T. AKYOL: -Medine Vesikası, Müslümanların Yahudilerle yaptığı anlaşmadır.
S. KARAGÜLLE: -Çok yanlış. Medine Vesikası, Mekke’den gelen Mümin ve Müslimler ile Medine’den katılan Mümin ve Müslimler arasında yapılan bir vesikadır. İçinde Medine’de yaşayan Müslim veya Mümin olmayan Arap kabileleri ile Yahudi kabilelerin nasıl ilişkiler kurulacağını düzenlemiş, onların da bu sözleşmeye katılabileceği yazılmıştır. Sonraları onlar da katılmışlardır. Burada dikkat edilecek iki husus vardır. Sözleşme dört grup arasında yapılmıştır. a) Mekkeli Müminler, b) Mekkeli Müslimler, c) Medineli Müminler, d) Medineli Müslimler. Müslimler, İslâm düzenini (barış düzenini) kabul edenlerdir. Müminler ise cihada katılarak barış düzenini korumayı taahhüt edenlerdir (yani bedenen askerlik yapanlardır). Mümin ve Müslimlerin atfedilmiş olması bunların ayrı olduğuna işarettir.
-Birlikte savunma anlaşmasıdır.
-Bilemediniz. Savunma anlaşması değildir. Dayanışma ortaklığıdır. Tevakkudur. Araplarca bilinen âkile anlaşmasıdır. Kabileler arası kan gütme kaldırılıyor, yerine diyet getiriliyor. Hakemlik getiriliyor ve iç güvenlik tesis ediliyor. İslâm devletinin ana temeli atılıyor. Dayanışma ortaklıkları devleti oluşturuluyor. Bunlara âkile denmektedir. Bugünkü siyasi partiler ile orduların birliğidir. Devlet aynı zamanda ordu komutanları olan âkile sorumluları ile Medine reisinin arasındaki biat sözleşmesidir. Böylece askeri gücü olan bir Medine başkanı oluşturuluyor. Bu devlet sonra dünyaya hâkim olacaktır.
-Ali Bulaç çok hukuklu sistem demektedir.
-Ali Bulaç doğru söylüyordu. Çok yargılı, çok hukuklu sistemdir. Yargılama yetkisi, âkilelerin anlaşmasına dayanan siyasi gücün yetkili kıldığı hakemlerin verdikleri kararları uygulayan müminlerle sağlanmıştır. Burada tek güç vardır. Hakemlik yetkisini tek siyasi güç verir. İnfazını da tek siyasi güç yapar. Kararları ise yetkili hakemlerden tarafların seçtiği hakemlerden oluşan hakemler kurulu verir. Siyasi güç biatla (seçimle) oluşur. Yargı; siyasi gücün ve diğer hakemler arasından seçilen hakemler kurulunun elindedir. Bu sistem sonraları kadılığa dönüşmüş, Medine Vesikası’na aykırı olarak geliştirilmiştir.
-Yazdığım kitapta bu görüşe karşı çıktım. O, o zamanın gereğidir demiştim.
-Hazreti Peygamber’in uygulamasında bir düzenden diğer düzene geçerken bazı uygulamalarda değişiklik yapılmıştır. Bu sebepledir ki Adil Düzen Çalışanları, sünneti ancak Kur’an’a uygunsa uygularlar. Yoksa iki sebepten reddederler. Biri; o hususta Kur’an nâzil olmadan önceki uygulama olabilir. Kıble böyledir. Diğeri ise; bize gelen sünnet hatalı olabilir. Vahit haberler böyledir. Bu uygulama Kur’an’ın baştan sonuna kadar savunduğu uygulamadır. Tevrat ehli Tevrat’ı uygulayacak, İncil ehli İncil’i uygulayacak. Hakemler ona göre karar verecek. Siyasi güç hakemlerin verdiği kararı uygulayacaktır. Bu husus İslâm âleminde Tanzimat’a kadar sürüp gelmiştir. Yoksa eğer herkese uygulanan bir husus o zamana aittir dersek o zaman bugüne bir şey kalmaz. Usulü fıkıh kuralları ile yorumlanan Kur’an’a uyan sünnetler de zamana göre iddiası Ehlisünnete göre dalalettir. Kur’an’ın hükümlerine aykırı sünneti bugün uygulama da İslâmiyet’i anlamak demektir.
-Lozan’da çok hukuklu sistem kaldırılmıştır. Onu savundum.
-Türkiye’de çok hukuklu sistem daima mevcuttur. Avrupa da serbest sözleşme esasını Müslümanlardan aldıktan sonra onlar da çok hukuklu sisteme geçmiştir. Bugün her şirket, her parti, her köy, her belde, her devlet kendi hukukunu kendisi oluşturmuyor mu? Avrupa demokrasi deyip bunun savaşını vermiştir. Kapitülasyonlar çok hukuk sistemi değil, çok yargı sistemidir. Bu, devletin parçalanması demektir. Biz bunu Taha Akyol’a belki yirmi yıl önce yazdık ama o bunları duydu mu, bilemiyorum. Nitekim bu yazımı da duyacak mı?!
-Kanun önünde eşitlik ilkesidir.
-Kanun önü demek yargı önü demektir. Herkes tarak dişleri gibi eşittir ve savcılığın imtiyazı yoktur. Çeşitlilik kanun önünde değil kanunun kendisindedir. O da insanların eşit olmasından doğan bir durumdur. Ekseriyetin yaptığı kanuna neden ekalliyet uyacakmış? Herkes kendi yaptığı kanuna uyar. İçtihatlar arasındaki çelişkileri hakemler giderir, yargı giderir.
-Hayrettin Karaman İslâmiyet’in demokrasiye aykırı olduğunu, Medine Vesikası’nın o zamanın gereği olduğunu savunuyor.
-Hayrettin Karaman’ın görüşlerini genellikle gerek kitaplarından gerekse karşılıklı çalışmalardan biliyorum. Hayrettin Karaman ekseriyet demokrasisine karşıdır; biz de karşıyız. Hayrettin Karaman’ın çok yargılı sisteme karşı olması doğrudur. Ama çok hukuklu sisteme karşı olması demek içtihadı reddetmesi demektir. Gerçi Telfik kitabında bunun kokusu vardır. Orada savunulan değişik mezheplerin de ehli tevhit tarafından uzlaşılabileceğini savunmaktadır. Yoksa benim görüşüm doğrudur, Karagülle’ninki yanlıştır diyeceğini hiç sanmıyorum.
Hayrettin Karaman’ın günahı, Akevler’deki ilmî çalışmaları bırakıp S. Demirel’in zaruretçi fetvalarıyla vaktini geçirmesidir. Gerek Ali Bulaç ve gerekse Hayrettin Karaman’ı uyarıyor, Akevler’in ilmî çalışmalarına katılın diyorum. Taha Akyol’a da; İslâmiyet’i öğrenmek istiyorsan Akevler sitemizdeki yayınlarla ilgilen diyorum. Önce İslâmiyet’i öğren, sonra ona iman et, sonra da kendi İslâmiyet anlayışını insanlığa anlat. Bununla beraber İlhan Arsel ve Taha Akyol da İslâmiyet’e hizmet ediyorlar, insanlığı İslâmiyet’i anlamaya zorlamaya çalışıyorlar. Onlar için de duacıyız.