İnna lillahi ve inna ileyhi raciun; Rabia Erol Hocahanım-8
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
Kur’an ehli ve hizmetkarı anne babamızın ardından Kur’an ehli ve hizmetkarı (Diyanet İşleri Başkanlığı Kız Kur’an Kursu Hocası) Rabia Hocahanım da rahmeti rahmana kavuştu…
Rabia Erol Hocahanım kardeşimin vefatı vesilesiyle bu yazılar yazılıyor…
Fecr Suresi sonundaki dört ayet üzerinde durmaya başlamıştık; devam ediyoruz…
“RAvDıYaTan / Razı olarak”
Kur’an’da geçen her kelime ciltler dolusu kitabı dolduracak manaları içermektedir.
“Nefis” kelimesini tahlil ederken psikolojinin derinliklerine inmiş oluyoruz. Bu sure insanı anlatmaktadır. Her kelimesi insanı değişik boyutları ile tanıtmaktadır.
Şimdi “razı etmiş olarak” denmektedir.
“Rıza” nedir?
Kelimenin aslı “radaa” köküne akrabadır. Radaa, süt emmek demektir. Çocuk acıktığı ve susadığı zaman ağlamaya başlar. Annesi onun acıktığını veya susadığını anlar ve ona süt verir, çocuğu doyurur. İşte o esnada çocuk büyük bir zevk alır ve hoşuna gider. Çocuğun bu hâli rızadır. Yani ihtiyacın tatmin edilmesinden doğan hoş hâl rızadır.
“Razı olma” sadece ihtiyaçların giderilmesinden doğan ferahlık değildir. İhtiyaçların biri tarafından giderilmesi sonucu insanda bunu yapan diğerine karşı doğan sevgi ve bağlılıktır. Bir çocuk kendisine süt veren annesine karşı ne kadar bağımlı olduğunu görür. Onu yalnız bıraksa, kucağından indirse çocuk ağlar. Dolayısıyla razı etmek, kendisini aynı zamanda çocuğa sevdirmek, kendisine bağlamak demektir.
Nefsi razı etmiştir yahut razıdır.
Bundan sonra mef’ul olarak “merdiyeten” kelimesi geldiğine göre, nefis Allah’ı razı etmiştir. Allah’ın insana burada verdiği yüce değeri düşünelim ki, Allah kendisini adeta bir çocuk yerine koyuyor, süt emen çocuğun hoşlanması gibi Allah da hoşlanıyor ve razı oluyor, yarattığı kişinin kendisine dönmesine adeta müştaktır.
Şüphesiz Allah’ın bana ve sana ihtiyacı yoktur, ama kendi iradeleri ile Allah’a ibadet eden kulların bulunması O’nun ihtiyacı gibidir. Allah öyle Allah’tır. Kendi yarattığı kulları iradelerine dayanarak O’na ibadet ederlerse O bundan razı olur.
Kur’an’daki başka bir yerde, “Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı oldular” denmektedir. Kul ameli salih işlediği zaman Allah ondan razı olur.
Allah insanı yaratmış, insanın tüm ihtiyaçlarını karşılamayı üzerine almıştır. Bunu doğrudan kendisi yaparsa o zaman insan ne iş yapacaktır? İnsana iş bulmak için çocuğun ihtiyaçlarını gidermeyi anne ve babasına bırakmıştır. Gidermezlerse o zaman Allah kendisinin yapması gereken işi yapmamış olacağından adeta sıkılır. Ama anne ve baba görevi yerine getirdiği zaman O sevinir, ferahlar. Ben bu işi insana havale ettim ama kulum onu yaptı, benim işim yapılmış oldu der. Allah böylece sanki kulun yaptıklarına muhtaçmış gibi olur.
Allah bize benzemez, hiçbir yönüyle bize benzemez. Dolayısıyla Allah’ın kendisini bilmemiz mümkün değildir. Ama Allah kâinatı yaratmış, kendisi de sanki bir insan imiş gibi kâinatı idare etmektedir. Yani yarattığı kulların kuralları ile onların arasındadır. İnsan, melek, cin ve ruhların O’nun yarattığı kâinatta yaşayabilmeleri için Allah’ın onların ne yaptıklarını bilmesi, onların da ne yapacaklarını bilmeleri gerekir.
Bu sebepledir ki Allah koyduğu kurallara kendisi de riayet eder. Bize bizim dilimizle konuşur. Bizim anlayamadığımız şeyleri söylemez. Allah’ı nefsin razı etmesi, ancak Allah’ı insan gibi düşündüğümüzde mümkündür. Bunların hepsi mecazidir.
Allah’ın büyüklüğünü anlamamız için kâinatın büyüklüğünü, dört ve beş boyutlu uzayı, zahir ve bâtın uzayı düşünmemiz, orada bizim bedenimizin büyüklüğünü tasavvur etmemiz gerekir. Bizim bedenimiz kâinatın yanında ne kadar küçükse, bizim ruhumuz da Allah’ın varlığı içinde ondan da küçüktür. Ama insana olduğundan fazla değer verilmiştir.
(Devamı var)