Kur’an’ı tanımak-1; Kur’an’ın müşkülleri (1)
Bundan önce “Kurban ve Kur’an’ın manâsında tahrifat” başlıklı bir yazı yazdık ya; devamı üzerinde de durmak şart oldu... Bizim kırk yıllık çalışmalarımızda çok önemli “çalışma arkadaşlarımız” var; ben diyeyim “yüzlerce” kişi, siz deyin “binlerce” kişi gelip geçti, her biri değişik eleklerde elendiler ve geriye önemli özellikleri olan birkaç kişi kaldı…
“Hüseyin Kayahan” bunlardan biri ve neredeyse kırk yıldır yani başından beri bizimle beraber. Bu arkadaşımız çalışmalarımızın kemale ermeye başladığı son zamanlarda farklı denemeler yapmaya başladı. Bugünden itibaren bu çalışmasından birkaç örnek vereceğim…
Kanaatimce çalışmalarımızda “farklı bir merhaleye” varmış bulunuyoruz...
Artık çalışmalarımızın “edebiyat ile sanatın” bütün kollarının devreye girmesiyle halkımıza ve bütün insanlara/insanlığa anlatılması gerekiyor; elbette “çağımızda ulaşılan bütün müsbet ilimler ile bilgisayar dâhil her türlü teknolojiyi” de değerlendirerek…
Ne demek istediğimi anlatabilmişimdir ve anlaşılmıştır ümidiyle; sizi Hüseyin arkadaşımızın “ALABAŞ KOCA” ile “TALEBESİ” arasında geçen görüşmelerin/derslerin sadece “KİTAP/KUR’AN” kısmıyla baş başa bırakacağım… Bu ve benzeri çalışmalarımızın tamamına, www.akevler.org sitemizin “İLMİ MAKALELER” kısmından ulaşabilirsiniz...
***
- Selam, Alabaş Koca...
-Aleyküm selam, evlat; hoş geldin...
-Geldim gelmesine de, Alabaş Koca hocam; kafam da alt-üst oldu, dostlar da sağa sola savruldu... “Sana Allah’ı tanıtayım” dedin, bir “Allah” anlattın ki, ben ne diyeyim...
- Evlat, ta başından beri ben sana “sen benimle olmaya dayanamazsın, sana anlattıklarıma tahammül edemezsin, sabredemezsin…” dememiş miydim?
-“Tamam, bir daha anlattıklarını sorgulamayacağım, beni sabredenlerden bulacaksın, inşallah”, dedim… (Hoca ile talebesi, arkadaşı, gönüldaşı arasında görüşme böyle başlıyor.)
*
-“BU KİTABIN bazı şeyleri, öylesine söylemediğini, hikâye olsun diye aktarmadığını, bu söyleminin ardında ciddi ve bizim, bırak benzerini söylemeyi, neyi kastettiğini bile anlamadığımız sonuçları olduğunu nasıl bileceğiz, ne zaman anlayacağız, Alabaş Koca?..
-Eskiler, “HER DEVİRDE ONUN BİR MUCİZESİ ORTAYA ÇIKAR” demişler ve her yeni icatta, her yeni keşifte; “İŞTE BAK BİZ DEMEDİK Mİ, BU ZATEN KUR’AN’DA VARDI” şeklinde tesellilerle idare etmişler. Kendi bilgi seviyelerinde ve kendi yaşadıkları hayata yetecek kadar çözümleri ondan çıkarmışlar, anladıklarına “MUHKEM” anlayamadıklarına ise “MÜTEŞABİH” demişler. Bu iki terim zaten “KİTAB”ın kendisi için kullandığı iki terimdir. Ciddi bir uygarlık oluşturmuşlar, önce kendilerini değiştirmişler, sonra da bütün dünyaya tesir ederek, onları dönüştürmüşler. Kendi içinde tutarlı bir yapbozu oluşturup, onunla yaşamışlar. Çıkarımları kendileri için doğru idi, isabet ettiklerinden sevap aldılar, hata ettiklerinden ise sorulmayacaklar, bizim için de örnekler bıraktılar.
Şimdi aradan 1400 yıl geçti... Hayat değişti, ihtiyaçlar değişti, imkânlar değişti, kavramlar bize yetmez oldu... Geçen sana anlattığım doğal olay gerçekleşti ve o medeniyete ait ne varsa zamanın püskürttüğü küllerin altında kaldı... Fakat KİTAP ortada duruyor ve meydan okumaya devam ediyor. İfadeler aynı, ibareler aynı ama bu yeni hayatı çözümleyecek ve çalıştıracak çıkarımları hep orada bulacağız. Bin yıl sonra torunlarımızın torunları aynı ifadelerden bizim hiç aklımıza gelmeyen manâ ve hükümler çıkaracak ve o günkü hayatın ihtiyaçlarına çözümler bulacaklar. Sonra tekrar 1000 yıllar gelecek, yeni çözümler gelecek…
İnsanlar söz söylerler, sözün içinde kinaye ve imalar gizlerler. İnsanlar söz söylerler, sözlerin içine tarihler gizlerler. Hepsi bu kadardır. BU KİTABIN sözleri ise, eğer bu KİTAP “insanüstü” bir nesne ise; onun her medeniyet evresinde yepyeni manâları ortaya çıkacak, hayat ne kadar gelişirse gelişsin ona yetecek çözümler üretmeye devam edecektir...
(Devamı var)