http://www.milligazete.com.tr/turkiye_varlik_fonu/prof_dr_sabri_tekir/kose_yazisi/33191
Türkiye varlık fonu
2016 Ağustos’unda TBMM’de kabul edilen bir kanunla Türkiye Varlık Fonu A.Ş. kuruldu. Birkaç gün önce de yöneticileri atandı, böylece Varlık Fonu fiilen göreve başlamış oldu. Fon kurulurken, Meclis’te müzakere edilirken yapılmayan tartışmalar, Fonun faaliyete geçmesiyle birlikte yapılmaya başlandı. Tartışmalar yoğunlaşarak uzun süre devam edecek gibi görünmektedir.
Varlık Fonuna çeşitli açılardan eleştiriler yöneltilmektedir. Eleştirilerin yoğunlaştığı noktalar şunlar: Fon, Meclis ve Sayıştay denetimi de dâhil Sermaye Piyasası, kamu ihale ve devlet memurları mevzuatı gibi hiçbir kamu denetim mekanizmasına tabi değildir. Bu milyarlarca dolarlık varlık işlemini denetimden kaçırmaktır; devletin tüm kârlı kurum, kuruluş ve varlıkları (Ziraat ve Halk Bankaları ve diğer bankalardaki devlet hisseleri ve bunların yönetimi dâhil) Fonun yönetimine verilmiştir. Var olan ve bundan sonra elde edilecek gelirler, devlet tarafından taahhüt edilmiş, büyük projelere yöneltilecek ve bu projelerden daha önce müşteri garantisi verilip bu garantinin gerçekleşemediği yerlere ödeme için kullanılabilecek. Yeni projeler için finansman kaynağı olarak kullanılacak; zamanla, Osmanlı Devletini malî yönden tutsak hale getiren ve bir tür “paralel bütçe yapılanması” olarak görülen Düyûn-ı Umûmiye İdaresine dönüşecektir. Bu eleştirileri daha da ilerilere götürmek mümkün!
Başbakanlığa bağlı olarak kurulan Türkiye Varlık Fonu A.Ş.’nin faaliyet konusu ve görevleri de yasada şöyle belirlenmiştir: “Fonların kurulması ve yönetimi yoluyla sermaye piyasalarında araç çeşitliliğine ve derinliğine katkı sağlamak, yurt içinde kamuya ait varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek için Türkiye Varlık Fonu ve bu fona bağlı alt fonlar kurmak ve yönetmek.”
Türkiye Varlık Fonu’nun kuruluş amaç ve görevlerinin bu şekilde belirlenmiş olması çok önemlidir. Tüm işletmelerde olduğu gibi devletin de kurum, kuruluş ve kaynaklarını “müdebbir (dikkatli - tedbirli) bir tüccar” gibi verimli, programlı, ülkenin ve milletin geleceğini düşünerek yönetmesi hem siyasî sorumluluk açısından, hem de aklın ve irfanın gereğidir.
Türkiye’nin malî problemlerinden biri de bütçe açıklarıdır. Bütçe açıkları, vergi gelirlerinin yetersizliği ve/veya bu gelirlerin kullanılmasında verimliliğin yeterince sağlanamamasından kaynaklanır. Mükelleflerin kamu hizmetlerinin finansmanı için devlete (bana göre emaneten) ödedikleri vergilerin öteden beri siyasi amaçlı verimsiz kullanıldığı bilinmektedir. Kamu Kesimi Borçlanma Gereğinin özellikle iç finansman amaçlı olanı, verimsiz kamu harcamalarından doğar. Nitekim Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yaptığım hükumet tarafından, yine benim teklifim ile 1997 yılı başından itibaren yürürlüğe konulan Kamu TEK Hesabı (çok bilinen ismi ile Havuz Sistemi) vergi gelirlerinde verimliliği sağlamak amaçlı getirilmiş bir sistemdi.
Kamu TEK Hesabı sisteminin etkili şekilde uygulandığı 1997 yılının ilk beş aylık döneminde bütçe önemli miktarda fazlalık vermiş, kamu kesimi borçlanma ihtiyacı tamamen ortadan kalkmıştır. Sanırım kamuoyunun yeterince bilmediği bir husustur, cumhuriyet döneminde özellikle 1960 sonrasında, hâlâ etkileri devam eden önemli siyasi çalkantılar yaşanmış olmasına rağmen, ilk defa 1997 yılı Nisan ve Mayıs aylarında Hazine iç borçlanmaya çıkmamış ve borçlanma yapmamıştı, çünkü bütçe yeterli miktarda fazlalık veriyordu. O zaman şöyle bir gerçekle karşılaşılmıştı: Devleti yönetenlerin samimi ve ciddi olarak sahip çıkması halinde mükelleflerin ödedikleri vergiler kamu hizmetlerinin finansmanı için yetiyor ve artıyordu, bütçe harcamaları için borçlanmaya ihtiyaç kalmıyordu. Çok önemli temel devlet yatırımlarının finansmanı dışında, dış borçlanma gereği de ortadan kalkıyordu. Yine, ilk defa hükumet ettiğimiz dönemde bir yıl süreyle IMF’ten hiçbir kredi talep edilmemiş ve alınmamıştı, çünkü kaynak paketleri ile ihtiyacımız olan kaynakları sağlayabilmiş idik.
Şimdi getirilen Varlık Fonu’nu, birilerinin iddia ettiği gibi, o dönemde uygulanan Kamu TEK Hesabı ile karıştırmak ve karşılaştırmak doğru değildir. Kamu TEK Hesabı asla paralel bir bütçe değildi. Tersine var olan devlet bütçesinin, yani genel ve katma bütçeli devlet kuruluşlarının ve kamu iktisadi teşebbüslerinin kaynak ve finansman imkânlarının disipline edilmesi, bütçe denkliğinin sağlanması, vergi gelirlerinin peşkeş çekilmesinin önlenmesi ve bütçenin tam bir denetim altına alınmasına yönelikti. Yani, bu sistem kamu harcamalarında tam anlamıyla tasarruf ve verimliliği
sağlıyordu. Son yarım asırlık dönemde, ülkemizde uygulanan ekonomik ve malî politikaların en başarılı ve en parlak olanıydı. Milletin hakkına ve hukukuna siyasi iradenin sahip çıkmasıydı. Bazı çıkar çevrelerini, bu çevreler ile siyasi ve ekonomik çıkarlarını özdeşleştirmiş, birleştirmiş olanları rahatsız etmesinin nedeni de hükümetin milletin hakkına bu sahip çıkma iradesiydi.
İç ve dış sorunlarımızın katlanarak artmakta olduğu, ülkemizin dört bir taraftan ekonomik ve siyasi yönden sıkıştırıldığı böyle bir dönemde hükümetin Varlık Fonu ile birlikte Kamu TEK Hesabına benzer bir uygulamayı yürürlüğe koyması ne kadar çok yarar sağlardı.
Bu iki politika birlikte yürütülmediğinde ise, Varlık Fonu uygulamasında zamanla karşılaşılabilecek temel risklerden biri de şu olacaktır: Fona devredilen kuruluşların önce gelirleri karşılık gösterilerek dış finansman teminine gidilecek, bu da yetmeyince kuruluşların doğrudan kendileri karşılık gösterilme zorunluluğu doğacak, hatta dış borçların ödenemeyecek düzeye yükselmesi halinde ise alacaklı ülkeler çeşitli baskı yöntem ve araçlarını kullanmak suretiyle Fon yönetiminde bulunan kuruluşların bir kısmının veya Fonun bizzat kendisinin dolaylı ya da doğrudan yönetimini isteyebileceklerdir.
19. yy.’ın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin karşılaştığı malî ve ekonomik sorunlar buna benzer bir sürecin sonunda yaşanmıştır. Osmanlı Devleti!nin o dönemde yaşadığı Düyûn-ı Umûmiye deneyimini Türkiye’nin yaşamaması gerekir. Varlık Fonu yönetiminde bulunanların Osmanlı Devletinin 19. yy.’da içinde bulunduğu ekonomik ve malî şartları çok iyi bilmeleri, bilgi, tecrübe ve tarihsel perspektife sahip olmaları, emperyalist devletlerin sömürge metot ve politikalarını bilmeleri gerekir. Aksi takdirde, tekerrür eden tarihin çarkları arasında ezilip gitmek işten bile değildir.
Testi kırılmadan önce uyarılarımızı yapmak istedik.