Daha önce yazı yazmış, Ak Parti’nin on kurucusunun birbirlerinden ayrılmamaları gerektiğini hatırlatmış, yoksa Ak Parti iktidarı biter demiştim. 15 Temmuz Ak Parti’nin mutlak hâkimiyetini bitirdi, Erdoğan’ın bir daha cumhurbaşkanı seçilmesini de tehlikeye düşürdü. Şimdi yeni bir birliktelikten bahsedeceğim.
15 Temmuz Türkiye’de üç kişiyi mutlak söz sahibi yaptı: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Genelkurmay İkinci Başkanı (Eski Birinci Ordu Komutanı) Ümit Dündar. Bunlar bugün Türkiye’de son söze sahiptirler. Bunlar anlaşır ve devam ederlerse, her türlü kararları alabilirler ve herkes onlara uyar. Bunlar birbirlerini sevmeyebilirler ama ülke için anlaşmak zorundadırlar. Üç dört sene Türkiye’yi bunlar yönetmelidirler.
Ben şimdi bu üç komutana bu mektubu arz ediyorum.
Savaşın kuralları vardır.
1- Savaşta halk bir cepheye katılmak zorundadır. Tarafsız kalamaz. Bu sebepledir ki savaşın sonunda bir cephe galip gelir ve diğer cephe mağlup olur. Tarafsızlar yoktur.
2- Ülke içinde savaşa katılırken halk sempati duyduğu tarafa değil, galip gelecek tarafa katılır, hangi cephe kazanacaksa onun yanında yer alır. Dolayısıyla savaş sonunda galip gelen bir sistem değildir, galip gelen cephedir. Savaştan sonra eski sempatizanlar suçlanmaz, savaşta hangi cephede olduğu üzerinde durulur.
3- Savaş devam ederken eğer bir grup anlarsa ki biz cephe değiştirsek karşı cephe hâkim olacak, cephe değiştirir ve mağlup olacakları galip getirir. Talas Savaşı’nda (751) İslam orduları, Malazgirt’te (1071) Selçuklu orduları, İstiklâl Savaşı’nda Cumhuriyet orduları ve 15 Temmuz’da Millî Ordu böyle zafer kazanmışlardır. Fetöcü subaylardan Sermaye’nin ajanı olmayanlar cephe değiştirmiş ve bu sayede Millî Ordu galip gelmiştir.
4- Savaşın sonunda bir cephe yenileceğini anlayınca teslim olur. Asılacak olanlar bile artık mukavemet etmezler. Masada barış imzalanır. Savaş sona erdirilir. Barıştan önceki durumlar unutulur. Yeni dünya kurulur.
Barış aşağıdaki şartlar içinde yapılır.
a) Tekrara darbeye (savaşa) girişecek olanlar asılırlar.
b) Darbeye girişmeyecekler veya girişemeyecekler esir edilip asimile edilirler.
c) Eğer çocukları da intikamcı olmayacaklarsa, toprakları kendilerine bırakılır ve cizye alınır, zimmî olarak yaşarlar.
d) Zimmîlikten de kurtulup yaşamak isteyenlersen uygunsa bedel alınır ve serbest bırakılır, ülkelerine dönerler veya tehcir edilirler.
f) Eğer onları kazanmak mümkünse, karşılıksız serbest bırakılır ve affedilirler.
Bunlar Kur’an’ın koyduğu hükümlerdir. Bunların içinde insanları işten çıkarmak ve aç bırakmak diye bir şey yoktur. Asmak ve öldürmek vardır ama aç bırakmak yoktur.
Siz üç komutana Kur’an’dan aldığım bu emri tebliğ ediyorum.
Kulak vermezseniz kendinize zulmetmiş olursunuz.
Sermaye şimdi ikinci darbe hazırlığındadır. Suriye’de ve Irak’ta organize ettiği terör güçlerini birleştirecek, bunları destekleyen devletlere Anadolu’yu peşkeş çekerek saldıracaklardır. Bunun için en az bir sene hazırlık yapma durumundadır.
Siz eğer bugünkü siyaseti takip ederseniz, Türk ordusunda savaşacak ne komutan ne de asker bulabilirsiniz. Siz bu siyasete devam ederseniz, bir sene sonra Türk halkı devlete ve ordusuna düşman hâle gelmiş olur.
Bugün suçlu-suçsuz yakalanıp hapse gönderilmekte, bugün suçlu-suçsuz insanlar işsiz bırakılmaktadır. Bu bilinçli olarak yapılıyorsa ihanettir, bilinçsiz yapılıyorsa intihardır. Devletimiz yıkılırsa önce Türk ordusu enkazın altında kalır, sonra başta iktidar partisi olmak üzere siyasi partiler enkazın altında kalır.
Şimdi üç komutana müspet ilmin verileri içinde hatırlatma yapıyorum. Derhal bu intihar etme zulmünü durdurun. Önce biat sistemi ile orduyu düzenleyin. Sonra hakemlik sistemi ile yargıyı adil yargı hâline getirin, o yargı sonra suçluları muhakeme etsin ve suçluları mahkûm etsin. Sonra siyasiler affetmezlerse tutuklansın, hapsedilsin, görevden alınsın, sürülsün.
Ben sadece kötü mütercimim. Bunlar Allah’ın size benim ağzımla duyurduklarıdır. Siz üç komutan olarak anlaşmak ve gereğini yapmak zorundasınız.
Saygıyla bu mektubu arz ediyorum…