Sistem arayışı; Süleyman Karagülle-Adil Düzen-9
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim...
“Dayanışma ortaklıklarının nasıl kurulduğu, fonksiyonları ve diğer detaylar için şu yazıya bakılabilir. Belki daha geniş bir şekilde konuya vakıf olmak isteyenler olabilir. Onlara da üzerinde çok çalışılmış bir kitap önerebilirim. “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” adlı bu çalışma, sadece burada üzerinde durmaya çalıştığımız Dayanışma Ortaklıklarını değil teorik esasları oluşturulmaya ve kısmen de olsa uygulanmaya çalışılan sistemin bütün temel esaslarını bir anayasa anlayışı içinde detaylarıyla anlatmaya gayret ediyor.
Akevler’deki düşünce sistematiğini ben bütün detaylarıyla anlatamam ama birkaç hususu vurgulayabilirim. Güçlünün haklı olduğu değil haklının güçlü olduğu bir hukuk nizamı her şeyin başında gelir. Alabildiğine geniş bir özgürlük söz konusudur. Herkes istediği dayanışma ortaklığını, istediği idari teşkilatlanma birimlerinden bucağı, ilçeyi ve ili seçmekte özgürdür. Aynı özgürlük ilgili Başkanlara da tanınmıştır ve istediği kimselerle çalışma hakkına sahiptir.
Kanunlardan çok sözleşmelerdir insanları ve kurumları bağlayan. Özel hukuk galiba bu şekilde oluşuyor. Her topluluğun bir sözleşmesi vardır. O topluluğa katılan kimseler o sözleşmeye uymakla yükümlüdürler. Sözleşmeyi beğenmeyen ayrılma hakkına sahiptir. İhtilaflar hakemler marifetiyle hal yoluna konur.
Madem Kur’an’dan yola çıkmak gibi bir iddia var, o halde işe Fatiha suresinden, hatta Besmele’den başlanabilir Besmele ve Fatiha, İslam hukuk sisteminin temellerini belirler Karagülle’ye göre. Onlara hayattan süzülmüş manalar vermek gerekir. “Çalıştıran ve yaşatan Allah’ın adıyla” başlıyor her şey, her eylem, her iş. Böyle yeni kavramlarla yola çıkılırken klasik müfessirlerin takip ettiği usulün de dışına çıkmamak gerekiyor. Bu konular uzun uzun izaha muhtaç elbette. Ben küçük bir alıntı ile yetineyim ama daha fazlasını isteyenler şu bağlantıya müracaat edebilirler, bir de şu bağlantıya:
“Fatiha Sûresi, demokrasinin değişmez maddeleri gibidir.
Bütün değerler Allah’a aittir. Kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. O herkesin Rabbi’dir. Yönetimde kişiler arasında ayrılık yapılamaz. O rahmandır, herkesi yaşatır. O rahîmdir, gücü olanları çalıştırır. Din gününün sahibidir. Herkes O’na karşı sorumludur. Herkes şeriata uymakla yükümlüdür. Hukuk düzeni vardır. Yalnız Sana ibadet ederiz. Herkes kamunun işçisidir. Yalnız Sen’den istiâne ederiz. Herkes kamudaki payını alır. Bize mustakîm sıratı hidâyet et. Nasıl davranacağımızı Sen bize öğret. İçtihadımızla hareket edecek ve Sen’den başka kimseyi dinlemeyeceğiz. Dalâlette olmayanların, kapitalistlerin. Mağdubun aleyhim olmayanların, sosyalistlerin dışında olan şeriatçıların= demokratların yoluna götür. Kendi içtihadımızla hareket edelim, ama uzlaşma ile oluşturduğumuz ortak sözleşmelere de uyalım.
Kur’an bundan sonra hep “şeriatı = demokrasiyi” anlatır. Kur’an bir yasa değildir. Çünkü bir kitabın yasa olabilmesi için onu teyit eden askeri güç olmalıdır. Allah hiçbir askeri güce Kur’an’ı zorla uygulatma yetkisini vermemiştir. Tam tersine; “Dinde zorlama yoktur…/ Sana yalnız tebliğ düşer…/ Sen onlara zor uygulayamazsın…” diyerek Kur’an’ın askeri güç uygulamasını yasaklamıştır.”
Süleyman Karagülle zaman zaman bazı kavramları kendisi tanımlar ve o şekilde kullanmaya devam eder. Burada bunun bir örneğini görüyoruz. Ona göre şeriat, demokrasi demektir ve konuşmalarında ve yazılarında bu şekilde kullanmakta bir mahzur görmez. Kendi mantığı içinde haklıdır ama yazılarını okuyanların şeriata yükledikleri anlam farklı olduğunda maksadı izah zorlaşır. Buna benzer bir diğer kavram da laikliktir. Umumun anladığı laiklikle Karagülle’nin bu kavrama yüklediği anlamın birbiriyle zerrece ilişkisi yoktur.
Kur’an’daki bazı kavramlara yeni anlamlar vermek kolay değil. İşte onlardan biri: Maide suresindeki 33’üncü ayetin tefsirinde şu ibarenin yorumu dikkat çekicidir: …”
(Devamı var; bu vesileyle 24 Mayıs 2021’de vefat eden Süleyman Karagülle ve Prof. Dr. Necmettin Erbakan başta olmak üzere diğer hocalarımızı da anmış oluyoruz…)