Kudüs oylamasından (BM’deki oylama) sonra AFRİN harekâtı ve bu harekâta kimsenin ses çıkarmaması, Sermaye’nin de susması, Suriye’ye barışın geleceğine işaret etmektedir. Dünyanın siyasetini elinde tutan merkezler anlaşmış görünüyorlar.
Artık terör olayları sona erdirilecek.
Artık gizli istihbaratın operasyonları olmayacak.
Bu çok açık bir şekilde görülmektedir.
Sermaye’nin elinde olan basının da bu harekâtı desteklemesi gösteriyor ki, artık Sermaye de terör olaylarından ümidini kesmiş olacaktır.
Diğer taraftan AFRİN harekâtının alenen yapılması, Türkiye’nin haftalar önce ‘geleceğiz’ demiş olması demek, artık baskın hareketler sona eriyor demektir. Türkiye mertçe ve aleni olarak ‘yapacağım’ diyor, sonra yapacağını yapıyor. Böylece bu zafer geçmişte yaşanan zaferlerin belki en kolayı ama etkisi en büyük olan bir zafer olacaktır.
Fransa’nın BM’leri acil olarak toplantıya çağırması formalite gereği yapılmıştır ve Türkiye’yi suçlayıcı bir çağrı değildir.
Savaşı kazanmak çoğu zaman kolaydır ama savaştan sonra barışı getirmek zannedildiği kadar kolay değildir. Lozan tarihte ender görülen bir zaferdir. Savaş Sakarya’da ve Dumlupınar’da değil Lozan’da kazanılmıştı. Lozan aynen Hudeybiye gibi görünürde Türkiye aleyhinde bir anlaşma gibiydi, oysa Türkiye’nin tüm dünya ile barışması idi.
Lozan’daki en büyük zafer Türkiye’nin tüm İslam ülkelerini temsil etmesidir. Yahudiler bizim tarafımızda idiler ama masada onların yanında duruyorlardı. Bu masa üçüncü binyılın temelini atıyordu. Türkiye Anadolu’ya çekiliyor, hilafet iddiasından vazgeçiyor ama yine de tüm Müslümanların temsilcisi sayılıyordu.
Cumhuriyet döneminde Türkiye İkinci Cihan Savaşı’na girmemekle tüm dünyaya barışçı olduğunu göstermiştir.
Türkiye uzun zaman Sermaye’nin isteği doğrultusunda terör örgütlerini Türkiye’de yaşatmıştı ama sonunda en güçsüz zannedildiği sırada Türkiye’deki terör örgütü sona erdirilmiştir. Kentlerdeki hendekler birkaç saat dayanabilmiştir. Ergenekon ile Balyoz ve 15 Temmuz’dan sonra Türk ordusunun çok zayıfladığı gibi bir durum gözüküyordu. Başarılı harekât sayesinde ordumuza olan güvenimiz onaylandı.
Ben Türk Ordusuna daima güvendim. Gerek iç gerek dış siyasette hep başarılı adımlar atmıştır. 1960, 1971, 1980 yıllarında iç darbe olmasına rağmen, kısa sürede huzur sağlandıktan sonra sivil iktidara iade; 1997, Ergenekon/Balyoz, 15 Temmuz’da ise içindekileri temizleme, dışta ise Kıbrıs ve Fırat Kalkanı başarı ile bitmiştir. AFRİN de onlara eklenecektir.
Türk Ordusu görünürde İslamiyet’e karşı olmuş ama gerçekte daima İslamiyet’e inanmıştır. En çok İslamiyet’e karşı gibi görünen Mustafa Kemal’dir ama İslamiyet’e en büyük hizmeti o yapmıştır. Alpaslan Anadolu’yu yani Türkiye’yi fethe başlamıştır, Fatih Anadolu ve Trakya’yı İslam hâkimiyetine almıştır ama halkın ekseriyeti Hıristiyan olarak kalmış ve sonunda ihanet etmişlerdi. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ise mübadele siyaseti ile Anadolu’yu %90’ın üstünde İslamlaştırdı. Tarihte görülmemiş inkılap işte budur.
Türk Ordusunu yıpratmak için bu kadar harekât yapılmış ama Türk Ordusu yıpranmamıştır. Bunun sırrı nedir? Türk Ordusunu dimdik ayakta tutan nedir?
1. Türk Ordusunun en büyük özelliği, işgal ettiği yerde halkı hiçbir zaman ezmez, sıkıntıya sokmaz, yerli halka her zaman şefkatle davranır, halk da Türk askerini sevgiyle karşılar. Bu özellik onun zaferlerinin başlıca kaynağıdır. Osmanlılar yenilmiş ve çekilmiştir ama oraların halkı hala onları özlüyor, belki de tekrar gelmelerini bekliyor.
2. İkincisi; Türk Ordusu savaşa girmekten hoşlanmaz, daima savaştan uzak durur, birçok baskıları sabırla karşılar. Ama Türk Ordusu şayet savaşa girmişse, artık onun için ölmek var ama yenilmek yoktur. Yenilir gibi görünür durumlarda geri çekilir. Bu yenilme değildir. Bu da onu daima zafere götürür.
3. Türk Ordusunun başka bir özelliği olarak, Türkler askerliğin kurallarını çok iyi bilmektedir. Namaz kılarken, imamı sevmesek de biz rükûa ve secdeye onunla gideriz. Askerliğin mantığı da böyle çalışır. Hulusi Akar bu konumdadır. Onu sevmeseler de tüm komutanlar ona itaat ederler.
General Gümüşpala Üçüncü Ordu Komutanı’dır. 27 Mayıs olmuş, henüz komutan ortada yoktur. Ankara’ya bildirir; benden kıdemli birisi başa geçecekse itaat edeceğim, yoksa ordumla geliyorum der. Cemal Gürsel bunun üzerine devlet başkanı olur.
Böylece Türkiye bugünlere gelebilmiştir.