İslâm Tarihinde Anayasa; Medine Anayasası ve ...
Reşat Nuri EROL
Son altı yazım birbirinin mütemmimi, birbirinin tamamlayıcısı; konu olarak da anayasa, sistem, düzen ile ilgili sorunlar ve bu sorunların kim/ler tarafından nasıl çözülebileceği, düzeltilebileceği, düzenlenebileceği üzerine yazıldı… Son yazımın başlığı “Zehirli Anayasa!” idi ve sadece başlık bile meselenin ne kadar vahim mecralara sürüklenebileceğine işaret etmek için seçildi, bir köşe yazısına sığabilecek kadarıyla bazı detaylar da yazıda yazıldı… Meseleyi gerçekten anlamak isteyenlere o kadarı da yeterlidir…
Bugünkü konumuza da “İslâm Tarihinde Anayasa” ile başlayalım. Bu aynı zamanda bir kitabın ve bir köşe yazarının bugünkü (Aziz Üstel, Star, 13.102011) kısa köşe yazısının başlığı. Yazar meseleyi güzelce özetlemiş: “Bizim Anayasa tarihimizi araştırmak isterseniz Medine Site Devlet’in kuruluşuna inmeniz gerekir. Hicret’le birlikte Medine’de her geçen gün büyüyen ve etkisini arttıran İslam toplumu, Hz. Muhammed’in kente gelmesiyle, adı konulacak bir düzen arayışına girdi. Hz. Peygamber, İslam toplumunun kurucusu ve önderi olarak, kentte yaşayan Yahudiler ve Müslüman olmayan kabileleri topladı, onlarla uzun süre görüştükten sonra Medine Kent Devleti’nin Anayasasını hazırladı. Bu Anayasa, Medine’de yaşayan toplulukların birbirleri ve dış dünyayla ilişkilerini düzenledi. Yargı ve idari yapılanma, bireylerin din ve vicdan özgürlükleri, dışarıdan yönelecek tehlikelere karşı birlik ve beraberlik içinde verilecek savaş gibi çok önemli konuları Hz. Peygamber 47 maddelik bir metin olarak yazdı. / Bu Anayasaya göre Medine’deki siyasi yapılanmanın bir konfederasyon biçiminde olduğunu söylemek mümkündür... (Bknz. Hamioğlu, M. Şükrü “İslâm Tarihinde Anayasa”)” Yazar, yazısının sonunu benim de benimsediğim şöyle bir tavsiye ile bağlamış:
“Yeni Anayasa için bir araya geleceklerin, yanlarında, arada bir ders alacakları Medine Site Devlet Anayasası’nı bulundurmaları hiç de fena olmaz!”
Doğru, hiç fena olmaz ama…!!!
Anayasa profesörü de olan Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak’ın geçenlerde hatırlattığı, o günkü (10.10.2011) Millî Gazete’de “Hakk’a zırh bir Anayasa” şeklinde manşet haber (röportaj) olan uyarı ve tavsiyeleri de çok önemli: Adil, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa… Ama kim tarafından ve nasıl?..
***
Çağımızdaki anayasaların oluştuğu dönem 18 ve 19’uncu asırlardır. Oysa o asırlardan sonra insanlık çok büyük değişimler yaşadı. Ulaşım araçları dünyayı bir köye çevirdi... Haberleşme araçları insanlığı adeta bir odada topladı... Aydınlatma araçları gecelerimizi gündüz kadar aydınlattı... Bilgisayarlar insanlığı birlikte düşünür kıldı…
Siyasi ve sosyal yapıda hanedanlar sona erdi… İnsanlık yönetimde yeniden yapılanma ve demokrasiye geçme çabasında... Uluslararası topluluklar oluşturuldu... Teknoloji ve sanayileşme siyasi oluşumları etkiledi... Kâğıt para dünyayı tek pazar hâline getirdi...
Bütün bu değişim, gelişme ve yeniliklerin yaygınlaşması 20’inci yüzyılın sonunda oldu. Sonuç olarak “Tarım Dönemi” hukuk anlayışı içinde hazırlanan “anayasalar” artık çağımıza cevap verememekte, “Sanayi Dönemi” ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Dolayısıyla bu dönemin, bu çağın sorunların çözecek yeni anayasalara ihtiyaç vardır.
***
Aslında sadece “İslâm Tarihinde Anayasa” konusu ve bugün bile örnek alınası “Medine Site Devleti Anayasası” değil; bu köşede defalarca hatırlattığım “İNSANLIK ANAYASASI” yani “Adil Düzene Anayasası” insanlığın tek kurtarıcısı gibi görünüyor…
Anayasa alanında 18 ve 19. yüzyıllarda yaşananlardan ve 20. yüzyılda gerçekleşen değişimlerden sonra, 21. yüzyılın ve III. Bin Yılın “medeniyet” çapındaki her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak seviyede “ANAYASA ÇALIŞMALARI” yapılması gerekiyor…
Gördüğümüz ve bildiğimiz kadarıyla, bu kadar geniş şekliyle yani “İNSANLIK ANAYASASI” seviyesinde bizim dışımızda çalışma yapan da maalesef yok!..