Önceki yazımda da bahsettiğim üzere, çok yakın dostumun kızının nikâh merasimine yani düğününe katıldım. Nikâhta, siyasette birlikte yürüdüğüm arkadaşları görebilecektim ve konuşabilecektim ama maalesef gelmediler; konuşamadım. Bundan dolayı burada yazıyorum.
Şimdi bir nikâh merasiminde şahitlik yaptık. Biraz sonra bu iki genç yola çıkacak, daha önce düzenledikleri evlerine gidecekler ve yeni hayatın ilk günlerini yaşamaya başlayacaklardır. Bunlar evlenecekleri için bu evi edindiler, satın aldılar veya kiraladılar. Evi satın aldıkları veya kiraladıkları için evlenmediler.
Allah da önce insanları, melekleri, ruhları ve cinleri irade etti, sonra bunlar için Kâinatı var etti. Yani önce Kâinatı var edip sonra bir de melekler olsun, insanlar olsun demedi.
O halde Kâinat insan içindir.
Allah, ‘yeryüzünde ne varsa sizin içindir’ diyor.
Kâfir olsun müslim olsun bizim görevimizi insanı yaşatmaktır. Kim olursa olsun insan düşmanlığı yapmayız. İnsanların kötülük yapmalarına mani oluruz, onları hidayete gelmeleri için zorlarız ama kim olursa olsun, onların helak olmalarını ve ölmelerini istemeyiz. Onlar bize saldırırlarsa kendimizi savunuruz ve ölmemek için öldürürüz. Savaş en büyük ibadettir ama bu savaş “barış” için olursa ibadettir; aksi halde eşkıyalık olur.
***
Allah insanı irade ettikten sonra Kâinatı var eti, yeryüzünün halifesi olarak insanı koydu ve insanları iki gruba ayırdı. Yapıcılar vardır. Yıkıcılar vardır.
Yıkıcılar çıkar çatışması içinde karşı tarafı yok etmeye çalışırlar.
Yapıcılar ise çıkar paralelliği içinde barış ve birliği sağlarlar.
Allah bizi barışçılar takımında görevli kıldı. Bizim mesleğimiz düşmanlık değil dostluktur, savaş değil barıştır, yıkmak değil yapmaktır. Onlar saldırmadıkça biz saldırmayız.
Kur’an kimin yapıcı kimin yıkıcı olduğunu anlamak için bir miyar/ölçü koymuştur.
Namaz kılan ve zekât verenler mümindir, barışçıdır, yapıcıdır.
Namaz kılmayan ve zekât vermeyenler hakkında bir şey söyleyemeyiz, onların ne olduğunu biz bilemeyiz.
Biz sadece namaz kılıyor ve zekât veriyorsa onları mümin kabul ederiz.
Bugün Ak Partililer de namaz kılıyorlar ihsanda bulunuyorlar, Gülen mensupları da namaz kılıyor ve ihsanda bulunuyorlar. Bizim onları tekfir etme yetkimiz yoktur, onların da birbirlerini tekfir etme yetikleri yoktur.
Allah bize emrediyor, namaz kılan iki mümin birbirleri ile çatışırlarsa aralarını ıslah edin diyor. O halde bu iki namaz kılan tarafın aralarını bulmak, Allah’a inanan herkesin görevidir. Bunların arasını ıslah etmemiz gerekir. Aralarındaki sorunları çözmemiz gerekir.
Ben bu konuşmamı Allah’ın bu emrini yerine getirmek için yapıyorum.
Erdoğan ve Gülen benim yol arkadaşlarımdır. İkisine de saygı duyarım, onlar da bana saygı duyarlar. Onların ikisine birden benden daha yakın olan birini bilmiyorum. Dolayısıyla bu görev bana düşer. Ne var ki SERMAYE bunları öylesine abluka etmiştir ki, maalesef onlara ulaşmak mümkün olamamaktadır. Ben ve benim gibi olanlar, iki tarafın da güvenine sahip olmaları sebebiyle bu sorunu çözmek için çalışmalıdırlar; bu onlara farzdır.
Kur’an çözüm yolunu da göstermektedir. Taraflardan biri bir hakem, diğeri de bir hakem seçsin; bu hakemler gerekirse bir başhakem seçsinler ve aralarını ıslah etsinler. Kur’an bu emri verirken yeminle diyor ki; hakemlere gidip hakemlerin kararlarını sıkıntısız kabul etmeyenler hiçbir zaman iman etmiş olmazlar. Yani biz, namaz kılanlar, hakem kararlarını kabul etmedikleri takdirde, mümin saymayabiliriz.
***
Allah’ın emrini tebliğ ediyorum, ıslahla görevli bir mümin olarak tebliğ ediyorum.
- Erdoğan bir hakem seçsin.
- Gülen bir hakem seçsin.
- Bu iki hakem bir başhakem seçsin.
- Hakemlerin kararına ancak yine hakemlere gidilerek itiraz edilir.
Ondan sonra taraflar hakem kararlarına uysunlar ve çatışma sone ersin.
Bunu tebliğ edememiştim.
Ben şimdi burada yazıyorum.
Benim bundan başka gücüm yoktur.
Rabbimden mağfiret niyaz ederim; görevimi yapmıyorum, maalesef Hazreti Nuh Peygamberin durumundaki gibi çaresiz bir durumundayım.