Görevli birisi kendi içtihadına dayanarak görevini yapar.
Hâkimler de kendi içtihatlarına göre görevlerini yaparlar. Yetkileri olduğunu kabul ederler ve haksız tutuklu olduğuna karar verir ve tahliye ederler. Tahliye mazbatasını savacıya gönderir ve tahliyesini talep ederler. Burada anormal bir şey yoktur. Görevli içtihadına göre hareket etmiştir. İçtihadında hata etmiş olabilir. İçtihadında kasten suç işlemiş olabilir. Bütün bunlar normal olaylardır. Her zaman rastlanan bir durumdur.
Bu yazıyı alan savcı kendi içtihadına göre bu kararı uygular veya uygulamaz. Savcı da kendi takdirine göre bu kararı yasalara aykırı görür. Hâkimlerin bu hususta yetkisiz olduğuna karar verir ve uygulamayabilir. Burada da bir anormallik yoktur.
Hâkimler nasıl karar almakta bağımsız iseler, savcılar da bu kararları uygulayıp uygulamamakta bağımsızdırlar. Çünkü herkes kendi içtihadına göre hareket eder ve herkes kanunlara uymak zorundadır.
Hâkimlerin başkalarını bağlayan yorum kararları alma yetkileri yoktur.
Sonra ne olur?
Hâkim kararına uymayan savcı aleyhine yetkili makama başvurulur. Bu makam Yüksek Mahkeme olabilir veya Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu olabilir. Bir üst mahkemeye başvurulur. Yetkisizlik kararını alırsa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na başvurulur. Alınan karar uygulanır.
Bütün bunlar günlük olaylardır. Bunların hiçbirinde bir anormallik yoktur.
Hâkimler veya savcılar aleyhine dava açılabilir. Mahkeme bilgisizlikten savcı veya hâkimler hakkında görevden alınma veya tenzili rütbe kararını alır. Kasten bu hatayı yapmışlarsa, kanunda belirtilen ceza ile mahkûm edilirler. Olay budur.
Bunun neresinde yaygara yapılır?
Akşam kanalları açtım; hâkimlere saldırılıyor! Ertesi gün kanalları açtım, savcıya saldırılıyor. Bununla yetinilmiyor, bunlar üzerinden birileri cemaate saldırıyor, diğerleri Ak Parti’ye saldırıyor. Bu ne biçim mantıktır, bu ne biçim anlayıştır, bunun nesi tartışılıyor?!
Böylece ülkemiz ikiye bölünmüş durumdadır.
Bunlar aynı televizyonda tartışılsa, vatandaş tartışmaları dinler ve bilgi edinir. Kendine göre haklı ile haksızı ayırır, yaygara bu bakımdan bir işe yarar. Bu sayede vatandaşlar hakemler durumuna gelirler. O zaman da herkes konuşurken akıllıca konuşma durumunda olur. Böylece bu tartışma yararlı Hale gelir.
Ama durum maalesef böyle değildir. Seyirciler de ikiye ayrılmıştır. Herkes kendi televizyonunu dinliyor. Böylece vatandaşlarımız birbirine düşman ediliyor. Ülke ikiye bölünüyor. Benim gibi olanlar da cevap verme imkânına sahip olmadıkları için ikisini de kapatıyorlar. Böylece vatandaşlar da bîhaber yaşamak durumunda olmaktadır.
Bu durumda ne yapılmalıdır? Adil Düzen bu soruna nasıl çözüm bulmuştur?
1- Devlet siyasi partilerin gösterdiği kimselere yazarlık unvanı verir ve onlara maaş bağlar, yazara istediğin gazetede yaz denir. Böylece basın özgürlüğü değil “yazar özgürlüğü” getirilir. Şimdi yazar özgürlüğü yerine sermaye sömürüsü vardır.
2- Dağıtımı devlet ücretsiz yapar. Yazarların parasını devlet vermektedir, dağıtımını bedava devlet yapmaktadır. Gazetelerin kâğıt ve basım parasından başka maliyetleri olmamaktadır. Gazete ve/ya dergi sahipleri ile televizyon sahipleri böyle çalışmaktadırlar.
3- Basın ve yayın kuruluşlarından vergi alınmamaktadır. Bunun yerine devlet onların beşte bir sütunlarını ve zamanlarını kullanmaktadır. O basının zihniyetine muhalif neşriyat her basın ve yayın organında yer almaktadır. Böylece halk parası olanları değil fikri olanları okumakta veya dinlemektedir.
4- Ayrıca herkese bir okuma desteği verilmektedir. Böylece halk hangi gazeteyi okuyorsa o gazete basılır ve yayınlanır. Kamu reklamları kamunun beşte bir payı içinde kullanılır, ayrıca reklam parası ödenmez.
Süleyman KARAGÜLLE