Suriyeliler “sığınmacı/mülteci” mi, “muhacir” mi?
Evet, Suriyeli Müslüman kardeşlerimiz “muhacir” mi, “mülteci/sığınmacı” mı?
Bu soru benim için çok yönlü ve derindir... Kimi zaman derin bir yara olmuştur... Nedenleri de derindir... Ama hepsi gelip geçti!!! Bundan dolayı detayları üzerinde duracak değilim; sadece şu kadarı yeterlidir: Babam bu derinlikleri çok ama çok derinden yaşadı!..
1957 yılında Yugoslavya’dan (Kosova ve Bosna’dan) Türkiye’ye -Babam’a göre- “HİCRET” ettiğimizde 7 yaşımdaydım. O yaşlarda Babam’ın duygularını anlamam mümkün değildi. Ama sonraki yıllarda ülke içinde başka bir vilayete ve ülke dışına (Almanya ve Arabistan) kendimce “HİCRET” ettikçe ve muhacereti yaşadıkça Babam’ı iyi anlar oldum...
Bilimsel olarak insan şahsiyetinin 7 yaşına kadar oluştuğu ifade edilir. Şahsiyet oluşmuştu ama yaşanması gerekenler henüz yaşanmamıştı. Her çocuk ilk 7 yılda insan şahsiyetinin omurgası olan şu beş özelliği şu beş aşamada kazanır. Bunlar: 1) Emniyet ve güven duygusu, 2) kimlik duygusu, 3) yeterlilik duygusu, 4) güç duygusu ve 5) Özdenetim duygusu. Birinci duygu olan emniyeti, yaklaşık olarak 0-1.5 yaş arası, ikinci duygu olan "kimliği" 1.5-3 yaş arası, üçüncü duygu olan "yeterlilik" duygusunu 3-4 yaş arasında, dördüncü aşama olan "güç" duygusunu 4-6 yaş arasında, beşinci aşama olan "özdenetim" duygusunu 5-7 yaş arasında kazanır. Dediğim gibi; bunlar kazanılmış ama “tecrübe” olarak yaşanması gereken yurt içi ve yurt dışı “muhaceret” merhaleleri henüz yaşanmamıştı.
Zamanla ve geçen 57 yılda yaşanması gerekenler yaşandı ve büyük bir birikim oluştu.
Sözü “SURİYELİ MUHACİRLERE” getirmek için bu girizgâhı yaptım.
Geçen öğretim yılında İslâm Medeniyeti Vakfı bünyesinde 240 Suriyeli kız ve erkek öğrenciye ilk-orta-lise seviyesinde eğitim verdik; bu sene de aynı eğitim süreci başladı...
Öğrencilerin ve ailelerinin o kadar çok ve “çok yönlü sorunları” var ki, sadece bir köşe yazısında anlatılacak/yazılacak gibi değil; bundan dolayı hiç yazmayım daha iyi!
Çünkü yazmaya devam edersem çok acı ve de ürkütücü şeyler yazabilirim! Nokta.
***
Yukarıdaki satırları dört gün önce yazmaya başlamış ama daha fazla devam edememiştim. Çünkü yazarken ruhum/gönlüm ve beynim/düşüncelerim daralmaya başlamıştı. Daha fazla dayanamadım ve kendi kendime burada kalsın dedim! Bu arada ülke ve dünya kamuoyunu derinden etkileyen “ölü çocuk bedeni” Bodrum sahiline mi vurdu, beynimize mi “dank” edercesine vurdu, bilinmez! Dün sabah çok yakın Kürt arkadaşım aradı, “aynı renklerde giysileri olan aynı yaşta torunum var” dedi ve anlatmaya başladı; anlattıkça anlattı, anlaştık ve derin derin ağlaştık; sadece bunu yapabildik! Çünkü benim de aynı yaşlarda torunlarım var! Aynen 57 yıl önce yani 1957 yılında Türkiye’ye “hicret” ederken yine o yaşlarda olan iki kardeşim gibi! Diğer üç kardeşimi ise Kosova’daki köy mezarlığımızda bırakıp da hicret etmek zorunda kalmıştık ki; o da ancak çok uzun bir hikâye ile anlatılabilir…
Yine ruhum ve bedenim daralmaya başladı, daha fazla yazamayacağım. Nokta.
Ama şu kadarı iyi bilinsin ve iyi anlaşılsın. Bu köşede hep “SOSYAL TUFAN” diye feryat ediyorum ama duyan yok!!! Biz, Kosova ve Bosna isimli memleketlerimde ve bütün Balkanlar’da tufanı yaşadık… Her yıl Balkanlar’daki memleketlerime bizzat gittikçe hâlen de yaşamaya devam ettiğimizi gözlemliyorum… Şimdi de SURİYE ve bölgedeki diğer ülkeler bu “SOSYAL TUFAN” cenderesi içindeler… Sıra bize geliyor da farkında değil miyiz?!.
Bu yazıyı dört gün önce Akif Emre’nin “Muhacirlikten sığınmacılığa bir dönüşüm hikâyesi” başlıklı yazısı üzerine yazmaya başlamıştım. Demek istediğim bazı şeyler o yazıda: http://www.yenisafak.com/yazarlar/akifemre/muhacirlikten-siginmaciliga-bir-donusum-hikayesi-2019995