Kur’an ve ilim 745. hafta seminer notlarından…
Elhamdülillah, 745. hafta çalışmamıza da ulaştık… Her hafta on sayfa tefsir ve on sayfa yorum olmak üzere yirmi sayfalık bir çalışma yapıyoruz… Bu çalışmalardan güncel ve aktüel olan bölümleri, siz değerli okuyucularımla paylaşmaya gayret ediyorum…
‘… Gülen Cemaati’ne de aynı önerilerde bulunduk... Kendileri faizli düzende büyük servetler edindiler... Finans bankalarını kurdular, faizsiz olduğunu iddia ettiler...
Oysa paraya para kazandırmak faizdir. Paraya mal kazandırmak kârdır. Banka ortaklardan aldığı iştiraklerini taşınmazlara yatırabilir, taşınmazlarının kirasından müşteriyi yararlandırabilirdi. O zaman kira gelirse yararlanır, kira gelmezse yararlanamazdı. Oysa onlar garantili kâr dağıttılar, zarar ettirmeyen kâr dağıttılar! Bu yaptıkları faizin ta kendisidir.
Bu arkadaşlarımız önce iktidar olacaklardı, önce para kazanacaklardı... İktidar oldular, para kazandılar ama faizsiz sistemi inceleme ihtiyacını bile duymuyorlar... Faizci kapitalistlerin hazırladığı sözde faizsiz bankaları işletiyorlar...’ (s.3)
*
‘… Yani kendi kendilerini görevlendirmelerini, kendi istekleri ile bu cihada çıkmalarını kerih görmüştür. Çünkü onlar bu kadar şerefli vazifeyi yüklenecek seviyede kimseler değildir. Çünkü onlar içtihatları ile özgürce yaşama ve yönetme hakkına sahip değildir. Çünkü onlar “Adil (Ekonomik) Düzen”i istihkak etmemektedirler.
“Adil (Ekonomik) Düzen” nedir?
Kur’an’ı kendi içtihadı ile anlayıp onunla amel etmektir.
Ne olmuş?
Kur’an’ı onlar anlamazmış! Bin sene evvelki ataların anladıklarına şimdi körü körüne uymak gerekirmiş! Biz nerde, onlar nerde, biz kimiz; biz insan değiliz; biz anlayamazmışız!
Bu oyun sömürü sermayesinin ortaya koyduğu oyundur. Düşündürmeyecek, Allah’ın nurundan yararlandırmayacak ve sermaye sömürecektir. Oysa İslâmiyet ilmîdir. İçtihat yaparsın; yanlış yapsan da onunla amel edersin, Allah sana aynı derecede karşılık verir. Sen bilemiyorsan o zaman kendin içtihadınla müçtehidini seçersin, bu da içtihattır.’ (s.7)
*
‘Bugün savaş aleyhtarı reklamlar yapılmaktadır. Savaşa karşı olanların başında olanlar solcular idi ama bizzat onlar tarihin en büyük katliamını yapmışlardır. Savaş aleyhtarı olmaları, halkı uyuşturup savaşı kendilerinin kazanmasını sağlamak içindir. Kendileri güçlü güçlü ordular kurarken, müminlere savaşın gereksizliğini telkin ederler.
İşte; bizim devletimiz bu zalimleri bilmek zorundadır, dünyayı sömürenleri bilmek zorundadır. Uluslararası savaş çıkarıp (Haçlı Seferleri, I. ve II. Dünya Savaşları ve dünyanın her tarafındaki diğer savaşlar) onları birbirlerine öldürterek sonra kendisinin masa başına geçip harita çizmesini bilmek zorundadır. Bir İslâm yönetimi bunu bilir, bunların ajanlarını da bilir, bunların sözcüsü millî olmayan medyayı/basını da bilir...
Onları öldürme ve yok etme değil, onları etkisiz hâle getirme esastır. Geri hizmetlerde bırakılarak ordunun bütünlüğü korunmalıdır. Bu konularda askerler aydınlatılmalıdır.
Askerlere önce darbe programlarını yaptırır, sonra da o programları çuval çuval mahkemelere sevk eder, saçma saçma kanunlar çıkartarak ordumuzu ve ülkemizi bugünkü perişan hâle getirir. Karadayı’nın, Başbuğ’un günahları bu oyunu bilmemeleri ve kulak vermemeleridir. Harp Akademileri’nde hep onları dinliyor, sakallıları ve başörtülüleri veya bizim gibi onlardan olmayanları konuşturmuyorlardı. Onlar güya onların dostu idiler. Bilinçsizce onları destekliyor, bizi hapishanelere atıyorlardı. Şimdi bizzat onlar yani bizzat dost bildikleri kimseler onlara zulmedilmektedirler.
Yöneticiler siyaseti bilmelidirler, yöneticiler zalimleri bilmelidirler, bu hususta doğru veya doğruya yakın teşhisleri koymalıdırlar.
Hâlâ Mahir Kaynak gibi birine bile sadece haftada iki gün yazdırılmakta ve bizim gibi benzer uyarıları yapan bu kişinin bizden başka ciddi okuyanı da yoktur herhalde!..’ (s.10)