‘Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?’-6
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
‘Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?’ ana başlıklı bu yazı dizime Kosovalı hemşerim millî şairimiz ‘İstiklal Marşı’ şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un doğumunun 151’inci vefatının 88’inci yıldönümü olan bu günlerde yazarak aynı zamanda onu anmış da oluyorum…
İslam, istiklal, ilim, edebiyat ve kültür tarihimizin bu ismini daima analım…
Mehmet Akif Ersoy hemşerim, Kur’an’ın hayatımızın her alanını tanzim eden -ve bizim aynı zamanda “Kur’an Nizamı” da dediğimiz “Adil Düzen” çalışmalarımızın ana kaynağı olan- bir kitap olarak değil de mezarlıklarda ölüler için okunan bir kitap haline getirilmiş olmasından yakınıyor ve çağın birçok meselesine, -çağı geçmiş fukaha sözlerini naklederek değil de- gerektiğinde “ictihad” ederek cevap vermenin, “çare ve çözüm” getirmenin zaruret haline geldiğini şiirle dile getiriyor ve diyor ki;
“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı,
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslam’ı”
(Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Asım, s. 418.)
Mehmet Akif’in bu beytinin içinde geçtiği şiirin bütününe bakıldığında “ana gaye ve maksadın usul ilmi, usul alimleri ve bunların yapması gereken çağımızın sorunlarına çare ve çözüm getiren ictihad yapmanın gerekliliği” apaçık olarak anlaşılacaktır.
İşte burada kısaca yazdığım üzere, bu idrak ve anlayışla şiirin bütününü dikkatle önce okuyalım, daha sonra da elimizden geldiğince yapılması gerekenleri yapalım…
Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü.
Hadi göster bakayım şimdi de İbnü'r-Rüşd'ü?
İbn-i Sînâ niye yok? Nerde Gazâlî görelim?
Hani Seyyid gibi, Râzî gibi üç beş âlim?
En büyük fâzılınız: Bunların âsârından,
Belki on şerhe bakıp, bir kuru ma’nâ çıkaran,
Yedi yüz yıllık eserlerle bu dînin hâlâ,
İhtiyâcâtını kâbil mi telâfı? Aslâ.
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı,
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm'ı.
Kuru da’vâ ile olmaz bu, fakat ilm ister;
Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster?
Koca ilmiyyeyi aktar da bul üç tâne fakîh:
Zevk-ı fıkhîsi bütün, fikri açık rûhu nezîh?
Sayısız hâdise var ortada tatbîk edecek;
Hani bir tane “usûl” âlimi, yâhu, bir tek?
“Usul, Usul ilimleri” ve “Usulü Fıkıh” ile “çağımızın fıkhı” gereklidir…
Malum olduğu üzere, dünya hayatında Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu yasalar caridir.
Bu yasalar fizikî olduğu gibi siyasî ve toplumsal da olur.
Bir başka ifadeyle, mesela tıp ilminde nasıl bir takım bilimsel hakikatler ve değişmeyen yasalar varsa, siyasette ve toplumbilimde de bir takım değişmeyen yasalar vardır.
Kur’an’da bunlar için “Allah’ın kanunları” anlamına gelen “sünnetullah” ifadesi kullanılır ve şöyle buyurulur: “Allah’ın koyduğu yasalarda (sünnetullah) asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fetih 48/23).
Yine Kur’an’dan öğrendiğimize göre, “Her ümmetin bir eceli vardır.” (Yunus 10/49). İbn Haldun’un da belirttiği gibi, devletler de tıpkı insanlar gibi ölümlüdür. Güçlü devletlerin ömrü uzun, zayıf devletlerinki ise kısa olur.
Nitekim son olarak Suriye’deki zalim Baas rejimi de bu “ilâhî yasa” (sünnetullah) gereği en fazla altmış bir yıl dayanabilmiş ve çok kısa süren bir askerî harekât neticesinde çok hızlı ve trajik bir şekilde tarihin çöplüğüne atılmıştır.