklinde izafetle gelmiştir. Değişik şekillerde gelebilirdi. أَوْهَنَ الْبَيْتِ şeklinde izafetle gelebilirdi. Bu durumda الْبَيْتِ istiğrak için gelmiş olurdu ve أَوْهَنَ الْبَيْتِ “bütün evlerin en gevşeği” olurdu. الْبَيْتَ الْأَوْهَنَ şeklinde sıfat tamlaması olarak gelseydi “en gevşek ev” anlamında olurdu. Oysa ayetteki geldiği şekil olan الْبُيُوتِ bütün evler demek değildir. Belirli bir grup evi ifade etmektedir. أَوْهَنَ الْبُيُوتِ “belirli bir grup evin en gevşeği” demektir. Aslında ondan daha gevşek evler vardır ama bir grup ev içinde en gevşek olanıdır.
Bu cümle ile benzetme yönlerinden en önemlisi açıklanmıştır. Örümceğin evi gevşektir, Allah’a göre olmayan veliler de gevşektir. Dayanışma olarak edinilmişlerdir ama örümceğin evi gibi dayanıksızdırlar.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوْا وَنَصَرُوا أُولَئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ
İman edip hicret edip malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler ve barındırıp yardım edenler, onlar, bazıları bazılarının velileridir. (Enfal 72)
Bu ayetteki velilik Allah’a göre olan veliliktir. Bu tür velilikte referans noktası Allah’tır. Referans noktası Allah olmayan velilikler مِنْ دُونِ اللَّهِ olarak ifade edilir.
Örümceğin evi örümceği dış tehlikelerden korumaz. Yağmur yağarsa, rüzgâr eserse örümcek açıktadır. Allah’a göre olmayan veliler de onları veli edinenleri koruyamazlar. Allah’a göre olmayan veliler tıpkı örümceğin evi gibi kendilerinden zayıf olan varlıkları ağlarına düşürürler. Kendilerinden güçlü olanlar ise geldiği anda ağlarını darmadağın eder. Bir kuş asla ağa takılmaz, darmadağın eder ve geçer.
Örümceğin evi aslında kendi hacmine göre son derece dayanıklı ve güçlüdür. Ancak bu dayanıklılık ve gücü kendinden daha güçlülerde işe yaramamaktadır.
Örümcek nasıl tek başına yaşayan bir varlıksa Allah’a göre veli edinmeyenler de örümcek gibi yalnızdır aslında. Kendilerini velayet içinde güvende zannederler ama aslında yalnız başlarınadırlar.
Allah’a göre olmayan velayetin en tipik örneklerinden biri günümüz primli sigorta sistemidir. Prim yatırırsanız dayanışma içindesinizdir. Maddi sıkıntıya düştüğünüz anda sigortanız biter. Emekli olana kadar belli bir süre prim yatırmanız lazımdır. O süreyi dolduramadığınız anda yatırdığınız primler çöp olmuştur. Tıpkı örümcek gibi her zaman güçlü olmalısınız ki bu primlerin süresini doldurup emekliliği hak etmelisiniz. Ama maddi sıkıntınız oldu veya çalışamıyorsunuz, işte o zaman sizi koruyan bir veliniz yok demektir. Veli ancak şartlı velidir. Siz güçlüyseniz sizi korur, zayıfsanız sizi korumaz. Örümcek nasıl kendi evini kendi yapar ve sürekli tamir eder, Allah’a göre veli edinmeyenler de kendi korumalarını kendileri yapmak zorundadırlar. Bu da ödedikleri primlerle olur. Prim ödemedikleri anda velayet ortadan kalkar. Örümcek de kendi evini yapmadığı anda evi yoktur. Oysa Adil Düzendeki velayet sizin sadece o velayete katılmanızla olur. Siz ve diğerleri aranızda sıkıntı içinde olana sıkıntı ortaya çıktığı anda yardım edersiniz. Önceden prim vermezsiniz. Sıkıntı ortaya çıktığı anda velayet içindekiler sıkıntı içindekinin sıkıntısını paylaşarak giderirler.
Primli olmayan velayet müesseseleri de korur gibi yapmakta ama realitede korumamaktadır. Birisi canınıza kastedebilir, sizi öldürebilir. Sonuçta ne olur. Gider hapiste beslerler onu. Bir müddet sonra hapisten çıkar, keyfine bakar. Malınızı çalar, hapiste beslerler, çıkar yine yapar. Sizi dolandırır, belki hapis yatar, belki yatmaz, çıkınca yine yapar. Hatta iş adamı olarak saygı da görebilir. İşte tam bir -mış gibi yapmadır günümüz velayet sistemleri. Allah’a göre olan velayet sistemleri ise sizi korur, sizi öldüren öldürülür, hırsızlık mesleğini yapanın eli kesilir, prim yatırmanıza gerek olmadan emekli olursunuz, açlıktan korkmazsınız, açıkta kalmazsınız. Hiç çalışmasanız da asgari standartlarda yaşarsınız. Sağlığınız güvence altındadır. İyileştirmeyen palyatif tedaviler yapılmaz. Büyük Sermaye’nin pahalı ilaçlarıyla tedavi edilmezsiniz. Günümüz konvansiyonel tedavileri sizi yalnızca hasta eder. Siz ise iyileştiğinizi sanırsınız. Aslında daha çok hasta olmaktasınızdır. Hastane hastane gezmektesiniz, verilen ilaçlarla daha da beter hallere düşmektesiniz ama iyileşme umuduyla beklemektesiniz. Boşa beklemektesiniz, örümceğin evi sizi asla ve asla korumayacaktır.
Ayette üç tekid vardır. İkisi inne, biri de başlama lâmıdır. İnsanlar mevcut velayet mekanizmalarının kendilerini koruduklarını düşünmektedirler. Bu nedenle üç tekidle gelmiştir. Mevcut velayet sistemleri sizi asla korumamaktadır. Ne ilmen ne ahlaken ne mesleki olarak ne de siyasi olarak koruma altındadırlar. Mesleki hatalarınızdan dolayı kendinizi korumak için mesleki sorumluluk sigortası yaptırırsınız, bir işe yaramaz. Canınız ve malınızı güvenlikte sanırsınız, aslında değildir. Ahlaki olarak kötü insanlardan sizi koruyacak bir müessese yoktur. Siz de kendinizi güvende sanırsınız. İşte bu nedenle üç tekid gelmiştir.
لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Biliyor olsalardı.
لَوْ: “-seydi, -saydı” demektir. Cezm etmeyen şart edatıdır. Bir fiilin gerçekleşmediğini ama gerçekleşseydi ne olacağını ifade etmek için bu şart edatı kullanılır. Arkasından şart cümlesi gelir ve cevap cümlesi olumluysa cevap cümlesinden önce de cevap lâmı gelir. Cevap cümlesi olumsuz cümle ise cevap lâmı gelmez. Cevap cümlesi şart gerçekleşseydi gerçekleşecek ya da gerçekleşmeyecek olan durumu ifade eder. “Eve gelselerdi yemek yerlerdi” veya “eve gelselerdi aç kalmazlardı” şeklindeki cümleler buna örnektir. Eve gelmedikleri anlaşılmaktadır.
كَانُوا: “Oldular” demektir. Nakıs fiildir.
يَعْلَمُونَ: “Biliyorlar” demektir. Muzari merfu üçüncü şahıs eril çoğul fiildir.
لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ: “Biliyor olsalardı” demektir. Buradan bilmedikleri anlaşılmaktadır. Şart cümlesinin cevap cümlesi hazf edilmiştir. Öncesinden anlaşılacağı için söylenmesine gerek kalmamıştır. Takdir edilmesi gerekir. Biliyor olmaları gereken nedir? لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ مَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ “Biliyor olsalardı Allah’a göre olmayanları veli edinmezlerdi” şeklinde takdir edilmesi uygundur.
Burada لَوْ عَلِمُوا (bilselerdi) demiyor da لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ (biliyor olsalardı) diyor. Bunun anlamı şudur. Olay sadece geçmişte olup bitmiş değildir. Bu şarta uyanlar geçmişte vardır, bilmemeleri olup bitmiştir. Buna ilaveten bilmeme geçmişte başlayıp şu anda da devam etmektedir. Böylece bu şart hem geçmişi hem de günümüzü kapsamaktadır.
Allah’a göre olmayan velileri edinenler maalesef bunun aslında onları korumadığını bilmemektedirler. Koruduğunu sanmakta ve ısrarla sürdürmektedirler. Yıllardır anlatmaktayız Adil Düzendeki ilmi, ahlaki, mesleki, siyasi dayanışma ortaklıklarını. Ancak hala primli sigorta sistemini sürdürmektedirler. Akıllarına başka bir şey gelmemektedir. Büyük Sermaye’nin ürettiği bu sistemde devletin primli sigorta sistemi bile büyük sıkıntı içindedir. Özel primli sigortalar bu dayanışmaya giren örümceklerden primleri almakta, yıllarca prim yatırmakta ama hiçbir şey olmamakta, sonunda prim yatırmaktan vazgeçince başına sıkıntı gelmekte, önceden yatırdığı primler sigorta firmasını zengin etmekten başka işe yaramamaktadır. Primli sigorta firmaları herkesi sigortalamamaktadırlar. Diyelim sağlık sigortası yaptıracaksınız. Daha önceden var olan hastalığınıza karşı sizi kapsama almamaktadır. Yeni çıkacak hastalıklara karşı sizi sigortalamaktadır. Yaşınız ve diğer risk faktörlerini göz önüne alarak sizin hastalanma olasılığınızı hesaplamakta ve asla zarar etmemektedirler. Gerçekten ihtiyacı olanları sigortalamamaktadırlar. Tıpkı örümceğin evi gibidir. Örümcek prim yatırarak evini yapmakta ama evi onu korumamaktadır.
Örümcek evinin kendisini koruduğunu sanmaktadır. Gerçeği bilmemektedir. Günümüz cahiliye döneminin tüm sistemleri gibi velayet müesseseleri de aslında kimseyi korumamakta, korur gibi yapmaktadır. Günümüzde bu velayet müesseselerine güvenenler tıpkı örümcek gibi açıktadır, koruma altında değildirler ama kendilerini koruma altında sanmaktadırlar.
Yalova, Teşvikiye
04 Haziran 2022
M. Lütfi Hocaoğlu