ANKEBÛT SÛRESİ - 55. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَكَأَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (60)
Nice rızkını taşımayan dabbe, onu ve sizi yalnızca Allah rızıklandırır. O işiticidir, bilicidir. (60)
وَكَأَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ
Nice rızkını taşımayan dabbe, onu ve sizi yalnızca Allah rızıklandırır.
وَ: İsti’nafiyye edatıdır.
Cümle yapısı (nahiv analizi) şu şekildedir:
İsim cümlesi |
Haber İsim cümlesi | Mübteda |
Haber Fiil cümlesi | Mübteda | Temyiz | Mümeyyez |
يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ | اللَّهُ | مِنْ دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا | كَأَيِّنْ |
كَأَيِّنْ: “Nice, ne kadar çok, pek çok” demektir. Çokluktan kinayede kullanılır. Kinaye ismi de denilir. Cümlede mümeyyezdir. Her mümeyyezi açıklayan bir temyiz vardır. كَأَيِّنْ in temyizi de kendisinden sonra gelen مِنْ harf-i ceri ve bunun mecruru olan nekre ve tekil kelimedir. Keeyyin temyizi ile beraber cümlede mef’ûlü mutlak, mef’ûlün bih, mef’ûlün fih, nevâsıhın haberi, harf-i cerin mecruru, muzafun ileyh, mübteda, haber görevlerinde olabilir. Burada da mübteda görevindedir. Anlamsal olarak çokluğu ifade etmesine rağmen gramersel olarak tekildir. Bu nedenle cümlede kendisinden sonra ona dönen zamir مِنْ harf-i cerinin mecruruna bağlıdır. Bu mecrur erilse eril tekil, dişilse dişil tekil zamir döner. Soru edatı olmamasına rağmen soru edatı gibi her zaman cümlenin başında gelir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir. Kendisinden sonra gelen nekre mecruru ile beraber كَأَيِّنْ in temyizi olur.
دَابَّةٍ: “Dabbe” demektir. دبب kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan دَبٌّ mastarı yer üzerinde kolaylıkla yürümek, ilerlemek manasındadır. Bu mastar manasından yer üzerinde ilerleyen anlamında دَابَّةٌ ıstılahi olarak yer üzerinde hareket eden hayvan olarak “dabbe” anlamında isimdir. Sonundaki ة harfi nedeniyle lafzen dişildir. Çoğulu دَوَابُّ dur.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
تَحْمِلُ: “Yüklenir, taşır” demektir. حمل kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs dişil merfu muzari malum fiildir. Fâili müstetir هِيَ dir. دَابَّةٍ lafzen dişil olduğu için ona racidir. Yüklenen dabbedir.
رِزْقَ: “Rızık” demektir. Yiyecek ve içeceklerden oluşur. Canlıların biyolojik olarak ihtiyacının olduğu maddelerdir. Giyecekler buna dahil değildir. Bu nedenle hayvanlar ve insanlar için rızık aynı anlamdadır.
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ
Onun için veled olunan üzerinedir onların rızkı ve giyeceği marufla. (Bakara 233)
Bu ayette rızık ve giyeceğin ayrı olduğu anlaşılmaktadır.
هَا: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. دَابَّةٍ e racidir.
رِزْقَهَا: “Onun rızkı” demektir. Dabbenin rızkıdır.
لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا: “Rızkını taşımaz” demektir.
دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا: “Rızkını taşımayan dabbe” demektir.
مِنْ دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا: “Rızkını taşımayan dabbeden” demektir.
كَأَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا: “Nice rızkını taşımayan dabbe” demektir. Mübtedadır. Haberi yeniden isim cümlesidir.
اللَّهُ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir. Mübtedadır.
يَرْزُقُ: “Rızıklandırır” demektir. رزق kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs tekil merfu muzari malum fiildir. Faili müstetir هُوَ dir. Allah’a racidir.
هَا: “O” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Dişildir. دَابَّةٍ e racidir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. هَا mensub muttasıl zamirine إِيَّاكُمْ ü atfetmektedir.
إِيَّاكُمْ: “Sizi” demektir. Mensub munfasıl zamiridir. هَا zamirine كُمْ (siz) zamiri doğrudan atfolunamayacağı için إِيَّاكُمْ şeklinde mensub munfasıl zamir olarak gelir.
هَا وَإِيَّاكُمْ: “Onu ve sizi” demektir.
يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ: “Onu ve sizi rızıklandırır” demektir.
اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ: “Allah onu ve sizi rızıklandırır” demektir.
كَأَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ: “Nice rızkını taşımayan dabbe, onu ve sizi yalnızca Allah rızıklandırır” demektir.
Buna göre dabbelerden rızkını taşıyan ve taşımayanlar vardır. Dabbelerin çoğunluğu rızkını taşımayandır anlamına gelmez. Taşımayan çok sayıda vardır anlamına gelir. Kış için yiyecekleri yuvalarına taşıyan ve kışı yuvada geçiren hayvanlar vardır. Bunlar rızıklarını taşıyanlardır. Yaz kış rızıklarını taşımayıp sürekli avlanan veya otlanan hayvanlar vardır. Ayılar gibi bazıları da yazın bol miktarda yiyerek yağ depolarlar ve kışın uykuda bu yağı harcarlar. Bu ayette إِيَّاكُمْ (sizi) zamirinin muhatabı biyolojik yapı olarak insanlardır. Dabbeye atfedilmiş ve rızık taşımadan sonra gelmiştir.
وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِنْ مَاءٍ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ
Allah her dabbeyi sudan yarattı. Onlardan karnı üzerinde yürüyen ve onlardan iki ayağı üzerinde yürüyen ve onlardan dört üzerinde yürüyen vardır. (Nur 45)
Bu ayete göre dabbenin kriteri yürümektir ve insanlar da dabbedir. Karnı üzerinde yürüme ifadesine biz sürünme demekteyiz. Sürüngenler de dabbedir.
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ
İnsanlar ve dabbeler ve çiftlik hayvanlarından renkleri çeşitli olanlar vardır. (Fatır 28)
Bu ayette insanlar dabbeler ve çiftlik hayvanlarına atfedilmiştir. Buradan insanların dabbe olmadığı sonucu çıkabilecek gibi durmaktadır. Aynı zamanda çiftlik hayvanları da dabbe olduğu halde o da dabbelere atfedilmiştir. Ancak atfedilen dabbeler çoğuldur ve harf-i tarifle marifedir. Bu da belli bir grup dabbeyi ifade etmektedir ki insanlar ve çiftlik hayvanları dışındaki dabbelerdir.
إِنَّ شَرَّ الدَّوَابِّ عِنْدَ اللَّهِ الَّذِينَ كَفَرُوا فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Kesinlikle dabbelerin en şerlisi Allah’a göre küfredenlerdir. Onlar iman etmezler. (Enfal 55)
Bu ayette küfredenlerin Allah’a göre dabbelerin en şerlisi olduğu söylenmiştir. Bu da insanların da dabbe olduğunu göstermektedir.
Ankebut suresindeki bu ayette insan rızıklandırma yönünden farklı olduğundan dabbe olduğu halde dabbeye “siz” (إِيَّاكُمْ) kelimesi atfedilmiştir.
وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلَّا أُمَمٌ أَمْثَالُكُمْ
Yerde ne bir dabbe ne de iki kanadıyla uçan kuş yoktur ki sizin emsaliniz ümmetler olmasın. (Enam 38)
Kuşlar da karada iki ayakları üzerinde yürümektedirler. Onları dabbeden sayacak mıyız? Bu ayete göre uçan canlılar dabbe değildir.
Canlıları Allah rızıklandırmaktadır. Tüm doğa denge halindedir. Bazı canlılar yalnız et bazı canlılar yalnız ot yerler, bazı canlılar da hem et hem ot yerler. Bir besin piramidi vardır ve canlılar bu piramide göre beslenirler. Bakteriler vardır, parazitler vardır. Hepsi başka canlılardan beslenmektedirler. Bitkiler ise elementleri topraktan almakta, güneş ışığı ile şeker üretmektedirler. Hayvanlar da bunlardan beslenmekte ve hepsi rızıklanmaktadırlar. Allah bizi rızıklandırmakta ve temiz rızık vermekte iken insanoğlu açgözlülüğü ile daha çok besin elde edeceğini sanarak besinleri bozmaktadır. Tarım ilaçları ile tüm insanlar zehirlenmektedir. Çiftlik hayvanları hapsedilmekte, yem verilmekte ve şişirilmektedirler. Bunları yiyen insanların tüm vücudunda kronik iltihap meydana gelmekte ve kanser dahil pek çok kronik hastalığa zemin hazırlamaktadır. Tavuklar ayakta duramayacak kadar genetikleri bozulmuş halde yaşayan ölü olarak et ve yumurta üretmektedirler. Daha çok olsun daha çok olsun denilerek genetiği bozulmuş buğdayın gluteni bağırsakları hasarlamakta ve otoimmün hastalıklara sebebiyet vermektedir. Artık insanlar yiyerek hastalanmaktadırlar. Devasa hastaneler açarak Sermaye beslenmekte, bununla gurur duyulmaktadır. Hastanelerde hastalıklar tedavi edilmemekte, sadece idare edilmektedir. Hastalığın sebebi ile kimse ilgilenmemekte, hastalığın semptomlarına yönelik ilaçlar milyonlarca kutu satılmaktadır. Tarım ve hayvancılığın düzelmesi ile zaten hastalıklar onda birine düşeceğinden bu kadar hastaneye gerek olmayacaktır. Hastanelere harcanan milyarlar tarım ve hayvancılık için harcanırsa zaten insanlar sağlıklı bir şekilde yaşayacaklardır. Çobanlığın yeniden başlaması, besiciliğin ortadan kalkması, tavukların köylerde dolaşması, tarım ilacı kullanmadan tarım yapılması ile insanlar rızıklanacaklardır. Hem de yetmez sanılan miktarlarla insanlar doyacak ve sağlıklı bir şekilde yaşayacaklardır. Miktarı çoğaltılmış ama insanlarda yağ ve hastalık olarak kendini gösteren yiyecekler yerine miktarı azalmış ama insanlarda sağlık, yaşam enerjisi ve psikolojik mutluluk olarak kendini gösteren besinlerle hastaneler boş kalacak, insanlar huzur içinde yaşayacaklardır. Allah bizi rızıklandırmaktadır. Rızık yetmez diyerek yiyecekleri bozarak çoğaltmak en büyük hatadır. Bunu tetikleyen Sermaye’dir. Sermaye bunu bilerek yapmakta ve ekini ve nesli helak etmektedir.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللَّهَ عَلَى مَا فِي قَلْبِهِ وَهُوَ أَلَدُّ الْخِصَامِ (204) وَإِذَا تَوَلَّى سَعَى فِي الْأَرْضِ لِيُفْسِدَ فِيهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ (205)
İnsanlardan dünya hayatı hakkında sözü seni hayran bırakan ve hasımların en azılısı olduğu halde kalbindekine Allah’ı şahit tutan vardır. Döndüğü zaman yerde onun içinde fesat çıkarmak ve ekini ve nesli helak etmek için çabalar. Allah fesadı sevmez. (Bakara 204-205)
İşte bu ayetteki insanlar bugün tüm dünyayı fesada boğmakta, ekini ve nesli helak etmektedir. Helak ölme değildir, bozulmadır. Ekin bozulmuş ve nesil de bozulmuştur. Herkes hastadır. Hastaneler yetmemektedir. Hastalıkların kökünü kurutmak yerine hastaneler açılmakta, hastalıklar daha da artmaktadır. Pratik çözüm arayanların yapacağı bundan öte değildir.
Allah rızkını taşımayan dabbelere bile rızkını vermektedir. Sermaye rızık korkusu ile insanları korkutarak gönüllü köle haline getirmektedir. Bu korku boşunadır. Allah’ın düzenini uyguladığınız anda kimse aç kalmaz, kimse sıkıntı yaşamaz. Çoğunluk demokrasisi denilen Allah’ın düzeninin tam tersi olan düzen içinde insanlar rızık korkusu içinde yaşarlar.
İbrahim Peygamber 17. Ayette vesenlerin rızık vermeyeceğini (لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا) söylemektedir. Bu ayetin başındaki vav-ı isti’nafiyye o ayete bu ayeti manasal olarak bağlamaktadır. Başka bir konudan aniden rızık konusuna geçmiş gibi görünmektedir. Kuran üslup olarak bunu yapmakta, çok öncesindeki ayetlere bağlamaktadır. Aradaki ayetler bir nevi açılmış parantez içindedir. Bize rızkı yalnızca Allah vermektedir, vesenler vermemektedir. Zaten bu ayette isim cümlesi ile gelmesi bu sebepledir. يَرْزُقُهَا اللَّهُ وَإِيَّاكُمْ (onları ve sizi Allah rızıklandırır) şeklinde gelmeyip اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ (onları ve sizi yalnızca Allah rızıklandırır) şeklinde gelmiştir. Evet, vesenler rızkı yönetmemektedir, rızıklandıran yalnızca Allah’tır. Siyasi partiler iyiliklerin sebebi değildir. Bizde hastalık vardır. Siyasi partilerin hayrı vereceğini sanmaktadırlar. Öyle bir şey yoktur. Rızık verme mülkiyeti de onlarda değildir. Rızkı veren Allah’tır. Bu nedenle 17. ayetle bu ayet vâv-ı istinafiyye ile bağlanmıştır. Aradaki ayetler bu durumun örnekleri vermekte ve açıklamalarını yapmaktadır. Günümüzün en büyük sorunu vesenler ve vesenlerin iktidar yarışıdır. Çoğunluk ülkemizde yabancıları istememektedir. Yöneticiler ise onlar olmadan ekonominin çökeceğinin farkındadır. Sanayi sektörü, inşaat sektörü onların uzaklaştırılması ile durgunlaşmıştır. Eleman bulamamaktadırlar. Ancak yöneticiler ne yapmak zorundadır: çoğunluğa uymak. Eğer uymazlarsa oy alamazlar ve seçilemezler. Bile bile yanlış olanı yapmaktadırlar. Kuran’da bu durum gayet açıkça anlatılmaktadır.
وَإِنْ تُطِعْ أَكْثَرَ مَنْ فِي الْأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ
Eğer yerdekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah’ın yolunda saptırırlar. Onlar yalnızca zanna uyarlar. Onlar yalnızca kafadan atarlar. (Enam 116)
İşte vesenlerin çoğunluk demokrasisi içindeki durumu budur. Hakkı uygulamak değildir dertleri. Hakkı uygulamak isteseler bile çoğunluğa uymak zorundadırlar. Bir siyasi çıkar, mültecileri ülkelerine göndermekten bahseder, insanların çoğunluğu gaza gelir, gönderin onları der. Sosyal medya bununla çalkalanır. Onların gönderilmesinin ne kadar yanlış olduğunu bile bile mevcut yöneticiler onları göndermeye başlarlar. Ekonomiye ağır bir darbe vurdukları halde çoğunluğa uymak zorundadırlar. Vesenlerin başka seçeneği yoktur. Vesenlerde kurtuluş arayanlar bilsinler ki vesenlerin rızık verme mülkiyeti yoktur, rızkı yalnızca Allah vermektedir. Vesenlerin peşinde koşmanın buna göre ne ifade ettiğini burada yazmama gerek yok, çok açık değil mi?
وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
O işiticidir, bilicidir.
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir.
هُوَ: “O” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Allah’a racidir.
السَّمِيعُ: “İşitici” demektir. Mübalağalı ism-i fâildir. İşitmenin mübalağalı olduğunu gösterir. Mübalağasız olsaydı سَامِع (işiten) şeklinde ism-i fâil olurdu.
الْعَلِيمُ: “Bilici” demektir. Bu da mübalağalı ism-i fâildir. Bilmenin mübalağalı olduğunu gösterir. Mübalağasız olsaydı عَالِم (bilen) şeklinde ism-i fâil olurdu.
هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ: “O işiticidir, bilicidir” demektir. Kuran’da السَّمِيعُ الْعَلِيمُ yalnızca Allah için kullanılır. Sıra her zaman işitici, bilici şekildedir. Bilici, işitici (الْعَلِيمُ السَّمِيعُ) şeklinde gelmez. Bu nedenle Allah’a özel bir ifadedir. Bizim bildiğimiz işitme ve bizim bildiğimiz bilme değildir, ikisi bir arada Allah’a özel işitme ve bilme şeklindedir. Aslında ikisi bir arada tek anlam ifade etmektedir. Burada görme fiili yoktur. Kuran’da السَّمِيعُ الْبَصِيرُ (işitici, görücü) şeklinde de gelmektedir. Ancak görücü, bilici şeklinde gelmemektedir.
Allah her şeyi değişik bir biçimde bilmektedir. Yaptığımız her faaliyeti bilmektedir. Allah bizim rızıklarla ilgili yaptığımız her şeyi bilmektedir. Besinlerin nasıl berbat hale getirildiğini, rızık verenin kendisi değil vesenler zannedildiğini bilmektedir. Ekinin ve neslin nasıl helak edildiğini bilmektedir. Dünyanın nasıl bir fesat içinde olduğunu bilmektedir. Çözümlerin Allah’ın kitabı olan Kuran’ın rehberliği içinde değil, zır-cahiliye dönemi içindeki çoğunluk demokrasisinde rızık mülkiyeti olmayan vesenlerde arandığını da bilmektedir.
Yalova, Teşvikiye
01 Ekim 2022
M. Lütfi Hocaoğlu