Anayasasız “zalim düzen” debelenmeleri…
“Anayasa… Adalet… Kalkınma… Zulüm… Sömürü… Faiz… İslâm… İslâm Düzeni… Adil Düzen… Adil Ekonomik Düzen… Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası…” diyorduk, iki gündür… Bunlar yoksa hukuksuzluk, adaletsizlik, zulümler ve musibetler vardır… Nitekim dünya ile birlikte bu “ZALİM DÜZEN” içinde debelenip duruyoruz…
Kur’an yetimlerin hukukuna tekrar ederek işaret eder, oysa kendi çocuğunuza bakın diye sadece bir defa zikreder, çünkü doğal olan şeylerin tekrar edilmesine gerek yoktur.
“Herkes yemek yeme hakkına sahiptir.”
“Herkes uyku uyumak hakkına sahiptir.”
“Herkes evlenme ve boşanma hakkına sahiptir.” gibi cümlelerin anayasalarda yer alması abestir. Bunları inkâr eden ve bunlara karşı çıkan kimse yoktur. Anayasalarda böyle şeyleri yazmanın manâsı olamaz.
O halde anayasalarda neler yazılmalıdır?
Önce insanlar sonsuz özgürlük sahibidirler, insan olmaları sebebiyle ne yapabilirlerse yapma hakkına sahiptirler.
O halde insanların özgürlüklerini anayasalarda saymak abestir. Devlet, insanlara bahşettiği özgürlükleri değil, bütün insanların doğal hak ve özgürlüklerini korur.
Anayasalarda yasaklar konur; kişiler şunları şunları yapamazlar, başkalarını öldüremezler, kardeşleri ile evlenemezler, gizli cinsi ilişkilerde bulunamazlar...
Anayasada bunlar yazılır ve ceza kanunlarında yalnız bunlara ceza verilir, cezanın miktarını tayin etme kanunlara bırakılabilir.
Anayasalarda yazılacak ikinci kısım ise kamunun görevleridir.
Yani vatandaşların haklarından çok kamunun görevleri anayasaca belirlenir. Bu görevler, yerine getirilmesi için halkın mükellef olduğu görevlerdir; askere gitme ve vergi ödeme gibi görevlerdir. Zira anayasada yazılmayan görevler halka yüklenmez. Anayasada yazılmayan görevleri devlet yapamaz.
Demek ki…
Yasalar hakları saymaz, kimlerin hak sahibi oldukları yazılmaz, kimin görevli olduğu yazılır. Bu görevler de sadece zikredilmekle kalmaz. Asıl olan bu görevlerin yerine getirilmesi için takip edilecek yolların belirlenmesidir. Çünkü bu yollarda yetkiler kullanılacaktır. Topluluk içinde bütün yetkiler yasalarca belirlenmiştir ve sınırlanmıştır.
Batı’da hakları ve hak sahiplerini sayma sistemi vardır.
İslâm’da ise görevleri ve görevlileri sayma sistemi vardır.
Bazı Batı düşünürleri bu konudaki bazı müsbet düşüncelerini beyan etmişlerdir ama fiiliyatta görevleri sayma sistemini getirememişlerdir.
Batı’nın ve dolayısıyla onları yani Batı’yı -son on yıldaki AKP dönemi de dâhil olmak üzere- taklit eden Türkiye’nin çıkmazda olması ve debelenip durması buradan gelmektedir.
Türkiye de dâhil olmak üzere, bugün Batı sistemine girmeyen bir İslâm devleti yani Müslüman ülke yoktur, daha doğrusu “taklitçi” olmayan ve debelenmeyen bir devlet yoktur.
“Meclis’teki anayasa çalışmaları” bu sebeple abesle iştigaldir.
İnsanların hür olduğunu yazmak insanları hür yapmaz.
Devletin insanların hürriyetlerini nasıl koruyacağı yazılmalıdır.
Bunun için hangi hürriyetler kısıtlanabilir? Bunun için vatandaşların görevleri nelerdir? Bu görevleri yerine getirecek kamu görevlilerinin yetkileri nelerdir?
Anayasada bunlar yazılır. Kur’an işte bize bunları öğretmektedir ama Müslüman bir ülkede bile Kur’an’a bakan, Kur’an’ı okuyan, Kur’an’ı dinleyen, Kur’an’ı yorumlayan veya bu görevi yapan birkaç kişiyi görüp dinleyen ve ilgilenen yok ki! Önce hakemlerden oluşan yargıya gerek vardır. Çünkü hak ve özgürlüklerin sınırı başkalarının hak ve özgürlüğünün sınırıdır. Bunun sınırlarını ancak “yansız, bağımsız, etkin ve saygın yargı” çizebilir.
(Devamı var)