ANKEBÛT SÛRESİ - 53. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ (57)
Her nefis ölümü tadandır sonra bize döndürüleceksiniz. (57)
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ
Her nefis ölümü tadandır.
كُلُّ: “Her” demektir. Mutlaka izafetle gelir ve her zaman muzaf olur. Muzafun ileyhi nekre gelirse muzafun ileyhinden olan her şeyi kapsar, marife gelirse muzafun ileyhinin tamamı anlamına gelir. كُلُّ كِتَابٍ derseniz “her kitap” anlamına gelir. كُلُّ الْكِتَابِ derseniz “kitabın tamamı” anlamına gelir. كُلُّ nün muzafun ileyhi hazf edilirse yani cümlede söylenmezse كُلٌّ, كُلًّا, كُلٍّ şeklinde tenvinle gelir. Böyle tenvinlere ivaz tenvini denir. Bu tenvinin yerine hazf edilen kelimenin takdir edilmesi gerekir.
نَفْسٍ: “Can” demektir. نفس kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak birisinin bir başkasından ayrılarak ayrıldığı varlıktaki özellikleri ve sıfatları taşıyarak yeni bir varlık olması manasındadır. Bu mastar manasından ayrılan yeni varlık olarak “can” anlamında isimdir. Dişildir. Çoğulu أَنْفُس ve نُفُوس dur.
كُلُّ نَفْسٍ: “Her nefis” demektir. Geçmiş, şimdiki ve gelecek zamandaki tüm canları kapsar.
ذَائِقَةُ: “Tadan” demektir. ذوق kökünden birinci bâbdan dişil tekil merfu ism-i fâildir. ذَوْق tatmaktır. Bir şeyi veya bir işi anlamak, o işin veya durumun gerçeğini bilmek için o şeyin veya o işin izlerini duyuları kullanarak tecrübe etmek demektir. Yemeği tatmak, acıyı tatmak, sıcaklığı tatmak şeklinde kullanılır. Bu tatma dille, deriyle (dokunmak, basınç), burunla (koklamak) olabilir. Sözcüklerle, rakamlarla tarif edilemeyen bir duygudur. Bu nedenle görme duyusu tatma fiiline dahil değildir. Görme tarif edilebilir, görülen şeyin fotoğrafı çekilebilir, renkler bile rakamlarla ifade edilebilir. Günümüzde RGB sistemi ile tüm renkler kodlanmıştır ve bilgisayarlarda renkler bu rakamlarla kaydedilir ve gösterilir.
الْمَوْتِ: Ölüm demektir. موت kökünden birinci bâbdan mastardır.
ذَائِقَةُ الْمَوْتِ: “Ölümü tadan” demektir.
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ: “Her nefis ölümü tadandır” demektir.
Ölüm ile vefatın farkı nedir? Ölüm nedir? Vefat nedir? Bunları tanımlamamız gereklidir.
إِذَا جَاءَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ
Sizden birine ölüm geldiğinde elçilerimiz onu vefat ettirir ve onlar geri bırakmazlar. (Enam 61)
Bu ayette ölümle beraber vefatın da gerçekleştiği gösterilmektedir.
قُلْ يَتَوَفَّاكُمْ مَلَكُ الْمَوْتِ الَّذِي وُكِّلَ بِكُمْ ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ
“Size vekil kılınmış ölüm meleği sizi vefat ettirir sonra rabbinize döndürülürsünüz” de. (Secde 11)
Bu ayette ölüm meleğinin vekil kılınarak vefat ettirdiği anlaşılmaktadır.
وَاللَّاتِي يَأْتِينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ أَرْبَعَةً مِنْكُمْ فَإِنْ شَهِدُوا فَأَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتَّى يَتَوَفَّاهُنَّ الْمَوْتُ أَوْ يَجْعَلَ اللَّهُ لَهُنَّ سَبِيلًا
Kadınlarınızdan fahişeye gelenler, onların aleyhinde sizden dört şahit isteyin. Eğer şahitlik ederlerse ölüm onları vefat ettirene veya Allah onlar için bir yol kılana kadar onları evlerde tutun. (Nisa 15)
Bu ayette de ölümün vefat ettirmesi kavramıyla karşılaşıyoruz. Ölümle vefat arasındaki ilişkinin anlaşılması gerekmektedir.
وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ بِاللَّيْلِ
O geceleri sizi vefat ettirendir. (Enam 60)
Bu ayette gecelerin belli kesimlerinde gerçekleşen vefattan bahsedilmektedir.
اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنْفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى
Allah nefisleri ölümleri zamanında vefat ettirir ve ölmemiş olanları uykusunun içinde. Üzerine ölüm gerçekleşeni tutar ve diğerlerini isimlendirilmiş bir ecele doğru irsal eder. (Zümer 42)
Bu ayet vefat ve ölüm arasındaki ilişkiyi açıklamaktadır. Öncelikle nefs kavramının bilinmesi gerekmektedir. Her insanın bir bedeni vardır ve ruhu vardır. Ruh + beden = nefstir. Ruh ve beden arasında bizim göremediğimiz bir bağ vardır. İşte bu bağın kopmasına vefat denir. Vefat iki durumda olur. Biri ölüm diğeri ise uykudur. Vefat halinde zamansızlık başlar. Vefat boyunca geçen süreyi hissedemeyiz. Uykudaki geçen süreyi anlayamamamız bunun örneğidir. Bu nedenle ölüm sırasında geçen süreyi de anlayamayacağız.
أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّى يُحْيِي هَذِهِ اللَّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا فَأَمَاتَهُ اللَّهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ
Veya arşları çökmüş halde olan kasabaya uğrayan gibi. “Allah ölümünden sonra bunu (karyeyi) nasıl diriltecek” dedi. Allah onu 100 yıl öldürdü sonra onu baas etti. “Ne kadar kaldın?” dedi. “Bir gün veya bir günün bir kısmı” dedi. “Hayır, 100 yıl kaldın” dedi. (Bakara 259)
Bu ayette 100 yıl ölü kalan kimse geçen süreyi bir gün kadar sanmaktadır. Ölüm sırasında vefat gerçekleştiği için zamansızlık başlamıştır ve artık zamanı anlama şansı ortadan kalkmıştır. Milyar yıl bile ölü olarak kalsa insan bunu bir gün veya daha azı sanacaktır. Aynı uyku gibidir. 8-10 saat deliksiz uyuduğunuzda uyuma sürenizi anlayamazsınız. Yıllarca komada kalıp uyanan insanlar da geçen süreyi anlayamazlar. Bu durumlar vefat halleridir.
Bu durumda “ölümü tatmak” ne demektir? Tatma duyu organları ile olur ve tarif edilemez. Bu nedenle görme duyusu tatmaya dahil değildir. Mesela ekşi tadı veya acı tadı kimse tarif edemez. Ancak ilk defa onu tattığınızda başka birisinden onun tadının ekşi olduğunu öğrenebilirsiniz. Duyduğunuz ağrıyı da tarif edemezsiniz. Ağrı hissi tıpkı dilin tattığı tatlar gibi sözcüklerle anlatılamaz. Ölümü tatmak da anlatılamaz. Ancak duyularımızla onun ölüm olduğunu anlarız ama ölmeyen kimselere bunu anlatamayız. Ancak kıyamet yevminde insanlar birbirlerine tattıkları ölümü anlatacaklar ama yine de tarif edemeyeceklerdir. Bu tatma ifadesi bile ölümün bir son olmadığını bu ölümün tadını bileceğimizi göstermektedir. Tadını bilmemiz için ölümden sonra yaşam olması zorunludur.
Hiçbir insan uykuya daldığı anı bilemez. Uykuda vefatta olduğu için ve ölümde de vefatta olduğu için ölümün ilk anını da aynı şekilde bilemez. Uyuduğumuzu ancak uyandığımızda anlayabiliyorsak öldüğümüzü de ancak dirildiğimizde anlarız. İşte o zaman ölümün tadını anlamış oluruz. Ölümü tadan ancak dirildiğinde ölümün tadını bilecektir.
لَا يَذُوقُونَ فِيهَا الْمَوْتَ إِلَّا الْمَوْتَةَ الْأُولَى
Orada (cennette) ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. (Duhan 56)
Bu ayette cennette ölümün tadılmayacağı söylenmiştir. İlk ölümün tadı istisna edilmiştir. Bu durumda şu soru sorulabilir, eğer bir şeyin ilki varsa sonrası da yok mudur? Burada “onların ilk ölümü” (مَوْتَتَهُمُ الْأُولَى) veya ilk (الْأُولَى) sıfatı olmadan “bir ölüm” (الْمَوْتَةَ) denmemiştir. “İlk ölüm” (الْمَوْتَةَ الْأُولَى) denmiştir. Buna göre bu ilk ölümü tadanlardan cennette olmayanlar en az bir ölüm daha tadacaklardır.
قَالُوا رَبَّنَا أَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَأَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ إِلَى خُرُوجٍ مِنْ سَبِيلٍ (11) ذَلِكُمْ بِأَنَّهُ إِذَا دُعِيَ اللَّهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْ وَإِنْ يُشْرَكْ بِهِ تُؤْمِنُوا فَالْحُكْمُ لِلَّهِ الْعَلِيِّ الْكَبِيرِ (12)
“Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere hayat verdin. Suçlarımızı itiraf ettik. Çıkışa bir yol var mı?” dediler. Bu Allah’ın birliğine çağrılınca görmezde gelmeniz ve ona ortak edilince iman etmenizden dolayıdır. Hüküm âli, kebîr Allah’a aittir. (Mümin 11-12)
Bu ayette iki kere ölenler Allah’tan çıkış istemektedirler. İşte ilk ölüm sonrası ölümü tadanlar bunlardır.
Her nefis ölümü tadandır (كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ) demektedir. “Her nefis ölümü tadacaktır” (كُلُّ نَفْسٍ تَذُوقُ الْمَوْتَ) ya da “her nefis ölümü tattı” (كُلُّ نَفْسٍ ذَاقَتِ الْمَوْتَ) dememiştir. ذَائِقَةُ ism-i fâildir. İstimrar ve sübut bildirir. Ancak burada tek bir nefis olmadığı için ve bu nefisler farklı zamanlarda yaşadıkları için ism-i fâil kullanılmıştır. Geçmişte ölümü tadan, şimdiki zamanda tadıyor olan ve gelecek zamanda tadacak olanı ifade etmek için ism-i fâil kullanılmıştır. Bazıları ölümü birden fazla tadacağı için de ism-i fâil kullanılmıştır.
Burada dikkat edilmesi gereken nefs kelimesinin izafetle kullanıldığında ruh + beden olmadığı “kendisi” anlamına geldiğidir. Allah da kendisinden bahsederken ayette نَفْسِي (kendim) (Taha 41) şeklinde gelmektedir. Buradan Allah’ın da bedeni olduğu sonucu çıkmamaktadır. Bu gramersel bir durumdur. نَفْس kelimesi tekillik-ikillik-çoğullukta kendisine uyan bir zamire muzaf olursa “kendisi-kendileri” anlamına gelir (onun canı=kendisi).
Kuran’da geçişi | Anlamı |
أَنْفُسَكُمْ | Kendiniz |
أَنْفُسَهُمْ | Kendileri |
أَنْفُسَنَا | Kendimiz |
نَفْسَكَ | Kendin |
نَفْسَهُ | Kendisi (eril) |
نَفْسَهَا | Kendisi (dişil) |
نَفْسِي | Kendim |
Allah’ın bedeni olmadığı için Allah nefs değildir. Nefs olan biziz. Bizim nefsimiz beden ve ruhtan meydana gelir. Bağ kesildiği anda vefat ederiz. Bu vefat uykuyla (koma dahil) veya ölümle olur. Baas demek vefat halinde olan bedene ruhun yeniden bağlanması demektir. Ölmüş bedenimize ruh nasıl bağlanacaktır? Evet, ölmüş bedenimize ruh bağlanacaktır. Bizim yaşadığımız her an dört boyutlu uzay içinde üç boyutlu heykeller şeklinde kayıtlı olarak durmaktadır. İşte o ölmeden hemen önceki bedenimize ruh bağlanacaktır. O geçmiş zamandan gönderileceğiz. İşte bu baas yevminde olacaktır.
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ (143) لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (144)
Tesbih edenlerden olmasaydı onun (balığın) karnında baas olunacakları yevme kadar kalacaktı. (Saffat 143-144)
Bu ayetlerde Yunus Peygamber balığın karnında baas yevmine kadar kalacaktı demektedir. Ancak balık o zamana kadar yaşayacak, Yunus Peygamber de orada kalacak anlamı çıkmaz. Orada ölecekti ve orada öldüğü için o zamandaki, balığın karnındaki bedenine ruh bağlanacaktı, oradan baas edilecekti. İşte bu baas yerine Kuran’da مَرْقَد demektedir. مَرْقَد ism-i zaman ve mekândır. رقد kökündendir. Durgunluğu, hareketsizliği ifade eder. مَرْقَد donuk kalınan yer veya zaman anlamındadır.
يَاوَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَا
Vay bize, kim bizi merkadımızdan baas etti. (Yasin 52)
Bu ayette ölmenin gerçekleştiği dört boyut içindeki üç boyutlu mekân ve zamandaki merkaddan baas edilme anlatılmaktadır. Bu nedenle bir insanın cesedi yakılsa da mezarda çürüse de suda sabunlaşsa ve dağılsa da fark etmez. Sonuçta ölmeden hemen önceki merkadından baas edileceği için herkes hangi yaşta öldüyse o bedenle baas edilecektir. Bedensel değişimler bundan sonra olacaktır. Mezar içinde yaşanacağı anlatılan münker ve nekir sorgusu, kabir azabı gibi hikayeler gerçek değildir. Bu nedenle mezar başında yapılan Allah’ın istemediği ruhban sınıfının kendilerini duymayacağı ayette açıkça ifade edilen ölüye söyleyeceklerini ezberletmek için yapılan akıl dışı telkin konuşması da bid’attan öte bir şey değildir. Bunlar için uydurulan hadisler de mebzul miktarda mevcuttur.
ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Sonra bize döndürüleceksiniz.
ثُمَّ: “Sonra” demektir. Atıf harfidir. كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ cümlesine إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ cümlesini atfetmiştir.
Cümleleri birbirine atfeden ثُمَّ ma’tûfun aleyhle ma’tûf arasında oluşun sırasını gösterir, buna “tertip” denir. Önce ma’tufun aleyh, sonra ma’tûf gelir. Bu nedenle sümme ile yapılan atıfta ma’tûf ile ma’tûfun aleyh yer değiştiremez. Zamansal olarak peşi sıra oluşu göstermez, arada belirli bir zaman geçmiştir. Bu nedenle “takip etkisi yoktur”. Bu arada boşluk olmasına “terahi” (تَرَاخِي) denir.
İş yapmada ma’tûfun aleyh ile ma’tûf arasındaki boşluğun belirli bir süresi yoktur, duruma göre bu süre değişir. Kısa bir süre olabileceği gibi uzun bir süre de olabilir.
Atıf fâsı (فَ) da zamansal ilişki için gelir. Atıf fâsına tertip ve takip fâsı da denir. ثُمَّ gibi ma’tûfun aleyhle ma’tûf arasında oluşun sırasını gösterir (tertip) ve ma’tûf ile ma’tûfun aleyh yer değiştiremez. ثُمَّ den farklı olarak zamansal olarak peşi sıra oluşu gösterir. Buna “takip” denir. İş yapmada ma’tûfun aleyh ile ma’tûf arasında bir boşluk yoktur, ma’tûf ma’tûfun aleyhten hemen sonra aynı işi yapmıştır.
إِلَى: “-e” demektir.
نَا: “Biz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
إِلَيْنَا: “Bize” demektir.
تُرْجَعُونَ: “Döndürüleceksiniz” demektir. “Başlangıç noktanıza, geldiğiniz yere geri döndürüleceksiniz” demektir. Meçhul (edilgen) fiildir. رجع kökünden ikinci bâbdan gelmektedir. Bu kökün bir özelliği vardır. Hem lazım (geçişsiz) hem de müteaddidir (geçişli). Lazım fiiller mef’ûl almazlar yani fiilden etkilenen fiili yapanın kendisidir, etkilenen başka birisi yoktur. Müteaddi fiillerde ise fâilin yaptığı fiilin etkilediği bir mef’ûl vardır. Bu kök aynı bâbdan geldiği halde hem lazım hem de müteaddi olabilmektedir. Fark mastardadır.
| Mastar | Muzari | Mazi |
Lazım | رُجُوع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Müteaddi | رَجْع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Burada تُرْجَعُونَ meçhul fiildir ve bu nedenle lazım olamaz, müteaddi olmak zorundadır. Bu nedenle müteaddi meçhul olarak manası “döndürülürsünüz” şeklindedir.
إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ: “Bize döndürüleceksiniz” demektir. كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ cümlesine ثُمَّ ile atfedilmiştir. Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesi zaman ifade ederse ثُمَّ ile fiil cümlesine atfedilebilir. Burada isim cümlesi “her nefis ölümü tadandır” olduğu için aslında ölümü tatma fiilinin zamanını her nefis için ayrı ayrı ifade etmiş olmakta ve böylece zaman ifade etmiş olmaktadır. Bu nedenle burada atıf gerçekleşmiştir.
17. ayette İbrahim Peygamber إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (O’na döndürüleceksiniz) demiştir. Öncesinde vesenlere ibadetten bahsetmiş, sonrasında bu cümleyi söylemiştir. Bu ayette ise إِلَيْهِ (O’na) yerine إِلَيْنَا (bize) şeklinde söylenmiştir. Kuran’da Allah için ben, o ve biz zamirleri kullanılır. Buradaki gibi biz kullanıldığında Allah’ın kulları (insanlar, melekler, ruhlar) veya doğal ve sosyal kanunları vasıtasıyla gerçekleşen olaylar anlatılır. Bize döndürüleceksiniz dendiğinde ölümden sonra melekler, ruhlar vasıtasıyla yapılacak olan baas, yargılama, cennet ve cehenneme yerleştirilme gibi olayların gerçekleşeceği anlatılmış olmaktadır.
Burada ثُمَّ ile beraber gelmiştir. Yani ölüm tadılacak, aradan zaman geçecek ve artık Allah’ın görevlileri vasıtasıyla birtakım süreçler gerçekleşecektir.
Bu ayet يَاعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ فَإِيَّايَ فَاعْبُدُونِ ayetinden sonra gelmiştir. İman eden kullarına Allah doğrudan te’kîdli bir şekilde “bana, yalnızca bana çalışın” demiş ve ardından her nefsin ölümü tadacağı söylenmiştir. Ardından da döndürülme süreci söylenmiştir. Yalnızca bana çalışın, başka işlerle uğraşmayın, nasıl olsa öleceksiniz ve hesap vereceksiniz denmiştir. Batıl yollarla hakkı getirmeye çalışmayın, Allah’ın düzenini batıl düzenler içinde getirmeye çalışmayın, ölecek ve hesap vereceksiniz. Bunu siz hayatta iken yapmak zorunda değilsiniz, siz başlatırsınız, çabalarsınız, ölürsünüz ve sizin yaptıklarınız, bıraktıklarınız üzerine sizden sonrakiler Allah’ın düzenini getirirler. Çok hırslanmayın, batıl içinde çabalamayın, Allah’ın istemediği çoğunluk demokrasisi içinde vesenler ile sonuçlar elde etmeye çalışmayın. Size bu kısa yol gibi görünüyor, çabuk sonuç alacakmışsınız gibi geliyor ama tam tersine, hem Allah’tan başkasına ibadet etmiş olacaksınız hem de ölüm sonrasında bunun hesabını vereceksiniz.
Yalova, Teşvikiye
17 Eylül 2022
M. Lütfi Hocaoğlu