Anayasa, İnsanlık Anayasası, Adil Dünya Düzeni-4
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
Bundan önceki yazımı şu cümleyle sona erdirmiş, meramımı şöyle özetlemiştim: “SONUÇ olarak ‘Sosyal Tufan’ seviyesinde sorunlar yaşayan insanlığın bu sisteme ve bu çözüm önerilerine ihtiyacı vardır; çalışıp çözüm üretmek bizden, başarı Allah’tan…”
Biz ‘teşhis ve tedavi’ metodu ile ‘çare ve çözümler’ üretiyoruz ama ilgili ve yetkililer bütün bu olanlara rağmen bu çözümlere karşı ‘üç maymunları’ oynamaya devam ediyorlar…
Bundan dolayı bugünkü yazım farklı bir ‘giriş-gelişme-sonuç’ içerikli olacak ve bunu yaparken de bugünkü günlük okumalarımdan yararlanarak yapmaya çalışacağım…
Tesirini de Allah’tan niyaz edelim ve başlayalım…
‘Bİze ne oldu?’
Bu soruyu, her yazısında bizim hikâyemizi yazan, hikâye üstadımız Mustafa Kutlu, bugünkü 16.10.2024) başlıklı yazısında soruyor. Yazı şu cümleyle başlıyor: ‘Çocukluk ve ilkgençlik yıllarımın geçtiği Erzincan’da yirmi yıl içinde hatırımda kalan (1950-1970) sadece Kahveci Yaşar’ın vurulmasıdır. Onun için kimi kaza demişti, kimi kavga.’ Ve şöyle devam ediyor: ‘Şimdi öyle mi? Yolda, trafikte, metroda, otobüste, kahvede, parkta her yerde gündüz ve gece hayatımızı karartan şiddet sahneleri ile karşılaşıyoruz. En hafifi şöyle: Biriyle bakışmayagör “Ne bakıyon lan” diyebilir. İnsanımızın canı burnunda. Geçim sıkıntısı, kalabalık, stres. Neyse ki telefon var. Topyekûn telefona bakıyoruz, böylece “Ne bakıyon lan” belasını atlatıyoruz.’ Yazının orta yerinde şu teşhis var: ‘Büyükşehirde yarım asır önce görece dengeli bir hayat vardı. Nüfus azdı. İktisadî, içtimaî, ahlâkî unsurlar geleneksel yapıyı koruyor, bu denge nispeten huzurlu bir hayatı yaşatıyordu. Bu denge bir daha kurulamadı.’ Büyük şehir bu selde boğuldu. Hiçbir “değer” ayakta kalamadı. Ekonomi ahlâkın yerine geçti. Rant ekonomisi. Her şey kapanın elinde kaldı. “Güçlü olmak” baş tacı oldu.’
Yazar çare ve çözüm öneriyor: ‘Toplumu sulh içinde ayakta tutacak iktisadî, içtimaî, kültürel denge mutlaka kurulmalıdır. Sosyal adalet, gelir adaleti başta geliyor.’
Ve SONUÇ: ‘Şimdi yirmi milyonluk bir metropolde (yani İstanbul’da) yaşıyoruz. Kapitalizmin pençesinde vücut bulan “tüketim toplumu” içindeyiz. Bu sebeple bize ait bir dengeyi bulmak hayli zor. / “Yeni Türkiye” bu zorluğu yenerek inşa edilecek.’
‘Vay ahlaksızlar…’
Bu başlık da Ayhan Demir’in bugünkü (16 Ekim 2024) yazı başlığı; şöyle başlıyor: ‘Lafı uzatmaya hiç niyetim yok. Hemen konuya girmek istiyorum. En iyi bildiğimizi sandığımız konuda sıkıntı yaşıyoruz. “Önce ahlak ve maneviyat” diyenlerdendik. Şimdi grafikler ve istatistikler arasındayız. Güne dolarla başlıyor, altınla bitiriyoruz. Çok katlı binaların, dev alışveriş merkezlerinin arasında kaybolduk. Ahlak anlayışımız ciddi bir sarsıntıya uğradı. Hızla ahlak ve maneviyat kavramlarından uzaklaşıyoruz. Yakıcı ve yıkıcı bir ahlak buhranı, derin bir manevi boşluk yaşıyoruz. Maalesef. Parası için anne-babasını, nine-dedesini öldürenler. Hayat arkadaşına, eşine saldıranlar, hakaret edenler. Parmak kadar bebeklere, hayatın baharındaki çocuklara kötü şey yapanlar.’
Yazıda şu önemli uyarı ve hatırlatmalar var: ‘Toplumsal çürümeyi ancak güzel ahlak önleyebilir. / Ne kadar kanun çıkarırsanız çıkarın, ahlaktan başka bir şeyle, ahlaksızlığın önüne geçemezsiniz. Hukuk, bir eylemin sonunda hesap sorar. Ahlak ise hesap sormayı başa alır. Önleyici hekimlik, tedaviden daha etkilidir. / Kim ne derse desin, ahlak, her şeyden önce gelir. Güzel ahlakın olmadığı yerde; adet, kalkınma ve kardeşlik olmaz. Yoksulluğun da yegâne çaresi var: Ahlak. / Ahlak, insanın yaratılış gayesini ilgilendiren her şeydir. Kısaca, İslam’dır. Ahlak, inancımızın, imanımızın bir tamamlayıcısıdır. Biri olmadan diğeri olmaz. Ahlakın kaynağı ise Kur’an-ı Kerim’dir. / İslamiyet ‘ahlak’ nizamı üzerine kuruludur. Hem yüce Allah hem son Peygamber, “güzel ahlakı” sever. Peygamber Efendimiz, şöyle buyuruyor: “Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır.”’
(Bitmedi, devamı var ama bu günlük bu kadar!)