İnna lillahi ve inna ileyhi raciun; Rabia Erol Hocahanım-4
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
Kur’an ehli ve hizmetkarı anne babamızın ardından Kur’an ehli ve hizmetkarı (Diyanet İşleri Başkanlığı Kız Kur’an Kursu Hocası) Rabia Hocahanım da rahmeti rahmana kavuştu…
Rabia Erol Hocahanım kardeşimin vefatı vesilesiyle bu yazılar yazılıyor…
Fecr Suresi sonundaki dört ayet üzerinde durmaya başlamıştık; devam ediyoruz…
“Batın âlemde” olan “ruh” ile “zahir âlemde” olan “beden” birleşince “insan” olur. Ruhun bedenle birleşmesi için “nefs”e ihtiyaç vardır. “Nefs” ruhun bedene saldığı dalgadan ibarettir. Bedenden gelen dalgaları da ruh onunla idrak eder. Hayat da bedenin ruhla ilişki kurma özelliğidir. Böylece insan oluşmaktadır. Sorumlu olan beden değil, sorumlu olan ruh da değil, sorumlu olan “nefs”tir. “Nefs” demek, ruhun bedene yaptırdığı demektir. Bugün “nefs” olarak insanın beynindeki bilgisayar ile ruhun bu ilişkiyi kurduğunu biliyor ancak nasıl kurduğunu bilmiyoruz. Kur’an’ın bize öğrettiğine göre ruh beden ile olan irtibatını “nefs” ile kurar yani ruh bedenin içindedir. Uyku veya ölüm hallerinde ise ruh nefsini çeker ve bedenden uzaklaşır, uyanınca geri döner; öldükten sonra da dirildiğinde geri dönecektir. Biz bedenimizin değiştiğini görüyoruz. Oysa değişen beden yoktur, değişik şekildeki beden heykelcikleri vardır. Biz çocukluktan başlayarak o heykelcikleri atlaya atlaya buraya geldik. O heykelcikler orada kaldı, yok olmadı. Bundan sonra da gideceğimiz heykelcikler şimdi vardır. Yeniden yaratılmayacaktır. Biz bedenden bedene seyahat edeceğiz. Biz bugün üç boyutlu uzaydan çıkamadığımız için geçmişimizi göremiyoruz, geleceğimizi de göremiyoruz. Ama öldükten sonra dirildiğimizde artık zaman içinde seyahat edebileceğiz, geçmişimizi ve geleceğimizi görebileceğiz.
Burada bir ayrıntıya işaret etmek gerekir. Dört ve beş boyutlu uzaylar yani kürsü ve arş batıni uzay değildir, zahirî uzaydır. Kâinat beş boyutlu uzaydır. Ancak bâtında da beş boyutlu uzay vardır. Bu boyutların içindedir. Batıni uzay zahirî uzaya diktir. Orada cereyan eden olayların bu dünyada dalgaları vardır. Bu dünyada cereyan eden olayların o uzayda dalgaları vardır. Işık hızı ikisinde birdir. Melekler insanlarla ilişkiyi o dalgalarla kurarlar. Allah nefse hitap etmekle, sorumlu olanın nefisli beden olduğunu bildirmiş olmaktadır. Hak ve külfete nefis ehildir. Bizim beynimizde olanlar bizim hesap vereceğimiz alandır. Hatalı nasiyedir.
“eLMuTMaEinNa / İtminan eden” Arapçada kelimeler üç harflidir. Eğer iki harfli olarak çıkmışlarsa onlara V, Y veya E ilave edilerek üç harfli yapılır. Mesela DM kan demektir. Sonuna bir V eklenerek üç harfli yapılır. Eğer dört harfli ise, onlardan bir harf atılarak üç harfe indirilir. Baytarda Y atılır, batara olur. Anlamda akrabalık vardır. Atılan harfler V-Y-E-L-N-M harflerinden biri olur. Mesela İbrahim’den M atılarak BRH kalır ki, burhan ile aynı köktendir.
Burada kelimede harfi tariften sonra gelen ‘M’ ismi fail veya meful harfidir. Sonundaki nun’un tekrarı teşdit içindir. Kök “(Ta)EN” veya “(Ta)MN”dir. (TaMN) kökü cemel veya cebel kelimelerine akrabadır. Cemel ve cebel ayaktaki deveyi veya dağları ifade eder.
“TaMeNe” ise çökmüş deve veya durgun yer demektir. Taban kelimesi buna akrabadır. Kalb, hareketli olan kalb, kasvetli kalpler, sertleşmiş, dikleşmiş kalplerdir. ‘Mutmain kalb’ ise sükunete ermiş, aynı zamanda uysal beyindir. Kur’an’da birçok ayetlerde ‘kalbin itminanından’ bahsedilmektedir. Burada da ‘nefsin itminanından’ bahsediliyor. Demek ki “TaMeNe” kökü durgunluğu ve sakinliği ifade ettiği gibi, akışına uyar demek olur. Fizikte çok önemli katsayı vardır. Ona ‘Reynolds Katsayısı’ denir. Kasvetli kalb, suyu mecrasına akıtmayan, çalkalayıp duran kalbdir. Oysa mutmain kalb, suyu mecrasına akıtan, normal pompalamayı yapan pompadır. Bunu bir deneyle sağlayabiliriz. Bir bidona su dolduralım, dibine ince boru bağlayalım, suyu yavaş yavaş doldurmaya başlayalım, borudan akan suyu bir kaba doldurarak saniyede akan miktarı ölçelim. Önce bidondaki su arttığında akan su artar. Boru kalınsa sonuna kadar bu böyle devam eder. Boru ince ise bidondaki su seviyesi belli yüksekliğe çıkınca borudan akan su birden onda bire düşer. İşte bu kasvetleşmiş bir borudur. Bunlara fuko akımları, türbülans denmektedir. Mutmain akan su ise laminal akıştır. “TaMeNe” fiili yoktur. Ancak buradan anlaşılıyor ki lazım fiil imiş yahut “TaMeNe” kalıbı lazımdır. (Devamı var)