KUR’AN VE İLİM 750. hafta seminer notlarından-2
‘Bugün AK Parti ne yapıyor?
Türkiye’nin imkânlarını sömürü sermayesine ortak ediyor. Böylece (şimdilik) halkı iyi yaşatıyor. Yap-işlet modeli ile havaalanı açıyor, diğer yatırımları yaptırıyor. Böylece İstanbul’u kiralıyor, İstanbul’da kanal açıyor. Toprağı onlara veriyor. Halk (şimdilik) rahat ediyor. Bu aslında çok yararlı bir iştir. İnsanlık için kazançtır. Ama bu durum ne yapıyor?
Önce Türkiye’nin ekonomisini çökertiyor. Halk tarlasını, atölyesini, fabrikasını, mağazasını bırakıyor, dolara çalışıyor. Bugün bunu yapan halk, yarın yatırımlar bittiği zaman artık ya sadece onların işçisi olacaktır yahut yurt dışına göçecektir. Birinci kötülüğü budur.
İkinci kötülüğü; halk çalışmadan, emek harcamadan, başkalarını sömürerek yaşamaya çalışıyor. Batılıların zenginleri ve sermayedarları dünyayı sömürüyorlar. Türkiye’nin yöneticileri de bu sömürüye âlet oluyorlar, çalışmadan ve üretmeden yaşatmak istiyorlar.
İşte, iktidara eziyet edenler ve sözde muhalefet yapanlar da halka bunları vaat ediyorlar. ‘Biz AK Parti’den daha çok ülkeyi peşkeş çekeceğiz, sizi daha çok tembel yapacağız, sizin ekonomik yapınızı daha çok bozacağız!’ diyorlar.
Yarayı kaşırsanız o anda rahat edersiniz. Oysa çıban hapsedilmiş mikroplardan oluşur. Nasıl hapishane kapılarını açtığınız zaman her taraf hapishane olursa, çıbanı kaşıdığınızda da öyle olur. Halkın o anda hoşuna giden hiçbir zaman topluluğun yararınadır demek değildir. Muhaliflerin yarayı kaşıyarak oy istemeleri hem topluluk için hem de kendileri için kötüdür.’ (s.10)
‘Kur’an konuşma dili ile nazil olmuştur. Kitap hâline getirilmiştir. Kıraat edilmiştir. İlk örnek uygulaması Hazreti Peygamber aleyhisselâm tarafından yapılmıştır.
Sonra ikinci ve üçüncü asırda müçtehitler ortaya çıktılar ve Sünnet’le kıyas ederek yorumlama ilmini, beyan ilmini geliştirdiler. Kur’an’daki kelimelere özel manalar verdiler, ıstılahi manalar verdiler. Kamu haklarına “hukukullah” dediler. Resul kelimesini “başkan” olarak anladılar. Birçok kelimelerin ıstılahi manalarını bilemediler ama Sünnet’e dayanarak tanımladılar ve FIKHI oluşturdular. Şimdi biz onların icmalarına uyarak kendi içtihatlarımızı yapıyoruz, kendi cemaatimizi kuruyoruz. Kur’an’daki kelimelere yeni ıstılahi manalar veriyoruz...’
‘Bugünkü hukukumuzda tarafların kabul etmeleri şartı ile hakemlere gitme meşrudur. Devlet Bahçeli mitinge çıkıp AK Parti’yi seçimle indireceğiz diye bağırmayacak, AK Parti’yi hakemlere davet edecektir. BDP ile uzlaşmanın devlete ihanet olduğunu hakemler nezdinde ispat etmesi gerekir. AK Parti de hakemlerin verdikleri kararlara kesin olarak uymalıdır.’ (s.11)
‘Devletine güvenmek mümin olmak demektir. Devletlerine güvenmeyenler o devleti yıkıp başka güvenilir devleti getirmek isterler. Oysa güven demek hakem kararlarına uymak demektir. Hakemlerden oluşan mahkemenin hakem kararları infaz ediliyorsa, o devlet güvenilir devlettir. Eğer bir devlette hakem kararları infaz edilmiyorsa, o devlette güven yoktur. Hiç kimse bu devlet güvensizdir, yıkalım, yeni devlet kuralım deme hakkına sahip değildir. Bu devlet güveni sağlayamıyor, bu devletin içinde yaşamak mümkün değil deyip oradan “HİCRET” ederler ve güvenli devlet kurarlar, halk da o devlete hicret eder.
SAVAŞ ise şu hallerde meşru olur. a) Bir devlet halkının dışarıya “hicret” etmesine izin vermiyorsa, o devletle savaş yapmak meşrudur. b) Bir devlet “hicret edenleri” takip edip onları dışarıda rahatsız ediyorsa, o devletle savaşmak meşrudur. c) Bir devlet “hakem kararları” sabit olan uluslararası haklarda kararlara uymuyorsa, o devletle savaşmak meşrudur. d) Bir devlet bize saldırırsa, “savunma” yapmamız en doğal haktır.
Meşru yönetimin dayanağı “hakem kararları” ile bu kararları güvence altına alan silahlı güç ekseriyetin değil “yargının” emrinde olan silahlı güçtür. Bu âyetin (Tevbe, 62) ortaya koyduğu temel ilke budur.’ (s.12; 750. hafta seminer notlarından.)
Devamı var…