MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 58


(YAv EayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv)
“Ey iman etmiş olanlar.”
Biri size “Ankara’dan ne zaman geldin?” diye soracak olursa, “Ankara’dan dün geldim” şeklinde cevap verirsiniz. “Dün sen nereden geldin?” diye soracak olursa, “Dün ben Ankara’dan geldim” dersin. Kelimeyi fiile yaklaştırarak onun önemini artırmış olursun. Bununla beraber vurgulu söyleyerek de aynı önemi belirtebilirsiniz. “Dün Ankara’dan geldim” dediğinizde ne zaman geldiğinize cevap olabilir.
Batı dillerinde kelimeler vurgu ile farklı manâlar kazanır. Fransızcada “Main” kişi demektir, aynı zamanda el demektir. Söylerken ağzınızda farklı çıkar. Türkçede vurgu ile kelimenin manâsı değişmez, sadece önemi değişir. Arapçada önem de ifade etmez. Önem başlarına konan kök olmayan kelimelerle ifade edilir. “İnne, Enne, Kad, Le” gibi harflerle önem ifade edilir. Türkçede “Ahmet!” diye baskılı olarak ona hitap ettiğinizi söylersiniz. Araplar ise bunu ses tonu ile değil de harf ile yaparlar. Normal hitap ediyorlarsa “Ahmedu” derler, dikkatini çekecekse “Ya Ahmedu” derler. “Sana söylüyorum, başkalarına söylemiyorum” diyeceklerse “Ya Eyyu Ahmedu” derler. Kur’an’da “Ey Nâs” deniyorsa bütün nâsa mahsus bir hitaptır, nâsın dışına hitap etmiyor demektir.
Allah insanları yaratmış ve onlara akıl vermiştir. Kendi kendilerini yöneteceklerdir. Peygamberler göndermiş ve onlara yol göstermiştir. Dünyanın hiçbir yerinde Tanrı’ya inanmayan, kendilerine ilâhi tebliğ ulaşmamış bir yer yoktur.
Kur’an bunlara hitap etmektedir. “Ey Nâs” deyip koyduğu hükümler bütün insanlaradır. Bunların içinde “Ey mü’minler” diye seçtiği kimseler vardır. Onlara yeryüzünü yönetme görevini vermiştir. Bu görev daha önce İsrail oğullarına verilmiştir. Kur’an geldikten sonra bu görev mü’minlere verilmiştir. Bunların ibadetlerinde ve merasimlerinde Kur’an ehli olmaları gerekmez ama düzen olarak Kur’an ehli olmak zorundadırlar.
Kur’an’dan başka yalnız Tevrat düzen kitabıdır. Diğer dinlerin kitapları helal ve haramı içeren kitaplardır. Emir ve nehiyleri içermezler. Yani kişilere hitap ederler, silahlı devletlere ait hükümleri yoktur.
Tevrat da Kur’an gibi şeriat kitabıdır, Kur’an’dan farklılıkları vardır.
1- Tevrat kuralları koyar, Kur’an kuralların nasıl konulacağını anlatır, içtihat ve icmayı ortaya koyar.
2- Tevrat tek kavmi ele alır ve o kavme ait hükümleri anlatır. Diğer insanlar da örnek alarak ondan yararlanırlar. Kuran kavimleri örnek olarak anlatır.
3- Tevrat yalnız düzen kitabıdır, ahlâkî temelleri içermez. Kur’an ise hem düzene ait hem de ahlâka ait hükümleri içerir.
4- Tevrat lafzı ve diliyle bize ulaşmamıştır, tercümeleri gelmiştir. Kur’an ise lafzıyla ve diliyle eksiksiz olarak bize ulaşmıştır.
Mü’min olmanın şartı Kur’an düzenini kabul etmedir. Tevrat düzeninden farkı yoktur. Gelişmiştir. Bütün ilâhi kitaplara ve peygamberlerine inanmadır. Hıristiyanlar İncil’e, Budistler ve Hindular kendi ilâhi kitaplarına göre kişisel hayatlarını sürdürürler.
Bundan önceki “Ey iman edenler” hitabıyla başlayan âyette helali haram, haramı helal yapmayın denmiştir. Sonra yeminlerin keffaretinden bahsetmekte idi. Yani şeriat düzeninin ana esasları anlatılmıştır. Şimdi ise haram olanlara örnek verilmektedir.
“Ey iman edenler” ile ayırmış olması onların görevlerini sınıflandırmasından ileri gelmiştir. Kur’an bir kitaptır. Sözün dört aşama manâları vardır. Birincisi o sözün o topluluktaki manâlarıdır. Buna lugat manâsı denmektedir. Ondan sonra konuşan o dili kullanır, ona özel manâlar yükler. Kelimelerin manâları vardır. Cümlenin kuralları vardır. Ama onu söyleme de vardır. Cümle olur. Onunla söyleyen bir manâ kasteder. O cümlenin anlayan tarafından anlaşılan manâsı vardır. Bu iki manâ birbiriyle çakışmaz. Söyleyen başka şeyler kastetmiştir, anlayan bazılarını doğru anlamıştır, bazılarını yanlış anlamıştır. Usulü fıkıh söyleyenin kastettiği manâyı doğru anlama ilmidir yani metinleri yorumlama ilmidir.
Kur’an’ın bir özelliği daha vardır. Onun mütekellimi Allah olduğu için aynı lafzı değişik kimseler için değişik manâlara göre söylemektedir. Onun için usulcüler manâları ikiye ayırmışlardır. Herkes için ortak söylemler vardır. Herkes için ortak anlamda söylenmiştir. Bunlar icmalarla sabit olur. Bunlar da ikiye ayrılır. Bütün asırlarda aynı manâ taşıyanlara “muhkem” denir, diğeri de sadece bu asırda bütün nâs için söylenenler olarak vardır ki bunlara da “müfesser” denmektedir.
Bir de herkes için ayrı kendilerine has söylenen vardır. Bu da içtihatlarla sabit olmaktadır. Bunlar da ikiye ayrılır. Zamana göre değişmeyen manâları vardır. Buna “nas” denir. Bir de zamana göre de değişen manâlar vardır. Buna “zâhir” denir. Bu sebepledir ki Kur’an bir yönüyle bütün nâsa rahmettir, bütün insanlara rahmettir, başka bir yönüyle herkes için ayrı rahmettir. İnsanları hem birleştirir ve bir yapar hem de onları özgür kılar.
Peki, burada muhatap kimdir?
Cuma namazını birlikte kılan kabile halkıdır. Kur’an düzen bakımından bunları esas alır. Yani her gün birbirleri ile karşılaşan 3000 ile 10 000 arasındaki nüfusu olan bucakları esas alır. Merkez bucakları vardır. İl ve ilçe bucakları vardır. İl merkez bucağının başkanı vardır. İlçelerde de merkez bucağa bağlı ilçe merkez bucakları vardır. İl başkanı yoktur. Yani il merkez bucağının başkanı taşra bucaklarının başkanı değildir.
Nöbetliler nöbet tuttukları zamanlarda merkez bucaklarının cemaatidirler. Yani ilçe merkez bucağının askeridirler. Nöbetlerini bitirip bucaklarına döndüklerinde taşra bucağının halkıdırlar. Taşra bucak halkı nöbet dışında merkez bucaklarına gidince müslim hükmündedirler.
Şimdi Kur’an Allah’ın haram ettiklerine birer örnek veriyor ve o örneklere kıyasla bucak şeriatının oluşması gerektiğini ifade ediyor.

(EinNAMAv)
“Sadece”
“İnne” isim cümlelerinin başına gelir ve o cümlenin muhataplarının kimler olduğunu anlatır. Karşı tarafın Ahmet’in gelip gelmediği hakkında bir bilgisi yoksa “Ahmet geldi” dersiniz. Gelmediği hakkında bir kanaati varsa, “Yanlış biliyorsun, Ahmet geldi” cümlesinin başına “İnne” getirirsin. Eğer karşı taraf gelmediğini iddia ediyorsa ve bunda ısrarlı ise o zaman cümlenin başına “İnne” haberin başına da “Le” getirilir.
Bu kurallar açıktır. Bütün gramerciler tarafından kabul edilmektedir.
“İnne”ye “Mâ” eklendiği zaman manâsı ne olmaktadır?
Gelen cümle fiil cümlesi ise fiilin başına “İnne” gelmeyeceği için “İnne”ye bir “Mâ” eklenir ve cümle öyle söylenir. Bu cümlelerde de fiilin başına “Le” gelebilmektedir. “İnneMâ LeYe’murukum” denebilir. Kur’an’da böyle bir cümle yoktur. Burada ise isim cümlesinin başına gelmiştir.
Genel olarak bunun hasr için geldiği görüşü vardır. Ancak Kur’an’da her yerde hasrı ifade etmemektedir. Bu âyete bakalım. Size yalnız hamr nehy edildi şeklinde anlattığımız zaman hamra kıyas kalkar. Kalkmasa bile kan haram edilmiş olmaz.
O halde buradaki “Mâ” ne manâ taşımaktadır?
Başka bir âyette hamrde menfaatlerin de olduğu beyan edilmiştir. O takdirde sadece ricsdir başka bir şey değildir anlamı verilemez.
Buradaki “Mâ” ne anlamdadır?
Hamr, meysir, ensab ve ezlamdan başka da rics vardır. Demek ki “Mâ” hasrı ifade etmez. Buradaki “Mâ” masdar “Mâ”sı değildir. İsmi mevsul de değildir. Cümlede ona raci zamir veya mahzuf mef’ul olmalıdır. Ancak tamim “Mâ”sı olabilir yani “Mâ” tamim için gelir, geneli kapsar diyoruz. Sadece tamim için gelmiş olup başka manâsı olmayabilir. Ne hamr ise, ne meysir ise, ne ensab ise, ne ezlam ise o ricsdir demektir. Demek ki isim cümlelerinin başına “İnne”den sonra gelen “Mâ” genel olarak tamim “Mâ”sıdır. Bütünün tekidi için gelmektedir. Hasrı ifade etmez. İstisnası yoktur demektir.
Bu yorumumuz doğru ise “İnne” “Mâ”dan sonra gelmelidir. “İnneMâ Câe Kavmun İllâ Zeyden” kelimemesinin fasih olmaması gerekir.

(eLPaMRu)
“Hamr”
“Hamr” kelimesiyle aynı kökten gelen humur sarıktır. Başa sarılan bez parçasıdır. Sarhoşun başını döndürdüğü için hamr adını vermişlerdir. Değişik tohumlardan yapılan içkilerin adları farklıdır. Hamr üzümden yapılan içkidir. Üzüm şekerinin mayalanması ile ortaya çıkar. Yoğurt da mayadan oluşur. Ne var ki yoğurt zehirli olmadığı için tüm süt mayalanarak yoğurt hâline gelir. Oysa üzümden zehir olan alkol üretilmektedir. % 12 civarına geldiği zaman artık zehirlenen ortamda bakteriler yaşayamadıkları için orada hamrleşme durur. Böylece alkol miktarı kararlı bir içki elde edilmektedir. İnsanı sarhoş eden alkoldür. Yiyeceklerin çoğunda alkol mevcuttur. Onlardaki alkol miktarı çok azdır. Kur’an her haram olan şeyden bir örnek seçmektedir. Bugünkü Batı hukukunda illetler söylenmeyip hükümler konmaktadır. Mesela alkollü içkiler denmektedir. Oysa pek çok içecek alkollüdür.
Ne kadar alkollü?
Bunu ifade etmek için % 6’dan fazla alkolü içeren alkollü içkilerin denmesi gerekir. Kur’an böyle yüzdeleri vermemektedir. Onun yerine ölçü olarak kullanılan birer örnek vermektedir. İki örnek de vermemektedir. Sıvı içkilerden sadece hamr olarak üzümden yapılan içki verilmektedir. Alkol miktarı % 12’dir. Yarısından fazla alkol bulunan içecek kıyasen haramdır. Yarısından az alkol ihtiva eden ise şaraba kıyasen haram değildir. Başka illetlerden dolayı mesela alışkanlık yapmasından dolayı haram olabilir.
Hamr yani üzümden yapılan içki içine sirke mayası konursa onlar önce alkolü temizlerler ve hamrı sirkeye çevirirler. O zaman da helal olmuş olur.
“El-Hamr” kelimesi marife olarak getirilmiştir. Demek ki hamr tek türdür. Başındaki harfi tarif cins içindir.
Alkol sarhoş ettiği için haramdır. Başka bütün sarhoş eden içkiler de buna kıyasla haramdır. Uyuşturucularda illet iki katından fazla olduğu için onlar da evleviyetle haramdır.
Kıyasın kuralı şudur. Yarısı ile iki katı şiddetinde olanlar kıyas yoluyla haramdır. Bunlara başka maddeler kıyas edilmez. Yani onların şiddeti haramlık için esas alınmaz ama bir madde düşünelim ki onda alkol yoktur ama hamrdaki sarhoşluktan daha fazla sarhoş etmektedir. Onlardan birini örnek olarak seçeriz. Sarhoş ediciliği hamrın iki katı olan bir madde seçeriz. Onu örnek madde olarak alırız. O tür maddeleri ona kıyas ederiz. Bu kıyasa kıyas olmaz, evleviyetle delalet olmuş olur.
Burada yiyeceklerden örnek yalnız hamr olarak verilmiştir. Başka yerde ölü eti, domuz eti, kan gibi başka haramlar da sayılmıştır. Bu yalnız yiyecekleri değil diğer tüm tüketim maddelerini de içerir. Giyecekler, barınaklar ve araçlar. Bundan sonra da üretimle ilgili haramı ortaya koyacaktır.
Burada şu soru ile karşılaşırız:
Evde ispirto yakma veya yarayı alkolle temizleme de haram mıdır?
Burada şarap bir örnektir. Zararı önemlidir. Bütün hamrler dendiğine göre zararlı olan şeyler demektir. Burada sınır nedir? Domuz haramdır denmiyor, domuz eti haramdır deniyor. Haramlığı yiyecek olmasından ileri gelmektedir. Yeme dışında mubahlık asıldır. Eğer bir şey haram edilmemişse o mübahtır. Haramlığa illet gerekir. Helalliğe delil gerekmez. Yiyecekler bu hükmün dışındadır. Her canlı için ayrı gıda yaratıldığı için gıda hususunda haramlardan domuz eti getirilmiş, helallerden de behimetü-l en’am getirilmiştir, yani geviş getiren çift parmaklı hayvan getirilmiştir. Demek ki esas olan helallik olduğu için yiyecek dışında kullanılmada zarar sabit olmazsa helaldir. Diğer hususlarda alkolün istimali mübahtır.

(Va eLMaYSiRu)
“Ve meysir de”
Meysirin bütünü.
Para sahipleri masaya otururlar, kendi ellerinde olmayan bir oyun oynarlar. Yemin sağ koldur. Şimal da sol koldur. Solak olanların sol kolu yesardır. Sağlak olanların sağ kolu yesardır. Bir şeyi solla tutmak işi önemsememek demektir. Kolaylık anlamına gelmiştir. “Usr” zorluk “Yusr” kolaylık demektir. Bir işi zorlanmadan yapabilme “yusr”dür, zorlayarak yapma “usr”dur. “ع” harfi boğazın ortasından çıkar. “ي” harfi ise yutaktan çıkar. Söylenmesi ondan dolayı kolaydır. Türkçede “gelmeki” demeyiz de “gelmeyi” deriz. Oysa “k”ler “ye”ye değil “ğe”ler “ye”ye dönüşürler.
“Meysir” mef’il vezni üzere masdar-ı mimidir. Emek vermeden kazanma demektir. Genellikle oynayanın elinde olmayan bir rastlantının kazanmaya veya kaybetmeye sebep olmasıdır. Yazı tura atarsınız. Tuttuğun olursa kazanırsın, olmazsa kaybedersin. Zar ve kağıt oyunları meysere aracıdır. Bir yarışta bahse girmek de meyseredir. Yarışı kazananı başkasının desteklemesi meysere değildir. Meysere kolaylık, meysir kumar demektir.
Meysirde bir tarafın kazanması gerekmektedir. Bedelsiz tavla oynamak meysir değildir, ezlamdır. Şans oyunu olmayan dama gibi satranç gibi oyunlar da meysir değildir, ezlam da değildir. Onlar zihinde müsabaka olduğu ve insanları düşünmeye alıştırdığı için bedelsiz olmak şartı ile günah değildir, hattâ sevaptır.
İçkinin sarhoş etme gibi, alışkanlık yapma gibi zararları vardır.
Kumarın bu derece haram edilmesinin sebebi nedir?
Kumarda da alışkanlık vardır. Kumar oynayanlar kaybetseler de kumarı bırakmaz, yine işi gücü bırakıp zamanlarını kumara verirler. Bu bakımdan kumarın zararı vardır. Kumarı kaybeden kazanana hasım kesilir. Kumar parasını devlet korumadığı için kendileri ihkak-ı hakka kalkışırlar. Kumar da içki de insanlara zamanlarını ve imkanlarını israf ettirirler.
Hırsızlık da meyseredir.
Ekonomide de emek vermeden, rizikoya girmeden kazanmak meyseredir.
Biri kral olduğu için oğlunun da kral olması meyseredir.
Miras da meysere değil midir?
Miras meysere değildir. Çünkü servet sahibi olmak demek, ondan istediğin gibi yararlanmak demek değildir. O servete sahip olmak onu korumak demektir. Mirasın hikmeti karşılıklı sorumluluk taşınmasıdır. Miras sahipleri hayatlarında birbirlerine bakmakla ve nafaka temin etmekle mükelleftirler; o mükellefiyetin karşılığında mirasa sahip olmaktadırlar.
Kura ile karar vermek kazanç temin ediyorsa meysirdir. Kazanç değil de sadece öncelik sağlıyorsa meysir değil ezlamdır. Sorunu kura ile çözmemek gerekmektedir. Başka tercih sebebi bulunmalıdır. Örnek olarak Hazreti Peygamber eşlerini kura ile sefere götürdü rivayetleri vardır. Bu rivayetler sahih ise yasaklanmadan önce yaptıklarıdır. Raviler zamanları bildirerek rivayet etmezler. Çözüm nedir? Eşler arasında zamanlarını taksim ederek günlerini değiştirebilir. Böylece sefere istediği eşle çıkar. Diğer eşlere sıra geldikten sonra o kadar fazla gece ayırır. Demek ki biz, Kur’an’a aykırı olduğu için ve Kur’an’ın bir âyetini açıklamadığı için bu hadise uymuyoruz. Bununla sünneti reddetmiyoruz. İki ihtimal var diyoruz. Hazreti Peygamber bu fiili Kur’an’da bununla ilgili âyetin gelmesinden önce yapmıştır. O zaman helal idiyse de Kur’an âyetleri geldikten sonra helal değildir diyoruz; yahut bu hadis sahih değildir.
Devlet atamalarında da kura çekilmesi yanlıştır, saçmadır. Biri Kayserilidir, orada kalmak istiyor, çekemiyor; diğeri Adanalıdır, Adana’da kalmak istiyor, kalamıyor. Oysa herkes istediği yerlerin adlarını yazar. Mezuniyet notu kimin fazla ise yahut kim imtihanda daha fazla not/puan almışsa, kim daha önce mezun olmuşsa, kim daha yaşlı ise gibi kriterlerle bu atamalar yapılır. Aynı yeri isteyenler arasında bu tercih yapılır. Yahut valiye beraber çalışacak öğretmenleri kendisinin seçmesine izin verilir.
Meysirin içki gibi yasak edilmesi soya, ırka veya imana dayanan imtiyazların da yasak olması demektir. Burada bir itiraz daha yapılabilir. Ben bana düşen payımı arkadaşa bıraktım, o halde bunun da helal olması gerekir. Bu da meysirdir. Haklar adil olarak tam bölünmediği için herkesin bütün mallarda az çok hakkı vardır. Tarafların rızası olmak şartı ile devir böyledir. Baskı ile yapılan devirler haramdır. Düğünlerde damat ve geline gelenek gereği takı takmada rıza olup olmadığı belli olmadığı için haramdır. Bayramlarda çocuklara karşılıksız hediyeler dağıtma da haramdır. Meyseredir.
O halde ne yapılmalıdır?
Yeni evlenenlere varlıklarına göre akrabaları oturur bir pay belirlerler. Benden isterler. Ben sevine sevine veririm. Miktarını ben değil heyet belirler. Yeni evlilere yardım edilebilir. Ev yapana yardım edilebilir. Ama yardımlar bu şekilde olmalıdır. “Müsait değilim” diyen de rahatsız edilmemelidir.
Benzer şekilde aşiretin ve semtin ileri gelenlerinden bir heyet oluşturulur. Çocuklara bayramlık dağıtalım denir. Yaşlarına veya sınıflarına göre oransal bir bölüştürme yapılabilir. Pay almak meşrudur. Yahut bir kısmı kişinin aldığı notlara göre dağıtılır. Çocuk çalışmanın bedelini görme zevkini tadar.
Derneklerin ve vakıfların öyle baskı ile para toplamaları da yanlıştır. Cami cemaati bilinmelidir. Varlıklarına göre bir külfet bölüştürülmelidir. Mutlaka vermek için zorlanmamalıdır. Gelen giden belli olmalıdır.
Hamr tüketim yasaklarındandır. Bedenî zararları içerir. Meysir ise ekonomi zararlarını içerir. Faiz meysirdir.

(Va eLEaNÖABu)
“Ve ensab.”
“Nasab” dikili sopa veya çakılı taştır. Arazilerde tâ ilk insanlar tarafından bölüşme vardır. Meyve ağaçlarını yahut çilekleri toplarken herkes kendi alanında faaliyet gösterir. Hâlâ araziler bölünürken köylerde birbirine bitişik taş konur. Sınırı gösterir. Mülkiyette bu taşlarla sınırları belirleme meşrudur ama gelip geçmeyi yasaklamaları meşru değildir.
“Nasb etmek” bir sopayı, bir taşı, bir şeyi dikmektir. Dikilen şey nasb veya nasabdır. “Nusb”un çoğul olmadığı tartışılmış.
Sokaklarda gezdiğiniz zaman oraya bidonlar koyarlar, özel yasak işaretleri koyarlar. Aklına gelir, burası benim der! Emeksiz sahiplenir. Aya biz gittik diye orasını paylaşıyorlar!
“Ensab” kelimesi bu tür emeksiz bölüşmeyi yasaklamış olmaktadır.
Bugünkü tapu kayıtları da böyledir. Kur’an’da savaşta alınan haraç yerleri alınır, savaşsız alınan ise kamuya ait olur. Hz. Ömer bunları kamu vakfı olarak kabul etti, işleyenlere kiraya verdi veya kârsız tahsis etti.
Vakıf yerler satılamadığı için özel mülkiyete intikal ettirmek için çeşitli hileler icad ettiler. Birincisi peşin para alarak sattılar. Satış olmasın diye sonra küçük bir icarı her sene aldılar. Sonra bunlar tapulandı. Bugün bu manâsız yapının çıkmazı içindeyiz.
İşte, sadece paylaşmak suretiyle bu benimdir bu senindir deyip sonra çocuklara miras bırakmak meşru değildir. Miras ancak emekle elde edilenlerdir.
Bugünkü karşılıksız para da ensabdandır. Kâğıdı aralarında bölüştüler. Sonra onunla insanların mallarına haksız olarak sahip oldular.
“Ensab”a bu manâyı vermemize mâni “nusub” üzerinde zibh edilenler âyetidir. Eğer “ensab” “nusub”un cemi ise o zaman onlar üzerinde zibh edilen nedir? Üzerinde Allah’ın ismi anılan demek, topluluğun kontrol damgası bulunan demektir. Nusubda zibh edilen dikili taşlarda zibh edilenin manâsı ne demektir, bugün neye delalet etmektedir?
Kurban etme tarihte insanların ibadeti olmuştur. Gazaba gelen tanrıları susturmak için kurban yapılmakta idi. Hattâ insanların bile kurban edilmesi gelenekleri pek çok toplulukta hâlâ devam etmektedir. “Kurban” çiftçilik döneminin vergisidir. Kamuya verilecek başka bir değer yoktu. Et verilir ve birlikte yenirdi. Orada pişirilip yenen kurbanlara “mahruka kurban” denir. Evlerine gönderilenler mahruka olmayanlardır.
İnsanlar için kurban edilen hayvanların etleri yenmez. Bu fıkhın hükmüdür.
Bana göre “ensab” ile “nusub” arasında fark vardır yani “ensab” “nusub”un cemi değildir. İkisi de farklı kavramların çoğullarıdır.
“Nusub” put anlamında olan heykellerin adlarıdır. Burada her kabilenin putu bulunur, her put ayrı kabilenin tanrısıdır. Kabile tanrıları arasında savaş vardır. Her kabile kendi tanrısını güçlü kılmak için kurban keser, putların karşısında keser. Bunların etleri yenmez. Bu kayıt dışı ekonominin hükümlerini içerir. Kamuya vergisini vermemek için damgalatılmayan mallar ve etler yenmez, haramdır. Damgasız et yenmez, kaçak et yenmez demektir.
“Ensab” ise pay anlamına gelen kelimenin çoğuludur. Meşru paylar “nasib” ise meşru olmayan pay, haksız olarak paylaşılan kamu mallarından elde edilen paylaşmadır. Haramdır. Karşılıksız parayı yasaklamaktadır, haram kılmaktadır.

(Va EaLEaZLAMu)
“Ve zarları”
Akarsuyu düşünelim. Bu su akmaktadır. İhtiyacı olanlar gelip bu sudan yararlanmaktadır. Yetmiyorsa o zaman bölüşmektedirler. Bu işgal ile istihkaktır.
Yeryüzü tüm insanların ortak malıdır. Rızaları ile veya fiilen işgal ile bölüşmüşlerdir. Eğer bir yerde emek geçmişse orada mülkiyet hakkı doğar ve hak yani emek korunur. Mirasa o emek intikal eder. Sonra sizin emeğiniz de olsa yerin kullanılmasına mâni olamazsınız. Emeğin hakkını istersiniz. Fabrika var, sen çalıştıramıyorsun. Başkası gelir, çalıştırır, senin kira hakkını verir. Bunun dışındaki bölüşme şekilleri haram kılınmıştır. Hamr ve meysirde senin olanları kullanıyorsun. İçki senindir. Kumardaki para da senindir. Onu tasarruf etme hakkınız vardır. İsraf etmeniz, boşa harcamanız haram edilmiştir. Ensab ve ezlamda ise bölüşme vardır. Yani bir yere sahip olma vardır. İlk ikisi isti’mali, sonra gelen ikisi ise iktisabı beyan etmektedir. İktisabda da isti’malde de şeriat kurallarına uymak gerekmektedir.
Önce isti’mallerden bahsetmektedir. Çünkü isti’mal yalnız iktisabda olmaktadır. Yeryüzü hepimizindir. İhtiyacımızı gidermesi şartıyla ondan yararlanma hakkımız vardır.
Burada riayet edilecek iki kural vardır.
Biri, zararlı olan bir şey yapılmamalıdır.
İkincisi de rıza şartıdır. Birbirlerine bir şey verilirken ve alınırken sadece irade yeterli değildir, rıza da olmalıdır.
Ensab ve ezlamda ise iktisab ele alınmıştır. Bu benimdir bu senindir diyebilmemiz için say veya işgale gerek vardır. Onun dışında sınırları koyarak paylaşma yanlıştır. Başkalarının hakkını gasbetmedir. İkinci olarak da zarlarla ve şanslarla bölüşme de haramdır. Hattâ hakkınız olsa bile zarlarla yapılması meşru kabul edilmemiştir.

(RiCSun)
“Ricsdir”
Yukarıda zikredilenlerin ikisi müfret ve cins isimdir, diğer ikisi ise çoğuldur. “Rics” onların hepsinin ortak haberidir. Son “ezlam” çoğuldur. Eğer sadece onun haberi olsaydı, “ricsetün” gelmesi gerekirdi. Müfret gelmekle hepsinin haberi olmuş olur. Çoğulun haberi müfret gelmiştir. Onlar ayrı ayrı özelliklerde olmakla beraber birlikte etki ederler. Yani ayrı ayrı adları vardır ama aslında onlar birbirinden ayrılmaz vasıflardadır.
“Rics” Kur’an’da 10 defa “Ricz” de 10 defa geçmektedir. “Ncs” 1 defa geçmektedir. Hepsi 3*7=21 eder. “Ricz” ile “Rics” arasındaki manâ farkı çok azdır. Kelimelerin telaffuzları da çok yakındır. “S” ve “Z” harflerinin ikisinin de mahreçleri aynıdır. Sadece biri mechure biri mehmusedir. “Rics” daha çok manevi pisliği veya kötülüğü ifade eder. “Ricz” ise maddi kötülüğü ifade eder. Burada “Rics” geçmektedir. İçki aslında ricz olmalıdır. Çünkü maddi zararı vardır ancak onu da maddi olmayan kötülerden saymıştır, çünkü onun kötülüğü bedene değil beyinedir.
Buna benzer âyet Maide Sûresi’nde geçmişti. Orada haramları sayarken içkiden değil de domuz etinden bahsetmekte idi. Burada ise hamrden bahsetmiştir. Bu iki âyetin özelliği iki âyette de “ezlam” geçmekte ve Kur’an’da başka bir yerde geçmemektedir.
İki âyeti de karşılaştırmamız gerekmektedir.

İlk âyette haram kılınmıştır diyor. Burada ictinab ediniz diyor. Biri haber cümlesi, diğeri emir cümlesi. Orada teferruatıyla sayılmış, burada ise sadece dört türde zikretmiştir. Orada “nusub üzerinde zibh edilenler” diyor, burada ise “ensab” diyor. Orada “ezlam ile istiksam” diyor, burada sadece “ezlam” diyor. Orada “fisk” diyor, burada “rics” diyor.
İlk âyet haramları saymaktadır. İkinci âyet ise emir ve nehiyle ilgilidir. İkincisi mü’minleri ilgilendirir. Mü’minlerin görevi güven sağlamaktadır. Helal olan sözleşmelerle hakları mü’minler korumak zorundadırlar. Oysa helal olmayan hakları ise korumazlar. Ceza da yoktur. Mesela bir memur domuz eti yerse suçlu olmaz, ceza verilemez. Ama bir memur içki içse cezalandırılır. Orada insanların şans oyunları oynamaları nehy edilmiş, burada ise yönetimde bâtıl kuralların konması yasaklanmıştır. Orada yaptıkları şeriat dışına çıkmadır, fısktır. Burada ise şeriat dışına çıkmanın dışında devlet görevlilerinin yapacakları hatalar sayılmıştır. Buradaki fiiller devlet memurlarına yasaklanmıştır, işledikleri takdirde görevlerden uzaklaştırılırlar.
Fısk fiili işleyenlerin şehadeti kabul olunmaz ama kendilerine ceza verilmez. Oysa ricz fiili işleyenlere ceza verilir. Mü’minlerin hürriyetleri daralmıştır ama buna mukabil hakları çoğaltılmıştır. Müslimlerin hürriyetleri geniştir ama bazı haklardan mahrumdurlar.

(MiN GaMaLi elŞaYOAvNı)
“Şeytanın amelindendir.”
Burada “şeytanın amelinden” ifadesi “ricsun”un sıfatı olabilir yahut haberden sonra haber olabilir. Yani rics şeytanın amellerinden olabilir yahut yukarıda sayılanlar şeytanın amellerinden olabilir. Bunun etkisi bundan sonra gelen “hu” zamiri ya şeytanın ameline raci olur yahut ricse raci olur.
Şeytanın ameli nedir?
İnsanlar arasında fitne çıkarıp birbirine düşman etmek.
Diğer canlılar başka türlerle cidal hâlindedirler. Avlarlar veya avlanırlar. Korunurlar veya saldırırlar. Karşılıklı boğuşma yalnız insanlarda vardır. Denge ancak çatışma ile sağlanmaktadır. İnsanlar çok güçlü yaratıldıkları için hiçbir canlı onlarla mücadele edemez. Dengenin sağlanması ve yayılmanın olması için mutlaka çatışma olmalıdır. İşte şeytana verilen görev budur. Peygamberler hidayete şeytan ise dalalete götürmekle görevlidir. Ancak bu sayede insan iradesini kullanabilmektedir.
İşte yukarıda sayılan dört fiil olan içki, kumar, kura çekme ve haksız bölüşme şeytanın amellerindendir. Yani şeytan çatışma için mevcuttur. Siz çatışmayacaksınız, siz çatışanlarla mücadele edeceksiniz. O halde adil bölüşüm olmalı. Bunun için kendinizin adil olması gerekmektedir.
Şeytanın vesvesesini de amel olarak zikretmektedir. O halde bizim fiilen ve kavlen yaptıklarımız ameldir. Kavil de cezaya müstelzim olur. İftira kavli bir suçtur.

(FaCTaNıBUvHu)
“Onu ictinab ediniz.”
“Cenb” yan demektir yani bedenin dışında olan demektir. Önünde değildir. Çünkü ona doğru gitmektedir. Arkanda değildir çünkü izlememektedir. Kenara atılmıştır, ilgilenmiyorsun, dışlıyorsun. İftial bâbından gelmiştir. Kendini onlardan yana alıyorsun. Yani onları kovmuyorsun, sen ondan ayrılıyorsun. “Hızr” zırh demektir, koruyan şey demektir. “İctinab”da kendin uzaklaşıyorsun, yabancılaşıyorsun. “Hazer”de ise kendini savunuyorsun, onu yanına yaklaştırmıyorsun, “intiha”da ise kendin o işe son veriyorsun. Zararlı şeylerden, haksız kazançlardan, başkalarının kullanmasına mâni olan emeksiz mülkiyetten ve kuralarla, tesadüflerle mülkiyetten uzak durulacaktır.
Batılılar, zararlı olsa da eğer kârlı ise onu meşru kabul ediyorlar. Onlar için kâr önemlidir. Kur’an ise bunu şiddetle reddediyor. Zararlı bir şeyin kârını mübah görmüyor.
Batılılar mutlak mülkiyeti kabul ediyorlar. İnsan özgürdür, kendi malını ve canını istediği gibi tasarruf eder diyorlar. Kur’an bunu kabul etmiyor, kimsenin bedeni ve malı kendisine ait değildir. Topluluk ona emek vermiştir. Dolayısıyla bu şekilde davrananların hukukunu korumakla yükümlü değildir. Herkese ait olan yeryüzü nimetlerini temellük edip başkalarının yararlanmasına mâni olmak da hak değildir. Kimse tarlasını boş tutamaz. Nihayet, tesadüflerle ve şanslarla hareket meşru değildir.

(LaGalLaKuM TuFLiXUuNa)
“Ola ki iflah olursunuz.”
“Felah” kelimesi “Ferah” kelimesiyle akrabadır. “Ferahlamak” sevinmek, rahatlamak demektir. Kişinin bedenen sıkıntıdan kurtulmasıdır.
“Felah” topluluğun uygarlaşmasıdır, gelişmesidir.
Tarım döneminden önce insanlar göçebe hayat yaşıyorlardı. Uygarlık tarımla başladı. Bir yerde yerleşen insanlar hem kabileden büyük topluluklar oluşturma imkanı buldular hem de artık kalıcı işler yaptılar. Yaptıklarını çocuklarına intikal ettirdiler. Mezopotamya’dan önce yazı bulunmadan tarım kentleri oluştu. Mezopotamya’da baraj teknolojisi uygulandı. Sulama ziraatı sayesinde kentler oluştu, devlet kuruldu. Nil nehri civarında da tarım sayesinde kentler oluştu. Hint’te, Çin’de, hattâ Amerika’nın yerlilerinde tarım sayesinde uygarlaşma mümkün olmuştur. İnsanlık tarım sayesinde yaz-kış besin elde edebildi. Tahıl saklandı. İnsanlar yaşadı.
İşte, Kur’an’da kırk yerde “felah” kelimesi geçmektedir.
“Felah” kelimesi karşılığında “Refah” kelimesini kullanıyoruz. Refahı şöyle tarif ediyoruz. Bir saatlik çalışmada elde edilen mal “ücret”tir. Bir saatlik çalışmada elde edilen malın bir gün geçindirdiği insan sayısı da o malın “fiyatı”dır. Böylece ücret ile fiyatı çarparsak, bir kimsenin bir saat çalışmayla geçindirdiği insan sayısı çıkar. İşte bu refahı ölçer.
Demek ki insanlar az çalışıyor ve çok insan yaşıyor. Bu da ancak tarımın sanayileşmesi ile olmaktadır. Kazma ile iş yapma Mezopotamya’da başlamıştır. Harut’la Marut’tan birinin çiftçi diğerinin hayvan besicisi olduğu Dr. Mete Firidin’in çalışmasında ortaya çıkmıştır. İşte “felah” yani uygarlık o zaman başladı, kazma o zaman bulundu. Sonra saban keşfedildi. Şimdi tarlaları traktörle sürüyoruz. Sulamanın yanında bugün gübreleme ve ilaçlama teknolojisine gelinmiştir, seracılığa ve besi hayvancılığına başlanmıştır. Bunların bakımı otomatik makinelerle yapılınca ve yem sanayii gelişince insanın yaşamak için gerekli olan çalışma saatleri azalmıştır. Bu sayede refaha yani felaha gidilecektir, nüfus artacaktır.
***

(EinNAMAv)
“Sadece”
Yine “İnneMâ” gelmiştir. Bundan önce isim cümlesine gelmişti, burada fiil cümlesine gelmiştir. Fiil cümlesine gelmiş olması “İnne”nin isim cümlesine gelmemiş olmasıdır. Burada tamim için değil de hasr için olabilir. Şeytanın gayesi aranızda düşmanlığı koymayı istemesidir şeklinde olabilir. Şimdi şöyle diyebiliriz. “İnneMâ” fiil cümlesinin önüne gelirse hasr için, isim cümlesinin önüne gelirse tamim için olur. Tüm âyetler gözden geçirilerek bu varsayım doğrulanmalı ve düzeltilmelidir.
Tekrar tekrar ifade etmek isterim ki ben size sonuçları kabul ettirmek için bunları yazmıyorum. Çünkü bunların kesinliğinden ben de emin değilim. Bu bilgiler zahir bilgilerdir. Bilginin nass seviyesine ulaşması için daha çok araştırma yapılması gerekir. Zahir seviyesindeki bilgiler uygulanır ama araştırmaya devam edilir. Nass seviyesine geldiğinde araştırma o konu için durdurulur. Karşı delil çıkarsa devam edilir.
Bizim Erbakan’la yaptığımız bu idi. Bazı kardeşlerimiz “bu bilgiler henüz nass seviyesine gelmemiştir, bunları durduralım da Batı’nın bâtılları ile amel edelim” diye fetva verdiler. Onları Tayyip bey topladı. Tayyip beye farzdır; şimdi onları bizim karşımıza çıkarıp tartıştırması. Biz zahirle amel ettik ama araştırmamıza devam ettik. Erbakan uygulama yaptı. İkinci uygulamaya vakit kalmadı, ömrü vefa etmedi.

(YUvRiDu elŞaYOAvNu)
“Şeytan murad eder.”
“Şeytan” burada tekrar edilmiştir. Ameli şeytan ile irade eden şeytan faklıdır. Ameli şeytan şeytanın yaptığı iş demek değildir, onun üslubunda bir iştir, yani içki içmeniz, kumar oynamanızdır. Emeksiz imkanları bölüşüp başkalarının yararlanmasına mâni olmanız, işleri kurallara ve ilimlere göre değil de fal okları ile yapmanızdır.
Bunlar hep şeytanın işidir. O böyle yapar.
Burada ise doğrudan şeytanın yaptıkları anlatılmaktadır. Oradaki şeytan cins içindir. Buradaki şeytan ahd veya istiğrak içindir. Lam harfinin manası değişince kelime iade edilir. Bu bir kuraldır. Delili de bu âyettir. Ben bu delili buldum. Siz daha uygununu bulabilirsiniz, biz ona uyarız ama ben bulamıyorum, sen de bulma derseniz, işte orada biz yokuz.

(EaN YUvQıGu BaYNaKuM)
“Sizin aranızda ika’ etmeyi”
“Aranızda ıka etmeyi.”
“Vaka” yağmur yağdığı zaman suların toplandığı çukurdur. Suların toplanmasına “vuku bulma” demektedirler. Bir şeyin oluşmasıdır. Kane her zaman olan şeydir yahut her zaman kalacak bir şeydir. “Sare” bir şeyin başkasından dönüşmesidir. “Vaka” ise daha çok geçici ortaya çıkma anlamındadır. “Vaka” hastalık gibidir, ortaya çıkınca topluluğu öldürebilir. Ika etmenin anlamı aralarına yaygınlaştırma demektir.
Sermayenin işi insanlar arasına düşmanlığı ve kini koymaktır. Bunu sermaye yapmıyor, bunu şeytan yapıyor. İşi budur. Görevi budur. Bizi uyarması içindir.
Buradaki siz zamiri bütün insanlara racidir. İnsanlar arasında hep gruplaşma meydana gelir. İki insan bir araya gelince aralarında iticilik ve çekicilik meydana gelir. Çok yaklaşırlarsa birbirini iterler, belli mesafede çekerler. Aralarında meveddet olur. Nasıl güneşle dünya arasında denge varsa, insanlar arasında da denge vardır. Topluluk birbirlerinin özgürlüklerini yok edecek şekilde yakın olmamalıdır. Birbirlerinden tamamen uzaklaşıp topluluk dağılmamalıdır. Dengede olmalıdır. Birisiyle arkadaş olunca çok yakınlaşırsan, onun özgürlüğünü yok edersen düşmanlık meydana gelir, ilişkiyi koparırsınız. Hiç ilgilenmezsen bu sefer de yine uzaklaşma olur. Barış içinde yaşamanın sırrı, işbölümü yaparak birlikte yaşayanların birbirlerinin işlerine karışmamalarıdır. Bir ailede karı-koca, çocuklar ve anne-baba arasında da böyle çok sıkı disiplin çocuğu isyana götürür, hiç karışmama da onu haylaz yapar. Her şeyi dengede tutmak gerekir.

(eLGaDAVati Va eLBAĞWAvEı)
“Adavet ve bağda’”
“Adavet ve bağdaı ıka etmek ister.”
“Adavet” fiili düşmanlıktır, saldırıdır. Karşı tarafı zarara sokmak ve yok etmeyi istemedir. “Buğuz” ise kalben duyulan kin ve nefrettir.
İnsanlar topluluk içinde yaşarlar. Nasıl vücudumuzun hücreleri bedenden koparıldıkları zaman yaşama güçlerini kaybederek ölürlerse, aynı şekilde kişi topluluktan koparıldığı zaman yaşama şansını kaybeder.
Tarzan gibi insanlar vardır, topluluktan ayrılıp kendi başlarına ormanda yaşamak isterler. Onlar da insanlarla ilişki kurarak yaşarlar. Bu birlikte yaşama zorunluluğu yalnız ekonomik değildir. Hiçbir maddî çıkarları olmadığı halde insanlar bir araya gelmek ve beraber olmak arzusundadırlar. Topluluğun içine gidip oturma, hiçbir şeye karışmama, hattâ sağır olup bir şey duymasa bile beraber olma insanın sosyal ihtiyacıdır. Bununla beraber, insan aynı zamanda özgür olmak ister, kimse ile paylaşmadığı durumları vardır, zamanları vardır.
Bunun sebebi şudur.
İnsan uygarlaşacak şekilde yaratılmıştır. Canlılar evrimleşirler ama onları kendileri değil başkaları evrimleştirir. Oysa insanlar kendi kendilerine evrimleşirler, uygarlaşırlar. Evrimleşme demek fertlerin kişiliklerini kaybederek topluluğun üyesi olması demektir, işbölümü yaparak birlikte yaşamaları demektir. Uygarlaştırma demek, onlara müdahale etme yani değiştirme demektir.
Demek ki kişi hem topluluğunu değiştirecek hem de kendisini değiştirecektir. İşte bunu sağlamak için zamanını ikiye ayırır. Akşamleyin eve dönünce özgür olur. Sabahleyin işe gidince de topluluğun ferdi olur.
İşte, insandaki bu ikiliğin korunabilmesi için de insana iki duygu verilmiştir.
Meveddet ve merhamet duyguları insanı diğer insanlara yaklaştırır.
Adavet ve bağda’ duyguları da insanları birbirinden uzaklaştırır.
Bu iki zıt duyguların dengede olması şartıyla insanlar varlıklarını sürdürür ve uygarlaşmaya devam ederler.
İnsanlar arasında kin ve düşmanlığı hazır bulundurma işi şeytanın ve şeytan taifesinin işidir. İnsanlar arasında merhamet ve meveddet hislerini bir arada tutmak ise peygamberlerin işidir; onların vârisleri olan âlimlerin ve mürşitlerin işidir. Biz istersek şeytan cephesine geçer ve cehenneme gideriz, istersek peygamberler cephesine geçer ve cennete gideriz.
Şeriatın koyduğu hükümlere uyulduğu takdirde adavet ve bağda’ kalkar, merhamet ve meveddet hükümleri gelir.
Bugün partiler vardır, partililer başkanlarının emrinde disiplin içinde birliktedirler. Çıkarları ve başkalarına düşmanlıkları sebebiyle bir aradadırlar. Türkiye’de siyaset Demokrat Parti ve CHP düşmanlığına dayanıyordu; hâlâ da bu anlayışın üzerinde siyaseti yürütme devam ediyor. CHP’de olanlar da sırf diğer cepheye düşmanlıkta birleşmişlerdir. Arada kin ve adavet devam ediyor. Bu durum iki kişiye ininceye kadar böyledir.
Avrupa Birliği vardır. Bütün siyaset mücadelesi aralarındaki kin ve adavete dayanmaktadır. Birbirlerine çok yakın görülen İsrail oğulları da varlıklarını kin ve adavete dayandırmaktadırlar. Birbirlerine karşı en az kin ve adavet içinde olanlar yine İslâm âlemidir. Yenilmiş olduklarından mı yoksa imanlarından mı olduğunu bilemiyoruz ama Sünniler ve Şiiler arasına bile nifakı sokamamışlardır. Ama AK Parti ile Saadet Partisi arasında kin vardır.
İçinizde kimseye karşı kin ve düşmanlığınız olmayacaktır, olmamalıdır. Kur’an düşmana karşı bağda’ değil ğılza olsun diyor. Ğılza bedir? Çocuğu korkutmak için sert görünürsün. Onun kötülüğünü istediğin için değil, ona ciddiyeti anlatmak için böyledir. Onlar sizi sevmeseler de siz onları seveceksiniz.

(FIy elPaMRi Va el MaySiRi)
“Hamr ve meysirde”
Hamrı, meyseri, ensabı ve ezlamı zikrettikten ve bunların şeytanın ameli olduğunu belirttikten sonra, onlardan ikisini ayırdı ve şeytanın o ikisiyle insanlara arasında kin ve bağdayı ıka ettiğini zikretti.
Bugün yeryüzünde cihan savaşları yoktur, ABD’nin saldırıları vardır. O da bir sonuç vermemektedir. ABD askerleri Afganistan’a girdi; şimdi çıkamıyor. Irak’ı terk edip gidiyor. ABD ne kazandı? İslâm âlemini Saddam’dan kurtardı. Şimdi bütün Arabistan Yarımadası değişmektedir ama onların kazancı ne olmuştur? İkinci Cihan Savaşı’ndan beri 60 sene geçti. Yeryüzünde ciddi savaş olmadı. Onun yerine mafya ve terör olayları tüm dünyayı rahatsız etmektedir. ABD’deki kuleleri onlar yani kendileri yıktı. Türkiye kırk yıla varacak zamandır PKK ile uğraşıyor. Herkes bilir ki bunun ana kaynağı uyuşturucu mafyasıdır yani “hamr”dır. Uyuşturucu mafyalarının merkezleri de kumarhanelerdir. Kumar ve uyuşturucu bugünkü beşeriyeti rahatsız eden belki de biricik âfettir.
Şeytanın amelleri olan dört ameli saydıktan sonra, onlardan ikisine bilhassa işaret etmesi, ayırması, bugünün dünyasını en açık bir şekilde anlatmaktadır.
Bugün insanlar dört felaketin içindedirler.
Bunlardan biri olan “karşılıksız para” ile insanlık dengesini kaybetmiş, iş yapamamakta, mallarını satamamaktadır.
Tesadüflerle insanlar zengin olmakta veya helâk olmaktadır.
Türk ordusunda bir sistem vardır. Belli senelerde hizmet edersin. Onların içinden ayıklanarak terfi edersin. 600 000 asker içinde on binde biri terfi ede ede orgeneral olur. Yine onlar içinden de ayıklanarak genelkurmay başkanı olursun. Türk ordusu bunun içindir ki güçlüdür. Zahmetlerle ve kurallarla makamlar işgal edilir.
Kılıçdaroğlu meselesinde sermaye ne yaptı? Bir-iki senede meşhur etti ve CHP’nin başına getirdi. Şimdi CHP onu nasıl göndereceğim meselesiyle meşgul. CHP dağılmadı. Demirel taraftarlarının verdikleri oylarla oylarını bile yükseltti. Ama yıllarını yitiriyor. Kılıçdaroğlu bir görev yapıyor, AK Parti’nin ömrünü uzatıyor. Uzanlar ailesi gelmiş, on senede Türkiye’nin en zengini olmuş. Bunlar ülkeyi terk ettiler. Ama dünyayı asıl fesada veren mafyadır, içki ve kumar mafyasıdır. Uyuşturucu sayesinde para kazanıyor, kumarhaneler sayesinde terörist yetiştiriyor.
Şimdi Kur’an şeytanın elinde bulundurduğu silahı bize bildiriyor. Devletlerin acil işi bu uyuşturucu ve kumar mafyasını ortadan kaldırmaktır. Bunlar aynı zamanda rüşvet mafyasıdır. Senet mafyası da bunlardır. İş mafyası da bunlardır. Bu mafyaların oluşmasına bizzat devlet sebep olmaktadır, helali haram yapmaktadır. Uyuşturucuyu alıp satmak yasak, uyuşturucu kullanmak serbest! Oysa Kur’an uyuşturucuyu alıp satmayı yasaklamıyor, sadece haram kılıyor, uyuşturucuyu kullanmayı yasaklıyor. Devlet, uyuşturucu alıp satmak serbesttir diyecek, böylece ucuzlayacak. Uyuşturucu ticareti ile mafya beslenemeyecek. Uyuşturucu kullanmayı yasaklayacak. Bir defa içenlere dayak atacak. Alışkanlık kazanmamışsa onu vazgeçirecek. Hapsetmeyecek, dayak atacak, o gün cezası bitecek. Yoksa hapse atarsanız oradaki ortamda tam alıştırma imkanını verirsiniz. Alışkın olanlar ise artık topluluktan uzaklaştırılacak, sürgün sitelerine gönderilecek, orada iş verecek, orada yaşatacaktır.
‘Ben kullanmayı bırakacağım’ diyenleri ayrı sitede; ‘hayır, ben devam etmek istiyorum’ diyenleri ayrı sitede yerleştirecektir. Böylece terörün iki bacağı da kırılacak; uyuşturucu ve kumar.
Biz dağdaki eşkıyalarla uğraşacağımıza içimizdeki mikropları temizleyelim.
Şimdi burada içki ve kumar mafyasının bizi bugünkü hâle getirdiğini öğrendikten sonra, tekrar başa dönüp Maide Sûresi’ni yeniden okuyup bize yaptığı tavsiyeleri nazarı itibara alarak yeniden Maide Sûresi’ni yorumlamamız gerekir.
İnsanlığı bu beladan ancak dinler kurtarabilir. Dinler şûrası oluşturulmalıdır. Bunlar ittifakla helal ve haramları tesbit etmelidirler. Ondan sonra haramlarla mücadelede hepsi birlikte ve beraber harekete geçmelidirler. Radyolarla, televizyonlarla, basınla, okullarla, orduyla birlikte savaşa girişilmelidir. Ordu şunu bilmelidir. Bugün eğer PKK ile boğuşmak zorunda ise bunun ana kaynağı her türlü içkiler ve kumardır.

(Va YaÖudDuKeM GaN ÜiKRi elLAHı)
“Ve sizi Allah’ın zikrinden sudud ettirmektedir.”
Dalalet etmek şaşırmak demektir. Lazım fiildir. İdlal etmek şaşırtmak demektir.
“Saddetmek” ise müteaddi bir fiildir. Uzaklaştırmak, saptırmak demektir.
Dalalette bilgisizlik vardır, bulamama vardır.
Saddetmede ise bilgisizlik değil zorlama vardır.
Kumar ve içki mafyası topluluğun işlerini görüşmekten, topluluğun işlerini anmaktan alıkoyar. Şeytan bir oyun oynuyor, içki ve kumar ile mafyalarını oluşturuyor. Devlet dağdaki eşkıyalarla meşgul olurken kendi işleri ile meşgul olamıyor, doğru dürüst iş yapamıyorsun. Terör olayı bütün diğer olayların önüne geçmiş ve topluluk hep onunla meşgul olmaya başlamıştır.
Türkiye’de askeri müdahaleler olmuştur. Ordu suçlanmaktadır. Oysa sivil yönetim mafya ile, kumar ve içki mafyasıyla baş edemediği için asker müdahale etmek zorunda kalmıştır. CHP tandanslı subaylar DP’ye karşı mafya tarafından harekete geçirilmiş, milliyetçi subayları da onlara karşı harekete geçirilmişti. Ordu birbirine girecek, devlet yıkılacaktı. Bu subaylar anlaştı. Birlikte beceriksiz DP’yi uzaklaştırdılar. Bu arada ordunun üst kademesi hakim duruma geçti. Askeri ihtilalleri bastırdılar ve Türkiye’yi kurtardılar. Menderes’i asanları da astılar. Seksendeki olayda ise daha fazla orduya teşekkür borcumuz vardır. İşte devlet bunlarla uğraşmaktadır. Halkla ordu bu mafya sayesinde karşı karşıya gelmektedir.

(VaGaNı elÖaLAvTi)
“Ve salattan”
“Salat” burada marifedir. Bilinen salat kastedilmektedir: Herhangi bir salattan bahsetmemektedir. “An” kelimesini tekrar ettiğinden dolayı Allah’ı zikir ile salat aynı değildir, ayrı ayrı iki müessesedir.
“Zikr” konuların ele alınmasıdır.
Nerelerde ele alınacak, topluluk işleri nerelerde görüşülecektir?
Siyasi kuruluşlar yani partiler bu konuları görüşmelidir ama ne gezer. Anayasa toplantıları yapıyorlar. Sadece dinliyorlar. Görüşmüyorlar, tartışmıyorlar. Haberler “toplandı-dağıldı, yapılmalı edilmeli” ile geçiyor.
Ordu bu konuları ele almalı, Millî Güvenlik Kurulu’na sunmalıdır. Harp Akademileri bununla meşgul olmalıdır. Üniversiteler kürsüleri ve bölümleriyle bu konular üzerinde faaliyet göstermelidir. TÜSİAD, MÜSİAD, ASKON, TUSKON ve diğerleri neredeler, anayasa taslaklarını neden yayınlamıyorlar? Sendikalar nerelerdeler? Bizimle neden tartışmıyorlar?
Allah’ın zikrinden uzaklaştırmak budur.
Millî Gazete de dahil olmak üzere gazeteler birkaç sayfayı spora ayırıyor ama yarım sayfasını Akevler’e ayıramıyor ki “Adil Düzen”i anlatsın...
Şeytan ne kadar güzel tezgah kurmuş…
Şimdi siz Adil Düzen Çalışanları ve okuyanları; bu zifiri karanlığı siz delecek, insanlığı aydınlığa çıkaracaksınız. Siz dinsiz kabul ettiğiniz Mustafa Kemal kadar cesur olmalısınız. Vazifeye atılmak için ahval ve şeraiti düşünmeyeceksiniz. Bu dünyayı kurtarmak bana düştü diyeceksiniz ve ortaya çıkacaksınız.
Evet, bu görev sana düştü, bana düştü. Çünkü bu görevi Allah sana verdi. Onları ise kör, dilsiz ve sağır yaptı. Sana ise kulak verdi, göz verdi, akıl verdi. “Adil Düzen”in içindesin. Sen yapmayacaksın, senin elinle Allah yapacaktır. Günde beş defa toplanacak, birlikte namaz kılacak ve müzakere yapacaksın. Haftada bir defa toplanacak, birlikte namaz kılacaksın, haftalık çalışmaları ortaya koyacaksın. Namaz toplantıdır ama namazın toplantı dışında da görevi vardır. Toplantı yapmak için rüku ve secde etmeye gerek vardır.
Beş vakitte ezan okunur, Allah’ın sesini duyarsın. O ezanı okuyanın Allah olduğunu bilir, Allah’ın varlığını hislerinde idrak edersin. Allah’ın davetini alır, toplantıya katılırsın. Toplantı yerine gelirsin. Yine Allah’ın sesini duyarsın. Namaza başlandığını, Allah’ın huzuruna çıkılacağını işitirsin. Resmî selamlama zamanı gelmiştir. İmam dikkat der ve Allah’ın huzuruna birlikte çıkılır. Allah’ın huzurunda kaldıktan sonra imam selam verince çıkılır. Birlikte Allah’ın huzuruna çıktığımızı ve gerçekten kendimizi Allah’la hissederiz.
Cuma’ya büyük Mevlana Camii’ne giderim. Orada birkaç bin kişinin bir araya gelip Allah’ın huzurunda sükut ederek durmaları, birlikte rüku ve secdeye varmaları, seni de aralarına alır ve bambaşka bir âleme dalarsınız…
“Salat” birlikte kavil ve fiildir. İmam okuyacak, siz duyacaksınız. Tesbih edeceksiniz. Hareket birliktedir. Madem topluluk gemisine binmiş istediğin yere doğru gidiyorsun, gemi seni hedefe götüren araçtır. Sen ise kendi gitmediğin yere gidiyorsun. Ailene gidiyorsun, evine gidiyorsun. Birlikte kılınan namaz seni cennete ailenle beraber götüren gemidir.
Namaz insanlara birlikte nasıl yaşayacaklarını öğreten bir okuldur. Herkes eline alsın, kitabı okusun, okullara ne gerek var deyip okulları nasıl kapatamazsak; herkes evinde namaz kılsın, cemaate ne gerek var demek o demektir.
Demek ki şeytan buluşmamızı ve meseleleri müzakere etmemizi önlemeye çalışmaktadır. Bizim dergimize yazı veya makalelerimize yorum yazdırmaktan alıkoyan işte o şeytandır. Çünkü dergi Allah’ın zikridir.
Bugün bizim basılı dergimiz yoktur, gazetemiz yoktur, televizyonumuz yoktur, radyomuz yoktur, okulumuz yoktur, konferans verecek salonumuz yoktur.
Altmışlarda da yoktu...
Yola çıktık, bunların hepsini elde ettik ama biz oralardan uzak kaldık. Bunun sebepleri vardır. Günahı arkadaşlarımıza yüklemek hatalıdır. Hata bizdeydi...
O hataları siz yapmayacaksınız, yapmamalısınız...
Bugünkü namaz dört delile dayanılarak icma ile sabit olmuş namazdır. Eksiktir. Fonksiyon ifa etmemektedir. Bunun günahı şeytanın ıkasının altında kalmamızdır.
İstanbul Yenibosna’da her gün akşamları bir aradayız. İşlerimiz ayrı olduğu için daha fazla bir araya gelemiyoruz. Yüz dairelik apartman yapacağız. Her katta on daire olmak üzere yüz dairelik semt kuracağız. İşimiz de orada olacaktır. O zaman namazı Allah’ın emrettiği şekilde kılacağız inşaallah. Kimimiz sağ olup göreceğiz. Kimimiz bu gaye için çalışırken ömrümüz dolacak ve gideceğiz...
Mü’minler bu dünya hayatı için çalışmazlar...
Biriniz namazın hikmetleri konusunda çalışmak isterse ben yardımcı olurum...
Burada marife olarak gelmiş olan namaz nedir, Kur’an’ın istediği namaz nedir, bugün kıldığımız namazın Kur’an’da delilleri nelerdir?..
Şimdi biz anayasa hazırlıyoruz, Kur’an’dan delillendiriyoruz...
Bir başka ekip de namazla ilgili böyle bir çalışma yapmalıdır...
Bir başka ekip de fıkhın başka konusunu böyle yapmalıdır...

(FaHaL ENTuM MuNTaHUvNa)
“İntiha edecekler siz değil misiniz?”
“Fa” harfi tafsil “Fa”sıdır. Öyleyse hâlâ intiha etmeyecek misiniz, hâlâ son vermeyecek misiniz, hâlâ içkiden ve kumardan vazgeçmeyecek misiniz? Şeytan aranıza adaveti bağdayı koymuştur. Bu işe son vermeyecek misiniz?
Ne yapmalıyız?
Uyuşturucu ve kumar mafyası tek mafyadır. Bütün dünyada faaliyette olan bir mafyadır. Önce çok ağır cezalar konmuştur. Kullanılmasına değil, oynanmasına değil, alınıp satılmasına ve oynatılmasına cezalar konmuş, böylece çok kıymetli hâle getirilmiştir. Tüm dünyada kaçak olarak imal edilmektedir. Tüm dünyaya mafya tarafından pazarlanmaktadır. Üreten Türkiye’nin doğusudur, tüketen ise Türkiyenin batısı yani zengin Batı ülkeleridir.
Ondan sonra da örgüt kurulmuştur, lise hattâ ilkokul talebelerine kadar alıştırılmaktadır. Bağımlılık sağladığı için de gençler arasında kolayca yayılmaktadır. Bu sayede uyuşturucu kullanmak zenginlerin modası olmaktadır. Elde edilen kazançlar örgüt mensuplarının ve hanımlarının kumar masalarında harcama aracı olmaktadır.
İşin içine kamu görevlileri de katılmakta, ağır ceza veren hakimlere karşı belgeler ortaya konmakta ve sistem çalışmaktadır.
Bu mafyanın bertaraf edilmesi için önce kumar oynamak serbest bırakılmalıdır, herkes her yerde kolay oynamalıdır. Kapalı ve uydurma adlar altında oynama zorunlu olmamalıdır. Kumar kazancı veya kaybı devletçe korunmamalıdır. Kumar davalarına bakılmamalıdır. Bugün mevzuatımız böyledir. Bu kazançlardan vergi alınmamalıdır.
Uyuşturucu kullanma yasaklanmalıdır. Alkolik hâle gelmek suç sayılmalıdır. Uyuşturucu veya alkol müptelası olduğu sabit olanlar alkol sitesine gönderilmeli ve orada tedavi edilmelidir. Orada hapsedilmemeli, sadece oraya sürgün edilmeli, tedavi olduktan sonra serbest bırakılmalıdır.
Hâlen terör olayları çıkaranlar da terör sitesine gönderilmeli, orada istedikleri gibi yaşama imkanı sağlanmalıdır. Silah yasağı kalkmalıdır. Herkese balistik özellikleri temin edilmiş silahlar verilmeli, herkes kendi silahını taşımalıdır. Kurşunu yani balistik özellikleri yoluyla kimin silahı ile cinayet işlendiği kolayca tesbit edilmelidir. Kendisinin o işi yapmadığını ispat edilmedikçe cinayetin onun silahıyla yapıldığı kabul edilerek hafif tazminatla mahkum edilmelidir. Katil bulunduğu ve amden katlettiği anlaşılana da idam cezası verilmelidir. Terör amacıyla yapmışsa hemen asılmalı, şahsi garazından dolayı yapmışsa mağdurlar affederlerse diyete dönüştürülmelidir.
“Hâlâ intiha etmeyecek misiniz”in manâsı budur.
“Hâlâ bu kanunları ve bu anayasayı çıkarmayacak mısınız” demektir.
Bizim görevimiz bunları söylemektir, kalanı onlarla onları var edenler arasındadır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92