Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hükümet’e savaşa girme yetkisini verdi. Bu doğruydu, çünkü Türkiye güçlü olmalı idi. Muhalefet hata etti.
Şimdi Hükümet’in savaşa girip girmemesi meselesi söz konusudur.
Savaşa girmenin hatalı olduğunu bundan önceki iki makalemde yazdım.
Mahir Kaynak durum değerlendirmesi yapıyor, “Türkiye zor durumda” diyor “Kobani’ye girse İslâm âlemi karşı çıkacak, girmese Kürtler karşı çıkıyor...”
Durum değerlendirmemde ben bunları zikretmedim. Çünkü IŞİD’in İslâm âleminde yeri yoktur. IŞİD Vahhabiler, El-Kaide, Taliban gibi Batı’nın tezgâhladığı güya Sünni Müslümanlardır. Vahhabiler İbni Teymiyecidirler. İbni Teymiye doğru söylüyordu, mezarlara tapmak haramdı. Vahhabiler haramı yasak yaptılar, böylece Arapları kışkırttılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun oraları kaybetmesinin başlıca amili oldular.
İslâm âlemi bunların arkasından gitti mi? Herhangi bir İslâm ülkesine gidin, Suudileri İslâm’ın temsilcisi olarak kabul eden var mı? Ama bütün Sünniler Türkiye’yi -irtidat ettiği halde yine de- İslâm’ın temsilcisi saymaktadır. Bütün Şiiler İran’ı temsilci saymaktadır. Batı İslâmiyet’i anlamadığı için Müslümanları kullanamıyor.
Mahir Kaynak’ın teşhisini doğru olarak kabul etsek, o zaman Türkiye bu çıkmazdan nasıl kurtulacaktır? Mahir Kaynak herhangi bir çıkış yol göstermemektedir.
Biz Adil Düzen’e göre yolu gösterelim.
Biz hareketlerimizi falanı darıltacağız, filanı sevindireceğiz diye hareket etmeyiz. Uluslararası tüm ilişkilerde ne ABD ne de Çin tarafına konuşuruz. Kur’an bunu biz haram kılmıştır. Biz kıst ile adalet üzere konuşacağız, haklı olana haklı, haksız olana haksız diyeceğiz. Biz inanıyoruz ki sonunda daima haklı olan galip gelecektir.
Kimin haklı kimin haksız olduğunu bilmek de kolay değildir. Biz bütün haberleri sömürü sermayesinin yayınlarından öğreniyoruz. Sermayenin ne kadar yalancı olduğunu Irak savaşında çok açık bir şekilde gördük. IŞİD gerçekten öldürüyor mu; bilemiyoruz. Kürtler ile IŞİD arasında gerçekten çatışma var mı; bilemiyoruz...
Ne yapmamız gerekir?
Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’da dört devletin cumhurbaşkanlarını, başbakanlarını, genelkurmay başkanlarını ve dışişleri bakanlarını toplamalıdır. Barzani de İstanbul’da hazır bulunmalıdır. Ortadoğu’daki fitne ve fesada son vermelidirler; Kur’an ne diyorsa ona göre son vermelidirler. Kur’an’ın ne dediğini maalesef Akevler’den başka bilen yoktur ama ilgililer de onu dinlememektedirler. Başka çözümü olanlar varsa onları da dinlemelidirler; benim çözümüm var diyeni dinlemelidirler ama bizi de dinlemelidirler. Ben şimdi talibim. Cemil Çiçek’in yaptığını yapmamalı, Akevler’i istisna etmemelidirler. Yedi kere sekiz elli altıdır; bunu Akevler söyledi diye dinlemeyecek olursanız, doğruyu bulamazsınız. Doğru bir tanedir.
Şimdi bunu ben önerdim diye ‘bunu yaparsak Akevler’in dediğini yapmış oluruz’ demeyeceksiniz. Söylediklerimiz doğru ise onlar bizim değil Allah’ın söyledikleridir. Siz, ben söyledim diye doğruyu dinlemezseniz, Allah’ı dinlememiş olursunuz. Alenen ilân edecek ve diyeceksiniz ki; biz doğru söylenenleri duyarız, kimin söylediğine bakmayız, çünkü doğruyu yalnız Allah söyler/söyletir.
Bir devletin başka bir devlete ait topraklarda herhangi bir faaliyet göstermesi açıksa gasptır, gizliyse hırsızlıktır. Zulme uğrayanlar varsa “muhacir” olarak kabul ederiz. Onların oradaki mülklerini alırız, Türkiye’de veririz. Ayrıca millet olarak yardım ederiz. Ama onların yani o ülkenin iç işlerine karışmayız. Çünkü oradaki halka ümit vermek isyanlarına sebep olur, böylece devlet de onların üzerine yürür, birbirlerini kırarlar. Düşmanımız da olsa, biz insanların birbirlerini öldürmelerini istemeyiz.
Bugün Suriye’de anarşi varsa, bunun müsebbibi Türkiye’dir. Türkiye devlete karşı gelenleri desteklemiş, devlet otoritesini kaybettiği için anarşi ortaya çıkmış. Dün savaş güya Şiiler ile Sünniler arasında idi; şimdi Sünniler arasındadır! Çünkü bu savaş ne Sünniler ile Şiiler arasındadır, ne de Kürtler ile Araplar arasındadır; bu savaş devletin otoriteyi kaybetmesi sonucu doğan boşluğun savaşıdır.
Türkiye eğer bu duruma tek taraflı müdahil olacaksa, Barzani’yi destekleyip Irak ve Suriye’de güvenliği sağlayabilir. Bir devlet eğer güvenliği sağlayamıyorsa, o zaman dışarıdan müdahale caiz olabilir; ama Kıbrıs’ta olduğu gibi girip de kalmak şartıyla. Yoksa sömürü sermayesinin emri ile taşeronluk yapmak fesadın devamı demektir.
Türkiye tampon bölge değil tampon devlet kurabilir. Buna Irak ve Suriye de ses çıkarmaz. Güvenlik sağlandıktan sonra, Lozan’da olduğu gibi dört devlet oturur, uygun bir haritayı oluşturarak barış anlaşması imzalanır.
Allah bunları bize söylettiği halde siz bildiğinizi yapmaya devam ederseniz, bizim yapacağımız bir şey yoktur.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92