Zengin adamın bir oğlu varmış. Hiçbir iş yapmaz, babasının serveti ile geçinirmiş. Babası da; ‘Oğlum, bir iş yap, kazanmaya çalış!’ der dururmuş. Oğul karar vermiş, piyasaya çıkıp iş aramış. Ağır bir iş bulmuş. Bir hafta çalışmış, sonunda bir dinar kazanmış. Koşa koşa gelmiş, babasına sevine sevine demiş ki; ‘Baba, ben bir dinar kazandım’ Babası demiş ki; ‘Aferin oğlum! O dinarı bana ver!’ Oğul dinarı babasına vermiş. Villalarında havuz varmış. Babası aldığı dinarı suya atıvermiş! Oğul elbisesi ile suya dalmış, dinarını aramaya başlamış. Babası sormuş; ‘Ne oldu? Sen günde böyle kaç dinarımı suya atıyordun, ben aramak için havuza dalmıyordum!’ Oğul cevap vermiş ve demiş ki; ‘Baba, ben onu bir haftada kazandım ve kazanıncaya kadar neler çektiğimi bir bilsen!..’
Bugünkü AK Parti iktidarını elde edeceğimizi biz aklımızdan geçiremezdik. Elli sene evvelinde biri çıkıp da biz anayasa ekseriyeti ile iktidar olacağız dese, adamı deli diye hastaneye gönderirlerdi. Biz bu günlere kavuşacağımızı ümit ederek değil, böyle yaşamaktansa öyle ölelim diye yola çıktık. Nihayet attığımız o tohum bugün dev bir ağaç oldu, meyvesinden yararlanamasak da gölgesinde rahatız, neşeli neşeli dolaşıyoruz!..
İşte, bu düzenin bozulmasını, bu ağcın kesilmesini istemiyoruz; varlığı, gölgesi, kokusu bile bize yetmektedir. O günlerimizi hatırlıyoruz, yaptığımız çalışmaları ve çektiğimiz çilelerimizi hatırlıyoruz… İstiyoruz ki bir daha o günlere dönmeyelim, o uçurumlara bir daha düşmeyelim. Bunun en büyük acısını F. Gülen Cemaati de çekmiştir. Yapılan zulümleri diller anlatamaz, kalemler yazamaz. Şimdi imparator gibi dünyaya hükmediyorlar!..
Eğer biz cumhurbaşkanı asker olsun diyorsak, onlarla herhangi bir yakınlığımız var diye bunu demiyoruz. Bize en yakın olan Kenan Evren’dir, onunla da bir defa görüştük. Ona da zulmedilmektedir. Kimseyi tanımıyoruz, onlarla herhangi bir diyaloğumuz yoktur.
AK Partililerin üst düzey yöneticilerinin hemen hepsiyle yakın diyaloğumuz vardır. Karşılıklı sevgi ve saygı vardır. Biz onların Cumhurbaşkanlığında oturmasını istemeyiz. Ancak işler bizim isteğimiz ile ilgili değildir. Kendilerinden daha yaşlı insanlar olarak biraz daha çok tecrübemiz vardır. Siyaseti hep dışarıdan takip ettik ama yakından ettik, daima onların yanında olduk.
Varsayalım ki R. T. Erdoğan cumhurbaşkanı oldu. Partinin kadrosunu da yeni gelenlere teslim etti. Çilesini çekmemiş insanlar onun kıymetini bilmezler. Onlara istedikleriniz iki sebepten yaptıramazsınız. Onlar çile çekmemişlerdir. Kendilerinin daha iyi işler yapacaklarını sanırlar ama bunu beceremezler. Aldığınız saçma kararlarla çile çekmiş insanları tam en verimli çalışacakları zamanda devre dışı edeceksiniz.
Diyelim ki yetmiş yaşını dolduran milletvekilleri emekli olsun, bunu daha öne de alabilirsiniz. Ama üç dönem milletvekilliği yapanlar gitsin demek, tam en verimli zamanda onların hizmetlerinden yararlanmamak demektir. Ben sizin kötülüğünüzü istesem orada kalmanızı ister miyim? Evet, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül! Doğrudan size söylüyorum; gerçeklerle inatlaşma olamaz.
Siz cumhurbaşkanı olduğunuzda, yarı yolda ektiğiniz arkadaşlarınız yeni parti kurup siyasete devam ederler; etmeleri gerekir. Çünkü siz onları koruyamazsınız. Sizin partiniz bölünür. Kalan kısım da sizin emrinizden çıkar. Siz oralarda yapayalnız kalırsınız. Turgut Özal sizden daha çok devlete hâkimdi ama başaramadı.
Ülkede dengeyi koruyacak bir siyasi oluş yoktur. Şimdilik siz kadronuzla kalmalısınız. Cumhurbaşkanlığı askerin yapacağı iştir. Tüm kurumların dengesi bozulmuştur. Devlet adeta yok olmakla karşı karşıyadır. Obama ve Putin bugün sizi destekliyor. Ama sermaye rahat durmuyor. Ukrayna sorunu paralel devletten daha karışık bir sorundur. Ummadığın dağlarda kar yağabilir. Bana kulak verin. Çıkmazdasınız. Ülkeyi de uçuruma götürüyorsunuz. Cumhurbaşkanı asker olacak. Gül başbakan olacak. Erdoğan da Meclis Başkanı olacak. Akevler ile birleşeceksiniz ve “Adil Düzen”i getireceksiniz…
Bizden söylemek ve hatırlatmak...
Bunlar bizim görüşümüz değildir; ilmin gereğidir, Kitab’ın gereğidir.
Hata ediyorsak bizimle tartışın...
Süleyman KARAGÜLLE