KRİZ!(10): Artık krizleri çözelim ama nasıl?
Reşat Nuri EROL
Dün, geçtiğimiz yazılan “Ekonomik kriz beklentisi” başlıklı bir yazıdan (Mahir Kaynak, 23 Temmuz) yola çıkmıştık, kaldığımız yerden devam ediyoruz… Yazar, “Dünyada bir kriz olursa ihracatımızın yarısını yaptığımız AB ülkelerine ihracatımızın azalması kaçınılmazdır. Bu üretimi etkiler ve halkın gelirleri azalır. Büyük ölçüde borçlu olan halkın ödemeleri azalır ve bankalar sıkıntıya girer.” Yani, bu krizlere bankalar dayanamaz diyor...
Bize göre; Türkiye krizlere kayıt dışı ekonomi sayesinde dayanıyor...
“Bu gibi durumlarda elimizde iki araç vardır. Birincisi uygulanacak para politikaları, diğeri dış politikadır.” Yani, para politikası ve dış politika ile krizlere karşı dayanılabilir...
Bize göre; krizlere yalnız para politikası ile dayanılabilir: İçeride “emeğe faizsiz kredi ilkesi” ve dışarıya da “faizsiz kredileşme sistemi” yani her ülke ile “kendi parası” ile alışveriş yapma, kesinlikle üçüncü bir devleti (doları ve diğerlerini) araya sokmama.
“Sonuç olarak hiçbir şey tek başına ele alınamaz. Özellikle dış politika ile ekonomi, eğer dışa açık bir ekonominiz varsa, iç içedir.” Yani, tek başına para politikası krizi çözmez...
Geçen gün (13 Ağustos) Uğur Civelek de Millî Gazete’deki “Demir tavında dövülür” başlıklı yazısında bu konuyu yazdı: “Küresel koşullar dünya ekonomisinin daha fazla büyüme konusunda çok sıkıntılı olduğuna, nisbi fiyatlarla birlikte her şeyin değişmeye başlayacağına işaret ediyor. Merkez Bankası’nı parasal genişlemeye zorlayarak bir süre gün kurtarılsa bile orta vadede sorunların ağırlaşacağını ve istikrarsızlığın kontrol edilemez bir şekilde yaygınlaşacağını unutmamak gerekiyor. Merkez Bankası sorunları çözemez ve ağırlaşmasını engelleyemez; durumun hissedilmesini önleyen ağrı kesici vermek dışında bir şey yapamaz…” Bu vesileyle kendisine “Uğur Bey, Aramıza Hoş Geldiniz” diyorum…
***
İnsanın kanı paradır, kalbi de bankalardır.
20’nci yüzyıla gelinceye kadar devletin bağımsızlığını simgeleyen şey “altın” veya “gümüş” paranın olması idi. Eğer bir devlet para üretip halkına kabul ettirebiliyorsa, kendi ülkesinde kendi parası geçerliyse, o devlet bağımsızdır.
Geçmişte bu iş çok zordu ama parası olan için kolaydı. Hazineye altını koyar, ondan sonra gümüşü koyar, gümüş parayı keser, altınla dengede tutardı.
20’nci yüzyılda insanlığın en büyük keşfi yapıldı: Karşılıksız kağıt para. Herhangi bir güç karşılıksız bastığı kağıt parayı piyasada kabul ettiriyorsa o “devlet”tir.
Sovyetler dağılmıştı. Biz Kırgızistan’a gittik. Kırgızistan Cumhurbaşkanı Asker Akayev’e para çıkarmaları gerektiğini önerdik. Sovyet dönemi sonrasında ilk defa Kırgızistan para çıkardı. Bir günde Kırgız Som’u Kırgız halkı tarafından benimsendi. Demek Kırgızistan bir devletti. İşte bu parayı çıkaran “Merkez Bankası”dır, bunu yapan devlet “gerçek devlet”tir.
Merkez Bankası için para denizdeki sudur. Kabı daldırdığın zaman dolar ve elde edersin. Ne var ki onu kaplara doldurup evlere dağıtmak kolay bir iş değildir.
Merkez Bankası işte bu zor işi yapar. Nasıl bir arabayı sürerken gaza basarsınız, hızlanır; gazdan ayağınızı çekersiniz, yavaşlar; bazen de fren yapmanız gerekirse... Hükümet de devleti yönetirken Merkez Bankası’na ayağını gaza basar, işsizlere iş verir; bazen para fazla gelir, enflasyon olur, o zaman da frene basar, parayı çeker, dengeyi kurar.
Bugünkü Merkez Bankaları paraları basıp zenginlere vermekte, onlardan “FAİZ” almakta… Zenginlerin bu faizi ödeyebilmesi için Merkez Bankası daha fazla para çıkarmakta/basmakta ve bunu bankalar aracılığı ile yapmakta… Bugünkü Merkez Bankalarının gayesi zenginleri daha çok zengin etmek ve sermaye hakimiyetini sürdürmektir... Bugünkü sömürü sermayesine hizmet eden Merkez Bankaları, faizci küresel tekel sermayenin sömürü araçlarından başka bir şey değildirler...
***
Gelecek Yazı: Merkez Bankası krizleri (yani sorunları) nasıl çözer?