Prof. Dr. Ahmed Tahir Satoğlu ağabeyimiz…-5
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam...
Ahmed Tahir Satoğlu ağabeyimizi anmaya, anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz…
Her insanın bir maddî ve herkesçe dıştan görünen bir görünümü ve şahsiyeti var…
Her insanın bir de manevî ya da bâtıni yani pek de görünmeyen yönleri vardır…
Ahmed Tahir Satoğlu ağabeyimizin bizim için bir de -başkalarınca pek görülüp bilinmeyen- bu görünmeyen yönü de çok önemliydi ve buraya kadar O’nu ‘anmaya-anlamaya-anlatmaya’ çalışırken, ben ve diğer iki arkadaşım (Mehmet Tekelioğlu ve İsmail Er Bacak) O’nun işte bu yönünü de yazmaya çalıştık ama tam olarak mümkün olmuyor…
Hani bazı şeyler vardır ya ne yazılabilir ne de anlatılabilir, sadece yaşanır…
Bizimki de aynen öyle bir şey; sadece yaşanabilirdi ve yaşadık elhamdülillah…
Nitekim hem bundan önceki yazımızın en sonunda hem de önceki yazılarda yazdığımı bir kere daha hatırlayarak devam edelim: “O’nu anlatmak ve tanıtmak için sayfalarca yazabilirim ama Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu arkadaşımızın yazdığı gibi; ‘Bir okyanusu bir sürahiye sığdırmak mümkün olmuyor.’ Vessselam…”
***
Her yönüyle örnek bİr İnsan; Ahmet taHİR Satoğlu
Bugünkü böyle bir girizgâhtan sonra…
Birinci yazımın en başında da sözünü ettiğim…
Fehmi Koru’nun vefat sonrası yazdığı 24.04.2025 tarihli…
“Her yönüyle örnek bir insanı kaybettik; Ahmet Satoğlu’nu…”
Başlıklı yazısı ile Ahmed Tahir Satoğlu Ağabeyimizi anmaya devam edelim…
“Ajanslar “11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dayısı öldü” kuruluğunda bir haber olarak yansıttı vefatını ancak önceki gün İzmir’de muazzam bir kalabalığın toprağa verdiği Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu hepsi olumlu daha pek çok sıfatın sahibiydi.
Her şeyden önce, benim de içinde bulunduğum geniş bir çevre için, örnek alınacak şahsiyetlerin en başında o geliyordu.
Cenaze namazını kıldıran hoca onun en yaygın bilinen özelliğini “Ben de kendisinin hastası oldum, babam da hastasıydı” cümlesiyle duyurdu.
İhtisas alanı nöroloji olan bir tabipti Ahmet Satoğlu.
Ege Üniversitesi’nde yüzlerce öğrenci yetiştirdiği gibi, en sorunlu saralı hastalara bile şifa kazandırmak için gecesini-gündüzünü katmış, zorunlu emekliliği sonrasında açtığı muayenehanesinde de şifa dağıtmaya devam etmişti.
Her alanda olağanüstü titiz, dürüst ve kendi aleyhine olabilecek konularda bile dosdoğru biriydi. Muayenehanesinin daha ilk yılında, doktorlar arasında İzmir’in vergi şampiyonu olduğunu duyunca, hiç şaşırmamıştım.
Doktora sonrasında bir süre Kanada’da, bir süre de ABD’de bulunduğu ve dünya çapındaki üniversitelerin takdir belgeleri odasını süslediği halde, Ahmet Satoğlu’nun doçentlik ve profesörlüğünü geciktirmek için her yola başvurulmuştu.
O dönemlerde ‘dindar’ bilinmek, akademik hayatta hem en iyi olmayı hem de hakkını alabilmek için mücadele vermeyi gerektiriyordu.
“Zorunlu emeklilik” demem boşuna değil.
12 Eylül (1980) darbesi üniversiteleri sol-sağ ayrımı yapmadan askerlerin hizasına çekmeyi hedeflediği için, onun kapısı da, sakalı olduğu bahanesiyle, çalınacaktı.
Ya sakalını kesecek ya da…
Kendisine bunu tebliğ edenlere verdiği, “Başörtülü öğrencileri derslere almaya başlayın, sakalımı keseyim” cevabı unutulmaz...
Etraftan gelen kesmesi yolundaki telkinlere kulak asmadan, önünde hizmet sunabileceği daha uzun yıllar varken, hüznünü içine hapsedip üniversitesindeki kürsüsüne veda etmişti...” (Devamı var)