Birinci Kur’an Medeniyeti, Kur’an’ı insanlığa sunmuştur. Ancak “Birinci Kur’an Uygarlığı” kitap uygarlığı değil sünnet uygarlığıdır, yani eski şeriatlar gibi şifahi vahye dayanan resul uygarlığıdır. Birinci Kur’an Uygarlığı’nın görevi İkinci Kur’an Uygarlığı’nı tesis etmektir.
KUR’AN BUNU AŞAMA AŞAMA
GERÇEKLEŞTİRMİŞTİR:
a) Hazreti Peygamber Kur’an’ı tebliğ etmiş ama Sahabeler Kur’an’la değil Sünnet’le amel etmişlerdir. Sünnet uygulamada Kur’an’dan önce idi. Dört Halife zamanında vahyin yerini İSTİŞARE aldı ve halifenin kararı resulün kararı gibi kabul edildi.b) BİAT İLE SEÇİLMİŞ halifelerin yerini SALTANAT alınca, halk artık halifelere tabi olmadı, kendilerine PEYGAMBERLERİN VÂRİSLERİ ÂLİMLER aradı, böylece FIKIH DÖNEMİ ortaya çıktı; FIKIH VE USULÜ FIKIH diye yepyeni bir İslâmiyet ortaya kondu. Bunlar Kitap ile Sünnet’i eşit seviyede gördüler, Sünnet ile Kitap arasında beraberliği sağlamak için özel kurallar geliştirdiler; buna “FIKIH” dediler. Fıkıh, Kitab’ın Sünnet’e göre anlaşılması kurallarıdır. Öyle kurallar keşfettiler ki, Kur’an Sünnet’e göre yorumlandı.c) Bu durum Türklerin İslâm âlemine hâkim olmasına kadar devam etti. Türklerin Arapça bilmemesi, yapılan içtihatların yeterli olması, müçtehitlerin oluşturduğu Fıkıh ve Usulü Fıkhın bir dönem uygulanıp test edilmesi, Kur’an’ın teknolojik imkânsızlıklar nedeniyle uygulanamayan hükümlerinin göz ardı edilebilmesi için “İçtihat Kapısı” kapanmış, onun yerine “Fetva Kapısı” açılmıştır! Böylece müçtehitlerin oluşturduğu FIKIH, İslâm âleminde bin sene devam etmiştir. d) Kur’an ve Sünnet’e dayalı FIKIH VE USULÜNÜN oluşturduğu yeni düzen olan İÇTİHAT VE SERBEST AKİT SİSTEMİNİ benimseyen Avrupa, yeni uygarlığın oluşturucusu oldu. Böylece Kur’an’ın öğrettiği içtihat sistemi ile Batı dünyası uygarlığın merkezi oldu. Ne var ki Batı dünyası hiçbir zaman HUKUKTA VE YÖNETİMDE İslâmî seviyeye ulaşamadı.
Bugün ise insanlığın uygarlık seviyesi Kur’an’ı uygulayacak duruma ulaştı. Sünnet dönemindeki uygarlıktan fersah fersah uzaktayız. Artık sadece Sünnet’le İslâmiyet’i anlayıp sorunları çözemeyiz. Usulde Sünnet ile Kur’an eşit kabul edilecek ama füruda ise Kur’an esas olacaktır. İkinci Kur’an Uygarlığı’nda Sünnet’in yerini müsbet ilim alacaktır. Kur’an, “ONU SONRA AÇIKLAMAK BİZE AİTTİR” diyerek müçtehitlerin usulünü ayetle teyit ettiği gibi; bugün bizim yapmakta olduğumuzu da “BİZ ONU (KUR’AN’I) İLİMLE TAFSİL ETTİK” diyerek bizim usulümüzü Kur’an’da bildirmiştir. Bizim usulümüzün dayandığı delilleri şöyle sıralayabiliriz: a) Kur’an, b) Usulü Fıkıh, c) Müsbet İlim, d) İstihsan. İstihsan, halkın istekleri demektir; diğer üç delil ile birlikte kendi ihtiyaç ve imkânlarımızla yapılacak tercihlerdir.
Şimdi, BAŞKANLIK hususunda KUR’AN’ın bize emrettiklerini özetleyebiliriz:
1- En küçük topluluk “aşiret”tir (OCAK), 10’a yakın aileden oluşur. Beş vakit namazı kıldıran imamı vardır. AŞİRET/OCAK birlikte yaşayanlar topluluğudur. Sonra 1000 aileden (100 aşiretten) oluşan ‘KABİLE’ vardır; bugün ‘BUCAK’ diyoruz. Bucak da birlikte çalışanların oluşturduğu topluluktur. Cuma imamları vardır. Bucak topluluğun hücresidir. ‘BUCAK BAŞKANLIĞI’ndan daha büyük başkanlık yoktur. Merkez bucaklar vardır. Merkez bucakların başkanları taşra halkının temsilcileri tarafından seçilirler ama taşra halkının başkanı değildirler. Merkez bucaklar taşraya hizmet ederler, hükmetmezler. İl ve ilçe merkez bucakları iç güvenliği sağlarlar. Ülke ve bölge merkez illerinin merkez bucakları ülkenin dış savunmasını yaparlar. İnsanlık ise uygarlaşma araştırmalarını yapar. Devletlerin orduları vardır. Hakem kararlarına uymayan devlete karşı mümin devletler birlikte savaşırlar. O halde, BAŞKANLAR SADECE BUCAK BAŞKANIDIRLAR.
2- İsteyen askere gider “NÖBETLİ” olur, isteyen askere gitmez “BEDELLİ” olur. Halk orduları oluşturur. ORDULARIN BAŞKOMUTANI DEVLET BAŞKANIDIR. Güvenliği sağlar. Bucaklardaki satışlardan alınan vergiler bucak başkanlarına, illerde alınan tarım öşürleri il başkanlarına, ülkelerde sanayide alınan beşte birler ülke merkez bucağının BAŞKANINA (yani devlet başkanına) aittir. Ganimetler de onundur, savunmayı bununla yapar.
3- BAŞKAN, başhakem durumundadır, işleri doğrudan yönetmez, Kur’an doğrudan yönetimi yasaklamıştır. BAŞKAN aynı zamanda meclis başkanıdır; meclisteki İLMÎ, DİNÎ, MESLEKÎ VE SİYASÎ ŞURALARIN BAŞKANIDIR. Orduların başkomutanıdır. Başbakanı vardır; başkan onu atar ve azledebilir. Bakanlar ise meclisteki şuralarca atanırlar. Azledilebilmeleri için devlet başkanının, başbakanın, şura üyesinin hakemlere gitmesi ve hakemler kararı ile görevden alınması veya yaptıklarının denetlenmesi söz konusudur.
O halde, Kur’an’da/İslâmiyet’te BAŞBAKAN (veziriazam) vardır; ancak başbakan meclise karışmaz, yasaların teklifini yapmaz, devleti temsil etmez. Dolayısıyla dışişlerinde tüm yetki devlet başkanına aittir. Valilere emredemez; başkan bile emredemez. Yargıdaki atamaları yapamaz. Meclis tarafından yapılan bütçeyi uygular, genel hizmetleri yapar, topladığı vergileri müstahaklara dağıtır. Meclis ve devlet başkanı yargıya karşı sorumludur.
Not: “BAŞKANLIK SİSTEMİNİN DELİLLERİ” makalemi de tavsiye ederim; www.akevler.org sitemizin “MAKALELER” bölümünden okuyabilirsiniz