Gece, saat üç; bir, iki, üç (yazı)!!! Ve (dördüncü yazı); iyi ki var(sın)ız, iyi ki “Adil Düzen Çalışanları” var…
Gece…
Saat üç…
Bir, iki, üç yazı…
Okudum ve düşünmeye başladım…
*
Demek ki…
“KUR’AN VE İLİM” yoksa…
“ADİL DÜZEN Çalışanları” yoksa…
“ADİL DÜZEN Merkezli Çalışmalar” yoksa…
Ancak böyle yazılar yazılabiliyor ve de yayımlanabiliyor…
*
Bu durum…
Sadece “bir gazetedeki” durum…
Genel olarak bu gazetede ve diğerlerinde durum böyle…
Aynı gazetede aynı gün yazan diğer yazarların durumu da ortalama böyle…
Ve SONUÇ ortada!
SONUÇ!
*
Sabrınız varsa…
Örnek olması bakımından…
Önce bu üç yazıyı okuyun veya bir göz atın…
Sonra “ADİL DÜZEN Çalışanı ve/ya Okuyanı” olarak…
DÖRDÜNCÜ YAZIYI ya siz yazın, ya da hep beraber yazalım…
Ya da günlerdir, haftalardır, aylardır, yıllardır yazdıklarımızı “DÖRDÜNCÜ YAZI” niyetine okuyalım; ama sadece okumakla iktifa etmeyelim; okuduklarımızı güncelleyelim…
Bununla da iktifa etmeyelim; bugün yazılması gereken “KUR’AN VE İLİM” merkezli “ADİL DÜZEN” yazılarımızı yazalım, okuyalım, okutturalım ve ulaşabildiğimiz herkesi uyaralım, uyandıralım yani “Vemâ Aleyna İlle’l-Belâgu’l-Mübîn” görevimizi yapalım…
Ve en sonunda çok önemli bir şey daha yapalım; bizlere bahşedilen nice nimetlerin şükrünü eda etmek üzere, artık bir an önce “ADİL DÜZEN” uygulamalarına geçelim…
Bu uygulamaların neler olması gerektiğini de; dünkü, önceki günkü, geçen haftaki, önceki haftalarda/aylarda/yıllardaki yazdıklarımızda bulabilirsiniz…
*
Gece…
Saat üç…
Bir, iki, üç yazı…
Okudum ve düşünmeye başladım…
*
Şimdilik…
Bunları yazdım…
Bu gece yapabildiğim bu…
Sabah ola hayrola; hayırlı günler dilerim…
“ADİL DÜZEN” üzere nice hayırlı uygulamalar…
Ve’SELÂM…
Mea’d-dua.. dua.. DUA…
***
Ardan ZENTÜRK
azenturk@stargazete.com
Türkler’den asıl şimdi korkabilirsiniz
15 Aralık 2016 Perşembe
Aslında, biz, kendi halimizde yaşayıp gidiyorduk. Osmanlı’nın çöküşüyle başlayan süreçte, ağır kayıplar vermiş, dayanılması zor yıkımlar görmüş bir millet olarak, çekildiğimiz yeni sınırlarda, geleceğimizi kurmanın telaşı içindeydik. 1974’teki Kıbrıs Harekatı’nı bir kenara koyacak olursak, öyle, kimseyle de uğraşmaya pek niyetimiz yoktu... Alt yapımızı güçlendireceğiz, geç kalmış sanayileşme sürecimizi tamamlayıp hızla bilişim çağına gireceğiz, çocuklarımızı iyi yetiştirip insanlık aleminin onurlu bir makamında hak ettiğimize inandığımız bir yerde yaşayıp gidecektik...
İyi sanatçılar... Güçlü edebiyatçılar... Mars’a gözünü dikmiş bilim adamları... Risk almayı, üretmeyi bilen sanayiciler, dünyanın hal ve gidişini iyi yorumlayan finansçılar, araziye bir baktığında ne yapacağına o anda karar veren mimarlar, mühendisler, en olmaz hastalıkları tedavi eden doktorlar, ne bileyim, dünyanın en marka kulüplerinde top koşturan futbolcular falan yetiştirmenin derdindeydik...
Dünya biraz riskli, milli ve yerli savunma sanayimizle ordumuzu güçlendirelim, bizim kimsenin toprağında gözümüz olmasın, ama kimse de bizim toprağımıza göz dikmesin diyorduk...
Bütün bunları başardık...
Kimsenin malına, namusuna el uzatmadık, durup dururken kimsenin evladını öldürmedik, kimsenin metrosunda, meydanında bombalar patlatmadık... Hatta bizden önce bir yerlerde karargah kurmuş milletlerin tavuğuna bile kışt demedik...
Çalışkan ve kanaatkar bir milletizdir...
Sabahın köründen başlayıp mesai saati dinlemeden çalışarak, işsize, açık açıkta olana destek olarak, kimsesizin evladına sahip çıkarak, yaşadığımız günlük sorunları da hep içimize atıp, kimselere el açmadan yolumuzda yürümeye çalıştık...
Zor durumda aldığımız borca sadık, bizden destek isteyene gönlümüz açıktır...
Dünyanın en çok sığınmacısını barındırıyoruz gıkımız çıkmıyor, gurbetlerdeki insanımıza kötü davranılıyor, nazik ve vakur duruyoruz, “bakın yapmayın” diyoruz. Dünyanın en güçlü ordularından birine sahibiz, yalnız evlerimizdeki silahlarla herhangi bir sınıra dayansak, 17 milyon insan yürüyüp gideriz, yapmıyoruz, savaşmamaya çalışıyoruz... Zorlarsanız, bakın söylüyorum, bu dünyada kimse kendini güvende hissedemez...
Arkadaş bizimle derdiniz ne söyleyin...
Bakın, hepiniz gelseniz de bi b.k olmaz
Birinizi, Kore’den bu yana müttefik bildik, başımıza sarmadığı bela kalmadı, en son, 15 Temmuz’daki işgalini zor durdurduk...
Diğerleriniz, yıllardır NATO müttefikimiz, ne kadar vatan haini, terörist, memleketi satmışı varsa ona sahip çıkıyor... Cumhurbaşkanlığı saraylarında ağırlamalar, onur vatandaşlığı vermeler falan... Vız gelir, tırıs gider, isterseniz alın hepsinin turşusunu kurun... Adam 40 yıl CIA’nın maaşlı personeli, en son memlekette darbe yapmış, Amerika’sı onu, Almanya’sı adamlarını korur, korusunlar, çok da fifi...
Avrupa Birliği denilen “toplu emperyalist saldırı mekanizması” bu memleketin aleyhine ne varsa onun arkasında, açık söyleyelim, hepiniz birlikte gelin bi b.k yiyemezsiniz...
Diğerleri... Rusya, kadim devlet dedik yalancı çıktı, İran, yalancı devlet dedik katliamcı oldu... Çin, ayrı bir alem, bir yanı emperyalizme kendi insanını peşkeş çekiyor, diğer yanı, sözde emperyaliste meydan okuyor, nüfusu kalabalık, Pekin’de oturan şapşal sayısı da ona göre... Hepsi birleşmiş, Türklerle uğraşıyor!..
Bence bu yetmez, biraz daha yüklenmeniz gerekecek
İran, önce Bosna-Hersek’te devamında Çeçenistan’da “Müslüman öldürmekte uzmanlaşmış” Rusya ile ittifaka girip Halep’te zafer kazandığına inanıyorsa yanılıyor...
Putin Rusya’sı, orada-burada kan dökerek 21’nci yüzyılın ilerleyen yıllarında var olacağına inanıyorsa yanılıyor...
Amerika-Avrupa ittifakı, Sünni Müslüman coğrafyaya Ali Hamaney’in askerleriyle nizam vereceğine inanıyorsa, yanılıyor...
Makarios 1963’te Noel katliamını yaptıktan hemen sonra, dünya, bizim neden bu kadar çok çıkarma gemisi yaptığımızı anlamamıştı, cevabını 1974’te aldı.
2016 bizim için tarihi dönüm noktasıdır...
Kadim milletiz, işin aslını-faslı anladık. Yalnız mıyız, tamam onu da anladık, evet...
Bir adım geri çekilir hazırlanırız...
Bugüne kadar sanal bir “Türkofobi” yaratmıştınız... İşte, açık söylüyorum, artık bizden korkabilirsiniz...
Önümüzdeki 10 yıl içinde, ne Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar ve tabii ki Ortadoğu... Devamında neresiyle, orası...
Her yeri karıştırmazsak, namerdiz...
Kentlerinize kadar sızmış kavga mı dediniz, siz, inanın, daha hiç bir şey yaşamadınız...
***
Selahaddin E. ÇAKIRGİL
scakirgil@stargazete.com
Şeytanî güçlerin zaferini‚
İslâm zaferi’ diye göstermek utancı
15 Aralık 2016 Perşembe
Tahran’da yayınlanan ve yöneticileri İnkılab Rehberliği makamınca tayin olunan ve malî kaynağı da devletçe karşılanan; ve diğerlerine göre İslamî hassasiyeti daha çok gözettiği ileri sürülen -ve bu satırların sahibinin de 15 yıl kadar sürekli makaleler yazdığı- bir gazetede dün bir başyazı vardı; ‚Peyâmha’y-ı Âzadî-i Halep / Halep’in kurtarılışının mesajları..’ başlığı altında..
Sözkonusu yazıda, ‚Tam da İslâmî Vahdet Haftası’nın ve Hz. Peygamber‘in (S)velâdet yıldönümünün eşiğinde, Halep’in kurtarılışından alınması gereken mesajlar’a değiniliyor ve ‚alınması gereken ilk mesajın, İslamî mukavemetin dünyanın sultacı, zorba güçlerine karşı elde ettiği büyük zafer olduğu’ belirtilerek, bu zaferin, ‚Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder..‘ meâlindeki ‚vaad-i ilahî’ ile gerçekleştiğine ve ‚Halep zaferinin etkisinin Musul’un kurtarılmasında ve keza, Yemen’de, Bahreyn’de de görüleceği’ne değiniliyor; Suûdî rejimine de ‚gözdağı‘ veriliyordu.
Daha da acı olanı, bu tablonun Baas ideolojisi üzerine kurulu bir Esed Hanedanıdiktatörlüğü ve -İran’ın teşvikiyle devreye giren Rusya’nın ağır bombardımanları ve Amerika’nın da gözyummasıyla- İslamî bir zafer gibi gösterilmesi.. Gerçekte ise İran bir gövde gösterisinde ya da güç zehirlenmesinde.. Ama yazının devamında, bir de Türkiye’nin alması gereken mesaja değiniliyor ve ‚Türkiye’nin, Suriye Buhranı’nda zorba güçlerin elinde bir oyuncak olarak, hedeflerine varamadığı ve elleri boş ve kara bir yüzle çıktığı’, ‚Erdoğan Türkiyesi’nin teröristlere destek verdiği, teröristler için geçiş yollarını açtığı ve utanç verici bir duruma düştüğü’de Batılıların ağzıyla dile getiriliyordu. Bu gazete, geçmişte, Tayyip Erdoğan’ı sık sık, ‚Halifeliği ve Osmanlı’yı ihya etmek siyaseti’ile suçlanıyordu. Ama bu kez onlara ve de, Türkiye’nin Suriye Buhranı’nda taa baştan beri Amerikan isteklerine karşı çıktığına ve İran’a, Rusya’nın da, B. Amerika’nın da gözyumduğuna hiç değinilmiyordu.
***
Bu vesileyle bir başka sahne.. İran sisteminin en üst makamında bulunan Seyyid Ali Khameneî geçen hafta, bir grup aileyle görüştü. Bu aileler, Suriye’de hayatlarını kaybeden askerlerin aileleriydi. Ve bu askerlerin sayısının, -onlarcası seçkin komutanlar olmak üzere-, bini geçtiği ileri sürülüyor. İran makamları ve medyası, Suriye’de hayatlarını kaybeden bu askerleri, Şam’daki Hz. Zeyneb Türbesi’ni korumak için oraya gittikleri iddiasıyla, ‚Şuhedâyı mudafaan-ı harem..’ (Harem’in savunucusu şehidler) diye anmakta.. Khameneî o görüşmede, ‚Bazıları bizim orada (Suriye’de)ne işimiz var? diyor. ‚Bunu söyleyenler bizim Ehl-i Beyt aşkımızı bilmeyenlerdir..’ diyordu. Yani, Suriye’de İranlı güçlerin Suriye’nin her tarafında, yıllardır işledikleri cinayetler, sadece güya Hz. Zeyneb Türbesi’ni korumaya yönelik ve de Ehl-i Beyt aşkına imiş!!
***
Halbuki, DEAŞ’çıların türbelere karşı tavrı, vehhabî-selefî anlayışınca bütün türbelere yönelik.. Ama, direkt İran Rehberi’ne bağlı olduğu bilinen Lübnan ‚Hizbul…’ örgütünün onbinlerce silahlı elemanı da türbe korumak iddiasıyla gelmişti Suriye’ye.. Ama, gerçeği, ‚Biz olmasaydık Esed rejimi iki günde çökerdi‘ diye övünmelerinde açıklıyorlardı. Sayıları 300 yüzbini aşkın ve ‚Haşd-i Şa’abî’ denilen mezhebçi yapılanmanın işlediği cinayetler de hep, Hz. Zeyneb türbesini korumak aşkına idi! Ki, ‚Haşd-i Şa’abî’ denilen ve İran’da ‚Besic/ seferberlik güçleri’ denilen (Halk Gönüllüleri)’nin Irak versiyonu ve DEAŞ’çıların karşı kutbunda mutaassıb mezhebçi bir yapılanma olan gücün, geçen ay, Irak’ın resmî ordusuna katılmasına dair kanunun da Bağdad’daki mezhebçi hükûmete kim tarafından dikte edildiğini anlamak istemeyenler için, Khameneî’nin, evvelki gün, ‚Haşd-i Şa’abî, Irak için büyük ve hayatî bir sermayedir..‘ şeklindeki övgü dolu sözlerini hatırlatmakla yetinelim.
***
Lütfü OFLAZ
loflaz@stargazete.com
İleri, alalım düşmandan eski yerleri!
15 Aralık 2016 Perşembe
İleri ileri haydi ileri, alalım düşmandan eski yerleri!
Böyle diyerek coşturabilirim sizi.
Öyle ya, çevremizdeki bazı ülkelerin toprakları bir zamanlar bizimdi.
Ortadoğu’daki, Kafkas’lardaki, Afrika’daki pek çok ülkenin toprakları bir zamanlar bizimdi.
İstanbul’dan Viyana’ya kadar olan Avrupa bir zamanlar bizimdi.
Atalarımız üç kıtada hüküm sürerdi.
Aleme nizam verirdi.
Üç kıtadaki devletlerin krallarını, hükümdarlarını bizim padişahlarımız tayin ederdi.
Ne var ki üç kıtadaki o topraklar zamanla elimizden gitti.
Üç kıtaya yayılan topraklarımız Anadolu’dan, Trakya’dan ibaret kalıverdi.
Ancak eski topraklarımızı düşmandan geri alma zamanı artık geldi.
İleri ileri haydi ileri, alalım düşmandan eski yerleri!
Evet, böyle diyerek coşturabilirim sizi.
Sizi böyle coşturursam, bir anda en sevdiğiniz yazar yaparsınız beni.
Çünkü bakıyorum da ülkemiz Müslümanları arasında bir fetihçilik zihniyeti almış başını gidiyor.
Şu anda sahip olduğumuz topraklar bile işgal tehdidi altındayken ve esas olarak bu toprakları korumayı düşünmemiz gerekirken, kimi Müslümanlar hayal aleminde yaşıyor.
Bunlar Osmanlı’yı yeniden diriltmeyi tasarlıyor.
Ne var ki bu gerçekçi mi?
Müslümanların gücü bunu gerçekleştirmeye yeterli mi?
Hadi Türkiye ölçeğinde değil dünya ölçeğinde konuşalım.
Dünyadaki Müslümanların durumuna bir bakalım.
Bugün dünyada 1 milyar 600 milyon Müslüman yaşıyor.
Dünyada 63 tane Müslüman ülke bulunuyor.
Ve maalesef dünyadaki Müslümanların toplam üretimi bir Almanya bile etmiyor.
1 milyar 600 milyonluk Müslüman aleminin toplam üretimi, 80 milyonluk Almanya’nın üretimini bile bulmuyor.
Hele de bilim üretimi, teknoloji üretimi gibi alanlarda Müslümanlar dünyanın en gerisinde bulunuyor.
İşte “Müslüman aleminin en ileri ülkesi” denilen Türkiye’nin eğitimsel, bilimsel olarak hangi seviyede olduğu ortaya çıktı.
Uluslararası eğitim düzeyi değerlendirme sistemi olan PISA’nın, bu konudaki son rakamları açıklandı.
72 ülke arasında yapılan bu değerlendirmeye göre, Türkiye fen bilimleri alanında 52. sırada.
Okuma alanında 50. sırada.
Türkiye bu alanlarda Trinidad Tobago gibi adı sanı pek duyulmamış bazı ülkeleri geçmeyi başarabildi.
İşte “Müslüman aleminin en ileri ülkesi” denilen Türkiye’nin eğitimsel, bilimsel seviyesi.
Varın siz düşünün gerisini.
Müslüman alemi olarak eğitimsel, bilimsel alanlarda yerlerde sürünmekteyiz.
Üretim deseniz, 1 milyar 600 milyon nüfusumuzla 80 milyonluk Almanya kadar bile üretememekteyiz.
Bu gerçeğe aldırmayıp Osmanlı’yı diriltmeye kalkışacağız, öyle mi?
Fetihçi bir zihniyetle hareket edeceğiz, öyle mi?
Ahmet Davutoğlu’nun uygulamaya koyduğu fetihçi zihniyete göre, üç saatte Suriye’nin başkenti fethedilip Emevi Camii’nde cuma namazı kılınacaktı.
Ama sonuçta Suriye’de kılınan bu fetihçi zihniyetin cenaze namazıydı!
Gücünüze bakmadan Osmanlı’yı diriltmeye kalkışırsanız, varacağınız yer musalla taşıdır!
Biliyorum, bu gerçekleri yazmak beni sizlerin gözünde sevimsiz yapacaktır.
Ancakileri ileri haydi ileri, alalım düşmandan eski yerleri dercesine bir fetihçi zihniyetle hareket etmenin sonucunda, yüz binlerce Müslüman’ı kırdırmanın ağır vebali vardır.
Sevimsiz olmak, o vebali taşımaktan evladır.
***
DÖRDÜNCÜ YAZI
Niyetine
Birkaç satır, birkaç cümle daha…
Buraya kadar sabırla okuyup gelebildiyseniz…
Birkaç cümleyle daha meramımı anlatmaya çalışayım…
Bütün bunlar biz yaşarken oldu ve olmaya da devam ediyor…
Bunlar olurken, bunları bize yaşatan Allah’ın elbette bir muradı var…
Bütün mesele…
Allah’ın muradını anlamak…
Ve var gücümüzle gereğini yapmaktır…
Gerisini…
Ve daha fazlasını…
Herkes kendi düşünsün…
Kendi içtihatlarını yapıversin…
Kendi içtihatlarını kendisi uygulasın…
İçtihatlarımız birleştikçe icmalara dönüşsün…
Ve bu icmalar “ADİL DÜZEN” olarak geliştikçe…
Gelişip olgunlaştıkça, beşeriyetin kurtuluşuna vesile olsun…
*
Ve’SELÂM…
Mea’d-dua.. dua.. DUA…