‘E LEYSE MİNKÜM RACULÜN REŞÎD’ (âyet)
Bu “şokları” atlatmalıyız ve atlatacağız inşaallah…
Bin yıldan beri bu topraklarda başımıza gelen “büyük şokları” nasıl atlattıysak, bu “son yüz yıllık şoku” da atlatacağız inşaallah; nitekim adım adım atlatıyoruz…
“ŞOKLAR” derken, bundan önceki “Hattâ Yugayyirû Mâ Bi Enfüsihim” başlıklı yazımda anlatmaya çalıştıklarımı kastediyorum ve bu yazı o yazımın devamı mahiyetindedir.
Malum olduğu üzere, Türkiye yüz yıl önce yaşadığı Balkan Savaşları, Çanakkale Savaşları, I. Dünya Savaşı ve İstiklâl Savaşı sürecinin sonuçlarını toparlama çabasında...
O dönemdeki düşmanlara bir de ABD katıldı ve aynı düşmanlar yani topyekün AB ülkeleri (İngiltere, Almanya, Fransa vs), ayrıca Rusya da buralardan vazgeçmiş değil...
Taşeron ABD İncirlik’te ve her yerde! İngiltere Kıbrıs’taki iki üste ve her yerde! Almanya ise vakıflarla ve STK’larla her yerde! Fransa her konuda Almanya ve diğerleriyle beraber! Rusya Suriye’de yeniden üsler kurup yerleşme çabasında! Diğer AB ülkeleri de onlarla birlikte! Yüz yıl önce “yedi düvel” dediklerimiz bugün de aynıdır ama aslında hepsi “tek düvel”dir ve o da hepsini yöneten “SERMAYE”dir; “faizci/fitneci sömürü sermayesi”dir.
Yani…
HAK-BÂTIL MÜCADELESİ hep vardı…
HAK (ADİL KUR’AN DÜZENİ) gelinceye kadar da olacak…
HAK gelince, tarafımızdan getirilince BÂTIL zail olacak yani gidecek…
Mücadele yüz yıl önce de, yarım binyıl önce de, bin yıl önce de vardı; bugün de var…
Malazgirt ve sonrasındaki Haçlı saldırıları… Moğol ve Timur istilaları… I. Dünya Savaşı dönemindeki “yedi düvel” saldırıları… Ve aralarda gerçekleşen daha nice saldırılar…
Biz bunları atlatıp her seferinde yeniden müthiş hamleler yaptık…
I. Dünya Savaşı sonrasında dağılan bin yıllık birikim ile beraberlik ve ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, en zor şartlarda neler yapabileceklerimizin ispatıdır…
“TEŞHİS” diyor, “TEDAVİ” diyor, birilerinin de bizim gibi demesini bekliyoruz…
Geçen hafta Yeni Şafak yazarı Faruk Beşer “İslam önderleri artık meseleye müdahil olmalı” başlıklı yazısında diyenlerden oldu. “Teşhisler”den sonra “TEDAVİ” önerileri şöyle:
“… Müslümanlardan iki tâife kavga ettiğinde, Allah'ın emri gereği, araları bulunabilirdi... / Meselelerimizin halli için artık İslam devreye girmeli, inisiyatif almalı... / Heyetteki temsilcilerin görevi ihtilaf noktaları değil ittifak noktaları aramak olmalı... Nurcular, Süleymancılar, Işıkçılar, Adıyaman Cemaati, Hüdai Vakfı çevresi, Mahmut Efendi Cemaati, İskender Paşa Cemaati, İttihadululema, kurulan ve kurulmakta olan birden çok âlimler birliği, etki alanı bulunan diğer kanaat önderleri ve benzerleri... / Bu ve benzeri oluşumların her biri kendi içinden bir temsilci seçmeli ve anlaşılacak bir yerde ilk toplantılarını gerçekleştirmeli. Ve mesela, en öncelikli problemimiz terör ve ırkçılık ise bu konuda ortak bir tavır belirlemeli ve onu herkes kendi grubuna bildirmeli, alınan kararın uygulanması için güvenenlerine manevi baskı kurmalı. Değilse, en öncelikli meseleyi kendileri bulup kararlaştırmalılar. Çıkardığı kanunlara kadar devletin hatalarına karşı ortak tavır belirlemeli ve nush görevlerini yerine getirmeliler. Bu oluşuma katılmayan gruplar da ayrılıkçı ilan edilecekleri riskini hesaba katmak zorundadırlar. Bunun için zaman gelmiştir ve çok uzun süreceği de şüphelidir. Birisinin çıkıp ben bu işi başlatıyorum demesi yeterlidir. Niyetiniz halis ise muininiz Allah'tır, buyurun.”
Hûd Sûresi, 78. âyet ile bitireyim:
“E LEYSE MİNKÜM RACULÜN REŞÎD (REŞÎDUN)? -
İÇİNİZDE/ARANIZDA REŞİD (İRŞAD EDEN) BİR ADAM YOK MU?”