Medeniyetler bir insan gibidir. Doğarlar, yaşarlar, yaşlanırlar ve ölürler. Bunların ömürleri biner yıldır. İki çeşit uygarlık vardır. Doğu medeniyetleri hukuk üzerinde oturur, yönetim yönleri güçlüdür, sosyal yapıları gelişmiştir. Batı medeniyetleri teknik üzerinde oturur, ekonomileri güçlüdür.
İki tür uygarlık vardır. Doğu uygarlıkları hak uygarlığıdır. Batı uygarlığı kuvvet uygarlığıdır. Bu iki uygarlık ard arda gelir. Biri en yüksekte iken diğeri yeniden oluşmaya başlamıştır. Bugünkü durum budur. Batılılar tepededir. Biz ise yeniden oluşuyoruz. (Tikle eyyamün nüdavilüha beyne’n-nâs.)
Doğu ile Batı arasında cereyan eden savaş sonucunda Batı’nın üstünlüğü ile buraya kadar gelinmiştir. Kuvvetle onlar bizi yenmişlerdir.
Uygarlıklar arası savaşta biri diğerini ortadan kaldıramayacaktır. Savaşı bazen biri bazen diğeri kazanır ama hiçbir zaman biri diğerini yok edemez. Batı bizi yendi ama bizi yok edemedi. Biz şimdi yeniden oluşmaya başladık. Batı’yı yeneceğiz ama silahla değil hukukla yeneceğiz. Kendi hukukumuzu kendimiz kurmakla yeneceğiz.
Bugüne kadar yapılan mücadelede yenilmemizin sebebi Batı ile silahla savaşmış olmamızdır. Oysa biz Avrupa’yı fethettiğimiz zaman silahla fethetmiş değildik, hukukla fethetmiştik. İstanbul’u aldık ve devlet merkezi yaptık ama İstanbul 1950’lere kadar onların çoğunluk olduğu bir kentti. 500 senede bir halk varlığını hâkim olarak sürdürürse orası silahla fethedilmiş ülke değildir.
Osmanlılar ve Mısırlılar son asırlarda hep yanlış yol takip ettiler, düşmanla hukukla savaşacaklarına, bu şekilde onları yeneceklerine, onların hukukunu aldılar ve onlardan satın aldıkları silahlarla savaştılar; hâlâ öyle savaşıyorlar.
Mısır’daki olaylar, Türkiye’deki olaylar bundan ibarettir.
Hazreti Muhammed Mekke’yi fethedip oraya girdiği zaman oradakileri kendi hallerinde bıraktı ve Medine’ye geri döndü. Mekke valisini de yerlilerden yaptı. Fatih İstanbul’u fethettikten sonra bir tek kişinin bile burnu kanamamıştır.
İşte “İslâm düzeni” budur.
İhvanı Müslimin içinden tanıdıklarımız ve beraberce cihat yaptıklarımız vardır. Onların “Adil Düzen”i yakından takip etmiş olmaları gerekir. “Adil Düzen”in kaynağının neresi olduğunu da öğrenmiş olmaları gerekir. Bizi arayıp “Adil Düzen”in ne olduğunu öğrenip bizimle ilişki kurmaları gerekir.
“Adil Düzen”in olmadığı yerde yalnız “zulüm düzeni” yaşayabilir.
Mısır ne yapmalıdır?
1- Yerinden yönetim sistemini getirmelidir.
2- Hakemlik sistemini getirmelidir.
3- Ekonomide semt sistemini ve senet karşılığı para sistemini getirmelidir.
4- Asrımızın ilimlerini Kur’an Arapçası ile tedrise başlamalıdır. Bu hususta Akevler’den yararlanmalıdır.
Bizim hazırladığımız “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”nı tercüme ederek ona benzer bir Anayasa hazırlamalıdır. Anayasa Kur’an’a dayanmalıdır.
Gümrükler kalkmalıdır. Vizeler kalkmalıdır.
Araplarda bir hastalık vardır; kendilerini diğer kavimlerden üstün görürler, Arap olmayanları Araplaştırırlar. Onlara göre Türkler “Adil Düzen”i ne bilecekler, “Adil Düzen”in sahibi kendileridir! Bir gün bir Arap heyeti ile müzakere ediyorduk. Özel bankanın olamayacağını anlatmak için “Allah’a ikraz ediniz” âyetini okuduk. Bir cevap veremediler; sadece “Biz Arabız, Arapçayı sizden iyi biliriz’ dediler!