Bugün istese de istemese de Mustafa Kemal’i herkes destekliyor. Mustafa Kemal’in ilkelerini tartışılmıyor da Anıtkabir’de kendisine tapılıyor, tavaflar yapılıyor, saygı duruşu adı altında ona ibadet ediliyor! O bu şekilde tanrılaştırılmış, put yapılmıştır.
Biz ise bu yapılanların aksine, Mustafa Kemal’in doğru yaptıklarını ortaya koyuyor, ona tapmaktan vazgeçip gösterdiği yoldan gitmeyi öneriyoruz.
a) Mustafa Kemal’in bir numaralı ilkesi, yurtta sulh cihanda sulh ilkesidir. Bizim kimsenin bir karış toprağında gözümüz yoktur. Biz ise ülkemizin bir karış toprak için tüm ülkeyi feda ederiz. Bizim için “ya ölüm ya istiklâl” vardır. Bu amacı gerçekleştirmek için komşularımızla iyi geçiniriz. Türkiye’yi bölecek olan bir davranışa karşı olmalıyız. Bu esas alınınca “Kürt açılımı” yanlıştır, PKK’nın muhatap alınması yanlıştır. Öcalan serbest bırakılıp yurt dışına çıkarılmalıdır. Biz onu yakalamadık, onu bize teslim ettiler. Onun için ihanet etmeyiz, öldürmeyiz. Ama onu korumak ve topraklarımızda beslemek zorunda değiliz. Anayasada “Kürt” kelimesi geçmez. Kürtler de diğerleri gibi Türkler içinde bir halktır. Bütün halklara anayasal haklar tanınabilir. Hiçbir topluluk Türkiye’de Türk ulusu seviyesinde ulus olduğunu iddia edemez. Bir devlette iki ulus olmaz, olamaz. Çok halk olabilir ama çok ulus olamaz. Bir ulusun iki dili de olamaz. Her devletin sadece tek dili olabilir. Kanada gibi suni devletlerden bahsetmiyoruz. İstiklâl Savaşı’nı kazanmış Türkiye Devleti’nden bahsediyoruz.
b) Mustafa Kemal’in ikinci ilkesi hakimiyeti milliyedir. Devletimiz uluslararası ilişkileri barışçı bir devlet anlayışı içinde yürütür. Uluslararası topluluklara katılır. Ama onların hiçbirisini ülke içindeki düzenine karıştırmaz. Millî hakimiyeti başka hiçbir devletle veya devletlerarası kuruluşlarla paylaşmaz. Kendi kanunlarını kendisi yapar veya değiştirir. Kendi mahkemesini kendisi kurar, mahkum eder, infaz eder. İnsan Hakları Mahkemesi’ni ancak uluslararası ilişkilerde tanır. Ülke içindeki davaları uluslararası insan mahkemelerine götürmek millî hakimiyete aykırı olduğu gibi, yabancı devletlere borçlanmak da millî hakimiyete aykırıdır. Merkez Bankası’nı uluslararası denetime vermek demek, devletin bağımsızlığını yok etmek demektir. Avrupa Birliği ile, ABD ile, Rusya ile, Çin’le ve Hindistan’la dostluk ilişkileri kurarız, onlarla her türlü anlaşmaları yaparız ama hiçbir zaman onlarla siyasi bir bütünleşmeye girmeyiz. Biz millî devletiz. Ne Turancılık ne de İslâmcılık bizim devletimizin yapısını oluşturur. Onlarla insanî ilişkiler kurarız ama onlarla birleşip tek devlet olmayız. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi millî hakimiyete ve Mustafa Kemal’in dünya görüşüne aykırıdır.
c) Mustafa Kemal’in üçüncü ilkesi ise muasır medeniyetin fevkine çıkmadır. Muasır medeniyet Avrupa medeniyetidir. Biz o medeniyetin gereklerini yerine getirdik ama bundan sonra da yapılacak işimiz vardır; muasır medeniyetin fevkine çıkmak. Bu ancak Batı Medeniyeti ile İslâm Medeniyeti’nin sentezi ile mümkündür. “Adil Düzen” işte bunu yapmaktadır. Türkiye’nin hâlâ kendi tarihi ile karşı karşıya olması, Mustafa Kemal’in muasır medeniyetin fevkine çıkma ilkesine aykırıdır. Batı’yı taklit ile onların önüne geçilemez. Mustafa Kemal 1933’te bunu söyledikten sonra 76 sene geçti ama bunlar hâlâ Batı’yı taklitle meşguldürler. Bu Kemalizm’e aykırıdır. Ondan sonra Batı bizim arkamızdan koşmalı idi.
d) Mustafa Kemalin dördüncü ilkesi ise müsbet ilim ilkesidir. Muasır medeniyetin üstüne nasıl çıkılacaktır? Müsbet ilimle çıkılacaktır. Mustafa Kemal müsbet ilim dışında bir mürşit kabul etmez. Böyle olmasına rağmen o Türk milliyetçiliğini dört unsura dayatmıştır. 1) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak. Başka ülkenin vatandaşları Türk değildir. 2) Türkçe bilmek. Türkçeyi öğrenmek istemeyen Türk olamaz. Kürtçe veya Lazca bilmek elbette Türk olmaya mâni değildir. 3) ‘Ben Türküm’ demek. Bunun için Türk ırkından olmak gerekmiyor. ‘Ben Türküm’ demek yeterlidir. Ama ben Türk de değilim diyorsa, o Türk değildir. Türkiye’de yaşayabilir ama azınlık olur. Kürtlerden olup da azınlık statüsü içinde ve Türk değilim deyip yaşayacaksa izin verelim, yaşasınlar. Askere almayalım, seçme ve seçilme haklarını vermeyelim. Kendi kentlerini kursunlar, istedikleri gibi yaşasınlar. Ama Kürt olarak Türküm diyorlarsa, ona bir diyeceğimiz yoktur. Mustafa Kemal bu kadarına bile izin vermemiştir. 4) Mustafa Kemal’in milliyet anlayışında din birliği de vardır; Müslüman olmayanlar Türk olamazlar. Türkiye vatandaşı olarak yaşayabilirler ama Türk milletinin içinde olamazlar. Türkiye ise Türk ulusunundur. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.
Şimdi “Biz Kemalist’iz” diyenler yukarıdaki ilkeleri bir defa daha değerlendirsinler.
AÇILIM NASIL OLMALIDIR?
a) Türkiye tüm Türk vatandaşlarınındır. Çalışamayanların da onda kira payları vardır. O halde herkes hiçbir prim ödemeden sosyal sigorta güvencesinde olmalıdır. Kimse açlık korkusu içinde olmamalıdır.
b) Türkiye’de çalışıp daha fazla refah içinde yaşamak her vatandaşın hakkıdır. Herkese çalışma kredisi verilecektir. Krediler faizsiz ve icrasız olacaktır. Kişi kredisini bir işyerinde kullanabilecektir. İşyerlerine ayrıca hammadde kredisi verilecektir. Böylece ülkede herkes girişimci olarak iş bulacaktır. İşsizlik olmayacaktır.
c) Türkiye’de hakemlerden oluşan yargı sistemi oluşacak ve herkes adil yargılama sistemi içinde hakkını alabilecektir. Yani tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın olacaktır. Bu da ancak hakemler sisteminde olacaktır.
d) Türk halkının doğru haber alma hakkı vardır. Dışa bağımlı basının karşısında millî basın oluşturulmalıdır. Bu Kürtçe basın değildir. Türkçe basın ama muhtevası millî olmalıdır.
İşte Türkiye bu eksikliklerini tamamladığı zaman Türkiye’yi idare etme hakkına sahip olur. Bu eksikliklerini tamamlamazsa Türkiye idare etme hakkını kaybeder. Eğer askerler müdahale ederse kısa zamanlar için varlığını koruyabilir. Onlar da müdahale etmezse; doğuda Kürtler, kuzeyde Lazlar, güneyde Araplar, batıda Arnavutlar ayrılırlar ve sonra düşmanlara yem olurlar. Asıl sorun Türkiye’nin devlet olma sorunudur. Sorun demokrasi sorunu değildir, hukuk devleti olma sorunudur.