Dış Ticaret ve Yerli Para
Prof. Dr. Sabri TEKİR
11 Ağustos 2016 tarihli ‘Darbelerin Ekonomi Politiği’ başlıklı yazımızda, Temmuz ayında yaşadığımız başarısız darbe teşebbüsüne ilişkin değerlendirmeye şu şekilde bir giriş yapmıştık:
“Ünlü siyaset bilimcisi N. Chomsky, Batılı ülkelerin başka ülkeleri sömürmek, kontrol etmek, ele geçirmek için uyguladığı metot ve politikalardan "evcilleştirme" prosesi olarak bahseder. Ona göre, tıpkı vahşi bir atın ehlileştirilmesinde olduğu gibi “evcilleştirme” prosesinin de iki safhası vardır:
İlk safhada, evcilleştirilecek ülkelerde döviz, para ve sermaye piyasalarındaki dalgalanmalarla piyasalar çökertilir, ekonomi kriz ortamına sokulur. Krizden çıkmak için yeterli finansman imkanına sahip olmayan bu ülkeler gelişmiş ülkelerden, uluslararası sermaye piyasalarından borçlanmak zorunda kalırlar. Çaresizlik içinde yapılan borçlanmalar, ekonomik ve politik gücün alacaklı ülke ve kuruluşların kontrolüne girmenin başlangıcıdır. Böylece borçlu ülke yüksek faizle aldığı borçlarını ödeyebilmek için didinip duracak, uzun bir süre belini doğrultamaz hale getirilmiş olacaktır.
İkinci safha politikalara ise, birinci safhada itaati sağlanamamış, evcilleştirilememiş ülkelere daha katı ve daha etkili politikaların uygulanmasıyla başlanır. Bu politikalar da kendi içinde iki gruba ayrılır: Ülkede anarşi, isyan, bölgesel çatışmalar, siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa neden olabilecek olaylar tezgahlanır. Üretim, yatırım, dış ticaret gibi ekonomik faaliyetler sekteye uğratılır. Geçim sıkıntısı ve anarşi yoluyla halk canından bezdirilir. Hükümetler de sıkıştıkları bu cendereden kurtulabilmek için bir taraftan alacaklı ülkelerin diğer taraftan istikrarsızlığa destek veren ülkelerin dediklerini yapmak, isteklerini yerine getirmek zorunda kalırlar. Çoğu zaman bunlar aynı ülkelerdir. Borçlu ülkeler vadesi gelen borçlarını yeni borçlanmalarla ödemek zorunda bırakılırlar. Böylece, faiz yoluyla üretimlerinden en büyük payı (haraç) alarak bu ülkeler mali boyunduruk altına alınırken, diğer taraftan borçlu ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına, işletmelerine el koymuş olurlar. Hem de kelepir fiyatına. Bu tedbirlerin istenilen sonuçları vermemesi halinde ise iç çatışma çıkartılır, darbeler düzenlenir veya bunlara destek verilir. O da olmazsa mevcut siyasal sisteme, siyasal iktidara doğrudan (silahlı) müdahale gerçekleştirilir. Her iki halde de hedef ülke uluslar arası sermaye ve sömürgeci devletler tarafından kontrol ve itaat altına alınmış olur.”
Şunu da ilave etmişiz: “Batı, ekonomik gelişmişliğini kendisinin dışında sömürdüğü ülkelerin ekonomik kaynaklarına dayandığının bilincindedir. Aslında, sanayi devriminden bu yana Batılı ülkelerin refahı, dolayısıyla ekonomisi ihtilaller, darbeler ve işgaller yoluyla sağlanan bir gasp ekonomisidir. Afrika'da, Orta Amerika, Güney Asya ve Orta Doğu ülkelerinde yaşanan darbe, ihtilal ve işgallerin tek amacı, Batı ekonomilerinin önemli beslenme kanallarından olan söz konusu ülkelerdeki ekonomik kaynaklara el konulması veya daha önce el konulmuş olanların muhafaza edilmesinden başka bir şey değildir. ABD ve İngiltere’nin Irak’ı işgalinin hemen akabinde yaptıkları ilk şeyin Irak’ın petrol kaynaklarının işletme imtiyazlarını almak olması manidar değil midir?”
Bunları tekrar etmek isteyişim, Sayın Cumhurbaşkanımızın dolar bazlı bir uluslar arası saldırı karşısında bulunduğumuzu, vatandaşlarımızın ellerindeki dövizleri bozdurmalarını talep etmesi, AVM ve benzeri yerlerde yapılacak sözleşmelerin TL üzerinden yapılmasını istemesi oldu. Nitekim başta BIST olmak üzere birçok kurum dolar yerine TL bazlı işlem yapmaya başladı. Son olarak da yurt dışına çıkış (umre) harçlarının TL olarak tahsil edileceğine ilişkin karar oldu.
Para bir mübadele, bir rezerv ve borçlanma aracıdır. Para aynı zamanda ülkelerin hakimiyet sembollerinden biridir. Her ülke istikrarlı bir para birimine sahip olmak ister. Paranın istikrarını tehdit eden şey genelde hükümetlerin karşılıksız para basma yetkisine sahip olmaları, bu yetkiyi de zorunlu veya siyasi nedenlerle kullanmalarıdır. Aslında iki binli yılların başlarında Türk lirasından sıfırların atılması yerinde olmuş ve coşku ile karşılanmıştı. Ve 1 dolar 1.3 lira olarak tespit edilmişti. Aradan geçen on dört sene sonra 1 dolar 3.50 lira oldu. Yani Türk lirası dolar karşısında yüzde 200’ dolayında değer kaybetti. Buna dolardaki değer kayıpları da ilave edilince Türk lirasının satın alma gücünde çok daha yüksek bir düşüşün meydana geldiği görülecektir. Benzer değer kaybı dolar dahil tüm paralarda da görülür. Nitekim, 2. Dünya Savaşından sonra doların rezerv para olarak kullanılması kabul edildiğinde 1 Ons altın 35 dolardı. Yani 35 dolar getirene 1 ons altın verileceği vaat ediliyordu. Aradan 25 yıl geçip 1971 yılına gelindiğinde 1 ons altın 400 dolara yükselmişti. Yani dolar altın karşısında 11 misli değer yitirmişti. Sonraki yıllarda doların satın alma gücü daha da düşmüş, 1967 yılı ile 1996 yılı arasında yüzde 600’e ulaşmıştı.
Para dahil tüm malların değerini yükselten onlara olan talebin yüksek olmasıdır. Talep de çoğu zaman kamu kaynaklıdır. Hükümetlerin kendi milli paralarına olan güveni yeterince sağlayamamaları, uyguladıkları politikaların vatandaşta meydana getirdiği geleceğe yönelik kaygılar milli paradan kaçışa neden olur ve yabancı paralara olan talebi kamçılar. Bunun yanında kamu kurum ve kuruluşlarının yaptıkları ihaleleri (yabancı ve uluslar arası firmalar ve konsorsiyumlar dışında) dolar bazlı ve garantili sözleşme esasına göre yapmaları döviz talebi ve mükellefiyetlerin önemli nedenlerindendir. Spor kulüplerine varıncaya kadar sözleşmeler (yabancı sporcular dışında) yine dolar bazlı yapılıyorsa dolara olan talebin artmasını engellemekte zorlanırsınız.
Dış ticaretin (ithalat ve ihracat) her zaman uluslar arası ödeme ve rezerv para ile yapılması doğaldır. Ancak cari açığınız yüksekse bu konuda döviz talebi kaçınılmaz olarak yükselecektir. Hele 450 milyar dolara yakın dış borcunuz var ve bu yıl içinde ödemeniz gereken borç miktarı 170 milyar dolar dolayında ise iş dünyasında bir panikleme yaşanacak ve döviz talebi yükselecektir. Hatta borç yükümlülüğü nedeniyle bir çok firma elden çıkarılacak ve servetin el değiştirmesi olayı yaşanabilecektir. Tarihte bunlar sürekli yaşanmıştır. Bu nedenle, dış ekonomik ilişkilerin uzun vadeli ve ortaya çıkacak muhtemel riskleri de göz önünde tutarak planlı ve stratejik olarak yürütülmesi gerekir. Buna ihracat ve ithalat ilişkileri içinde bulunulan ülkelerle yerli para ile karşılıklı ödemeler de dahildir. 1996 yılında Türkiye ile Mısır arasında böyle bir anlaşma imzalanmış ve pekala verimli şekilde işlemişti. Bu konuda sistemin ne şekilde işleyeceğine ilişkin teknik bilgiler Merkez Bankasında vardır. Şimdilerde Rusya, Çin ve İran ile ticari ilişkilerde iki ülkenin yerli paralarının kullanılmasına ilişkin görüşmelerin yürütülmekte olduğu söyleniyor. Geç kalınmış bir uygulamadır. Bu sistemlerin yürürlüğe konulması için illa ki ülkenin başının sıkışması mı gerekmektedir?
Yerli paraya olan güven sağlanmadan, maşeri vicdanı harekete geçirmeden, ekonominin kamu ve özel tüm sektörleri dahil gerçek bir toplumsal destek sağlanmadan bu tür politikalarda başarı sağlamak güçtür. Geç kalmış bir teşebbüs de olsa, başarılı olması için halk olarak bu kampanyaya her türlü desteği vermemiz gerekmektedir. Yazımızın başında ifade ettiğimiz sömürge politikaları her zaman devrede olmuştur, bundan sonra da olacaktır. Hükümetlere düşen görev de bu sömürgeci politikalara karşı tedbirler geliştirmektir. (08 Aralık 2016)