KUR’AN ne yapmıştır?
‘Kur’an ne yapmıştır?
Hazreti İbrahim ile başlayan ve insanları kendi içtihat ve icmaları ile yaşamaya bırakan düzenin tamamını almış ve bir bütün olarak uygulamıştır. Diğer dinler Kur’an’ın kendi zamanlarındaki uygulamalardır.
Mühendisler önce örnek imalat yapar, sonra proje çizer, sonra projeyi uygular, ondan sonra da seri imalata geçerler.
Allah da insanlara düzeni öğretmek için önce proje yapılmadan uygulamalar yaptırmış, insanlar proje okumalarını öğrenmişlerdir. Sonra proje olarak Kur’an gelmiştir. Sünnet de ilk örnek uygulamadır.
Bundan sonra kıyamete kadar artık Kur’an uygulanacaktır.
Son Peygamber’in diğer peygamberlerden farkı yoktur ama son kitabın diğer kitaplardan farkı vardır. Bu fark dört temele dayanmaktadır.
1) Kur’an Arapça olarak inmiştir. Kur’an Arapçası Kur’an için oluşmuştur. Dolayısıyla Kur’an’da geçen bütün kelimeler lafzı ile hüküm ifade eder. Bunun için “Hükmen Arabiyyen” denmektedir. Böyle bir kitap yeryüzünde olmadığı gibi böyle bir dil de yoktur. Kur’an kendi diliyle nâzil olan tek kitaptır.
2) Kur’an’ın dili lügatiyle grameriyle muhafaza edilmiştir. Kur’an’ın indiği zamanki Arapça temel olarak alınmış, insanlar hâlâ o Arapça ile meşguldürler. Dünyada böyle her yönüyle korunmuş başka bir dil yoktur. Yalnız Kur’an dili bütünüyle bilinmektedir.
3) Kur’an’ın kendisi eksiksiz olarak hiç değişmeden yazısıyla ve kıraatiyle bize kadar gelmiştir. Elimizde kimsenin itiraz edemeyeceği aslıyla bulunmaktadır.
4) Kur’an kendisinin ilâhi kitap olduğunu kendisi ile ispatlamaktadır. Diğer peygamberler mucize gösterdiler ve insanlar o mucizelere dayanarak kitaplara inandılar. Hazreti Muhammed ise Kur’an okudu ve Kur’an mucizesi ile halk onun peygamber olduğuna inandı. Biz de şimdi onun mucizelerine dayanarak onun ilâhi kitap olduğuna inanıyoruz.
Böylece Kur’an diğer bütün kitaplardan tamamen farklı olarak imtiyazlı bir kitaptır. Bununla ilgili olarak yazılan kitabımız yeniden elden geçirilip basılmayı beklemektedir.
Kur’an’da Tevrat ve İncil için de nur denmektedir. Onlar yalnız Kur’an nurunu değil tüm İslâm nurunu söndürmek istediler. Ateizme nerede ise tüm insanları inandırdılar. Bizim yetiştiğimiz gençlik döneminde bir ilim adamının peygamberlere inanması gayriilmî kabul ediliyor, hattâ Allah’a inanan cahil olarak görülüyordu. Bir Sovyet âliminin Allah’a inandığını söylemesi o günlerde olay olmuştu. Allah’a inanmak, âhirete inanmak ilkel düşünce kabul ediliyordu. Bu durum 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etmiştir.
1950’lerde durum bu idi. Biz bunu 1960’larda kırabildik. 1950’lerde Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil (1893-1967) Allah’a inanmak için inanıyordu, gerçekten Allah’ın olup olmadığını sorgulamıyordu. Akla ve ilme uyduğu için değil, akıl dışı da inanılabileceğini iddia ediyordu.
1960’larda biz İzmir’de Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamıza “İslâm ve İlim” diye bir konferans verdirdik. İşte ondan sonradır ki tüm dünya Allah’ın varlığına inanmanın ilme aykırı olmadığını öğrendi. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuduğumuz dönemde bir mescidimiz vardı. Orada mühendis adayları Arapça okuyor ve Allah’a inanıyordu. Daha sonra Türkiye’nin kaderini işte o dönemde yetişen o kadro çizecekti.
Bugün Sovyetler (SSCB) yıkılmış, din düşmanlığı ortadan kalkmıştır. Araştırın, göreceksiniz; bu İzmir’de yakılan bir meşalenin dünyayı saran aydınlatmasıdır.
Bundan önceki âyette “Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar” denmişti. Bu nur Hazreti Âdem’den başlayıp günümüze kadar gelen İslâm nurudur. Bu nur benim senin nurun değildir. Onlar işte bu nuru söndürmek istemişlerdir. Allah ise nurunun tamamlanmasını murat etmiştir.
Bu âyette ise “Huda ve Hak Din” marife olarak gelmiştir; bu da Kur’an düzenidir.’ (s.9; KUR’AN VE İLİM, 739. Hafta Semineri yani bu haftaki çalışmamızdan aktardım.)