Sorunları çözen ‘yenilikler’ yapmak gerekiyor
Geleceğimiz…
Bugün yaşayan bizim geleceğimiz…
Ve gelecek nesillerimizin geleceği söz konusu…
Bu arada İslâm âleminin ve bütün insanlığın geleceği de söz konusu…
Çabamız, çalışmalarımız, cehdimiz, gayretimiz sadece ve sadece bundan dolayıdır…
Kişiler topluluk içinde yaşarlar…
Topluluklar da bu kişilerden oluşur...
Bunların aralarında çıkar paralelliği vardır...
Kişi için nasıl kendi canı mukaddes ise topluluk için de kendi varlığı mukaddestir...
Tek devlet hayalini kuranlar kişileri topluluklarından uzaklaştırmaya çalışıyorlar; ne var ki o tek devleti kuranlar bu sefer kendi grubunu mukaddes yapıyorlar!..
Yahudiler kendilerinin mukaddes olduğunu sanıyorlar, yaptıkları her türlü zulümleri bu bâtıl inanca dayandırıyorlar...
Devletin önemini ve kutsiyetini kabul etmeyenler sonunda sömürü sermayesinin kölesi olmayı savunanlardır; nitekim günümüzdeki sonuç öyle değil mi?
Başından beri bizimle olup da sonra yön değiştiren, başka yollara sapan, bunu yaparken de gömlek çıkaran ve bir yerlere -özellikle de AB’nin ve Batı’nın çıkmaz sokaklarına- savrulanlara anlatamadığımız veya onların anlamadığı şu:
Sorun sadece Batı dünyasının peşine takılma ve Avrupa Birliği’ne girme sorunu değildir; sorun “üçüncü binyıl uygarlığının sorunlarını çözme sorunu”dur...
Bu sorunları kimler çözerse, işte “onlar” geleceğin etkin gücü olacaklardır...
Sorunları çözemeyenlerle veya sorunların bizzat kaynağı bir olup olanların peşine takılanlar, onlarla “birlik” olanlar, en sonunda onlarla birlikte helâk olup inkıraz ederler…
İnsanlık tarihine bakıldığında adeta mukallit kavimlerin mezarlığı mesabesindedir…
İnsanlık tarihine bakalım; geçmişi taklit ederek başarılı olabilmiş bir kavim var mı?..
Hep hatırlatıyoruz: Geleceği inşa etmek ancak “KUR’AN VE İLİM” ile mümkündür.
Sömürü sermayesi “SOSYAL TUFAN” seviyesindeki bu sorunları çözemedi...
Sosyalizm çözemedi, kapitalizm de çözemedi, çünkü her ikisi de sorunun zaten bizzat kendisi idiler, sorun kaynağı kendileri idiler…
Avrupa Birliği de sorunları çözemiyor...
Bu Batı’ya/AB’ye girsen ne olur, girmesen ne olur?..
Yunanistan girdi, Bulgaristan girdi?..
Sonuç olarak ne oldu?..
Zaten Türkiye’de Avrupa Birliği’ni savunan iki grup da AB’yi girişi ayrı amaçlarla savunuyor; Türkiye’yi İslâm âleminden uzaklaştırmak veya Türkiye’ye bu sayede demokrasiyi getirmek... Oysa her ikisi de hayal görüyor; baksanıza, Türkiye AB kapısında elli senedir bekletiliyor ve demokrasi gelmiyor ama aynı Türkiye Müslümanlıktan da kopmuyor...
İki arada bir derede bocalayıp duruyoruz…
Avrupa’da müsbet ilimler en üst seviyede…
Türkiye’de İslâmî ilimler üzerinde durulmakta...
İkisi birlikte yapılabilse “birlik” elbette yararlı olabilir...
Ne var ki bizde siyasi ahlâk yok olmakta, onlarda kişisel ahlâk yok olmakta...
Her iki tarafta da “müsbet” değil “menfi” gelişmeler gözlendiğinden dolayı, bir araya gelince her iki taraf da kendinde olan müsbet yönleri kaybeder...
Bundan dolayı Batı ile bir olma, Avrupa Birliği’ne girip girmeme değil, dünyayı ve dünya düzenini “müsbet” yönde dönüştürme ve değiştirme önemli...
Sadece ‘Yeni Türkiye’ demekle yeni olunmuyor, eskileri taklit ederek yeni olunmuyor; yeni olmak için çağımızın sorunları çözen “yeni” bir şeyler yapmak gerekiyor…
“ADİL DÜZEN”den, “ADİL EKONOMİK DÜZEN”den başka “yeni” var mı?..