ANKEBÛT SÛRESİ - 49. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قُلْ كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ (52)
“Sizinle benim aramda şehîd olarak göklerde ve yerde olanı bilen Allah yeter” de. Batıla iman eden ve Allah’ı görmezden gelenler, onlar hasarda olanlardır. (52)
قُلْ كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ
“Sizinle benim aramda şehîd olarak göklerde ve yerde olanı bilen Allah yeter” de.
قُلْ: “De” demektir. قول kökünden ikinci tekil şahıs emir fiildir.
كَفَى: “Yetti” demektir. Birisinin veya bir şeyin başka birisinin veya bir şeyin yardımı veya ortaklığı olmadan tek başına bir işi tam olarak yapabilmesi demektir. كفي kökünden ikinci bâbdan mazi eril üçüncü tekil şahıstır.
بِ: Harf-i cerdir. كَفَى fiilinin fâilinden önce gelir. Bazen bu harf-i cer olmadan da fâil gelebilir. Bu harf-i cerin gelmesi konusunda değişik görüşler vardır. Taaccüb fiillerindeki gibi te’kîd için geldiği görüşü vardır. Diğer taraftan musahabe (birliktelik) anlamında olup hazf edilmiş bir mastarla اكْتفاؤك بِ şeklinde müteallak olduğu görüşü de vardır.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
بَيْنَ: “Arası” demektir. İki anlamı birden barındırır. Hem ayrılma hem de birleşme manalarına sahiptir. Bu nedenle ara manasındadır. Aranın açılması veya birleşmesi bu nedenle bu kelime ile ifade edilir.
ي: “Ben” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
بَيْنِي: “Benim aram” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir.
بَيْنَ: “Arası” demektir.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
بَيْنَكُمْ: “Aranız” demektir.
بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ: “Sizinle benim aramda” demektir. Arapçada zamir muzafun ileyh olduğunda doğrudan atfedilemez. Bu nedenle muzafın tekrarlanması zorunludur. بَيْنِي وَكُمْ şeklinde kullanılmaz. Bunun yerine بَيْنَ tekrarlanır. İki ayrı بَيْنَ (arası) yoktur. Sadece kural gereği tekrarlanmıştır.
شَهِيدًا: “Şehîd, bilgiyle karar verici” demektir (mübalağalı şekilde). Kökü شهد dir. Dördüncü babdan müteaddi fiilden türeyen mübalağalı ism-i fâildir. Bir konuda ilimle karar vermek manasındaki fiilden gelmiştir. Düzensiz çoğulu شُهَدَاء dır. كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ deki Allah’ın hâlidir. Şehadet “kesin bilgiyle karara varmak” demektir. Şahit (شَاهِد) kesin bilgiyle karara varan demektir. Türkçede kullanıldığı şekliyle görgü tanığı demek değildir.
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَنْ نَفْسِي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ أَهْلِهَا إِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِبِينَ (26) وَإِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِقِينَ (27) فَلَمَّا رَأَى قَمِيصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ (28)
(Yusuf) “O benim nefsimden murad etti” dedi ve onun (kadının) ehlinden bir şahit şahitlik etti. Eğer onun (Yusuf’un) gömleği önden yırtılmışsa o (kadın) doğru söyledi ve o (Yusuf) yalancılardandır. Eğer onun (Yusuf’un) gömleği arkadan yırtılmışsa o (kadın) yalan söyledi ve o (Yusuf) doğrulardandır. Gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce “Kesinlikle o siz kadınların kurgusudur. Kesinlikle siz kadınların kurgusu büyüktür.” dedi. (Yusuf 26-28)
Bu ayetlerde Yusuf ile kadının arasında meydana gelen olayda şahitlik eden olayı görmemiştir. Gömleğin önden veya arkadan yırtılmasına göre karar verecektir. Bunu açıkladıktan sonra gömleğe bakmış ve Yusuf’un doğru, kadının yalan söylediği ortaya çıkmıştır. Şahidin görgü tanığı olmadığı, bilirkişi olduğu bu ayetlerde açıkça görülmektedir.
وَمَا شَهِدْنَا إِلَّا بِمَا عَلِمْنَا
Biz yalnızca bildiğimizle şehadet ederiz. (Yusuf 81)
Bu ayette şahitliğin yalnızca ilimle yani kesin bilgiyle olacağı söylenmektedir.
Şehîd ise şahidin mübalağalısıdır. Şahitlik yapmanın artık o kimsenin vasfı haline geldiğini gösterir.
Bir konuda bilimsel görüşe dayanarak verdiği karar doğru kabul edilen kimse şehiddir. Allah yolunda öldürülenlere şehîd denmesi Kuran’a uygun olmayan bir adlandırmadır.
كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا: “Sizinle benim aramda şehîd olarak Allah yeter” demektir.
يَعْلَمُ: “Bilir” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil muzari merfu fiildir. Fâili müstetir هُوَ dir. Allah’a racidir.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
السَّمَوَاتِ: “Gökler” demektir. سمو kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan سُمُوٌّ mastarı bütün seviyelerin üstüne çıkmak, en üst seviyeye yükselmek manasındadır. Bu mastar manasından bütün seviyelerin üstüne çıkan manasında سَمَاءٌ her şeyin en üstü olarak “gök” anlamında camid isimdir. İsm-i cem-i cinstir. Yani hem cinsi ifade eder hem de topluluğu ifade eder. Yani gök cinsi veya gök topluluğu demektir. Cins ifade ettiği zaman eril, cem ifade ettiği zaman dişildir. İsm-i cemi cinsler sonuna ة alarak müfredleşirler. Yani tekili سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ dür. İsm-i cemi cins bu şekilde ة alarak müfredleştikten sonra çoğulu سَمَوَاتٌ dür. Ancak Kuran’da سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ şeklinde kullanımı yoktur. Kuran tekil olarak da yine سَمَاء yı kullanmaktadır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. السَّمَوَاتِ ı الْأَرْضَ a atfetmektedir.
الْأَرْضِ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَضٌ mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْضٌ “yer” anlamındadır. “Yeryüzü” manasına da gelir.
السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Gökler ve yer” demektir. İki ayrı varlık değildir. “Kâinat” anlamında terimdir.
فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Gökler ve yerde” demektir.
مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Gökler ve yerde olan” demektir. Burada مَا ism-i mevsuldür. Sıla cümlesi harf-i cer ve mecrurdan oluşmaktadır. Hazf edilmiş istikrar veya kevn fiili vardır. Fâili de müstetir هُوَ dir ve sıla cümlesinin aid zamiridir. Böyle harf-i cer ve mecrurlara zarf-ı müstakar denir. مَا ism-i mevsulü kullanıldığı için “kainatta her ne varsa” anlamındadır.
يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Göklerde ve yerde olanı bilir” demektir. Bu cümle hâl cümlesidir. كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا cümlesindeki Allah’ın ikinci hâlidir. Birinci hâl شَهِيدًا dir.
كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Sizinle benim aramda şehîd olarak göklerde ve yerde olanı bilen Allah yeter” demektir.
قُلْ كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Sizinle benim aramda şehîd olarak göklerde ve yerde olanı bilen Allah yeter, de” demektir.
Bu cümlede Allah’ın iki hâli vardır. Birisi şehîd olmasıdır. Diğeri evrende olan her şeyi bilmesidir. İkinci hâl birinci hâl olan şehitliği açıklamaktadır. Allah her şeyi bildiği için şehitlik de kesin bilgiye dayandığı için aralarında Allah’ı şehit olarak açıklaması istenmektedir. Başka kimselerin şehitliğine ihtiyaç yoktur. Çünkü onlar Allah’ın ayetlerini önemsizleştirmekte, görmezden gelmekte ve geçersiz kılmaktadırlar. Başka ayetler istemektedirler. İşte böyleleri ile tartışmalarda herhangi bir bilirkişi işe yaramamaktadır. Tartışma sonuç vermeyecektir. Ayetlerden anlamamakta, kendi istedikleri ayetleri istemektedirler. Onlarla aramızdaki sorunun bilirkişisi Allah’tır. Onlar da dünya hayatında Allah’la konuşamayacakları için onlarla aramızdaki bilirkişiliği ahirete bırakacağız, onlarla şimdi ilgilenmeyeceğiz demektir.
وَالَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Batıla iman eden ve Allah’ı görmezden gelenler, onlar hasarda olanlardır.
وَ: İsti’nafiyye edatıdır. Öncesinde emir cümlesi vardır, sonrasında isim cümlesi vardır. Atfa uygun değildir. Aralarında anlamsal bir ilişki olduğu için bu vâv-ı isti’nafiyye getirilmiştir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Eril çoğul has ism-i mevsuldür.
آمَنُوا: “İman ettiler, güvendiler” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. Fâili içinde olan merfu muttasıl zamir olan cem vâvıdır (آمَنُوا) ve bu vâv has ism-i mevsulün aid zamiridir.
بِ: “-e” demektir. Harf-i cerdir. İman fiiliyle güvenilen kimse, şey bu harf-i cerden sonra gelir.
الْبَاطِلِ: “Geçersiz” demektir. بطل kökünden isimdir. İkinci bâbdan بَطَلَ - يَبْطِلُ şeklinde bir işin, bir amelin, bir fiilin, bir şeyin işe yaramaması, hükümsüz olması, ürün vermemesi, geçersiz olması manasındadır. حقق kökünden hakkın zıttıdır. Bu durumda şu soru sorulabilir: bir şey hak değilse batıl mıdır? Batıl değilse hak mıdır? O zaman Kuran’a bakmamız gerekir.
يَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ
Nebileri haksızlıkla öldürüyorlar. (Bakara 61)
قُلْ يَاأَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا فِي دِينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ
“Ey kitap ehli, dininizde haksızlıkla galeyan etmeyin” de. (Maide 77)
فَلَمَّا أَنْجَاهُمْ إِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ
Onları kurtarınca hemen onlar yerde haksızlıkla bağy ediyorlar. (Yunus 23)
سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ
Yerde haksız yere büyüklenenleri yakında ayetlerimden döndüreceğim. (Araf 146)
الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ
Yurtlarından yalnızca rabbimiz Allah’tır demeleri sebebiyle haksızlıkla çıkarılanlar. (Hac 40)
وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ
O ve orduları yerde haksızlıkla büyüklendi. (Kasas 39)
ذَلِكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَفْرَحُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَمْرَحُونَ
O, yerde haksızlıkla ferahlanmanız ve coşuyor olmanız sebebiyledir. (Mümin 75)
Bu ayetlerde görüldüğü gibi hak olmayan batıl, batıl olmayan hak olsaydı غَيْرِ الْحَقِّ şeklinde gelmemesi gerekirdi.
Bu ayetlere göre haksızlıkla yapılmaması istenenler:
- Öldürmek
- Galeyan: Kaynama
- Bağyetmek: Sınırı aşmak
- Büyüklenmek (Tekebbür): Birileri büyüttüğü için kendini büyük görmek
- Büyüklenmek (İstikbar): Doğrudan kendini büyük görmek
- Yurtlarından çıkarmak
- Ferahlanmak
وَلَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ
Mallarınızı aranızda batılla yemeyin. (Bakara 188)
Batılla yapılmaması istenen malların yenmemesidir.
Bütün hak dışılar batıl olmadığına göre hak olmadığı halde batıl da olmayan bir ara durum olmalıdır.
فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلَّا الضَّلَالُ
Haktan sonra dalaldan başka olan nedir? (Yunus 32)
Buna göre hak olmayan iki durum vardır: ضَلَال ve باطل. İkisi birden غَيْرَ الْحَقِّ dır. ضَلَال kaybolma, hedeften sapma demektir. Belirsizlik demektir.
Birisini ancak hak ile öldürebilirsiniz. Belirsizlik durumunda öldüremezsiniz. Malları batılla yemeyeceksiniz, belirsizlikle yeme durumu olabilir. Malları yerken tam bir hak durumu meydana gelmeyebilir. Mallarda hakkın sınırları tam olarak çizilemeyebilir. Batılın sınırları bellidir ve mallar batılla yenmemelidir.
آمَنُوا بِالْبَاطِلِ: “Batıla iman ettiler, batıla güvendiler” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. آمَنُوا بِالْبَاطِلِ cümlesine كَفَرُوا بِاللَّهِ cümlesini atfetmektedir.
كَفَرُوا: “Görmezden geldiler” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. Fâili merfu muttasıl zamir olan cem vâvıdır (كَفَرُوا).
بِ: “-ı” demektir. كَفَرُوا fiilinin mef’ûlü yani görmezden gelinen bu harf-i cerden sonra gelir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
كَفَرُوا بِاللَّهِ: “Allah’ı görmezden geldiler” demektir.
آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ: “Batıla iman ettiler ve Allah’ı görmezden geldiler” demektir.
الَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ: “Batıla iman eden ve Allah’ı görmezden gelenler” demektir.
أُولَئِكَ: “Onlar” demektir. Uzak ism-i işarettir.
هُمُ: “Onlar” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul zamirdir. Fasıl zamiridir.
الْخَاسِرُونَ: “Hasarda olanlar” demektir. Marife eril çoğul merfu ism-i fâildir. خَسَار olması beklenen fonksiyonel özelliğin olmamasıdır (güç ve kuvvet kaybı). خُسْر olması beklenen maddi veya fonksiyonel özelliğin olmamasıdır (güç kuvvet kaybı, mal kaybı). خُسْرَان, خُسْر un mübalağalısıdır. خُسْر‘da kişi veya varlık kendi potansiyel gücünün (maddi/manevi) altındadır. Bu güce çıkıp düşmüş de olabilir, hiç ulaşmamış da olabilir.
Olması gereken özelliklerden birinin veya daha fazlasının olmaması demektir. O özelliğin ya da özelliklerin noksanlaşması da bu kökle ifade edilir.
Hasarda olanlar maddi ve manevi potansiyelinin altında olanlar demektir.
أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ: “Onlar hasarda olanlardır” demektir. Burada aradaki هُمْ zamiri fasıl zamiridir.
Müşarun ileyh Bedel | İsm-i işaret Mübdelün minh |
الْخَاسِرُونَ | أُولَئِكَ |
O hasarda olanlar |
Eğer bu zamir olmazsa mübdelün minh, bedel şeklinde olur ve cümle olmaz.
Haber | Fasıl zamiri | Mübteda |
الْخَاسِرُونَ | هُمْ | أُولَئِكَ |
Onlar hasarda olanlardır. |
Bu zamir olunca mübteda ve haber şeklinde cümle olur.
الَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ: “Batıla iman eden ve Allah’ı görmezden gelenler, onlar hasarda olanlardır” demektir.
Kuran’da batıla iman ifadesi vardır ama hakka iman ifadesi yoktur. Allah haktır ve Allah’a iman vardır. Batıla iman yani batıla güvenmek ne demektir? Geçersiz olana, fayda etmeyecek olana, ürün vermeyecek olana, gelip geçici olana güvenmek demektir. Bu durumda şu soru sorulabilir: bir şeyin batıl olup olmadığını nereden anlayacağız? Kuran’dan anlayacağız.
Burada bireysel olarak batıla güvenme durumu yoktur. Has ism-i mevsul olan الَّذِينَ ile gelmiştir. Organize bir topluluktur. Batıla güvenmede organize oldukları gibi Allah’ı görmezden gelmede de organize olmuşlardır. Hem de sıla cümlesi mazi fiille gelmiştir. Muzari ile gelmemiştir. Muzari ile gelseydi الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْبَاطِلِ وَيَكْفُرُونَ بِاللَّهِ şeklinde gelirdi ve o durumda batıla güvenme ve Allah’ı görmezden gelme tam yerleşmemiş, sistem tam oturmamış olurdu. Mazi fiille geldiği için batıla güvenme ve Allah’ı görmezden gelme yerleşik hale gelmiştir. Organize sistem tam oturmuştur, tüm kurulları çalışmakta ve kurallar yerleşik haldedir.
Batıla güvenmektedirler, Allah’ı da görmezden gelmektedirler. Allah yokmuş gibi sistem kurmuşlardır. Mekke’de müşrikler böyle organize olmuşlardır. Sistemleri batıla güvenme ve Allah’ı görmezden gelme şeklindedir. Tüm kuralları ve kurulları bu yöndedir.
Günümüzde de çoğunluk sistemi Allah’ın indinde geçersizdir, batıldır. Gelip geçicidir. Sonuca varıcı değildir. Çoğunluk sistemi içindeki organizasyonlar batıla iman etme ve Allah’ı görmezden gelme organizasyonlarıdır. Günümüzün en büyük sorunudur. Sermaye tüm dünyayı bu sistemle idare etmektedir. Parmağının ucunda oynatmaktadır. Çoğunluk sistemine güvenmek batıla güvenmek demektir. Çoğunluk sistemi içinde başarılar aramak Allah’ı görmezden gelmek demektir.
Günümüz ekonomi sistemleri de batıldır ve bu batıla iman eden ve Allah’ı görmezden gelme organizasyonları bu sistemler için çalışmaktadır. Paralar sahtedir, faiz bu sistemlerin temelidir. Borsaları, swapları, bankaları, zengini zengin eden mekanizmalarını ise geçerli kılan çoğunluk sistemi içinde çıkarılan kanunlar, kurallardır. Tüm batıl sistemler birbirleri ile iç içedir ve birbirlerini desteklemektedirler.
Günümüz işçilik sistemi de batıldır. Sistem kendi içinde öyle bir organize olmuştur ki bu organize yapılar ancak Sermaye’nin sisteme hâkim olmasını sağlamakta, işçilik sistemi ile ancak büyük sermaye ayakta durabilmekte, küçük işletmeler ancak kısa süre yaşayabilmekte veya küçük kalmaktadır. İşçilik sisteminin de yaşaması için çoğunluk sistemine ihtiyacı vardır. Çoğunluk sistemi içinde çıkarılan bütün kanunlar ve kurallar işçilik sistemini beslemekte ve Sermaye’nin zenginliğine zenginlik katmakta, insanları işçi olmak yani Sermaye’nin gönüllü kölesi olmak için adeta yalvartmaktadır.
Günümüzün tüm batıl sistemleri çoğunluk sistemine dayanmaktadır. Bu sisteme iman eden yani batıla güvenen organizasyonlar çoğunluğu, gücü ele geçirme yarışında olan vesenlerdir. Herhangi birini diğerinden ayırmıyoruz. Bu sistem içinde başarıları arayanlar batıla güvenmektedirler ve Allah’ı görmezden gelmektedirler. Allah açıkça “yerdekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar” diyor. Bu sözü duymamazlıktan gelmek Allah’ı görmezden gelmektir. Batıl içinde başarılı olup iktidara gelip hakkı getireceğini düşünmek de batıldır. Çoğunluk sistemi merkeziyetçidir. Merkezdeki az sayıda olan ve çoğunluğa vaatler vererek seçilmiş topluluklar tüm ülke için kararlar almaktadır. Daha da ilginci bu karar alanlar mecliste el kaldırdıkları kanunun ne olduğunu bile bilmeden el kaldırmaktadırlar. Kendi partilerinin önergesi mi diğer partilerin mi önergesi, sadece bunu bilmektedirler. Kendi partileri ise el kaldırmakta, değilse kaldırmamaktadırlar. Kanunları yazan bir veya birkaç kişidir. Parti başkanı bile tamamını okumamaktadır. 15 Temmuz sonrası hastanemize 60 sayfalık bir kanun hükmünde kararname geldi. İçinde o kadar çok teknik terim var ki doktor olmayan birinin bunu bilmesi imkânsız. Bu kararnameyi imzalayanın değil, hazırlayanın istedikleri oluyor demektir. Merkezi sistem işte böyledir. Merkezden biri bir kural çıkarır, kimse itiraz edemez ama o kuralı tüm ülke uygulamak zorundadır. Hatta bunun için kanun bile çıkarmazlar. Kanun çıkarma zorunluluğu olan ve anayasada belirtilen hususlar bile sadece bakanlık düzeyinde alınan kararnamelerle, yönetmeliklerle yerle bir edilir. Kimsenin de sesi çıkamaz hale gelir. İçişleri bakanı sokağa çıkma yasağı koyar, sağlık bakanı maske zorunluluğu koyar. Aşı olmayana yasaklar getirilir. Anayasaya aykırı bu uygulamaları muhalefet bile destekler hatta kaldırıldığında kaldırılmasına itiraz eder. Merkezi sistem insanların içine işlemiştir. Batıl o kadar yerleşmiştir ki insanlar sorunu batılda görmemekte batıl içinde yönetimde olanlarda görmektedirler. Kendilerinin iyi olduğuna, merkezi ele geçirince tüm sorunları çözeceklerine inanırlar. Oysa batılın içine girdikleri anda batılın içinde boğulacaklardır ve batıl bataklığından çıkamayacaklardır. Çok temel bir şey vardır: Allah hakkı batılla getirmez.
وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ
Küfredenler hakkı onunla çürütmek için batılın yardımıyla mücadele ederler. (Kehf 56)
Bu ayette de görüldüğü gibi batılı küfredenler kullanır. Ne için kullanır? Hakkı çürütmek için kullanırlar.
Çoğunluk sisteminde iktidar olup da hakkı getireceğini iddia edenler farkında olmadan hakkı çürütme mücadelelerine destek olmaktadırlar.
أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَسَالَتْ أَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَابِيًا وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَاءَ حِلْيَةٍ أَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ فَأَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاءً وَأَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْأَرْضِ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ
Gökten su indirdi de vadiler ölçüleriyle aktı da sel kabaran köpüğü yüklendi. Süs veya meta aramak için ateşin üzerinde yaktığınızdan da onun misli bir köpük vardır. Böylece Allah hakkı ve batılı anlatır. Köpüğe gelince atık olarak gider ve insanlara fayda edene gelince yerde kalır. Böylece Allah örnekler verir. (Rad 17)
Bu ayet hakkın ve batılın örneğini vermektedir. Hak yerinde kalır ve insanlara fayda eder, batıl ise yerinde kalamaz ve insanlara faydasızdır. İnsanlara demek herkese faydalı demektir. Kendilerine elit diyen bir zümreye fayda etmek demek değildir. Sözgelimi bir ilaç buldunuz ve en ağır hastalıkları bile tedavi ediyorsunuz ancak bu ilacı sadece zenginler satın alabiliyor. Bu ilacı yalnızca zenginlerin alabilmesi ve yalnızca onların iyileşmesi hak değildir.
وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
“Hak geldi ve batıl sindi. Kesinlikle batıl sinicidir.” de. (İsra 81)
Sinmek bir şeyin fiillerinde, hareket etmesinde veya tesir etmesinde gücünün bitmesidir. Hareket edemez, iş yapamaz, tesir edemez hale gelmesidir. Batılın sinmesi hakkın gelmesiyledir. Hakkı getirmediğimiz sürece batıl sinmeyecek ve etkisini sürdürecektir. Oysa batıl sinicidir. Batılı yok etmeye gerek yoktur. Yapılması gereken sadece hakkı getirmektir. Eğer Allah’ın istediği faizsiz bankayı kurarsanız faizli bankalar etkisizleşecektir, sinecektir. Faizsiz banka adıyla kurulan finans kuruluşları da batıl oldukları için batıl batılı güçlendirmektedir sadece. Günümüzün bütün bankaları parası olanın parasını çoğaltmakta, sıradan halkı borçlandırıp sömürmektedir. Belli bir zümreye faydalı, insanlara faydasızdırlar.
الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ أَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (1) وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ (2) ذَلِكَ بِأَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَأَنَّ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ لِلنَّاسِ أَمْثَالَهُمْ (3)
Küfreden ve Allah’ın yolundan alıkoyanlar, (Allah) amellerini boşa çıkardı. İman eden ve salih amel eden ve rablerinden hak olan Muhammed’e indirdiğimize iman edenler, (Allah) onların kötülüklerini görmezden geldi ve durumlarını düzeltti. Bu küfredenlerin batıla tabi olmaları ve iman edenlerin rablerinden hakka tabi olmaları sebebiyledir. Böylece Allah insanlara örnekler verir. (Muhammed 1-3)
Bu ayetler müminlerin tabi olacağı hakkın kaynağının Kuran olduğunu göstermektedir. Hak yolda olmak Kuran’a uymakladır. Batıla uymak küfredenlerin özelliğidir bu ayetlere göre. Küfreden demek Allah’ı görmezden gelen demektir. Allah yok gibi davranandır. Çoğunluk sistemi batılına uyarak, bu batıl içinde hak getireceğini sanmanın ne kadar yanlış olduğu gayet açıktır. Bunu İslam adına yapmak da ne yaman çelişkidir, batılla hakkı getirmek çelişkisi.
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ
Hakkı batılın üzerine koyarız da onu damgalar. Hemen o sinen olur. (Enbiya 18)
Bu ayet bize hakkın batılı damgalamasıyla batılın sinmiş hale geleceğini söylemektedir. Batıl batılla yok edilmez, batılla hak gelmez. Hak batılı damgalar. Hakkı ve batılı anlatırsanız, gösterirseniz batıl damgalanır ve batıl olduğu anlaşılır. Ondan sonra da batıl siner, gücü biter. Burada hakkı ve batılı anlatmamız bu nedenle çok önemlidir. Bu şekilde damgalayabilmekteyiz batılı. Batıl içinde oyalanan insanları rahatsız etmemek için hakkı ve batılı anlatmazsak nicedir halimiz.
Batıla iman eden ve Allah’ı görmezden gelenler hasardadırlar. Potansiyellerinin altındadırlar. Aslında bunu yapmayıp hakka uysalar gerçek potansiyellerinde olacaklardır. Durumlarını iyi sanmaktadırlar. Mekkeliler bulundukları durumu iyi sanmaktaydılar. İslamiyet’in gelmesi ve Mekke’nin İslam yurdu olmasıyla gerçek potansiyel ortaya çıkmıştır ve hasardan kurtulmuşlardır.
Günümüz batıl sistemleri insanlara iyi gelmektedir. Daha iyisinin olamayacağını düşünmektedirler. İstediğiniz kadar anlatın, bir türlü vazgeçememektedirler. Batıla güvenmekte ve Allah’ı görmezden gelmektedirler. Ya insanlar uslanmayacak ve Allah tarafından ricz sonrası felaketlerle bir gün helak edilecekler ya da bir gün hak gelecek ve insanlar nasıl saçmalıklar içinde yaşadıklarına şaşıracaklardır. Bu zulüm sistemleri, batıl sistemler bize nasıl da iyi görünüyormuş diyecekler. Bizden sonraki nesiller orta çağ karanlığı gibi anlatacaklar bu durumu. Sermaye’nin kurduğu batıl sistemlerin nasıl da insanlar tarafından benimsendiğini orta çağ karanlığının bundan çok çok daha iyi olduğunu yazacaklar. Hak düzeni getireceğini iddia edenlerin de batılın zirvesi olan çoğunluk sistemi ve merkeziyetçi yönetim içinde oyalanıp haktan nasıl uzaklaşarak batıl içinde boğulduğunu yazacak tarih.
Yalova, Teşvikiye
20 Ağustos 2022
M. Lütfi Hocaoğlu