http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/1001.htm
Hayarettin Karaman; Âdil Düzen Nasıl Olmalıdır?
Giriş:
"Âdil Düzen" Kavramı:
Lûgat mânâsı âdâletli, dengeli düzen ve düzenlemeler demek olan âdil düzen, terim olarak "İnsanların yaratılış amaçlarına uygun bir hayat yaşamaları, kâmil insan olma yolunda hür ve eşit olarak ilerlemeleri, dünya ve âhirette mutluluğu yakalayabilmeleri için gerekli bulunan ferdî ve ictimâî (siyâsî, ahlâkî, iktisâdî, hukûkî...) hayat düzenidir.
Kaynağı:
Âdil düzenin bilgi kaynağı vahiy (Kur'ân-ı Kerîm ve bağlayıcı sünnet ile vahyin ışığında işletilen akıl, deney, ilhâm ve diğer beşerî bilgi vâsıtalarıdır.
Bütün çağlara rehber olsun diye sınırlı tutulan vahyi usûlüne uygun olarak yorumlamayan, belli bir zamana mahsus bulunan uygulamaları evrensel olanlardan ayırmayan, beşerî yorumları (ictihad ve uygulamaları) dondurarak -böyle olmadıkları hâlde- evrenselleştiren ve ictihada yer vermeyen bir metodoloji ile âdil düzen bilinemez, bulunamaz ve kurulamaz.
Çağlar boyunca yapılan tecrübeler sonunda tek başına yetersizliği ve insanlığı çıkmazlara, krizlere soktuğu sabit bulunan aklın ve beşerî bilgi kaynaklarının, vahyi devreden çıkararak, dîni, ferdî ve vicdânî alana hapsederek ortaya koyduğu çözümler, düzenler ve düzenlemeler ile de âdil düzen bulunamaz, bilinemez ve gerçekleştirilemez.
Bilgi kaynağı itibarıyla saf ve sağlam, tarihî sıra bakımından da son ve tamamlayıcı yegâne din İslâm'dır. Bir mânâda bütün semâvî dinler İslâm ise de Hz. Muhammed Mustafâ'nın (s.a.v.) dünyayı teşriflerinden itibaren "hak dîni" temsil eden tek din, Hâtemu'l-Enbiyâ'nın (s.a.v.) getirip tebliğ ettiği İslâm'dır. Diğer dinlerin ne ölçüde İslâm'a sadık kaldıklarının ölçüsü de bu son dindir.
Âdil Düzen'in peşinde ve iştiyâkında olan insanlık, bu son ve tamamlayıcı dînin irşâdına muhtaçtır, onu kâale almadan amaca ulaşmak mümkün değildir; mümkün olmadığı tecrübe ile sabit olmuştur. En azından son üç asır içinde dinden koparak ideal düzen arayan insanlık bir türlü rûh ile beden, fert ile toplum, dünya ile ebediyet, eşya ile insan, olan ile olması gereken, fiil ile karşılık arasındaki dengeyi kuramamış; hem kendine, hem de dünyaya ve gelecek nesillere yazık etmiştir.
Geçiş Süreci:
Âdil Düzen ilkeleri ve kısmen örnek uygulamaları ile dînî kaynaklarımızda ve geleneğimizde mevcuttur. Bu kaynaklardan yararlanarak her çağda geçerli olan -o çağ için uygun, doğru ve meşrû olan- düzeni anlaşılır, uygulanabilir ve sistematik bir bütünlük içinde ortaya koymak âlimlerin vazifesidir. Ortaya konan düzen teorisinin/modelinin pratiğe geçmesinin şartı, ona inanan insanların fert ve toplum hayatlarında sistemi uygulamaya çalışmaları, bunu denemeleri, sonuçları değerlendirerek tamamlama yoluna girmeleridir. Sisteme (belli bir düzenin ve düzenlemenin âdil olduğuna) inanan ve inanmayanların birlikte yaşadıkları bir toplumda ise topluluklar arası uzlaşma yolunu aramaları, bu uzlaşma çerçevesinde -mümkün olduğu ölçüde- her topluluğa kendi inandığı düzeni yaşama imkânı vermeleri, böylece fertlere ve topluluklara serbest olarak seçebilecekleri alternatif düzenler sunmalarıdır. Bu aşamada iki ilkenin titizlikle korunması gerekecektir:
1. Bütünüyle toplumun (gruplar bütününün, milletin, ümmetin...) varlığını, bütünlüğünü, ortak değerlerini, genel sağlık, ahlâk ve asâyişi tehdit eden veya bozan fiilî tehlike ve davranışlar karşısında ortak irâde, karar, dayanışma ve davranış ilkesi.
2. Birinci maddenin zarûrî sınırlamaları dışında kalan alanlarda gruplardan birinin, güç ve iktidarı ele geçirerek diğerleri üzerinde baskı kurmasını, hürriyet ve özerkliklerini ortadan kaldırmasını engelleme ilkesi.
Âdil Düzen'in Muhtevâsı:
Âdil Düzen'in bilgi kaynaklarını eksiksiz kullananlara göre bu düzenin muhtevâsını, sistematik olarak -çağımız için- ortaya koymaya yönelik çalışmalar ilmî kurum ve kuruluşlarda yürütülmeli, olgunlaşanlar topluma sunulmalıdır.
Âcil ihtiyaçlara cevap vermek maksadıyla bu düzenin bazı ilke ve kurallarını -kendi ihtisas alanımızdan görebildiğimiz kadarıyla- şöylece özetlemek mümkündür:
I. Dînî ve İlmî Düzen:
"Siyâsî, ictimâî, iktisâdî... düzen" kavramlarının yanında "dînî düzen" kavramı da zikredilince yanlış anlamalara sebep olmakta, bu düzen ve alanların din ile alâkasının bulunmadığı gibi bir sonuç çıkarılmaktadır. Bu sebeple "âdil düzen" dinden ayrı, din ile alâkasız olmadığı, meşrûiyetini dinden aldığı için "dînî düzen" ayrıca zikredilmemeli, "âdil düzen bütününün" aynı zamanda "dînî düzen" olduğu, başka bir deyişle dînin ana kaynaklarına (Kur'ân ve Sünnete) doğrudan veya ictihad yoluyla dayandığı ifade edilmeli yahut da "dînî düzen"den daha başka ve özel bir mânâ kastediliyorsa bu açıklanmalıdır.
Özellikle zikredildiği, başlık olarak seçildiği zaman "dînî düzenden" maksat, kul ile Allah arasındaki özel ilişkiyi (özel kulluk, ibâdet ilişkisini) düzenleyen alandır, kural ve kurumlardır. (Buna da ibâdet ve ahlâk düzeni demek daha uygundur.) Bu alan üç unsurdan oluşmaktadır: İman, ibâdet ve ahlâk. İnsanların Allah'a yakınlık kazanmaları, ebedî âlemde mutlu olmaları İslâm imanı, ibâdet ve ahlâkını öğrenmeleri, edinmeleri ve yaşamalarına bağlıdır. Din insanlara bunu baş ödev olarak vermiş, diğer düzenleri buna araç kılmıştır. İnsanlar bu ödevlerini yerine getirebilmek için -diğer düzenleri bu amaca uygun olarak kurup işletmeleri gerektiği gibi- din öğretimi, eğitimi ve ibâdet kurumlarını ve ahlâkî denetimi içeren "özel mânâda dînî düzeni" kurup işletmekle de yükümlüdürler. İnsanlar fert olarak Allah'a ibâdet ve itâat etme borcunda oldukları gibi, toplum olarak da din eğitimi ve öğretimini, ibâdet imkân ve kolaylıklarını, ahlâkî denetimi (emr bi'l-ma'rûf, nehy ani'l-münkeri), İslâm'ın sınırlamaları içinde din ve düşünce hürriyetini sağlamak borcundadırlar. Bu mânâda dînî düzenin kurulup işletilmesi âdil düzende, tek başına devletin veya toplumun sorumluluğunda değildir. Bu konuda işbirliği yapmak da, işbölümü yapmak da mümkündür; önemli ve gerekli olan ümmetçe düzenin kurulup amaca uygun olarak işletilmesidir.
Ülkemiz nüfusunun büyük çoğunluğu mü
slüman oldukları için yuvadan üniversite öğrenimine kadar her seviyedeki eğitim ve öğretim kurumlarında İslâm imanı, ibâdet ve ahlâkının öğetilmesi, eğitminin yapılması, meselâ namaz odaları gibi isteyenlerin ibâdet edecekleri yer ve imkânların hazırlanması tabîîdir, insan hakları gereğidir, lâikliğe de aykırı değildir; çünkü müslüman olmayanlar buna zorlanamazlar, müslüman olanlar da bunu istemektedirler. Halkın istek ve irâdesinin gerçekleştirilmesi, isteyene dîni öğrenme ve yaşama imkânının verilmesi -Batılı mânâda- demokrasi ve lâikliğin de gereğidir.
Ülkemizde yaşayan gayr-i müslim vatandaşlar, isterlerse İslâm'ı öğreten derslere girebilirler. Bunun yanında kendileri için özel din eğitimi ve öğretimi imkânları da hazırlanır; kendi dinlerini öğrenir, eğitimini alır ve uygularlar.
Geçiş döneminde uygulanan lâik yönetimlerde dînî düzenin, cemâatlerce kurulması, işletilmesi, devletin buna müdâhale etmemesi, mâlî ve idari özerkliklerinin sağlanması için gerekli tedbirleri alması uygun olur. Cemâatlerin görüşleri alınarak teşkîlatların mevzûâta kavuşturulması da -düzensizlik ve anarşiyi önlemek için- gereklidir.
İlim ve Öğretim Düzeni:
Dînî nassları yorumlayacak, gerekli bilgiyi üretecek, bunlardan yararlanarak düzen teorileri/modelleri oluşturacak ve bunları belli amaçları gerçekleştirmek için uygulayacak olanlar insanlardır. İnsan unsuruna önem vermeyen, yeteri kadar yetişmiş insan gücüne sahip bulunmayan toplumların ve düzenlerin başarı şansı yoktur. "Farzı tamamlayan, farzın îfâsı için gerekli bulunan da farzdır" ilkesine göre âdil düzen toplumu, kendi çağında, insanlığın yüce amaçlarını ve yaratılış gâyesini gerçekleştirmek için çalışacak insanlarını yetiştirmeyi, maddî ve mânevî ihtiyaçlarını karşılamada rehber olacak ilmi üretmeyi birinci iş edinecektir. Bu maksatla toplum ile devlet işbirliği yapacak, birinin yetişemediğini diğeri tamamlayacak, ilim ve öğretim faaliyeti hem özel kesimin, hem de kamu kesiminin iştigal sâhası olacaktır. İlim ve öğretim faaliyetlerinin başarısı ehliyet ve liyâkâta değer vermeye ve hürriyete bağlıdır. Ehil ve lâyık olanı objektif ölçülerle belirlemek; siyâsî etki ve müdahalenin bulunmadığı bir hürriyet ortamında amaca uygun usûllerle öğretim ve ilim faaliyetlerini yürütebilmek için gerekli tedbirleri almak toplumun ve devletin vazifeleri cümlesindendir.
II. Hukuk ve Yönetim Düzeni:
A. Genel Esaslar:
1. Din ile siyaset, başka bir ifade ile din ile devlet, karşılıklı etki ve sorumluluk bakımından birbirinden ayrılamaz. Din ve devlet ayrı kurumlar ve kavramlar olmakla beraber her ikisi de insanla ilgilidir, insan için vardır, insanın maddî ve mânevî birtakım ihtiyaçlarını karşılama amacını gütmektedirler. İslâm fert ve toplumu, ferdî, ictimâî, siyâsî, hukûkî, iktisâdî, ahlâkî... hayat ve davranışlarını, Allah Teâlâ'nın Kur'ân-ı Kerîm'de ve Rasûlullah'ın (s.a.v.) Sünnetinde tecellî eden irâdesine uygun düşürmekle yükümlüdür. Devlet de bununla yükümlüdür. Devlet teb'anın üzerinde, gücünü kendinden alan bir otorite, âdetâ bir tanrı olmak için değil, gücünü kendilerinden aldığı ümmete hizmet için vardır. Ümmetin varlık sebebi ise bir Allah'a kulluktur.
2. Hâkimiyet asıl sahiplik bakımından Allah'a, temsil ve kullanma bakımından ümmete aittir. Ümmet müslümanlar ile onlara tâbî olan diğer gruplardan oluşur.
3. Müslüman olmayıp kültür ve hukuk açısından bir grup teşkil eden topluluklara (vatandaş gruplarına) istedikleri takdirde -ümmetin düzeni ve birliği için gerekli tedbirler alınarak- adlî ve kültürel muhtariyet verilebilir. Adlî muhtariyetin verilmesi hâlinde müslümanlarla ihtilâfları İslâmî mahkemelerde (devletin genel mahkemelerinde) çözümlenir.
Bu gruplar din, vicdan ve düşünce hürriyetine sahip olup dinlerinin ve inançlarının gereğini -kamu düzeni, genel sağlık ve ahlâk, kamu yararı, başkalarının hak ve hürriyetlerini koruma amacına yönelik sınırlamalar dışında- serbestçe yerine getirirler.
4. Ümmete ait bütün topraklar vatandır; vatanın birlik ve bütünlüğü esastır. Ümmet bunu iç ve dış tehlikelere karşı korumakla yükümlüdür. Bu bütünlüğün fiilen gerçekleşemediği (ümmetin parça parça ülkeleri bulunduğu) dönemlerde her parça (millet) kendi ülkesini vatan olarak bilir ve korur, ancak diğer parçalarla bir şekilde bütünleşerek, birleşerek, birlikler oluşturarak ümmet birliğini gerçekleştirmeyi amaç edinir. Ümmetin de amacı bütün dünyada adâlet ve hürriyeti hâkim kılmaktır.
5. Âdil düzende devletin şekli değil, yapısı, amacı ve bu amacı gerçekleştirmedeki başarısı önemlidir. Devlet otoritesinin kaynağını teşkil eden ümmet, bu otoriteyi hangi organlarla ve nasıl kullanacağına, Kur'ân-ı Kerîm, Sünnet, örnek uygulamalar, akıl, bilim ve çağın gereklerini gözönüne alarak danışma yoluyla karar verir.
6. Kuvvetler birliği, ayrılığı veya dengesi, yerinden veya merkezden yönetim gibi konular çağlara, ihtiyaca ve fayda-zarar prensibine bağlı bulunduğundan ilgili karar ve tercihler 5. maddedeki esaslara tâbîdir.
B. İnsan Hakları:
Âdil düzen eşref-i mahlûkat ve kemâle namzet olarak yaratılmış bulunan ve yeryüzünde Allah'ın halîfesi olan insan anlayışına dayanır. İnsan dünyaya imtihan için gönderilmiştir, dünya fânî, âhiret bâkîdir. İmtihan insanın, hür irâdesiyle dünya hayatını Allah'ın irâdesi doğrultusunda yaşayıp yaşamayacağı ile ilgilidir. Allah Teâlâ insana, dünya hayatı tecrübesinin gerektirdiği bütün hak ve hürriyetleri bahşetmiştir. Bu hak ve hürriyetlerden bir kısmı "insan olarak yaratılmış" olmaya bağlı olup "statü hakları", bir kısmı ise hak etmeye bağlı olup "ehliyet ve liyâkât" hakları adını alır. Meselâ hayat hakkı birincisine, belli bir devlet hizmetinde bulunma hakkı ikincisine örnektir.
İnsan haklarının başlıcalarını şu maddelerde özetlemek mümkündür:
1. İnsanın bedeni ve kişiliği ile ilgili haklar:
a) Yaşama hakkı,
b) Hür kişilik hakkı,
c) Haysiyetin korunması hakkı.
2. Özel hayatın gizliliği, aile, mesken ve şerefin dokunulmazlığı.
3. Sığınma, oturma, seyahat ve vatandaşlık hakları.
4. Din ve vicdan hürriyeti
Hiçbir insan belli bir dîni, inanç veya inançsızlığı seçmeye zorlanamaz. Din olarak İslâm'ı seçenler bu dînin kurallarını uygular, alenî olarak ihlâl edemezler. Alenî ihlâller (açık olarak dîne aykırı davranışlar) kamu düzeni, umumi ahlâk ve suç işlenmesinin önlenmesi ilkeleri gereği engellenir.
5. Düşünce ve ifade hürriyeti.
6. Siyâsî haklar:
a) Seçme hakkı: Belli bir yaşa ve zihnî olgunluğa gelmiş her vatandaşın seçme hakkı vardır.
b) Seçilme hakkı: Seçimle işbaşına getirilecek devlet hizmetlilerinin belli nitelikleri taşımaları gerekir. Bu nitelikleri taşıyan her vatandaşın seçilme hakkı vardır.
c) Kamu görevlerine atanma hakkı: Bu hakka sahip olmak için de belli nitelikleri taşımak şartı vardır. (Meselâ İslâm ümmetinin hâkimiyetine dayalı devletlerde devlet başkanı, hâkim, vâli gibi kamu görevlilerinin müslüman olmaları şarttır. Bu, lâik rejimlerdeki vatandaşlık şartına benzer; bir ülkenin vatandaşı olmayan o ülkenin devlet başkanı da olamamakta ve bu insan haklarına aykırı sayılmamaktadır.)
d) Toplanma ve dernekleşme hakkı.
7. Hukuk karşısında eşitlik ve kanun hâkimiyeti.
Statü hakları bakımından eşitlik bütün vatandaşlar için geçerlidir. Ehliyet ve liyâkât hakları bakımından eşitlik, aynı ehliyet ve liyâkâte sahip olanlar arasında söz konusudur.
8. Sosyal ve ekonomik haklar:
a) Aile kurma hakkı.
b) Sosyal güvenlik hakkı.
Âdil düzen devletinin bütün vatandaşları, bu maksatla devlete önceden ödeme yapma mecbûriyeti olmaksızın sosyal güvenlik hakkından yararlanırlar. Ülkede bütün insanlar aç, açık (temel ihtiyaçlardan mahrum) kalmadıkça bir kişi de aç ve açık kalamaz.
c) Mülkiyet hakkı.
Devletin ve kamunun mülkiyetine konu olan belli varlıklar yanında, özel şahısların da, meşrû yollardan elde ettikleri her nevi servete mâlik olma ve bu sıfatla tasarrufta bulunma hakları vardır.
d) Çalışma hakkı.
İşsize iş bulmak, işçinin ve işverenin haklarını korumak ümmetin (ve onu temsilen devletin) görevleri arasındadır.
9. Eğitim ve öğretim hakkı.
Her vatandaşın kâbiliyeti yönünde eğitim ve öğretim görme hakkı vardır; devlet ve ümmet (kamu ve özel kesim), imkân ve ihtiyaçlara göre bu hakkı gerçekleştirir.
10. Siyasî bağımsızlık hakkı.
Âdil düzende her toplumun ve ümmete dahil bulunmayan müstakil grubun devlet kurma, geleceğini belirleme, ülkesinin nimetlerinden bizzat faydalanma, kültür yaratma ve medeniyete katkıda bulunma hakkı vardır. Yabancı devletlerle ilişki ilke olarak barış, yüce amaçlar uğrunda işbirliği ve dayanışma çizgisinde yürütülür. Hasmane ilişkinin sebebi karşı tarafın saldırısı, sömürüsü, zulmü ve baskısıdır.
C. Devletin Organları ve Güçleri:
1. Yasama Gücü:
Kâinattaki denge ve düzenin kanunlarını da, beşer hayatını denge ve düzen içinde yürütecek ilişkileri düzenleyecek kanunları da koyan Allah'tır. İlim adamlarının işi bu kanunları keşfedip ortaya çıkarmaktır. Siyasî ve hukûkî kanun ve kararlara temel teşkil edecek olan bilgi ve görüşleri ilgili ilim adamları hür bir ortamda üretip ortaya koyarlar. Üzerinde ittifak edilenler bütün toplum için ülkenin kanunu olmak üzere kanunlaştırılır; yani devlet başkanı danışma meclisinde müzâkere ettikten sonra usûlüne göre ilân eder. İttifak edilemeyen görüşlerden birini seçerek kanunlaştırma hakkı -işleri danışma ile yürüten- devlet başkanına aittir. Hukûkî ve adlî muhtariyet verilmiş bulunan gruplar kendilerine bırakılan konulardaki kanunlarını kendi meclislerinde karara bağlarlar. Anlaşmazlıklar yüksek hâkimler kuruluna götürülür (Bak. Yargı)
Ümmetin kendilerini temsil etmeleri için seçecekleri "Ümmet veya millet meclisi" üyeleri, bilgi ve ahlâkî fazîlet bakımından ümmetin seçkin kişilerinden oluşur. Meclisin en önemli görevleri uygun adaylar içinden devlet başkanını seçmek (meclisin adayları belirlemesi ve başkanı doğrudan ümmetin seçmesi de mümkündür), ilmî görüş ve ictihadları kanunlaştırmak veya bu görevinde başkana yardımcı olmak, devlet yönetiminde başkana danışma hizmeti vermek, devlet başkanını ve yardımcılarını -Allah'ın irâdesi, rızâsı ve ümmetin menfâati açısından- denetlemek, ilmî, ahlâkî, idarî ehliyet ve liyâkâtlerini kaybetmeleri hâlinde bunların vazifelerine son vermektir.
2. Yürütme:
Yürütmenin başında devlet başkanı vardır. Devlet başkanı, meclisle danışmalar yaparak yürütmenin kural, organ ve kurumlarını oluşturur. Başkan yürütmeyi bakanlara bırakabilir. Bu takdirde bakanlar başkana, başkan da meclise ve ümmete karşı sorumludur.
Millî savunma ve güvenlik hizmetleri aynı sorumluluk ağı içinde ilgili birimlerce yürütülür. Devlet başkanı ordunun da başkomutanıdır.
Eğitim ve öğretimin plânlanıp denetlenmesi, özel kanun ile kurulacak özerk bir kurum tarafından yapılır.
İdarî teşkilât, yönetimin mahallî veya merkezî olması gibi hususlar bilim ve tecrübeden yararlanmak sûretiyle amaca en uygun bir şekilde karara bağlanır ve düzenlenir.
3. Yargı:
Yargı, özel kanuna bağlı olarak devlet başkanı tarafından -meclise danışarak- atanacak olan yüksek hakimler kurulunun tayin edeceği hâkimler ile bunlara bağlı olarak çalışan ve anlaşmazlığın taraflarınca seçilen hakemler tarafından yürütülür. Devlet başkanı ve meclis yargıya müdahale edemez. Hâkimler hür ve güvenceli olup yüksek hâkimler kurulunun denetimine tâbîdirler. Hâkimlik ve hakemlik ehliyetini belirleyen nitelikler ve diğer hususlar özel kanunlarla düzenlenir.
Yargının âdil, sür'atli, güvenli ve basit olması için gerekli tedbirler alınır.
4. Denetleme:
İlâhî hâkimiyeti temsil eden ümmet, selâhiyet verdiği her birimi ve kurumu denetler; bu, ümmetin hem hakkı, hem de ödevidir. Ümmetin denetleme ödevini hangi kurum ve organlarla nasıl yürüteceği, meclisin çıkaracağı özel kanunla düzenlenir.
III. Cemiyet Düzeni (Sosyal Düzen)
Âdil düzende cemiyet fertlerini birbirine bağlayan başlıca bağlar (sosyal râbıtalar) akrabalık, komşuluk, arkadaşlık, birlik ve dayanışma sözleşmesi, belli bir inanç ve düşünceyi paylaşmaktır.
Cemiyetin temelini aile teşkil eder. Ailenin kurulması, gelişmesi ve işlevini yerine getirebilmesi için ümmet, gerekli yardım ve destekleme vazifesini yerine getirmelidir.
İslâm ailesi müslüman erkek (koca) ile müslüman veya gayr-i müslim (kitâbî) kadından, çocuklardan, usûl ve yan hısımlardan oluşur. Taraflar sınır genişletmeye râzı olmadıkça evde oturacak aile fertleri karı, koca ve küçük çocuklardan ibarettir (çekirdek aile). Gençler de kendilerine yeterli hâle gelinceye kadar aile evinde oturup yaşama hakkına sahiptirler.
Âdil düzende aileden başlayıp insanlığa kadar uzanan toplum, yakından uzağa maddî ve mânevî dayanışma ve yardımlaşma ilişkisi içinde bulunacaktır.
Maddî dayanışmanın hedefi her bir insanın asgarî ve temel maddî ihtiyaçlarını sağlamasıdır.
Manevî dayanışma ve yardımlaşmanın hedefi de insanları serbest irâdeleri ile ahlâklı ve fazîletli kılmak, uygun bir eğitimle fazîlet toplumunun fertlerini yetiştirmektir.
Maddî ve mânevî dayanışma şu faaliyet ve kurumlarla sağlanır: Nafaka, zekât, sadaka, hediye, faizsiz kredi; diyet ödemeye iştirâk (me'âkıl sistemi) âriyet (kullanıp iade etmek üzere) verme, komşu hakkı, vakıflar, dernekler, emr-i bi'l-ma'rûf nehy-i ani'l-münker (ortak hukuk ve ahlâk anlayışı içinde yol gösterme, tavsiye ve müdahale), san'at faaliyetleri, milletlerarası adâlet kuruluşları...
IV. İktisâdî ve Mâlî Düzen
İktisâdî faaliyet ve düzenlemeleri içe ve dışa yönelik olmak üzere iki alanda ele almak gerekir.
Âdil düzen ülkesinin içe yönelik ekonomik faaliyet ve düzenlemelerinin amacı "akan nehirden abdest alırken dahi suyu boşa harcamama" titizliği içinde üretim, tüketim, tasarruf, yatırım ve dağılım faaliyetlerini, dünya hayatının amacı yönünde en makûl ve verimli bir şekilde düzenlemek ve yürütmektir.
Mal ve hizmet üretimi ihtiyaca göre plânlanır, kâide olarak özel teşebbüs tarafından yürütülür, üretime katılan unsurların gelirden payları adâlet ve hakkâniyet kurallarına göre -tarafsız birimlerce- belirlenir, devlet altyapı hizmetleri ile özel teşebbüsün yetişemediği üretim alanlarını üstlenir, ayrıca dengenin bozulmamasına nezâret eder.
Tüketimde savurganlığın önlenmesi, malın işe yaradığı müddetçe kullanılması, dengesiz ve aşırı tüketimin teşvik edilmemesi, ihtiyaç fazlası üretimin ihtiyacı olan toplum ve ülkelerde ekonomik ve insanî amaçlarla değerlendirilmesi ilke olmalıdır.
Üretime katkısı olacak mal ve emek tasarrufu sağlanmalı ve bunlar ihtiyaç, kârlılık, verimlilik gibi kriterlerin dengeli değerlendirilmesi esasına göre yatırıma kanalize edilmelidir. Sermayenin zarara (rizikoya) katılmadan üretim, yatırım ve ticarete girmesi önlenmeli, ortaklıklarda kâra ve zarara katılma esas olmalıdır. Halkın tasarruflarını toplayarak üretim ve yatırıma -kâr ve zararda ortaklık esasına göre- sevketmek üzere kurumlar ve kuruluşlar oluşturulmalıdır. Bu ilkeye göre faaliyet gösteren, denemeleri yapılmış ve yapılmakta olan faizsiz yatırım, kalkınma, ihtisas ve bölgesel kalkınma bankaları devreye sokulmalıdır. Devletin üretime bir unsur ile katkı sağlaması hâlinde kâr ve zarardan payını alması tabîîdir.
Sosyal adâlet, hürriyet, ahlâk ve fazîlet toplumunun maddî ihtiyaçlarını düzenlemeye ve sağlamaya yönelik ekonomik hayatın genel dengelerinin bozulmamasına nezaret ve bu amaçla gereken tedbirlerin alınması dışında devletin ekonomik faaliyetlere müdâhâle etmemesi esastır.
Toplumun yüce amaçlarının gerçekleşmesi millî gelirin âdil dağılımı ile bağlantılıdır. Âdil dağılımın amacı, her şahsın emek ve katılımının âdil karşılığını alması, üretime fiilen katılamayanların da yeniden dağılım yoluyla millî gelirden "insan, vatandaş, üretim dışında vazifeli... " olarak payını almasıdır.
Devlet karşılıksız para basamaz. Paranın mal ve üretim olarak karşılığının bulunması şarttır.
İç ve dış borçlanmalarda zarûret ve "yorgana göre ayak uzatma" ilkelerine riâyet edilir.
Devletin gelir ve giderleri uzmanlarca tesbit edilir, imkân ve ihtiyaçlar ile ulaşılmak istenen hedefler göz önüne alınarak plânlamalar yapılır, bütçe tasarıları hazırlanır, bütün bunlar mecliste görüşülerek karara bağlanır ve yürütmenin sorumluluğuna bırakılır, ümmetin denetleme hakkı saklıdır.
Devletin giderleri zekât, vergi ve diğer gelirler ile karşılanır.
Zekâtın hangi mallardan, hangi şartlarda, ne kadar alınacağı ve nerelere sarfedileceği bellidir. Devlet -ümmet adına- bunu gerçekleştirmekle yükümlüdür. Zekât ve diğer gelirlerin ihtiyaçları karşılamaması hâlinde âdil ve dengeli vergi kaynağına başvurulur.
Dışa yönelik ekonomik düzenlemeler:
Ekonomik faaliyetlerin ve düzenlemelerin dışa yönelik olmasından maksat diğer ülkelerle ekonomik rekabet ve üstünlüğün sağlanmasıdır. Âdil düzen toplumu bu düzeni koruyabilmek ve yaygınlaştırabilmek için mânevî güç yanında maddî güce de muhtaç bulunmaktadır. Maddî güç bilim, teknoloji, askerî ve ekonomik güçtür. Toplum bu alanlarda dünyanın süper gücü olmakla yükümlüdür. Bu sebeple ilmî, askerî, teknolojik ve ekonomik faaliyet ve amaçlarında dış rekâbeti ve bu alandaki yükümlülüğünü (süper güç olma yükümlülüğünü) gözden ırak tutmama borcundadır. Bu zarûret, iç ekonomik düzenlemede riâyet edilen tasarruf, koruma, ihtiyacı aşmama, az ile yetinme gibi ilkelerin aşılmasını gerekli kılabilir.