ANKEBÛT SÛRESİ - 58. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ (63)
Eğer onlara “kim gökten bir su indirdi de onunla ölümünden sonrasında yere hayat verdi?” diye sorarsan “kesinlikle (O) Allah’tır” diyecekler. “Değer Allah’a aittir” de. Oysa onların çoğunluğu akletmezler. (63)
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللَّهُ
Eğer onlara “kim gökten bir su indirdi de onunla ölümünden sonrasında yere hayat verdi?” diye sorarsan “kesinlikle (O) Allah’tır” diyecekler.
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir.
لَ: Lâmu-l muvattaa’dır. Yemin cümlesi ile şart cümlesi bir arada gelip ortak bir cevap cümlesinde birleşebilir. Burada yemin cümlesi önce gelir. Bunu takiben bir lâm gelir. Yeminin cevap lâmı gibi olan bu lâma lâmu-l muvattaa (اللام الموطئة للقسم) denir. Bunu takiben şart cümlesi gelir. Şart cümlesini takiben de cevap cümlesi gelir. Bu cevap cümlesi aslında hem yeminin hem de şartın cevap cümlesidir. Ancak yemin cümlesi önce geldiği için bu cevap cümlesi gramersel olarak yeminin cevap cümlesi olarak davranır. Bu nedenle bu cevap cümlesi için cevap lâmını alıp almama kuralları yeminin cevap cümlesi kurallarıdır.
Yemin ve şartın ortak geldiği durumlarda şart cümlesi her zaman إِنْ şart edatı ile gelir. Her zaman şart cümlesi mazi ya da لَمْ ile muzaridir ki bu da mazi anlamlıdır. Burada da şart cümlesi tıpkı parantez cümlesi olan şart cümlesi gibi davranır.
Genellikle yemin cümlesi hazf edilir ve sadece lâmu-l muvattaa gelir. Çok nadiren hazf edilmez. Çünkü lâmu-l muvatta ve arkasından gelen إِنْ şart edatı ve yeminin cevap cümlesi olarak davranan cevap cümlesi başta hazf edilmiş olan yemin cümlesine delalet etmektedir.
Cevap cümlesi | Yemin cümlesi |
Cevap cümlesi | Şart cümlesi | Lâmul muvattaa Cevap lâmı |
| Cevap lâmı | | Fiil | Şart edatı |
... | لَ | ... | فَعَلَ /لَمْ يَفْعَلْ | إِنْ | لَ | |
Bu ayette de buna uygun olarak:
Cevap cümlesi | Yemin cümlesi |
Cevap cümlesi | Şart cümlesi | Lâmul muvattaa Cevap lâmı |
| Te’kîd lâmı | | Fiil | Şart edatı |
... | لَيَقُولُنَّ | ... | سَأَلْتَ | إِنْ | لَ | |
Yeminin cevap cümlesi kurallarına uygun olarak cevap cümlesi cevap lâmı hükmünde olan te’kîd lâmı ile başlamıştır. Yemin cümlesi hazf edilmiştir.
إِنْ: “-se” demektir. Şart edatıdır. Bu edatı takiben şart cümlesi ve sonrasında cevap cümlesi gelir.
سَأَلْتَ: “Sordun” demektir. سءل kökünden ikinci şahıs tekil eril mazi fiildir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mensub muttasıl zamirdir.
لَئِنْ سَأَلْتَهُمْ: “Onlara sorarsan” demektir.
مَنْ: “Kim” demektir. Âkil varlıklar için kullanılan soru ismidir.
نَزَّلَ: “İndirdi” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Fâili müstetir هُوَ dir. مَنْ (kim)e racidir.
مِنَ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
السَّمَاءِ: “Gök” demektir. سمو kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan سُمُوٌّ mastarı bütün seviyelerin üstüne çıkmak, en üst seviyeye yükselmek manasındadır. Bu mastar manasından bütün seviyelerin üstüne çıkan manasında سَمَاءٌ her şeyin en üstü olarak “gök” anlamında camid isimdir. İsm-i cem-i cinstir. Yani hem cinsi ifade eder hem de topluluğu ifade eder. Yani gök cinsi veya gök topluluğu demektir. Cins ifade ettiği zaman eril, cem ifade ettiği zaman dişildir. İsm-i cemi cinsler sonuna ة alarak müfredleşirler. Yani tekili سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ dür. İsm-i cemi cins bu şekilde ة alarak müfredleştikten sonra çoğulu سَمَوَاتٌ dür. Ancak Kuran’da سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ şeklinde kullanımı yoktur. Kuran tekil olarak da yine سَمَاء yı kullanmaktadır.
مِنَ السَّمَاءِ: “Gökten” demektir.
مَاءً: “Su” demektir. موه kökünden isimdir.
مِنَ السَّمَاءِ مَاءً: “Gökten bir su” demektir.
نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً: “Gökten bir su indirdi” demektir.
فَ: Atıf harfidir. Tertip ve takip anlamı vardır. نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً cümlesini أَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا cümlesine atfetmektedir.
أَحْيَا: “Hayat verdi, yaşattı” demektir. Dördüncü bâbdan حَيَّ - يَحْيَى şeklinde “yaşamak” manasındadır. Lazım fiildir. Dördüncü bâb if’âl bâbına (أَحْيَا - يُحْيِي) tadiye etkisi ile gelir. Hayat vermek, yaşatmak anlamına gelir.
بِ: “ile” demektir. Harf-i cerdir.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. مَاءً e (suya) racidir.
بِهِ: “Onunla” demektir. “Suyla” demektir.
الْأَرْضَ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَضٌ mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْضٌ “yer” anlamındadır. “Yeryüzü” manasına da gelir. Yerleşme için uygun olan her yer arzdır. Ay’a yerleşirsiniz, orası arz olur. Mars’a yerleşirsiniz, orası arz olur. Uzay istasyonuna yerleşirsiniz, orası arz olur. Arzı yerküre olarak sınırlandırmak yanlıştır. Yerküre içindeki herhangi bir alan da arzdır. Türkçeye geçen arsa ve arazi kelimeleri, İngilizcedeki earth kelimesi buradan gelmektedir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
بَعْدِ: “Sonra” demektir. Zarftır. İzafe edildiği kelimeden öncesindeki zamanı ifade eder.
مَوْتِ: “Ölüm” demektir. موت kökünden birinci bâbdan mastardır. Etimolojik olarak م su demektir. Denizin büyüklüğünden belirsizlik ifade eder. Bu nedenle soru edatları bu harfle başlar. Türkçede de -mi, -mı, -mü, -mu soru ekleri de “m” ile başlamaktadır. Zamandaki belirsizlikten dolayı mastarlarda da bu harf kullanılır (مَا mastarı, mimli mastarlar). ت üst üste konmuş iki çubuktur. İşareti, izi ifade eder. مت “belirsizlik işareti” demektir. Ortaya gelen و çadırın kancası demektir. Bağlantıyı, bağlanmayı ifade eder. Belirsizliği işaret eden duruma bağlanmadır. Bu haliyle “ölüm” demektir. Ölüm hareketsizliktir. Canlılığın sona ermesinin işareti hareketsizliktir. Latincede “mors”, “mort” ölüm demektir. İngilizcedeki “mortal” (ölümcül) kelimesi Latinceden gelmiştir. İngilizcedeki “mute” (sessizlik) kelimesi de ölüm kelimesinden gelmiştir. Ölü varlıklar ses çıkarmazlar. Satrançtaki “şah mat” ifadesi de “şah öldü” demektir.
هَا: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Müennestir (dişildir). الْأَرْضَ ya racidir.
مَوْتِهَا: “Onun ölümü” demektir. Yerin ölümüdür. Yerin ölümü ne demektir? Arz yerleşme için uygun olan yer demektir. Arz uzaydaki üs bile olabilir. Arzın ölümü demek, arzda hareketin olmaması demektir. Arzda hayvan veya bitki yaşıyorsa arz hareket eder ve hayat sahibi olur.
بَعْدِ مَوْتِهَا: “Onun ölümünden sonra” demektir.
مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا: “Onun ölümünden sonrasında” demektir. Buradaki مِنْ onun ölümünden sonrasını muayyen (belirli) hale getirir. Eğer bu مِنْ olmasaydı بَعْدَ مَوْتِهَا şeklinde gelerek müphem (belirsiz) olacaktı. Bu مِنْ nedeniyle ondan sonrasındaki zaman belirlidir.
أَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا: “Onunla ölümünden sonrasında yere hayat verdi” demektir.
نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا: “Gökten bir su indirdi de onunla ölümünden sonrasında yere hayat verdi” demektir.
Kuran’da bu cümle ve buna benzer cümleler dört defa geçmektedir.
بَعْدَ مَوْتِهَا | الْأَرْضَ | أَحْيَا بِهِ | فَ | مِنْ مَاءٍ | مِنَ السَّمَاءِ | أَنْزَلَ اللَّهُ | Bakara 164 |
بَعْدَ مَوْتِهَا | الْأَرْضَ | أَحْيَا بِهِ | فَ | مَاءً | مِنَ السَّمَاءِ | اللَّهُ أَنْزَلَ | Nahl 65 |
مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا | الْأَرْضَ | أَحْيَا بِهِ | فَ | مَاءً | مِنَ السَّمَاءِ | نَزَّلَ | Ankebut 63 |
بَعْدَ مَوْتِهَا | الْأَرْضَ | يُحْيِي بِهِ | فَ | مَاءً | مِنَ السَّمَاءِ | يُنَزِّلُ | Rum 24 |
Bakara 164’te ve Nahl 165’te أَنْزَلَ (if’âl bâbı) geldiği için indirme bir kerede olmuştur. Ankebut 63’te (نَزَّلَ) ve Rum 24’te (يُنَزِّلُ) indirme çok sayıda olmuştur. Bakara, Nahl ve Ankebut’ta indirme ve hayat verme mazi fiille gelmiş, Rum’da ise muzari fiille gelmiştir. Bakara’da su indirdi değil, sudan (مِنْ مَاءٍ) indirdi denmiştir. Bakara Nahl ve Rum’da بَعْدَ مَوْتِهَا şeklinde “ölümünden sonra” olarak müphem, Ankebut’ta ise مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا şeklinde “ölümünden sonrasında” olarak muayyen zarf kullanılmıştır.
Hepsinde su (مَاءً) nekre gelmiştir. Oysa cins isimdir ve harf-i tarifle marife gelerek cins bildirmesi beklenir. Eğer cins anlatılıyorsa مَاءً kelimesine terminolojik anlam veremiz gerekir. Eğer cins anlatılmıyorsa bu kelime “bir su”, “herhangi bir su” veya “bir tür su” anlamına gelmektedir. Su nekre gelirken sema (السَّمَاءِ) ve arz (الْأَرْضَ) marife gelmektedir.
Dikkat edilmesi gereken “suyu indirdi” demenin yalnızca “yağmur yağdırdı” anlamına gelmeyeceğidir. İf’âl bâbıyla gelişlerde bir kere indirme olduğu için yeryüzüne veya uzaydaki bütün arzlara suyun ilk defa inişi anlatılmış olmaktadır.
Su 4.5 milyar yıl önce dünya oluştuktan yüz milyonlarca yıl sonra yabancı bir madde olarak, donmuş parçalar halinde dünyaya uzaydan gelmiştir. Bu nedenle su (مَاءً) nekredir. Akışkan olmayan sudur. Buz veya başka bir formdaki sudur. أَنْزَلَ ile ifade edilen bir kerelik iniş bu iniştir.
500 Milyon yıl önce atmosfer dengelenmiş ve su artık buharlaşıp uzaya kaçmamaya başlamış ve binlerce yıl yağmur olarak yağmıştır. نَزَّلَ ile ifade edilen çok sayıda iniş de bu iniştir. İşte bu zamana kadar arz ölüdür. Allah arza bundan sonra hayat vermiştir. مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا şeklinde مِنْ harf-i cerinin kullanılması da bu sebepledir. Zamanı muayyen (belirli) yapmaktadır. 500 Milyon yıl öncesinde bu olayın gerçekleştiğini tespit edebileceğimizi gösteriyor. بَعْدَ مَوْتِهَا ile gelen inişlerde ise zamanı tam olarak doğru tespit edemeyeceğimizi göstermektedir. أَنْزَلَ ile gelen ayetler bu şekildedir. Buz kütleleri ile inişin zamanını tam olarak tespit edemeyeceğimizi göstermektedir. يُنَزِّلُ ile gelen Rum suresindeki ayette ise bu inişler geçmişte, günümüzde ve gelecekte olacağından zamanı müphemdir, bu nedenle o da بَعْدَ مَوْتِهَا ile مِنْ kullanılmadan gelmiştir. Suyun indirilip yere hayat vermenin sadece bir yerde olup bittiğini değil, pek çok yerde halen devam ettiğini göstermektedir.
Bu ayetlerdeki arz sadece bizim üzerimizde yaşadığımız yeryüzü değildir. Evrende hayat olan her arz için durum böyledir.
مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا: “Kim gökten bir su indirdi de onunla ölümünden sonrasında yere hayat verdi?” demektir.
لَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا: “Eğer onlara ‘kim gökten bir su indirdi de onunla ölümünden sonrasında yere hayat verdi?’ diye sorarsan” demektir.
لَيَقُولُنَّ: “Kesinlikle söyleyecekler” anlamındadır. Bu fiilin fâili en sondaki lâmın üstünde olan zamme harfinin temsil ettiği cem vâvıdır (لَيَقُولُنَّ). Te’kîd lâmı ve nûnu ile gelen muzari fiillerin fâili üçüncü şahıs eril çoğul olursa şeddeli nûn harfinden önce bir zamme (u) gelir. Bu zamme و hükmünde ve “onlar” manasındadır. Eğer fâil tekil olsaydı yani “kesinlikle söyleyecek” anlamında olsaydı لَيَقُولَنَّ şeklinde gelecekti. Sadece bir hareke değişimiyle fiilin fâili değişmektedir. Buradaki “onlar” anlamındaki و zamiri سَأَلْتَهُمْ deki onlarla (هُمْ) aynı şahsa racidir.
اللَّهُ: قول yani söyleme köküyle gelen fiillerden sonra söylenen mutlaka bir cümledir. Burada ise sadece tek kelime gelmiştir. Bu durumda cümlede hazf edilmiş bir öğe vardır. Bu da هُوَ (o) dir. Yani cümle aslında هُوَ اللَّهُ (O Allah’tır) şeklindedir.
لَيَقُولُنَّ اللَّهُ: “Kesinlikle (O) Allah’tır diyecekler” demektir.
لَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللَّهُ: “Eğer onlara ‘kim gökten bir su indirdi de onunla ölümünden sonrasında yere hayat verdi?’ diye sorarsan ‘kesinlikle (O) Allah’tır’ diyecekler” demektir.
قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ
“Değer Allah’a aittir” de.
قُلِ: “De” demektir. قول kökünden ikinci tekil şahıs emir fiildir. Aslı قُلْ dur. Ancak kendisinden sonra cümle eğer onunla başlamıyorsa hareke taşımama özelliğinde olan hemze-i vasl (الْحَمْدُ) geldiği için bu hemze-i vaslın okunması için kesre ile harekelenip قُلِ şekline dönüşmüştür.
الْحَمْدُ: “Değer” demektir. حمد kökünden mastar da olur (değer vermek) isim de (değer) olur. Kuran’da الْحَمْدُ şeklindeki harf-i tarifle geçişlerin hepsi Allah için gelmektedir. بِحَمْدِ şeklindeki geçişlerin hepsi rab/رَبّ ile beraber izafet şeklinde gelmektedir. حَمِيد şeklinde sıfat-ı müşebbehe olarak yalnızca Allah için kullanılır. الْحَمْدُ istiğrak içindir yani “bütün hamdlar” anlamındadır.
Makam için mahmud/مَحْمُود (değer verilen) denmekte, Peygamberimizin adı Muhammed/مُحَمَّدٌ olarak “kendisine çokça değer verilen” anlamındadır. Allah’ta ise değer verilme sıfat şeklindedir. Bu nedenle حَمِيد şeklinde sıfat-ı müşebbehe olarak yalnızca Allah için kullanılır.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
لِلَّهِ: “Allah içindir” demektir. Buradaki لِ harf-i ceri temlik veya ta’lil için olabilir. Eğer الْحَمْدُ mastar ise (değer vermek) o zaman لِ ta’lîl için olur. “Değer vermek Allah içindir” anlamına gelir. Eğer الْحَمْدُ isim ise (değer) o zaman لِ temlik için olur. “Bütün değerler Allah’ın mülkündedir” anlamına gelir. “Değerlerin yönetimi Allah’a aittir” demektir.
الْحَمْدُ لِلَّهِ: “Değer Allah’a aittir” demektir.
قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ: “‘Değer Allah’a aittir’ de” demektir. Neyin değerli neyin değersiz olduğu Allah’a göredir. Allah’ın değer verdikleri değerli, Allah’ın değer vermedikleri değerli değildir. İnsanlar için Dolar çok değerli olabilir ama Allah için değerli değildir.
بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Oysa onların çoğunluğu akletmezler.
بَلْ: “Oysa” demektir. İdrab edatıdır. Bu edat atıf harfi ve idrab edatı olarak kullanılır.
- Atıf harfi ve idrâb edatı olan بَلْ: Bu edattan sonra gelen “müfred” ise atıf harfi ve idrâb edatıdır. Kur’an’da atıf harfi ve idrâb edatı olarak geçişi yoktur.
- İdrâb ve ibtida edatı olan بَلْ: Bu edattan sonra gelen “cümle” ise atıf harfi değildir. Yeni bir cümleyi başlatmaktadır. İdrâb ve ibtida edatıdır. İdrâb ve ibtida edatı olduğunda iki şekilde gelir:
- İptâli idrâb (الْإِضَرَابُ الْاِبْطَالِيُّ): Öncesindeki cümledeki manayı iptal eder ve arkasından gelen cümledeki mana ile doğrusunu getirir. “Bilakis, aksine” anlamlarına gelir.
- İntikâli idrâb (الْإِضَرَابُ الْاِنْتِقَالِيُّ): Öncesindeki cümlenin manasını iptal etmez. Bir haberden başka bir habere, bir konudan başka bir konuya intikal (geçiş) vardır. Sonraki cümleyi, önceki cümleye ilave eder. “Bununla beraber, buna ilaveten, bunun üzerine, buna rağmen, aynı zamanda, zaten, halbuki, oysa, oysaki” anlamlarına gelir.
Burada intikali idrab vardır. Önceki cümlenin manasını iptal etmemektedir.
أَكْثَرُ: “Daha çok” anlamındadır. كثر kökünden beşinci babdan gelmiştir. Çoğalmak manasındaki fiilden “daha çok” manasına gelmiş ism-i tafdildir. İsim tamlamasında muzaf olarak gelirse çoğunluk anlamına gelir.
هُمْ: “Onlar” demektir.
أَكْثَرُهُمْ: “Onların çoğunluğu” demektir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَعْقِلُونَ: “Aklederler” demektir. Akletmek bağlantılar kurarak belirli bir metodolojiyle sonuca varmak, karar almak demektir. Bilimsel metodolojiyi ifade eder. Cehaletin zıddıdır. Cehalet bilmemek değil akletmemektir, ilmi yöntemleri kullanmadan sonuca varmaktır.
لَا يَعْقِلُونَ: “Akletmezler” demektir.
أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ: “Onların çoğunluğu akletmezler” demektir.
بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ: “Oysa onların çoğunluğu akletmezler” demektir. Ayette لَا يَعْقِلُ أَكْثَرُهُمْ (Onların çoğunluğu akletmez) şeklinde fiil cümlesi gelmemiş, أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ (Onların çoğunluğu, onlar akletmezler) şeklinde isim cümlesi gelmiştir. Bunun sebebi te’kîddir. بَلْ getirilerek öncesine bağlanmış, hamd Allah’a aittir, oysa kesinlikle onlar akledemezler denmektedir.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Bu ayette iki kere هُمْ ve iki kere و (onlar) zamiri geçmektedir. Bu zamirler kimlere racidir? Onlar kimdir? İki ayet öncesinde de böyle bir durum vardı. Algı operasyonuna gelenleri ifade etmekteydi. Burada ise onların çoğu akletmezler demektedir. Akletme bu surede 35. ve 43. ayetlerde geçmektedir. 43. ayete kadar örnekler verilmiştir. 43. ayette de bu örneklerin insanlara verildiği ama bu örnekleri yalnızca alimlerin akledeceği söylenmektedir.
وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ
Ve o örnekler, insanlar için onları örnek veririz ve onları yalnızca alimler akleder.
Bu örnekler hangi örneklerdir?
- Nuh’un kavmi
- İbrahim’in kavmi
- Lût’un kavmi
- Şuayb’ın kavmi (Medyen’de)
- Hûd’un kavmi (Âd)
- Salih’in kavmi (Semûd)
- Karun, Firavun ve Haman
Bu ayetteki “onlar” hamdın yani değerin, değer vermenin Allah’a ait olduğunu akletmeyenlerdir, ayetin başındaki وَ ile bu örnekleri akletmeyenlere bağlanmaktadır. Yere hayat verenin Allah olduğunu bilmektedirler ama bir şeyin değerinin Allah’a göre olduğunu, Allah’ın bu kavimlerin örneklerini bize niçin verdiğini akletmemektedirler. Bunlar masal değildir. Bunların hepsi bizim için örneklerdir. Onları akletmemiz gerekir. Örnek almamız ve yapıp yapmayacağımız özellikle de yapmayacağımız şeyleri bu örneklerden görüp belirlemeliyiz. Bu kavimler Allah’ın istemediği amelleri yapmışlardır. Bu örnekleri akletmeyenlerin çoğunluğu Allah’ın değer verdiklerini de akletmemektedirler. Paranın peşinde koşmaktadırlar, para kazanarak kurtulacaklarını sanmaktadırlar. Vesenlerin peşinde koşmakta, kurtuluşu vesenlerde ve vesenlerin liderlerinde aramaktadırlar. Kuran’ın büyük bir kısmını görmezden gelmekte, kendi akıllarıyla Allah’ın değerli kıldıklarından daha iyisini bulacaklarını sanmaktadırlar. Oysa akletmemektedirler. Akledememekte değillerdir, aslında isterlerse akledebilirler ama akletmemektedirler. Akledemiyorlar denseydi ayet لَا يَسْتَطِيعُونَ أَنْ يَعْقِلُوا şeklinde olurdu. İnsanlara Kuran’dan ayetleri izah edin ve Kuran’dan çözümlerden bahsedin, hemen sizden uzaklaşacaklardır. Sizin ütopik fikirleriniz olduğunu söyleyeceklerdir. Kuran’ın ayetlerini, Kuran’da anlatılanları akletmek istemeyeceklerdir. Hatta bazıları ayetleri getirince 1-0 öne geçeceğinizden dolayı ayetleri delil olarak getirmenizi istemeyeceklerdir. Beş vakit namazı kılmakta, hacca gitmekte ama Kuran’ı akletmek istememektedirler. Hamdın Allah’a ait olduğunu da akletmemektedirler. Hayatları o kadar Kuran’sızdır ki Kuran onlar için son derece rahatsız edicidir. Kuran asla hayata sokulmamalıdır. Allah’ın değerli kıldığı Kuran onlar için değersizdir, çok parası olanlar, çok adamı olanlar, çoğunluk peşindeki vesenler değerlidir.
“Onlardan çok kimse akletmez” (كَثِيرٌ مِنْهُمْ لَا يَعْقِلُونَ) denmemiş, “Onların çoğunluğu akletmez” (أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ) denmiştir. Onlardan çok kimse deseydi sayıları az olamazdı. Sayılarının çok olması gerekirdi ki onlardan da çok kimse olsun. Onların çoğunluğu dediği zaman 10 kişi olsalar en az 6’sı, 5 kişi olsalar en az 3’ü, 100 kişi olsalar en az 51’i, 100000 kişi olsalar en az 50001’i bu tanıma girmiş olur. Buna göre akletmemek için çok kimse olmaya gerek yoktur. Topluluklarında çoğunluk akletmemektedir. Bu durumda akledenler ne durumdadır? İnsanlar çoğunluğa uydukları için akledenlerin değil akletmeyenlerin sözü geçmektedir. Akletmeyenlerin kuralları geçerli kurallar haline gelmektedir. Akledenler aklediyorlardır ama çoğunluk sistemi içinde etkileri olmamaktadır. Çoğunluk demokrasisinin sonucu budur. Akletmeyenlere uymayı gerektirir ve sonuçlar gün gibi ortadadır ve herkes açıkça görmektedir.
Bir önceki ayette Allah’ın rızkı açıp ölçülendirmesinden bahsedilmiş ve iki önceki ayetle bu ayet arasına parantez olarak getirilmiştir. Algı operasyonuna getirilenler de Allah’ın değerli kıldıklarının değerini akletmeyenler de rızık konusunda yanlış yoldadırlar. Rızkın kaynağını vesenlerde, çok mal sahibi, çok adamı olmada sanmaktadırlar. Değerli olanlar bunlar değildir. Allah bunları değersiz kılmaktadır. Hamd Allah’a aittir. Allah neye değer veriyorsa o değerlidir.
Yalova, Teşvikiye
22 Ekim 2022
M. Lütfi Hocaoğlu