1960 yılında, ben Demokrat Partili olmadığım halde, CHP’liler ve DP’liler birleşip beni bürokrasideki işimden attılar. 1961’de İzmir’e gittim ve Hava Eğitim Komutanlığı’nda bir yıl sonra işe başladım. İzmir’de az sayıda insan her hafta bir araya geliyor ve birlikte sohbet ediyorlardı. Bunlardan her biri İstanbul’daki İslâmî gruplardan birinin temsilcileri idi...
İzmir’de bir de Kestanepazarı Cemaati vardı. Ali Rıza Güven polis emeklisi Aksekili bir tüccardı; Raif Cilasun isimli Halk Partisi’nden gelen ve ilmî seviyesi yüksek bir kardeşimiz de ona danışmanlık yapıyordu... İsmail Tanrıbuyruğu ve Ali Tosun adındaki iki medrese âlimi de orada ders veriyordu...
Ali Güzel, Nuri Sevil adında bir zenginle birlikte çalışırdı; o da Ahmet Tatari adında İzmir’in büyük iş adamlarından birisi ile beraber çalışırdı... Bunlar da İzmir sermayesi ile içli dışlı idiler, Kestanepazarı’na böylece hâkimdiler... Oldukça serbest bir İslâm anlayışı mevcuttu ama Müslümanları sömüren tezgâh işliyordu... Kestanepazarı’nda çalışanların hepsi çok muhterem Müslümanlardı, tezgâh görünürde İslâmî idi ama yapısı İslâmiyet’i sömürmeye dayanıyordu... Bundan dolayı benim onlarla çalışmam mümkün değildi, çünkü onlar Müslümanların iş sahibi olmalarına karşı idiler... Onlarla ortak olanlar kazanacak ve Kestanepazarı Derneği’ne yardım edecekler ama Müslümanlar herhangi bir ekonomik faaliyet göstermemelidirler!..
Ayrıca Halil Rifat Paşa’da eski Kilis milletvekili ve Uşak Şeker Fabrikası eski genel müdürü Remzi Güres, tıp doktoru emekli albay Dursun Aksoy, ziraat mühendisi Mehmet Gemalmaz ve mülkiyeden mezun Ahmet Remzi Hatip birlikte oturuyor ve her ahşam Hasan Basri Çantay’ın Kur’an Mealini okuyorlardı. Ben onlara katıldım...
Bu cemaat mensupları görüş olarak siyasetle sorunların çözülmeyeceği, ancak ekonomi ile sorunların çözülmesi gerektiği kanaatinde idiler ve ekonomik ortalıkları vardı... Ben de onlara katıldım... Remzi Güres Hak’tan başka ancak dalâlet var âyetini okuyor ve DP ile CHP’nin aynı olduğunu anlatıyordu... Düşüncede onlarla anlaşmıştım... Kaynağımız Kur’an idi... Ekonomik faaliyetler yapmalı idik...
Sistemde anlaşamadık... Ben faizsiz bir kooperatif kurmamız gerektiği konusunda önerilerde bulunuyordum... Onlar buna sıcak bakmadılar... Sonra biz Ahmet Tahir Satoğlu ile Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi’ kurduk, onlar da ortak oldular...
Onlar bankadan kredi almışlardı, borçlanmışlardı ve borçlarını ödeyemiyorlardı... Süleyman Demirel de onların borçlarını erteletiyordu... Bu sebeple bizim siyasi faaliyetlerimize doğrudan katılamadılar... Ama Onların yolu doru idi; Kur’an ve ekonomi...
Akevler onların yolunun başka bir versiyonu olarak doğdu...
Kooperatifimizi çevreye anlatmak ve devlet nezdinde kendimizi savunmak için bir siyasi kuruluşa ihtiyacımız vardı… Necmettin Erbakan’a 1969 yılında bağımsız adaylıklarımızı önerdik; kabul etti ve kendisi milletvekili oldu... Ankara’da hemen çevresini sardılar, o da bizden uzak durmayı tercih etti... Kendisine ihtarlarda bulunduk... Mamak’ta hapse gidip döndükten sonra bizi dinledi ve birlikte “Adil Düzen”i hazırladık; “Adil Düzen” Necmettin Erbakan’ın başkanlığında Akevler Ekibi tarafından hazırlandı...
“ADİL DÜZEN”İN DAYANDIĞI ESASLAR ŞUNLARDIR:
a) Çağın sorunları siyasi değil ekonomiktir… Tarım döneminden sanayi dönemine geçilmiştir... Tarım işletmeleri ile sanayi işletmeleri çalışamıyor... Sanayi dönemi hukukunu oluşturmalıyız...
b) Yeni hukuk ancak bugünkü müsbet ilimlerin verileri ile hazırlanabilir... Ne var ki ilme varsayımları verirseniz iş yapar, varsayımları kendisi koyamaz… O halde varsayımlara başka kaynak aramalıyız...
c) Varsayımlarımızı tarihten almalı idik... Bugüne kadar ulaşan dört büyük uygarlık peygamberlerin eseri idi... Varsayımlarımızı Kur’an’a dayandırmalı idik... Kur’an son ilâhi kitaptı, bozulmadan dili ile bize kadar gelmişti ve bizim topluluğumuzun da kitabı idi... Avrupa uygarlığı onun Roma uygarlığı sentezinden doğmuştu… O halde biz de Kur’an’ı kendimize rehber edinmeliyiz...
d) Eski kuruluşlarda bunu yapmak mümkün değildir... Büyük kuruluşlarda da bunu yapmak mümkün değildir... O halde biz bir “kooperatif” kurarak araştırmalarımızı ve denemelerimizi orada yapmalı idik... İzmir’in o zamanki mantığı bunu benimsedi ve “AKEVLER” böyle kuruldu, “ADİL DÜZEN” böyle doğdu...
Süleyman KARAGÜLLE