İslâm devleti, Kur’an düzeni ve fıkıh
“Kur’an’da geçen kelimelere fıkhi mana kazandırmak için onların tanımlanması gerekmektedir. Kur’an’da çok yerde “tevbe ederlerse” denmektedir. Tevbe kelimesine fıkhi mana vermekte zorlanmaktayız. Ne yaparlarsa tevbe etmiş olurlar? / Kur’an insanları kendi sözleri ile ilzam eder. / Bir kimse ‘ben müslimim’ derse o müslim olur. Ondan başka bir şey istenmez. Bunun gibi ‘ben tevbe ettim’ derse o tevbe etmiş olur. Yargı kararlarını kabul etmemeleri onların müşriklikleridir. O halde tevbe etmeleri demek, ‘biz yargı kararlarını kabul ediyoruz’ dedikleri anda artık kabul etmiş ve tevbe etmiş olurlar...
İnsanların hayvanlardan farkları, insanların kendi yaşama kurallarını kendilerinin üretmeleridir. Bu da ancak sözlerle olmaktadır. Sözler ameller kadar önemlidir. Hattâ bir kimsenin günah işlemesinden çok hakkı reddetmesi daha kötü sayılmıştır...
Fiilleri gerçekleştirmek zordur ama söz söylemek kolaydır. Sözler üzerinde durmak fiillerdir. Kur’an’da devlet yoktur diyenler vardır. Kur’an’da devlet vardır. Ne var ki bu devleti oluşturma biçiminde özgürlük vardır. Sözleşmeler yaparsanız ve o sözleşmelere uyarsanız topluluk oluşur. İhtilaflarda hakemlere gidersiniz.
İslâm devletinin nasıl oluştuğu hakkında kısaca hatırlatma yapalım.
İlim adamlarından oluşan meclisler tip sözleşmeler hazırlarlar. Halk bunlardan istediklerini benimser. Ocakların ve bucakların ayrı ayrı sözleşmeleri vardır. Ayrıca dayanışma ortaklıklarının da sözleşmeleri vardır. İllerde il merkez bucakları, ülkelerde ülke merkez bucakları ve insanlıkta kıta merkez bucakları vardır. Bunların düzeni fıkıhla yani içtihat ve icmalarla oluşur. Bugün buna “yasama” denmektedir.
Sonra herkes sözleşmeleri yani mevzuatı kendi içtihadı ile yorumlayarak uygulama yapar. Burada herkes kurallar içinde hürdür. Topluluklar sıvılara benzerler, kap içindedirler. Bu kap şeriattır. Şeriat içinde tamamen özgürdürler. Şeriat dışına çıkmamak üzere serbestçe dolaşırlar. Bu uygulamada sınırlar bilerek veya bilmeyerek aşılmış olur. Bu sınırları belirlemek tarafların seçtiği hakemlere aittir. Hakemlerin kararına göre herkes kendi içtihadındaki yani uygulama içtihadındaki hataları düzeltir. Buna “yargılama” denir.
Yargı kararlarına uymak istemeyenleri yargı kararlarına uymaya zorlama da “yönetme”dir. / Yani yasama, yürütme, yargılama ve yönetme. / İşte Kur’an düzeni budur.” (s.8)
“Fıkıh, insanların hak ve görevlerini gösteren ilimdir. İnsan dünyaya bunun için gelmiştir, görevleri vardır, onları yapacaktır. Bu görevleri yapmak için dünyevi hakları vardır. Asıl ücret ise âhirette verilecektir. Kişinin görevleri ise mensup olduğu topluluğa ve insanlığa hizmet etmektir. Yani kişi âhiret için çalışırken görevi topluluğuna ve insanlığa hizmetten ibarettir. İşte, insanın topluluğa karşı yapması gerekenleri anlatan şeriattır, fıkıhtır.
Fıkıh dört ana dala ayrılır. a) İlmî fıkıh, insandaki fikir melekesini çalıştırarak doğruyu yanlıştan ayıran fıkıhtır, buna “kelam” denmektedir. b) Ahlâkî fıkıh, insandaki his melekesini çalıştırarak iyiyi kötüden ayıran fıkıhtır, buna da “tasavvuf” adı verilmektedir. c) İnsandaki ünsiyet melekesinin çalıştırılması ile sağlanan sosyal düzene “siyaset fıkhı” denmektedir. d) İnsandaki irade melekesini çalıştırarak elde edilen gerçekler ameldir, faydalıyı zararlıdan ayırır, buna da “ekonomi fıkhı” denmektedir. (Bu bilgileri 726. seminerimizden aktarıyorum.)
İşte, fıkıh amelî hak ve vecibeleri yerine getiren bir ilimdir. Dörde ayrılmaktadır. a) İbadat: İnsanların eğitimini sağlayan bölümdür yani neler nasıl öğrenilecektir. b) Münakahat: İnsanların aile içinde birlikte nasıl yaşayacaklarını öğreten ilimdir. c) Muamelat: İnsanların sözleşmelerle nasıl çalışıp kazanacaklarını öğreten ilimdir. d) Ukubat: İnsanlar arasında güvenliği sağlayan ve barışı temin eden fıkıhtır.
İbadat dediğimiz kısımlar da dörde ayrılmaktadır. a) Namaz: Nasıl yaşayacağımızı öğretir. b) Zekât: Nasıl çalışacağımızı öğretir. c) Oruç: Kötülüklerden nasıl korunacağımızı öğretir. d) Hac: Diğer insanlarla nasıl ilişkiler kuracağımızı öğretir. / Bir şeyi yapmak için onu bilmek gerekir. İşte bu bilgilerin edinilmesi fıkıhta “ibadet” denen, Kur’an’da ise “tilavet" olarak ifade edilen hususlardır. İbadat tümünü içerir. Eğitimden çok ameldir.” (s.9)