بسم الله الرحمن الرحيم
يا ايها الذين امنوا اتقوا الله و ذروا ما بقى من الربى ان كنتم موءمئين
فان لم تفعلوا فأذنوا بحرب من الله و رسوله
فان تبتم فلكم رئوس أموالكم لا تظلمون و لا تظلمون
BAKARA SÛRESİ / 278 - 279. ÂYETLER
KUR’AN MATEMATİĞİ Üsküdar/ İstanbul, 22 ARALIK 2000 CUMA
91. SEMİNER NOTLARI clubs.yahoo.com/clubs/adilduzen
www.adilduzen.8m.com
DIŞ BORÇ
يا ايها YÂ EYYuHa: Lam ile tanımlanmış isimlerin başında çağırma aracı olarak gelir. Hitabı yönlendirir ve özelleştirir. Yani bu emir, Faizsiz Kredileşme (Karz-I Hasen) Müesseselerini kurmuş inanmış kişi ve topluluklara ait olup; faizsiz kredileşme müessesesini kuramayan topluluklara veya böyle yaşayan topluluklara faizi yasaklamış değildir. Önce faizsiz kredileşme tesis edilmeli. Bu sebepledir ki İslâmî olmayan topluluklarda Müslümanlar arasında olmayan faiz helâl sayılmıştır.
الذين امنوا ElLaZIYNa AMANUv: İnanmış olan kimseler denmektedir. Bu ifade, “ey dayanışma ortaklığını kurmuş olan kimseler!” anlamındadır. İslâmiyet’te devlet demek, dayanışma ortaklığını kuran kimseler demektir. Dayanışma ortaklığı “kefalet ortaklığı”dır, “kredileşme ortaklığı”dır. Resul Medine’ye göç edince orada bir devlet kurdu. Bu devletin temeli “dayanışma ortaklığı”dır.
DAYANIŞMA ORTAKLIĞINDA YER ALAN MADDELER:
a) Çıkan her türlü nizalar yargı yoluyla çözülecektir. İlk öğretmen yargıç Allah’ın Resulü olarak Hz. Muhammed’dir. Sonra bunu seçilmiş başkanlarla hakemler yüklenecektir.
b) Hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı hep birden karşı gelinecektir. Onların bu kentte barınmalarına imkân verilmeyecek, boykot yapılacaktır.
c) Bir saldırıya uğranılması halinde tüm kent halkı birden savunmaya geçecek ve karşı konacaktır.
d) Kimse inançlarında yahut çalışıp yaşamasında zorlanmayacaktır. Herkes başkalarına zarar vermemek şartı ile istediği gibi yaşayacaktır. Herkesin hak ve hürriyetinin sınırı, başkalarının hak ve hürriyetlerinin sınırıdır. Bu sınırı tarafsız ve bağımsız yargı belirler. (Kur’an’a göre hakemler belirler)
Devlet önce “site”de kurulur. Her site kendi mevzuatını kendisi hazırlar, kendisi uygular. Çünkü buradaki hitap “Cuma Cemaatı”dır. Bu sitede yaşayanlar birbirini tanıyan kimselerden oluşmaktadırlar. Beş vakit namaz aşiretlerde ocaklarda kılınmaktadır. O da bir topluluktur, ama orada dayanışma ortaklıkları yoktur. Dayanışma ortaklığı Cuma Cemaati arasında kurulur.
“Şa’b” yani “iller” merkezi bucaklardır, hizmet bucaklarıdır. Hâkim değil hâdimdirler. Bucaklarda yargı kararlarına uymayan kimseleri bunlar tenkil ederler. Devlet merkezleri de birer bucaktır. Yine hizmet ederler. Hükmedemezler. Bunlar savunmayı yaparlar. İnsanlığın da merkezi vardır, burası Mekke’dir. Görevi, ilmî çalışmalar yaparak yeryüzünde cehaleti yenmektir.
Kur’an’daki “Ey İman Edenler” tabiri bir deyim olup, dayanışma ortaklıklarını yani akilelerini oluşturup devlet aşamasına gelmiş toplulukları ifade eder.
اتقوا الله İTTEKULLAH: Allah’a ittika etme demek, Allah’ın şeriatına girme demektir. Allah’ın şeriatı da içtihatlarla sabit olan hususlardır. Kur’an’da eğer bir yerde “ittekullah” diyorsa; orada içtihatla hareket edileceğini, yetkinin içtihat yapana ait olacağını ifade etmiş oluyor. Burada faizlerin terkini yani alınmamasını emretmiş olmakla terk edene içtihat yetkisini de vermiş oluyor. Bu yetki topluluğa yani başkanlara aittir. Yani, alacaklarını kararlarla tasfiyede bulunacaklardır. Emir çoğuldur. Birden ittika edilmesini istemektedir. Bu tür emirlerde hitabın cemaata mı yoksa kişilerden ayrı ayrı herkese ait olduğunu tesbitte kural kelimenin müşterek olmasıdır. Yani cemi’ sigası emriler hem cemaate topluca hitap etmiş olup farz-ı kifâye olabilir, hem de fertlerin her birerlerine ayrı ayrı hitap etmiş olur, farz-ı ayn olur. Böyle iki anlama gelen kelimelere müşterek kelime denir. Müşterek kelimelerde karine ile amel edilir. Burada karine baştaki hitaptır. Topluluğun tüzel kişiliğine hitap edilmiştir. Topluluğun faiz alması haram kılınmıştır. Kişiler serbest mi bırakılmıştır? Mefhumu muhalefetten bu anlam çıkabilir. Ancak mefhumu muhalefeti Hanefiler kabul etmiyor; ben de özel haller hariç kabul etmiyorum. Burada başka incelik vardır. Borç alıp verme işlemleri kamuya ait olup kredi mahiyetindeki borçlanma kişiler arasında da meşru değildir. Herkes tasarruflarını karz-ı hasen bankasına yatıracak, karz-ı hasen bankası da müteşebbislere karz-ı hasen olarak verecektir. Kişilerin doğrudan doğruya kredi vermeleri zaten meşru değildir.
و ذروا Va: “Va” harfi atıf edatıdır. Bir emirden sonra yine bir emir gelmiştir. Bunlar birbirleri ile ilişkilidir, birbirlerinden ayrıdır. Burada “Fa” harfi gelseydi vereceğimiz mânâ başka olacaktı. “Va” gelmiş olması ile sadece içtihat söz konusu değildir. Anlaşmalar ve icma ile sabit olan hükümler de vardır. Anlaşmaları yorumlamak hakemlere aittir. Bir taraftan biz içtihatla hareket edip haram olanları istemeyecek ve almayacağız, bunda ittika edilecektir; diğer taraftan faiz verirken hakem kararlarına uymamız gerekmektedir. Sözleşmemiz gereği vermemiz gereken faiz varsa onu tediye edeceğiz. Kur’an izah ediyor. Bu da faizden bakiye kalanların bir daha alınmamsını emrediyor. Ancak bu almama işini yaparken Allah’tan ittika edilecek yani hakkaniyet gözetilecektir. Bunu bir misalle izah edelim. Bir kimse başka bir kimseye bir milyar TL borç verdi. O zaman bir gram altın beş milyon idi. Bir sene sonra bir gram altın on milyon oldu. Şimdi temel olarak TL alırsanız kişi iki milyar alırsa faiz olur. Altını esas alırsanız, iki milyarı almazsa faiz olur. Çünkü eksik alma da faizdir. Demek ki neyin faiz olup olmadığı ancak içtihatla tesbit edilecektir, yanı ittika edilecektir. Ondan sonra bâki kalan faiz bırakılacaktır. İttikanın sonucu bırakılacaktır.
Türkiye bugün çok karışık bir durumdadır. Türkiye’ye dolar kredi olarak verilmektedir. Dolar da enflasyona uğramaktadır. Şimdi biz acaba onlara; “Ana paranızı alın, faizini vermiyoruz!” demek yetkisine sahip miyiz? Bu yetkiye sahip değiliz. Çünkü Kur’an; “Mü’min olmayanlarla akitlerinizi yerine getiriniz” diyor. Madem ki akit yapmışız, o halde akdimize uyacağız. Ama biz borcumuzu verdikten sonra; “Siz paramızı önce iade ettiniz, biz kullanmadığınız zamanın faizini da istiyoruz” derlerse, o zaman “Buna hakkınız yok” demek imkânına sahip oluruz. Diğer taraftan devletimizi yıkacak duruma düşürmüş ve kaldıramayacağımız yük yüklemişler, zaten kötü niyetle bize borç vermişlerse; o zaman o borcumuzu silme hakkına sahip olabilir miyiz? Bu hususta bağımsız ve tarafsız hakemlerden oluşan yargı karar verir ise yapabiliriz. Kendi içtihadımızla yapamayız. İşte bundan dolayı faizli işlemler yapılırken çok dikkatli olmamız gerekmektedir. Borçtan kurtulmayı da ince hesaplarla sağlamamız gerekmektedir.
ما بقى من الربى Ma BaQıYa MıNa elRıBA: Karz-ı hasen müessesesi kurulmadan önce riba haram değildir. Çünkü topluluklar kredisiz yaşayamazlar. Bankalar insanın kalbi gibidir. Parayı çekip salarlar. Böylece ekonomik hareket olur. Kalbin durmasıyla nasıl canlı ölürse, gelişmiş ekonomilerde de banka olmazsa ekonomi olmaz. O halde kötü çalışsa da, zararlı olsa da, kalpsiz olmaktan iyidir. O halde bizim faizli borçlara son vermemiz için önce karz-ı hasen müesseseleri kurmamız gerekir. Bunu nasıl yapacağız? Defalarca umreye gidenler ve hac yapanlar, hac paralarını bir yıl için “Karz-ı Hasen Bankası”na yatırıp bir yıl geç gitseler, karz-ı hasen bankası kurulmuş olur. Serbest olsa ülkemizden her yıl 100 000 hacı gitmektedir. Her hacı 1000 dolar harcasa, 100 milyon dolar eder. 10 dolar harcasa, bir milyar dolar eder. Bir milyar dolar ile bin kadar karz-ı hasen bankası kurulur. Yani yalnız Türkiye hacıları ikişer yıl hacca gitmeyi erteleseler, sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde şubesi olan “faizsiz banka” kurulmuş olur. Bu banka şubelerinden 10 u Türkiye’de olur. İşte bütün dünyada böyle bir banka kuracak olursak ondan sonra insanlığa; “Ey insanlar! Artık faizli bankaları bırakın!” deme hakkımız olur. Zaten kişiler faizsiz olarak kredi bulduktan sonra faizle kim para alır. Müslüman olduklarını iddia eden firmaların ve partilerin bugün böyle bir teşkilât kurma güçleri vardır. Ama bunlar para kazanan bankalar kuruyorlar, faizli bankalar kuruyorlar. Para ile para kazanmak, nasıl olursa olsun faizdir. Rizikoyu yüklenenler ticaret yaparlar. Bunlar paraya para kazandırmazlar, mala mal kazandırırlar. Ambarlar kâr eder, meşrudur. Kasalar faizi alır, haramdır. Ambarda artan mal helâldir. Kasada artan para haramdır.
İşte böylece karz-ı hasen müesseseleri kurulduktan sonra artık faizli işlemlere son verilir. Bu banka halkın borçlarını tasfiye eder; ancak halktan faiz almaz, sadece ana parayı alır. Bu sebepledir ki; “faizi almayın” denmiyor da, “kalan faizleri bırakın” diyor. Nehiy yerine emir sigası kullanılıyor. Çünkü bir defaya mahsus bu işlem yapılacaktır. Ribadan bakiye kalanlar alınmayacak, eskiden ödenmiş veya günü gelmiş ribalar ise tahsil ve tediye edilecektir. Ne var ki bu tahsil ve tediye ödeme gücü olanlar için sözkonusudur.
ان كنتم موء مئين EiN KuNTuM Mü’MiNİyN: “Mü’min iseniz” diyor. “Mü’min” kelimesi nekire olarak kullanılmıştır. Nekire ism-i faillerde hem kişiler hem de fiiller nekiredir. Dolayısıyla buradaki mü’min “Allah’a inanmış olan kimseler” demek değildir. Buradaki mü’minler “dayanışma ortaklığında olan mü’minler”dir. Bu âyetin böyle ifade edilmiş olması sebebiyle biz faizi yalnız mü’minler arasında haram görmüyoruz. Müslüman olmayanlarla yaptığımız ilişkilerde de faizli işlem yapmıyoruz. “Karz-ı hasen müessesesi”ni kurduktan ve kendi ekonomimizi oluşturduktan sonra artık bütün insanlarla faizsiz işlem yaparız, onlara da faizsiz kredi verebiliriz demektir. Şart edatının “ruhsat” değil de “vücup” ifade etmesi, şartın takdim edilmesi gerekmektedir. Burada ise tehir edilmiştir. Bunun anlamı “bırakabilirsiniz” demektir, “almayabilirsiniz” demektir. Bundan sonra gelen âyet olmasaydı bu mânâyı verebilirdik. Ancak burada böyle bir mânâyı vermemiz mümkün değildir. O halde bizim ortaya koyduğumuz kural, karine olmadığı zaman geçerli kuraldır, yoksa eğer karine varsa o zaman emir vücubu ifade edebilir, emir takdim edilmiş olsa bile ibahayı ifade etmiş olabilir. Nitekim çok kadınla evlilikte de ibaha olduğu “Mâ Tâbe Leküm Minen ElNiSaEı” âyetinde ibaha karinesi vardır. Bu âyet bizi oraya götürmektedir.
Burada faizi almamızı emrediyor, ama faiz vermemizden hiç bahsetmiyor. Burada muhalif mefhum ile vermek yasaklanmamış mânâsı çıkar, kıyas yoluyla yasaklanmış mânâsı çıkar. Başkasının günah işlemesine sebep olmak da günah olduğu için faiz vermemiz de aynı derecede haram olmuş olur. Bu da bize muhalif mânânın geçerli olmadığını ifade eder. Bununla beraber, bu aradaki bâki kalan riba demek henüz tahakkuk etmemiş riba demektir, yoksa henüz ödenmeyen riba demek değildir, diyebiliriz. Böylece burada iki mânâ verilebilir. Bunun için iki hal düşünülür. Yani faiz öderken henüz tahakkuk etmeyen faiz demektir. Ama faizi tahsil ederken ise henüz ödenmeyen faiz demektir.
ف Fa tafsil “Fa”sıdır. Bundan sonra gelen hüküm her zaman geçerlidir. Yani “her ne zaman faizli işlemleri yapmaya devam ederseniz Allah ve resulüne harp ilân etmiş olursunuz” diyor. İstisna ile gelirse kıyas yapılmaz. “Va” ile gelirse kıyas yapılır, illet varsa uygulanır, illet yoksa uygulanmaz. “Fa”da ise illet olsun olmasın ifadenin içine giren hepsine hüküm uygulanacaktır. “İttakullah” deyip “Fa” harfini getirmemesi orada kıyası esas almış olması, burada “Fa” harfinin gelmesi kıyası değil nass ile tahsis etmiş olmasından dolayıdır.
لم تفعلوا LaM TeFGaLu yani “Faiz almaktan vazgeçmezseniz, istidlalle faizli işlemlere devam ederseniz.” Burada menfi sigasını kullanmıştır. Her zaman yapılmaması gerektiğini ifade etmektedir. Şart “Fa” ile cevaplandırılmıştır. “Bana gelirsen sana ikram ederim” derken, “Fa”sız söylersen sadece bir geliş için söylemiş olursun; “Fa” ile söylersen “her ne zaman gelirsen ben sana ikram ederim” mânâsı çıkar. Burada da şart “Fa” ile cevaplandırılmıştır. Bunun anlamı; “Ne zaman faizli işlem yaparsanız o zaman harp ilân etmiş olursunuz” diyor. İşte bu harpten kurtulmamız için faizli işlemleri yapmamamız gerekir. Bunun için de “Hasen Kredi Müessesesi”ni kurmamız gerekir. Bizim kurmakta olduğumuz “Akevler Kooperatifleri” hep bu amacı gütmektedir.
فأذنوا بحرب FaE>aNUv BiXaRBın: “Harbe izin veriniz” yani “vermiş olursunuz” demek olur. Şart sigasından sonra gelen emir kipleri şartın cevabı olur, emir olmaz. Burada da genel kurala aykırı bir ifade vardır. “Abdest alınız” ifadesine benzer bir deyim vardır. Ama orada vücubu ifade eder, burada şartın cevabını ifade eder. Demek ki, yine bu kural da müşterek olup karine yoksa vücub ifade eder, karine varsa haber olur. Harb, savaş demektir.
Cihad: Hukuk kuralları içinde düşmanla mücadele etmektir.
Harb: Hukuk kurallarını çiğneyerek düşmanla mücadele etmektir.
Kıtal: Öldürmek suretiyle düşmanla mücadele etmektir.
Burada “harb” kelimesini kullanmış oluyor; “O zaman hukuk dışına çıkmış olursunuz” diyor.
Bu kelimenin bize öğrettiği çok önemli bir şey vardır: faizli düzende hukuk düzeni kurulamaz. Eğer Anayasada “hukuk devletidir” diyorsa ve faizli sistemde hukuk düzeni kurulamazsa Anayasa faizi yasaklamış olur. Şimdi asıl tartışma hukuk düzeninin faizli sistemde kurulup kurulamayışıdır.
Bu hususu size şöyle izah edeceğim:
KÂR KİRA
FAİZ İŞSİZLİK
FAİZ
FAİZ İMKANSIZ
ÜRETİM YATIRIM
Şimdi bu şekli izah edelim.
1- Bir memlekette emek sınırlıdır ve bellidir. Onu çoğaltamazsınız.
2- Emek ya üretime ya da yatırıma gider.
3- Faizli sistemde üretim müesseseleri kâr ederler, faizi öderler, kalan onlara kâr olur. Yatırım müesseseleri kira alırlar, faizi yatırırlar, kalanı kendilerine kâr olur.
4- Faiz kiraya eşit olmalıdır, yoksa o tarafa kayma olur. Eşitlenir.
5- Azalan verim kanununa göre kârlar ve kiralar üretim veya yatırım oldukça düşer. O halde ondan daha fazla işçi çalıştıramayacaktır. Üç hal ortaya çıkar:
a) İşçiler iş bulamazlar.
b) İşçiler iş bulurlar ama firmalar işçi bulamazlar.
c) Ancak bir yerde denge oluşur. O halde faiz yüksekse işsizlik var, sosyal patlama olur. Faiz kâr ve kirasından fazla olmamalıdır. Buraya kadar faizler düşer ve burada herkes işe başlamış olur.
d) Şimdi burada alınan faiz bir daha ekonomiye dönemez. Çünkü emek yok.
İşte böylece ekonomiye girmeyen para kasa veya bankada stok edilen faiz olacaktır.
6- Ekonomiye enjekte edilemeyen faiz nasıl dengelenecektir.
a) Kasada depo edilecek. Piyasadan para çekilecek, dengenin korunması için devamlı para basılacak. Bu sermayenin kasasında merkez bankasının kâğıtlarını yığacaktır. Sermaye bunu piyasa sürerse enflasyon olur, sürmezse ne işe yarar?
b) Yeni yatırım yerlerini arayacaktır. İşte Avrupa’nın sömürgeciliği buradan kaynaklıyor. Ne var ki, dünya bittikten sonra sömürülecek yer de kalmıyor.
Hâsılı, faiz kendi kendini yiyen bir müessesedir.
Şimdi Merkez Bankası’nın karşısında Merkez Bankası’nın banknotlarını stok eden sermaye var. İstediği zaman piyasaya bu sermayeyi sürer ve piyasayı allak bullak eder, istediği zaman da çeker ve krizler yaratır. Hükümetler sermayenin oyuncağı olur ve hukuk düzeni kalkar. 20. asır dünyası bu tür ekonomik krizlere sebep oluyor. İşte “harb” kelimesini bu mânâda kullanıyor. “O zaman siz hukuk düzenine paydos demiş, harb düzenine geçmiş olursunuz” diyor. Çünkü sermaye tekeli oluşur ve devlet içinde devlet ortaya çıkar.
من الله و رسوله MiNa elLAHı Va RaSuLıHı: Kur’an’da “Allah” derse bu “devlet” demektir, “Resul” derse “başkan”, “Nebi” derse “müçtehit”, “Allah ve Resulü” derse “mahkeme” anlaşılır; yani “hakemlerden oluşan tarafsız ve bağımsız yargı” anlaşılır.
Burada da harbin ilânını daha da açıklıyor, harbin ne demek olduğunu söylüyor. Artık yargı düzeni bozulur, rüşvet ve anarşi, eşkıya ve mafya türer, hukuk kalmaz, yargı kalmaz demektir.
Biz bunu şöyle sıralıyoruz:
1- Faiz enflasyonu doğurur. Çünkü sermayeye faizi ödeyebilmeniz için yeniden para basmamız gerekir. Bu da enflasyonun sebebidir.
2- Enflasyon işsizliği doğurur, çünkü fiyat ve ücret anarşisi olur, iş yapılamaz.
3- İşsizlik açlığı doğurur. Mal olmayınca ne alınacaktır? Enflasyon körüklenir. Faiz de yükselir. Çünkü kimse reel faiz almadan para vermez.
4- Açlık yolsuzluğu zorunlu kılar. “Aç olan kişi Tanrısı ile savaşır” sözü vardır.
5- Yolsuzluk rüşveti dâvet eder. Bir taraftan devlet gelirleri eksilmiştir, diğer taraftan yolsuzluğa göz yumma zorunluluğu vardır. Bu da rüşvet ile gerçekleşir.
6- Rüşvet anarşiyi çağırır. Çünkü halk rüşveti de veremez hâle gelir ve isyan eder.
7- İsyan baskıyı ve terörü getirir. Kanla bastırılmaya başlanır.
8- İç savaş çıkar ve ülke kendi kendini yok eder. Başka uluslar gelip toprakları paylaşırlar.
Yukarıda saydıklarımın hiçbirisine kimse itiraz edemez.
Bize itirazları, şu anda nerede olduğumuz hususudur. Şimdi soruları soralım:
a) Türkiye’de faiz var mıdır?
b) Türkiye’de enflasyon var mıdır?
c) Türkiye’de işsizlik var mıdır?
d) Türkiye’de açlık var mıdır?
e) Türkiye’de yolsuzluk var mıdır?
f) Türkiye’de rüşvet var mıdır?
g) Türkiye’de anarşi var mıdır?
h) Türkiye’de terör var mıdır?
i) Türkiye’de iç savaş başlamış mıdır?
Türkiye’de faiz vardır. Kimse inkâr etmiyor.
Henüz iç savaş başlamamıştır. Bu da biliniyor. Ama yukarıdaki safhalardan nerelerde olduğumuzu her Türk kendisi belirlesin ve ona göre tedbirli olsun.
Biz devletin bu istikamette ilerlediğini o zaman görmüş ve parti kurarak buna çare arayalım demiştik. “Adil Düzen”i teori ve teklif olarak getirdik. Ne var ki, otuz yıl içinde oluşturduğumuz parti bugün bizimle ilgisini kesmiş, uçurumlara doğru yuvarlanıp gidiyor... İktidar için de söyleyeceğimiz bundan farklı değildir. Siyasetten ümidimizi kestiğimiz için, Mustafa Kemal’in dediği gibi; “Bir gün ... müdafaa mecburiyetinde kalırsak” gerekli hazırlığımız olsun diye halkı uyandırmak ve hazırlıklı olmak amacıyla “Akevler Kooperatifleri”ni kuruyoruz. Sesimizi duyurmak istemeyenler, memleketi mesihler ve mehdilerle, irtica ve bölücülükle oyalayanlar, provake edip ondan sonra “tehlike var” deyip yönetimi uyutanlar kendileri boğulup gideceklerdir. Siz sabırla ve metanetle çalışmaya devam edin, Allah sizi kurtaracaktır. Sizin sayenizde de İstiklâl Savaşı’nda olduğu gibi memleket kurtulacaktır.
Görevlerinizin neler olduğunu bundan önceki konuşmamda söyledim.
Şimdi Türkiye’nin faiz belâsıyla maruz kaldığı tehlikeyi anlatacak ve çözüm için bir yasa çalışması teklifini arz edeceğim. Tarihe kulak vermeyenlerin nasıl batacaklarına armağan olsun!
لا تظلمون و لا تظلمون “Zulm etmez ve zulm olunmazsınız.”
Burada faiz almayı zulüm olarak belirlemektedir. Borcu ödememeyi de zulüm olarak belirlemektedir. Çünkü insan için emeğin dışında kazanma hakkı yoktur. Kâr tacirin değil ticaretin payıdır. Riziko karşılığıdır. Tüccar orada yöneticidir. Yeryüzü insanlığındır. Yaşayanların oralardan işgal esasına göre yararlanma hakları vardır. Tahliye edince hakları kalmaz. İnsanların asıl hakkı emeklerinden dolayı doğar. İnsan şeriatça yani bir başka insan araya girmeden atanmış bir görevlidir. Allah’ın mülkünü onun adına yönetir.
BORÇLAR
Bir ülkeyi savaşsız teslim almanın tek yolu onu borçlandırmadır. Faizli olarak borçlandırmadır. Borçlu faizini ödeyemez hâle gelince borçla faizini ödemeye başlar. %10’luk bir faizin, ek bir borç alınmazsa bile nasıl büyüdüğünü aşağıda görürsünüz.
Bugün 100 milyar dolar borcumuz 50 sene sonra 12 trilyon dolar oluyor. 1.2 trilyon dolar da faiz ödeyeceğiz. Bir işçi bir senede 2000 dolar öderse, 600 milyon insanın bir yıl çalışması gerekir. Türkiye nüfusu kadar insanın sadece bir yıllık faizi ödemesi için on yıl çalışması gerekir. Eğer beş kişilik aileden biri çalışıyorsa, 50 yıl çalışsak sadece bir yılın faizini ödeyemeyiz.
50 sene zannedildiği gibi uzun bir süre değildir. Bugün 20 yaşında olanlar o gün 70 yaşında olacaklardır demektir. Öyleyse bu yol çıkmaz sokaktır. Bunu bilen Batılılar durmadan başkalarına kredi vermektedirler; faizli kredi vermektedirler. Osmanlı İmparatorluğu’nu böylece çökerttiler. Şimdi de Türkiye’ye aynı tuzağı hazırlıyorlar. Borç faizsiz olsa bile bir ülkeyi batırır.
Amerika bize borç verebilir, karşılığında daha ucuz olarak bir mal ister. Bu “selem akti”dir. Meşrudur ve yararlıdır. Ama Amerika bize dolar verir ve beş sene sonra dolar isterse, bizi batırır; bu kredi faizsiz olsa bile batırır. Şimdi dolar borç veriyor demek, biz ondan mal alacağız demektir. O bize iki misli fiyatla mallarını satacaktır. Amerika’nın malları pahalanacaktır. Beş sene sonra bizden dolar isteyecektir. Oysa dolar elimizde değildir. Nereden bulup vereceğiz? Ona mallarımızı satacağız. Yarı fiyatla satacağız. Arz edilen mallar çoğalınca fiyat düşer. Böylece borç veren devlet bir verir, sonra dört alır. Buna faizi katmazsanız böyledir. Faizi de katarsanız bu miktar %10’luk basit faizle 5 yılda %50 artar, bunu da dörtle çarparsanız 2 misli eder. Böylece 6 misli ödeme yaparız. Kredinin faiz dışında da aşınması vardır. Aracıların payı vardır. Kredi alanların israfları vardır.
Hâsılı, borç veren devlet onda birini bile karşı tarafa vermemiş olur. Ama yükü on mislidir. Demek ki yukarıdaki hesap 50 yıllıktır. Ancak bu çok daha erken sonuçlanır.
İşte Türkiye’yi bugün bekleyen en büyük tehlike budur. Acil olarak tedbir alıp ülkemizi uçurumdan kurtarmalıyız. Cari sistemlerle buna çare ve çözüm bulamazsınız. Çünkü cari sistem İMF sistemidir. Elde edilen sonuçlar bellidir. Sömürme üzerine kurulan tüm mekanizma ters döner. Avrupa kan gölüdür. Roma’nın vahşetleri, Hıristiyanlara yaptığı zulümler, sonra kilisenin engizisyonları... 7 yıl, 30 yıl, 100 yıl savaşları... I. ve II. Dünya Savaşları... Irak ve Balkanlar...
Bütün bunlara rağmen, Batı tek dişi kalmış canavarlığından neyi yitirdi ki ona güveniyoruz?
Kapitülasyonlarla bize yaptıkları biliniyor. Ordu PKK’dan korkmasın! Ne olur? En çok Türkiye bölünür. İrticadan korkmasın! Ne olur? Bazı kimseler cahil kalır. Ama Türkiye hepten gidiyor; ulusu ve devletiyle tarih oluyor. Bu gidişle yerinde yeller esecektir. Türkiye’yi Endülüs’ten betere doğru götürüyorlar. Ordu bunu düşünsün ve bunun çaresini arasın.
Sizlere Türkiye’nin bu borçlardan nasıl kurtulacağını bir kanun teklifi ile açıklamak istiyoruz.
DEVLET BORÇLARININ TASFİYESİ İLE İLGİLİ KANUN
( Ç A L I Ş M A S I )
Madde 1- Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dış ve iç borçlarının tasfiyesi için Devlet Ödeme Bankası (DÖB) kurulmuştur.
Madde 2- Bankanın Sermayesi:
a) Ormanlar dahil kamuya ait kullanılmayan tüm araziler. (Ormanlık vasfı korunacak)
b) Zarar eden tüm iktisadi teşebbüsler. (Çalışanların hakları korunacak)
c) Değeri kadar gelir getirmeyen vakıf yerleri. ( Değeri kadarı ile borçlanacak)
d) Tüm kamu alacakları. (Sosyal Sigorta alacakları dahildir)
Madde 3- Bankanın Görevleri:
a) Kamuya ait dış borçların tasfiyesi.
b) Kamuya ait iç borçların tasfiyesi.
c) Kamu kuruluşlarının kârlı hâle getirilmesi.
d) Borçlarını ödeyemeyen özel teşebbüsleri kısmen veya tamamen devralarak kamu kuruluşları hâline getirmesi.
Madde 4- Bankanın Yetkileri:
) Bundan böyle kamu kuruluşları, mali imkanlarını kendileri bulsa bile Devlet Ödeme Bankası aracılığı ve kefaleti ile bu imkanları kullanabileceklerdir.
) Tüm yabancı Kamu veya kişi borç veya alacaklıları Devlet Ödeme Bankası’na muhatap olacaklardır. İMF ve benzeri kuruluşlarla her türlü pazarlık Devlet Ödeme Bankası tarafından yapılacaktır.
) Hükümetler ancak Devlet Ödeme Bankası’na borçlanacaktır.
) Tüm icra ve iflas işleri Devlet Ödeme Bankası’nca takip edilecektir.
Madde 5- Bankanın Oluşması: Banka siyasi partilerin son genel seçimde aldıkları oyları nisbetinde milletvekilleri, bölüştürme kuralı ile atadıkları 20 kurucudan oluşur. Partiler her zaman kurucularını değiştirebilirler. Kurucular;
) CHP tarafından 1
) DYP tarafından 2
) ANAP tarafından 3
) FP tarafından 4
) MHP tarafından 5
) DSP tarafından 6 olmak üzere 21 kişiden oluşacaktır.
Madde 6- Bankanın Genel Müdürünü Cumhurbaşkanı atayacak ve değiştirebilecektir. Bu genel müdür aynı zamanda Banka Yönetim Kurulu ve tüzel kişiliğinin başkanı olacaktır.
Banka tüzel kişilik sahibi olup yapısı Kooperatif yapısında olacaktır. Başkan kurucularla istişare ettikten sonra kararlarını re’sen alır. Yönetim Kurulu Üyelerinin hakemler nezdinde kararları iptal ettirme yetkileri vardır. İttifakla alınan kararlar ancak ittifakla değiştirilebilir.
Başkan alınan kararları yönetim kurulu üyelerinden birisine icra ettirir. Kendisi doğrudan icra etmez. Bütün yönetim kurulu üyelerinin her türlü denetimi yapma ve sorumlular aleyhine hakemlere gitme yetkileri vardır. Yönetim Kurulu Üyelerinin Genel Müdürün görevden alınması için hakemlere gitme yetkileri vardır. Hakemler kararı ile görevden alınan birini Devlet Başkanı yeniden başka hakemlerce ibra edilmedikçe bir daha atayamaz.
Madde 7- Bankanın kurulması ve görevlerin yerine getirilmesi ile ilgili kanun tekliflerini her zaman hazırlayıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderir. Cari mevzuata aykırı olmayan maddeleri kanun çıkmadan uygulamaya başlar. Meclis bu teklifleri bütçe, anayasa ve diğer kanun tekliflerinden önce görüşür.
Madde 8- Banka Yönetim Kurulları üyelerinden her biri aynı zamanda hakemdir. Ayrıca bunlar birer hakemi de atarlar. Hakemlerin hakemlikleri ancak hakem kararları ile düşürülebilir. Banka içindeki her türlü ihtilaflar hakemler yoluyla çözülür. Hakem kararları yargıtayca denetlenmez. Taraflar birer hakem seçerler, hakemler baş hakemi seçer. Hakem heyeti azledilemez. Hakemler kurulu hakemlik talimatını hazırlar ve şubeler için hakemler atayabilir.
Madde 9- Banka borçların tasfiyesinde aşağıdaki kaynakları kullanır:
a) Arazileri parseller ve imar projelerini hazırlar. Bu parselleri bu projeye göre imar edeceklere temlik eder. Arsa parasını borçları tasfiye için kullanır.
b) KİTlerin rasyonel çalışmaları için onları küçük ünitelere böler. Tesisleri, üretimden pay olmak üzere çalışanlara kiraya verir. Böylece kira gelirleri belirlenen KİT hisse senetlerini halka satar ve elde ettiği meblağı borçları tasfiyede kullanır.
c) Türkiye’de çalışmak isteyen yabancılara çalışma iznini verir, bunun karşılığında işverenlerden belirlediği bir meblağı alır ve bunları borçların tasfiyesinde kullanır.
d) Banka altın, toprak, demir ve buğday sertifikaları çıkarır ve işletmelere kredi olarak verir. Bu sertifikaları merkez bankasından aldığı nakit kredi ile alıp satar. İşletmeler likidite kazanan bu sertifikalarla iş yaparlar ve cirolarının bir payını bankaya verir. Banka da gelirinin beşte birini Merkez Bankası’na verir. Kalan kısımlarla borçlarını tasfiye eder.
Madde 10- Banka kendi alacaklarını her zaman iştirake çevirip tesislere ortak olur. İşletmeyi sertifikalarla destekler. Hisse senetlerini satabilir. Banka borçlarını iştiraklere çevirir. Karşı taraf anlaşmadığı takdirde borcu başka iştirakçilere devreder. Bunun için gerekli tavizi verir. Banka borçlarını günü gelmeden tasfiye eder. Kabul etmeyenlere faizi ödemez.
Madde 11- Bu kanunu Cumhurbaşkanı atayacağı Genel Müdür aracılığı ile re’sen yürütür. Genel Müdür Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı sorumludur. Kamu kuruluşları ile banka arasında çıkacak ihtilaflarda hakem Cumhurbaşkanı’dır.
Burada meclisin doğrudan doğruya icrayı üzerinde almış olduğu görülüyor. Bu kuvvetler ayrılığına aykırı gibi gözükebilir. İcranın parçalanmış olması mahzurlu sayılabilir. Ancak buna vereceğimiz cevap çok basittir. Bugün kanunları hükümete hazırlatmakla zaten icra ile yasama iç içedir. Kuvvetler ayrılığı laftadır. Kaldı ki, burada icranın iflas etmiş olmasından dolayı bu yola gidilmektedir. Normal zamanlarda ne yapılacağı sonra tartışılacak konudur. Şimdi batmakta olan devletimizi ve ulusumuzu kurtarmak zorundayız. Genel kurallar değil özel çareler aranmalıdır.
Daha önce; “Önce memurları sokağa döktüler, sonra polisleri sokağa dökecekler, sonra da orduyu bölüp ülkeyi yıkacaklar” diye yazmıştım. Bir-iki hafta geçmedi ki polis sokakta idi. Bunlar kehanet değildir. Ordu hakkındaki söylediklerim duruyor. Tek çıkar yol, hükümetin istifasıdır. Sonra asker müdahale etmek zorunda kalırsa, kimse orduya suç yüklemesin. Hükümet görevini yapamazsa, Meclis görevini yapmazsa; olacak şeyler 1960, 71, 80 ve 97’lerde olanlar olacaktır. Olmazsa, Türkiye gider... Olursa da, ordumuz biraz daha yıpranır ve ordumuz gider... Ordu gidince de devlet gider... Türkiye’deki Türk ulusu da yok olur... Türklerde atasözü vardır: “Sürüklenmektense buyurmak yeğdir.” Erbakan bunun için istifa etti. Ancak geç kaldı. Buyuramadı...
Bugün bu iş muhalefete düşer, ancak mahkemelik zavallı muhalefet korkudan titriyor.
Askerler konuşmadan önce Cumhurbaşkanı konuşmalı ve hükümeti istifaya davet etmelidir.
Batı Kore’de, İran’da, Irak’ta, Afganistan’da başarıya ulaşamadı.
Silah üstünlüğü ona zafer getirmedi. Batı er - geç yıkılacaktır.
Sırtını onlara dayayanlar da birlikte gark olacaklardır. Bizden söylemesi.
Önemli Not: Bu yazılarımızı internet aracılığı ile ilgililere ulaştırma siz dinleyenlerin görevidir.
Ben daha fazlasını yapamam!
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL