Gazze; ‘savaş mı, hicret mi’ veya ‘Gazze ve hicret’-8
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
- Gazze halkının ciddi bir bölümünün, böylesi bir “hicret”e sıcak bakmadığını görmemiz gerekiyor. Onlar adına konuşuyoruz, fakat Gazzeliler gitmek istiyor mu gerçekten? Kapılar açılsa bile, gidenlerin oranı çok küçük miktarlarda kalabilir. Gazze’deki herkes Hamas’ı desteklemiyor, doğru. Hatta Hamas’a yönelik sert eleştiriler de var. Ama bu iş Hamas’ı çoktan aşmış durumda.
- Gazzelilerin önemli bir bölümünün gitmek istemediğini nerden biliyoruz peki? “Hicret” söz konusu olduğunda Gazzeliler adına konuşmayalım diyoruz, ama “Gazze boşaltılmasın” derken onlar adına konuşmakta beis görmüyoruz. İçeriden gelen çığlıklara bakarsak, insanlar artık kurtulmak istiyor. Çarelerden biri de hicret.
- Bu meseleyi soğukkanlılıkla konuşmak gerçekten çok zor. Gazze’de ölüm ve şehadet, insanların hayatlarının doğal bir parçası durumunda. Toprak ve vatan mefhumu da, başka coğrafyalarda ifade ettiğinden çok daha derin manalar taşıyor. Siyonist Yahudilerin işgali, Filistinli nesillerde öylesine keskin travmalar oluşturdu ki, insanların duygusal olarak dışarıdan dayatılan her türlü çözüm ve çareye direndiği bir atmosfer de var. Ayrıca Arap dünyasındaki bazı mahfillerde meselenin ele alınış biçimi hem samimiyetsiz hem de hamasî. Filistin her ülkede aynı zamanda iç siyasetin konusu olduğu için, Gazzelilerle nasıl “baş edileceği” de ayrı bir mesele.
Müzakere bu minvalde devam ederken, benim aklımda tek somut çözüm beliriyordu: İslâm dünyasının öyle veya böyle sözünü dinleyeceği, güçlü ve kararlı bir odak, masaya demir yumruğunu vurarak ve her şeyi göze alarak öne çıkacaktı. Böylesi kriz dönemlerinde hep olduğu gibi. İşgale karşı tek çare, kuvvet ve caydırıcılıktı. Kuvvet ve caydırıcılık olmadan, konuşmalar boşunaydı. Ve tarihte sadece müzakereyle çözülmüş tek bir insanî kriz yoktu.”
‘Gazze ve hicret’ konusu da ‘Savaş mı, hicret mi?’ konusu ile birlikte bu kadar!
‘Gazze ve Filistin’ sorunu devam ettikçe ne derece ‘bu kadar!’ denebilecekse o kadar!
‘Sosyal Tufan’ seviyesinde dünya çapında var olan hayatımızın dört ana alanındaki ‘ilmî-dinî/ahlâkî-iktisadî-idarî/siyasî sorunlar çare ve çözüm bekliyorken’ ne kadar ‘işte bu kadar!’ denebilecekse o kadarını hatırlatıyor ve konu ile ilgilenmeye devam ediyoruz…
Uluslararası Müslüman Alimler Birliği'nin Cihat Fetvası
‘Gazze ve Filistin’ sorunu konusunda aynı günlerde bir de böyle bir fetva yayınlandı.
‘Gazze meselesinin önemine binaen’ mesele bu açıdan da ele alınmayı hak ediyor.
Evet, geçtiğimiz günlerde Uluslararası Müslüman Alimler Birliği bir toplantı yaptı ve Gazze’de uzun zamandır yaşanan soykırım dolayısıyla nihayet tüm Müslümanlara yönelik bir ‘cihat fetvası’ yayımladı. Bu fetva hem medyada hem dünya genelinde hem de İslâm âleminde bir karşılık buldu ama bu yeterli miydi; bunu anlamaya çalışalım, bunu yaparken de önce bu fetvayı yayımlayan Uluslararası Müslüman Alimler Birliği’ni kısaca tanıyalım.
Uluslararası Müslüman Alimler Birliği 2004 yılında merhum alim Prof. Dr. Yusuf el-Karadâvî liderliğinde kurulan bir sivil toplum kuruluşudur. Genel merkezi Katar’dadır. Dünyanın pek çok ülkesinde şubeleri, çeşitli mezhep ve meşreplere mensup önemli ilim adamlarından oluşan yüzlerce temsilcisi bulunmaktadır. Görebildiğimiz kadarıyla, mutedil olmak kaydıyla farklı görüşlerdeki ilim adamlarına bünyesinde yer vermeye çalışan bir şemsiye kuruluş olmayı amaçlamaktadır.
Müslümanların yaşadığı ülkelerin tamamında bizdeki Diyanet İşleri Başkanlığı’na benzer bürokratik makamlar bulunmaktadır. Ancak bunlar nihayetinde o ülkelerin yöneticileri tarafından ‘atanmış bürokratlar’ oldukları için yaşadıkları ülkelerin siyasi duruş ve görüşlerine göre pozisyon almak durumundadırlar. Bu sebeple gerek ‘Gazze ve Filistin’ gerekse diğer konulardaki duruş ve fetvaları, kendi ülkelerindeki yöneticilerin görüşlerinden bağımsız değildirler. (Devamı var)