Türkiye’de “yeni düzen/anayasa” kuracaksak…
1960’larda gördüklerimiz ve yaşadıklarımızla öğrendik ki; işlerin kötü gitmesi, sorunların olması, zulümlerin devam etmesi uygulayıcıların veya halkın kötülüğünden ileri gelmiyor... Suçlu olan “CHP” değildir, suçlu olan “yargıçlar” değildir, suçlu olan “askerler” değildir, suçlu olan “polisler” değildir, suçlu olan “öğretmenler” değildir, suçlu olan “birileri” değildir; suçlu olan “BOZUK VE ZALİM DÜZEN”dir... İktidardakileri değiştirmekle işler düzelmez, zulümler sona ermez; nitekim altmış senedir işler düzelmedi, zulümler sona ermedi...
Zulmü sona erdirmek için “yeni bir düzen”, “adil bir düzen” gelmelidir ama “yeni bir düzen” de makroda birden gelmez, tedrici olarak gelir ve böyle gelirse sağlıklı olur...
Bu tedriciliğe ve sağlıklı geliş ile gelişmeye bir örnek vermek gerekirse; önce bir “kooperatif” kurulmalı, kooperatifin içinde yeni düzenlemeler yapılmalı, önce bir “örnek” verilmeli, ondan sonra gerekiyorsa ülke genelinde makroda değişme yapılmalı...
Biz 1967’den itibaren resmen “Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi”ni kurarak “örnek” kurumlaşmayı başardık ama bu arada o zamandan beri “siyaset” de yaptık...
Siyasetle ilgilenmemiz şu sebeplerden ileri gelmiştir: a) Bizim kendi kooperatif çalışmalarımızda bizi savunacak bir siyasi gücümüz olmalıydı, haklarımızı devlet nezdinde ancak bir siyasi parti sayesinde duyurabilirdik. b) Kooperatif olarak ülke çapında organize olmak mümkün değildi, ilmî ve dinî kuruluşlarla organize olmak da yasaktı, tek serbestlik siyasette vardı. c) Elde ettiğimiz sonuçları devletimize ve halkımıza ancak siyasi parti yoluyla duyurabilirdik. Milletvekillerimiz olmalı ve mecliste konuşmalı, bakanlarımız olmalı ve hükümete dertlerimizi anlatabilmeliydi. d) Ortaklarımızın sosyal eğitim alabilmeleri için bir okula ihtiyaç vardı. Parti belli görüşleri ve fikirleri empoze eden bir merkezi kurum olmayıp, halkın kendi görüşünü oluşturmasını sağlayan bir kuruluştur. Halk partilerde serbestçe görüşlerini söylemeli ve bu fikirlerin maşerîleşmesi sonucu “Millî Görüş” ortaya çıkmalıydı...
Biz 1969’dan itibaren “Bağımsızlar Hareketi” ile siyasete de resmen başladık ve 1970’lerde MSP-CHP koalisyonunu gerçekleştirdik, MHP ile seçim işbirliği yaptık... O günkü şartlar ve ihtiyaçlar bizi en kısa zamanda iktidara getirdi... Bu arada sadece “MİLLÎ GÖRÜŞ” değil, aynı zamanda “ADİL DÜZEN ve Adil Ekonomik Düzen” de alternatif olarak ortaya çıktı...
Aradan yıllar geçti, devran döndü, Millî Görüş mektebinde yetişenler tek başlarına iktidar oldular ama bu yoldaki yürüyüşlerinin ilk adımında en büyük hatalarını yaptılar; “gömlek” çıkardılar!.. Bu iktidar sahipleri düzeni değiştirme yerine mevcut faizli zalim düzende iyi işler yapmayı denediler... Oysa bu yaptıkları ne Kur’an’ın ne de müspet ilmin öğretilerine uyuyordu... Şimdiye kadar AK Parti mevcut zalim düzende iyi işler yapılacağını iddia ediyordu; “MİLLÎ GÖRÜŞ gömleği” çıkarılmış, “ADİL DÜZEN, Adil Ekonomik Düzen” reddedilmişti!.. Nasıl başarılacaksa(!) “faizci ve zinacı bâtıl Batı yani AB düzeninde” başarılı olunacaktı!.. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Genelkurmay Başkanı’nı bile sıradan bir savcı hapishaneye gönderdiği zaman ses çıkarmayan iktidar, sıra “başbakanın oğlu”na gelince “dur” dendi, mevcut zalim düzene isyan edildi... Ondan sonraki gelişmeleri biliyorsunuz…
Şimdi “yeni anayasa” yapacaksak, “yeni düzen” kuracaksak, biz de iktidar partisi ile beraberiz... Ama mevcut “faizci zalim ve bürokratik düzeni” daha çok merkezileştirip tek parti, tek adam diktasını oluşturacaksanız; bizi her zamanki gibi karşınızda bulacaksınız... ‘Siz kimsiniz, sizi bir yudumda yutarız!’ diyebilir ve bunu yapabileceğinizi zannedebilirsiniz ama yanılıyorsunuz, çünkü bizim emrinde olduğumuz Âlemlerin Rabbi Allah’tır; O’nu yutacağını ancak akılsızlar düşünebilir, faizci düzenle O’nunla savaşanlar daima mağlup olurlar...
Merkezi yönetim yoktur... Başkanın doğrudan işler yapması yoktur... Başkan sadece kurumların başında olanlarla ilgilenir ve onları gözetler... Bir Kur’an âyeti ile noktalayalım: “Sabah ve akşam Rablerine onun teveccühünü murat ederek dua edenlerle nefsin üzerinde sabret (kendi başına işlere kalkışma). Dünya hayatını murat ederek gözlerini onlardan ayırma. (Sakın onları atlayarak doğrudan işler yapmaya kalkışma, geçici olarak sorunları çözmeye kalkışma) Kalbini zikrimizden iğfal edene itaat etme. O hevasına tâbi olmuştur, onun işleri de ifrat ve tefritten ibarettir.” (Kehf, 18/28) Ve’s-selâm mea’d-dua…