KASAS SÛRESİ - 19. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَادًا وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ (83) مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (84) إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَرَادُّكَ إِلَى مَعَادٍ قُلْ رَبِّي أَعْلَمُ مَنْ جَاءَ بِالْهُدَى وَمَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (85)
***
تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَادًا وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ (83)
(83) TilkaDAvRu elEAvPiRatu NaCGaLuHAv LilLaÜINa LAV YURİyDUvNa GLuvVan Fıy eLEARWi VaLAvFaSAvDan Va eL GAQıBatu LiL MuttAQIYNa
“Bu ahiret dârıdır. Onu ne arzda uluvvu ne de fesadı irade etmeyen kimseler için cal’ ediyoruz. Akıbet muttakiler içindir.”
تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَادًا وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ (83) |
نَجْعَلُهَا | يُرِيدُونَ | عُلُوًّا فَسَادًا | الدَّارُ الْأَرْضِ الْعَاقِبَةُ الْآخِرَةُ لْمُتَّقِينَ | تِلْكَ لَّذِينَ | وَ وَلَا لَا لِ لِ فِي |
(2+2)+ (2+2+1) +2 + (2+2+2+1=18= 16+2 9+9=18 |
نَجْعَلُهَا- يُرِيدُونَ عُلُوًّا- فَسَادًا الدَّارُ- الْأَرْضِ الْعَاقِبَةُ- الْآخِرَةُ لْمُتَّقِينَ- فِي تِلْكَ- لَّذِينَ |
CGL-RVD, GLV-FSD, DVR-ERW, GQB-EPR, VQY-FIy, TiLKa- eLlaÜıYna |
- Ayet atıf harfi olmadan başlamaktadır, neden?
Sure Musa ve Karun’un kıssalarını anlatarak bize günümüzü anlatan örnekler vermiştir. Burada bunların kıssaları sona erdirilmiş ve sana Kur’an’ı gönderen kimse sana vaat ettiğine ulaştıracaktır şeklinde beyanda bulunmuştur. Hidayet ve dalalet hakkında Rabbim bilir denmiş, içtihat ve dayanışma ortaklıklarına işaret etmiştir. Bu şekilde oluşan 3. binyılın dârı ahiret dârı olarak tasvir edilmiş. Dolayısıyla kemali ittisal olduğundan atıf harfi getirilmemiştir. Eğer ahiret dârından kasıt kıyamet günüyse o zaman da dünya hayatından ahiret hayatına geçildiği için kemali infisal vardır, dolayısıyla atıf harfi getirilmemiştir.
- Buradaki تِلْكَ neye işaret etmektedir?
Hitap ahirette kıyamet gününde Allah’ın insanlara hitap etmesi şeklinde ise cenneti göstererek veya cennetteyken ahiret yurdu kastedilmiş olacaktır. Bunun manası şudur, demek ki cehennem değil cennet ahiret yurdudur. Çünkü son yurt cehennem değildir. Sonunda cehennemde olanlar da cennete gidecekler ve son yurtları cennet olacaktır.
Eğer ahiret yurdundan bahis ortaklık sisteminin geldiği bir yurt ise; yani bu ortaklık sistemi öyle bir sistemdir ki artık onun üzerinde dünyada yeni bir düzen olmayacaktır. Kur’an’ın nazil olmasıyla nasıl yeni kitap ve yeni peygamber son bulmuşsa, ortaklık düzeni de kemale ermiştir ve son düzendir. Bundan sonra insanlar ortaklık sistemi içinde yaşayacaklardır. تِلْكَ o zaman bundan sonraki yeryüzüne, hatta Güneş sistemine ve uzaya işaret etmektedir.
- تِلْكَ mübteda mıdır yoksa ismi işaret midir?
تِلْكَ mübteda olabilir. Ahiret dârı haber olur. Bu düzen son dârdır anlamına gelebilir. Bu takdirde نَجْعَلُهَا haberden sonra haber olur.
Ya da تِلْكَ ismi işaret olur, bu son yurt mübteda olur, نَجْعَلُهَا birinci haber olur.
Her iki şekilde mana aynıdır. Farklı olursa demek ki her iki mananın da doğru olduğunu ifade eder.
“Bu başkandır şimdi buraya geliyor”, “Bu gelen başkan buraya geliyor” cümlelerini karşılaştırıp iki cümle arasındaki farkı tespit edersek bu iki şekildeki yorumun farklılığını da ortaya koymuş oluruz.
- Ahiret dârı marife gelmiştir. Hangi dârdan bahsediyor?
Demek ki ahiret dârı dediğimiz zaman iki dârdan bahsetmiş olabilir. Biri ortaklık dârı, diğeri de cennet dârıdır.
Bizim kabul ettiğimiz bir kural vardır. Eğer böyle iki mana verilebiliyorsa, o zaman iki mana da doğrudur. Birinin verilemeyeceğine dair karine varsa yahut birinin olduğuna karine varsa, o zaman ikinci mana verilmeyebilir.
Burada böyle karine olmadığına göre biz iki manayı da doğru kabul ediyoruz.
- Ahiret dârı haber midir mübteda mıdır?
Her iki manası da doğrudur, ona göre manalandırabiliriz.
- نَجْعَلُهَا daki جَعْل eden kimdir?
Kur’an’ı inzal eden kimsedir. Kur’an Allah’ın sözleridir. Bazen Allah gaip olarak “Allah dedi” diyor, bazen de “Biz dedik” diyor. Böylece Kur’an’ın Muhammed’in değil Allah’ın sözü olduğunu bütün Kur’an’da sık sık beyan etmiş oluyor.
- نَجْعَلُهَا haber midir yoksa hal midir?
تِلْكَ mübteda ise ahiret dârı haberse نَجْعَلُهَا hali olabilir. عُلُوًّا murat etmeyen kimseler için ca’l ettiğimiz ahiret dârı şeklinde anlayabiliriz. Veya haber kabul edebiliriz. Birinci veya ikinci haber olabilir.
- لِلَّذِينَ deki ل ne ل’ıdır?
Temlik ل’ıdır.
Gerek cennet gerekse ortaklık düzeninin kurulduğu dünya uluvvu murat etmeyen kimseler içindir. Yani Allah dünyayı insanlar için yarattı, insanları da muttakiler için yarattı, müfsitler muttakiler için yaratılmıştır. Muttakilerin dalalet içine düşmemeleri için müfsitleri Allah bekçi yapmıştır. Allah’ın hilkatteki gayesi muttakilere cenneti temlik etmektir. Dünyada da ortaklık düzenini ortaya koymaktır. Diğerlerinin hepsi bunun için vardır.
- لِمَنْ gelmemiş de لِلَّذِينَ gelmiş, neden?
لِلَّذِينَ kurallı marifedir ve bunlar Âdem’den kıyamete kadar oluşmuş peygamberlerin katıldığı tek millettir. Bir ağacın yaşları gibi dönemleri vardır ama hep aynı gövde büyümektedir. Fatiha’daki “Ellezine enamte aleyhim”e الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ yani onların tek sıratına işaret edilmektedir. Onun için مَنْ değil الَّذِينَ gelmiştir. İslam vahit bir millettir. Küfür ise şettadır.
- لاَيَشَاعُونَ demiyor da لَا يُرِيدُونَ diyor, neden?
“Meşiet etmek” beyinde düşünüp plan yapmaktır.
“İrade edilen” ise bu düşünülenin bedenle dolayısıyla çevredeki imkânlarla o düşüncenin gerçekleştirilmesidir.
İnsan beyninde düşünürken eğer bu fiiliyata geçmemişse bundan dolayı sorumlu değildir. İstediği şeyi düşünebilir, hatta Allah’ın kudretinden ve varlığından şüphe edebilir, ahirete bir türlü aklı ermeyebilir. Bu kendi iradesinin dışında bir olaydır. Dolayısıyla insan bunlardan sorumlu değildir. Düşüncelerinde özgür olmasının zorunlu sonucudur. Ancak insan bu şüphelenmelerinden dolayı barış düzenini bırakıp içtihat ve icmalara uymazsa o zaman sorumludur. Bundan dolayıdır ki biz namaz kılanı mümin sayarız, kılmayana da kâfir demeyiz ama dalalettedir deriz. İnsan kendi kimliğini barış düzeni olan Kur’an düzenine uymasıyla ortaya koyar. Namazı kılar, zekâtı verir, orucu tutar, hacca gider. İşte bunun için “meşiet” değil de “irade” kelimesini zikretmiştir.
- Buradaki “arz” marife gelmiştir, kastedilen neresidir?
Kastedilen “arz” bizim dünyamızdır. Şimdilik haritasını metre metre çıkarmış olduğumuz yeryüzü, onun altı ve üstüdür. Gelecekte bu “arz” kelimesine gezegenler de dâhil olacak, insanlar Güneş etrafında her yerde yaşamaya başlayacaklardır, o takdirde “arz” olarak Güneş olmayan ama Güneş’in etkilediği alan kastedilmiş olacaktır. Güneş sistemi içerisinde yeryüzünden başka bir yerde canlı yoktur. Allah bunları ve Güneş sistemini bizim için var etmiştir. Başka yıldızlarda ve başka gezegenlerde de canlılar ve insanlar vardır. Onlar Âdemoğlu değillerdir. Güneş sistemi Âdemoğullarına aittir.
- Arzda uluvvu irade etmek ne demektir?
İnsanlar yeryüzünde yaratılmış, farklı görevler verilmiş, dolayısıyla farklı imkânlar da sağlanmıştır. İnsanlar dünyada yarış içindedirler, birlikte ileriye doğru gidiyorlar, kimi önde kimi arkadadır. Dünya böyle yaratılmıştır. Böyle olmayan bir hayat değişen bir hayat olamaz. Yani insanın öyle bir hayatta yükselmesi mümkün değildir. İnsanlar arasındaki bu yarışı çatışmaya çevirenler de vardır. Yarışta insanlar diğerlerini geçmek isterler, geride kalmak istemezler. Hâlbuki çatışmada diğerlerini geride bırakmak suretiyle yarışı kazanmaya çalışırlar. İşte bu grupla yarışanlar grubu arasında çatışma vardır ve her zaman yarışanlar çatışanları yenerler.
“Uluvvu irade etmek” demek ben zengin olayım ki başkalarını ezeyim, ben iktidarda olayım ki başkalarını ezeyim ve kendime köle yapayım demektir. Bu uluvvu murat etmektir. Onlar böyle çalışırlar. Biz ise zengin olayım ki diğer insanlara ve topluluğa katkım olsun, onların başarılarına yardımcı olayım deriz.
İşte, uluvvu murat etmemek bu demektir.
- فَسَادِ irade etmek ne demektir?
Uluvvu murat etmek, iktidar ve sermaye sahibi olarak başka insanları kendisine köle yapmayı istemek demektir. İşçi sınıfını oluşturup onları çalıştırmaktır. Nasıl insan ahırdaki ineğine iyi bakar ki bana iyi süt versin diye, bunun gibi patronlar da işçilere iyi bakarlar. Bu uluvvu murat etmektir. Ama öyle biri gelir ki bu makam ve serveti muhafaza etmek için çalışanları işsiz bırakmak, yaşayanları aç bırakmak suretiyle kendi üstünlüklerini korumaya çalışırlar. İşte bu fesattır. Yani kendi üstünlükleri için şeriat düzenini bozmaya çalışırlar. Allah öyle yaratmış ki fesat etmeden uluvvu sürdürmek mümkün değildir.
- عُلُوًّا وَفَسَادًا yerine عُلُوًّا وَلَا فَسَادًا getirilmiştir, anlamlarında ne fark vardır?
Önce harfi atıfla birleştirilerek ikisinin birlikte oluşabileceğine işaret vardır. “La yu’ti ve yensuru” dediğimiz zaman o it’a ile nusreti birden yapmaz ama ayrı ayrı it’a edebilir veya nusret edebilir demektir. Burada verilen haber ikisinin bir arada olmayacağı şeklindedir. “La yu’ti vela yensuru” dersek, o ne it’a eder ne de nusret eder anlamı çıkar yani ikisini birden yapmadığı gibi ayrı ayrı da yapmaz manası da vardır. Burada bunun için لَا gelmiştir.
- وَالْعَاقِبَةُ deki وَ ne Vav’ıdır?
نَجْعَلُهَا fiil cümlesidir. Buradaki وَ oraya atfediyor ve isim cümlesi olarak akıbetin muttakilere ait olduğu belirtiliyor ve bu cümle bir hal cümlesidir. نَجْعَلُهَا daki هَا nın hali olabildiği gibi لِلَّذِينَ nin de hali olabilir.
- الْعَاقِبَة marife gelmiştir, kastedilen nedir?
Allah yeryüzünü muttakiler için var etmiştir. Ancak ittika üzerinde kimlerin sebat edeceklerini denetlemek için de müfsitleri var etmiştir. Dallinleri var etmiştir. Ancak bunların varlıkları geçicidir. Görevlerini yaparlar, görevleri bitince de çekilip giderler. Kalıcı değiller. Mikroplar gibidirler. Çoğalırlar, insanı öldürebilirler ama kendileri de ölüp giderler.
İşte burada akıbetin muttakiler için olduğu beyan ediliyor. Denetlenmek üzere iki çatışan grup var edilmiş ama daima hakkı tutan grup galip gelmiş, diğer gruplar tarihten silinip gitmişlerdir. Her yeni uygarlıkta yeni fesat grubu doğar.
- لِلْمُتَّقِينَ deki Lam ne Lam’ıdır?
Temlik ل ıdır. Son malikler muttakiler olacaktır. Bu dünyada muttakiler daima malik olacaklar, ahirete öyle gideceğiz. Ahirette de cennet muttakilerin olacaktır. Yaratılış bir seçme düzenidir. Darwin’in seleksiyon nazariyesi buna dayanmaktadır.
- Muttakiler kurallı erkek çoğul gelmiştir, kimler kastediliyor?
Bakara Suresi’nin ilk ayetinde “Hüden li’l-müttekîn هُدًى لِلْمُتَّقِينَdeniyor.
“İttika eden” demek, kendi kendisini koruyan demektir, fırtınadan ve canavarlardan korunmak için kulübeye girmek demektir.
Şeriat düzenini kabul edip şeriat düzenine göre yaşamaya başlarsanız bu ittika olur.
Batılılar sosyal hayatta ittika ediyorlar, özel hayatta ittika etmiyorlar. Doğulular da (Müslümanlar) özel hayatta ittika ediyorlar, sosyal hayatta ittika etmiyorlar. Bugün doğu ve batı uygarlığı birbirleriyle karşı karşıyadır. Ya ikisi birbirine etki eder, insanlık kişisel ittika ile sosyal ittikayı birlikte kabul eder ve ortaklık sistemine barış içinde ihtida edilmiş olur. Ya da ikisi iki ittikayı da bırakırlar, insanlık dalalet içinde kendi kendini helak eder.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- CGL-RVD / رود-جعل
جَعَلَ bir şeyi bir şeyi yapmaya tahsis etmektir. İnsan için de eşya için de kullanılır. Arabayı servise ca’l ettiğimiz gibi İstanbullulara da İstanbul valisini ca’l edersiniz.
رود ise mevcut olana görev verme yerine yeni bir şeyin, planlanmış bir şeyin gerçekleştirilmesi demektir.
Birisinde zamanınızı ve emeğinizi ayırırsınız. “Ca’l”de ise sadece beyan edersiniz. Çünkü zaten her şey hazırdır. Ca’l lambayı yakmak için anahtarı çevirmeden ibarettir.
- GLV-FSD /فسد-علو
علو üstün olmak demek yani topluluğun sınıflara ayrılması demektir.
Tarih boyunca hür ve köleler, yerli ve yabancılar, asilzade ve halk, şu dinde olanlar veya olmayanlar hep sınıfları oluşturmuş ve düzen bunun üzerine kurulmuştur. Ama bu düzen sonunda düzeni bozmuştur. Şeriatın istediği ise fesada sebep olmadan bu farklılığın korunmasıdır. Zenginler olacak, iktidarın görevlileri olacak, âlimler olacak, şeyhler olacak ama bunlar insanları ezmeyecek ve toplulukları fesada götürmeyeceklerdir.
Kapitalistler fesadı meşrulaştırırlar, sosyalistler de bunların varlıklarını ortadan kaldırırlar. İslamiyet ise bunların varlıklarını kabul eder ama fesatlarına izin vermez ve bunu lafla değil müesseselerle yapar.
- DVR-ERW /ءرض-دور
“Dâr” kelimesi duvarla çevrili arazi parçasıdır. Güven altına alınmıştır. Yeryüzü şeriatla dâr haline gelmiştir. Ahirette de cennet bir dâr olacaktır. Demek ki arzın insanlara yarayacak şekilde olabilmesi için dâr halinde gelmiş olması gerekir.
- GQB-EPR /ءخر-عقب
ءخر son anlamındadır. عقب ise art arda anlamındadır. Her ikisi de arkaya bırakılandır. Ahiret sonsuza kadar uzanır, akıbet ise belli bir zamanı ve mesafeyi ifade eder.
- VQY-FIy /فِي-وقي
وقي kulübe demektir, sandık demektir. ع ile gelirse torba demektir. Sandık içine konanların yer değiştirmelerine imkân verir. Yani insanlar sandık içinde özgürdürler, torbada ise torbanın içinde olanların yerlerini değiştirme imkânları yoktur.
Allah kâinatı torbalara değil sandıklara koymuştur. Onlara belli bir miktar hareket etme imkânı sağlamıştır. Bu imkânlarla evrim ve uygarlaşma gerçekleşmektedir.
- TiLKa- eLlaÜıYna / تِلْكَ- الَّذِينَ
تِلْكَ eşyalara, الَّذِينَ de topluluklara işaret eder. Topluluklar çevrelerindeki eşyalardan yararlanarak varlıklarını sürdürürler. Topluluklar çevreye hizmet verirler, onları imar ederler, onları daha yararlı şekle sokarlar, çevre de onlara imkânlar sağlar ve imkânlar sayesinde topluluklar varlıklarını sürdürürler. Bu alışveriş üzerinde kurulmuş olan denge varlığı sürdürmektedir. Ekonomi derslerinde bunlar anlatılmaktadır.
Öz Türkçe ile:
“Bu son yurttur. Onu yerde ne üstünlüğü ne de bozgunculuğu isteyen kimseler için kılıyoruz. Son, korunanlar içindir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Bu ahiret dârıdır. Onu ne arzda uluvvu ne de fesadı irade etmeyen kimseler için ca’l ediyoruz. Akıbet muttakiler içindir.”
تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَادًا وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ (83)
***
مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (84)
(84) MaN CAvEa BiLXaSaNati Fa LaHUv PaYRun MiNHAv Va Man CAvEa BielSayYiEati Fa LAv YuCZAy elLaÜıYNa elSayYiEAvTi EilLAv MA KAvNUv YaGMaLUvNa
“Kim hasene ile ciet ederse ondan ona daha hayırlısı vardır ve kim seyyie ile ciet ederse seyyiatı amel eden kimseler amel ettiklerinden başkası ile cezalandırılmazlar.”
مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ(84) |
جَاءَ جَاءَ عَمِلُوا كَانُوا | يُجْزَى يَعْمَلُونَ | خَيْرٌ | | الْحَسَنَةِ السَّيِّئَةِ السَّيِّئَاتِ | مَنْ مَنْ لَهُ مِنْهَا الَّذِينَ | بِ بِ فَ فَ وَ لَا مَا إِلَّا |
(2+2)+2 + (1+2+2) +(2 +2+1)+(2+2+2+2) =24=16+8 6+5+5+8=24 |
عَمِلُوا –كَانُوا يُجْزَى- يَعْمَلُونَ خَيْرٌ- الْحَسَنَةِ لَهُ- مِنْهَا وَ- لَا مَا -إِلَّا |
KVN-GML, CZY-GML PYR-XSN, LaHUv-MiNHAv Va-Lav MAv-EilLAv |
- مَنْ جَاءَ harfi atıfsız gelmiştir, neden?
Bu ayet bundan önceki “akıbet muttakilerindir” beyanının bir açıklaması olduğu için harfi atıfsız gelmiştir.
- جَاءَ الَّذِي değil de مَنْ جَاءَ gelmiştir, neden?
جَاءَ الَّذِي gelseydi sadece yukarıda zikredilen الَّذِينَ den birileri kastedilmiş olurdu. Topluluk kastedildiğinden الَّذِينَgelmiştir. Âdem’den kıyamete kadar gelmiş olan insanları içine almıştır, topluluk kastedilmiştir. Şimdi onların içerisinde kim olursa olsun onlardan bahsediliyor, kişilerden bahsediliyor. Topluluk araçtır, amaç insanların kendileridir. Topluluk da kişiler için var edilmişlerdir. Bütün mesele insanların kişisel olarak saadetleridir. Doğrudan doğruya herkes Allah’la muhataptır. Allah’ın nezdinde cumhurbaşkanı ne ise bir kapıcı da odur. İkisi de doğrudan Allah’a muhataptır. Herkes Allah’a karşı sorumludur. Bir insanın diğer insandan üstünlüğü yoktur. Sadece farklı görevlerin yapılması için farklı imkânlar verilmiştir. Görev alma ve sorumlu olan farklılığı ve üstünlüğü vardır.
Bunu vurgulamak için burada “Men” gelmiştir.
- Buradaki “ciet” dünyadaki ciet” mi ahiretteki “ciet” midir?
Yukarıda anlattığımız gibi ayet her ikisini de içermektedir. Ahirete gelmiş olan kimsenin göreceği muamele ile şeriat içinde insanın göreceği muamele aynıdır.
Biz MSP döneminde 1973 seçimine hazırlanıyorduk. Prof. Dr. Sebahattin Zaim İzmir’e gelmişti. Konuşmalarından sonra buluşmamızı istedi, ben de bulunduğu yere gittim. Bana yeni düzen/sistem çalışmamızı sordu cevap verdim, sordu cevap verdim. Sonra onu misafir olduğu yakınına bıraktık. Arabada ben anlattıkça bana diyordu ki; senin anlattıklarını dinleyince insan kendisini cennette sanıyor.
Evet, Adil Düzen bir cennet düzenidir. Cennette insanlara ne muamele yapılacaksa onun benzerini yapmaya çalışan düzene Adil Düzen denir, Hak Düzen denir, Şeriat Düzeni denir.
- Hasene nedir?
Hasene ve seyyie Kur’an’da karşılıklı olarak kullanılan kelimelerdir. Kâinat ve insanlık hasene ile seyyienin mücadelesidir. Hak olanlar hasenedir, batıl olanlar seyyiedir.
Hak olanları şöyle sayıyoruz; yokluktan varlık daha iyidir, ayrılıktan birlik daha iyidir, dağınıklıktan düzenli olmak iyidir, son olarak durağanlıktan gelişme, evrim ve uygarlık iyidir.
Diğer taraftan doğru söz yanlış sözden iyidir. Yararlı iş zararlı işten iyidir. Adalet zulümden iyidir.
Hasene bunları içerir.
- Onunla gelmek ne demektir?
جَاءَ fiili lazım bir fiildir. Hasene ile teaddi etmiştir. “Haseneyi getiren” diyor, “haseneyi yapan” demiyor da “haseneyi getiren” diyor.
Bir şeyin hasene olması için bir düzen içinde olması gerekir. Bir tek fiil hasene olmaz. Hasene ancak birlikte yapılan bir iş içerisinde uygun bir iş yapmakla olur.
Örnek olarak bahçenizde elmayı ürettiniz ama sonra satamadınız, elma çürüdü, o üretmeniz hasene olmaz. Bir şeyin hasene olması için sizin katkınızın bulunduğu işin tamamlanmasıyla mümkün olur. Ondan dolayı “hasene “ demiyor, “haseneyi getirdi” diyor.
- Buradaki بِ harfinin yeri nedir?
Buradaki “Bi” harfi ta’diye basıdır. Lazım fiili müteaddi yapar.
- فَلَهُ deki “فَ” neyi ifade eder?
مَنْ şart men’idir. Cevabı Fe ile de gelir, Fe’siz de gelir. Fe’siz gelirse bir defaya mahsus olmak üzere o şartın cevabı olur. Fe ile gelirse, her seferinde şartın tekerrür ettiği her zaman cevapta tekerrür eder. O halde bu Fe tamim Fe’sidir, genelleştirme Fe’sidir.
- لَهُ deki هُ zamiri nereye racidir?
Cümlenin başındaki Men’e racidir.
Hasene ile kim gelirse gelsin onun için vardır demektir.
- خَيْرٌ kelimesi neden nekredir?
“Hasene” marife olduğu halde “hayr” nekre gelmiştir.
Bunun anlamı, biz bir iyilik yaptığımız zaman karşılığını mutlaka alırız. Ama bu karşılık her zaman beklediğimiz karşılık olmayabilir.
Yalova’da şimdi biz bunu yaşıyoruz. Bir şey yapıyoruz ama o yaptığımızdan sonuç alamıyoruz, istediğimiz olmuyor. Ne var ki beklemediğimiz başka şeyler oluyor. İşte bunu belirtmek için “hayrun” kelimesi nekre getirilmiştir. Bazen bu hayr ahirete kalır.
- Başka ayette “aşere emsaliha” dendiği halde burada neden “hayr” kelimesi gelmiştir?
O ayette yalnız ahirette verilecek karşılık kastedilmiştir. Allah bir sevabı on ile değerlendirecek, buna rağmen günahlarını karşılamıyorsa onu cehenneme gönderecek. Göndermeyebilir de. Hâlbuki burada anlatılan bu dünya hayatı için de anlatılıyor.
Allah bize müjde veriyor. Bizim düzenimizde, Adil Düzen’de, şeriat düzeninde herkes karlı iş yapacaktır. On vermişse en az 11 alacak. Zararlı işi kimse yapmayacak. Bir işte zarar olursa o zarar diğer işlerdeki karlardan kapatılacak. Dayanışma ortaklığı budur.
Bu kural Batılılar için de böyledir. Ancak onlar bunu zenginler için işletmektedirler. İşçilerin ise karınlarını doyuracak kadar hakları vardır, fazlasında yoktur.
İşte, buradaki “Men” ile işçilik ortaklığa dönüşmüş oluyor. Artık emek üreticiyle tüketici arasında bölüşülüyor. Aracı da sa’yi kadar pay alıyor.
Kapitalistlerde artık değer sermayenin, sosyalistlerde artık değer iktidarındır.
- مِنْهَا daki هَا nereye racidir?
“Hasene”ye racidir. Yani yapılan üretim hasenedir. Girdilerin payları çıktılarından fazladır. Sermaye sahiplerinin sermayesi artar. Emeğin nüfusu artar. Yapıların miktarı artar. Topluluklar çoğalırlar ve büyürler, onun için “Ha” zamiri haseneye gidiyor. Kârından pay alırlar, ortaklık budur. Kâr etsin zarar etsin ödenen ücret veya kira haseneden değildir.
Sadece bu zamir ortaklık ekonomisini tarif etmeye yeterlidir.
- Neden hayrı مِنْهَا ile takyid etti?
Sabit ücret, sabit kira, sabit kâr sistemini devre dışı bırakmak için مِنْهَا kelimesi gelmiştir.
- وَمَنْ جَاءَ deki وَ nereye atfediyor?
Baştaki مَنْ جَاءَ ye atfediyor. Gelen kişiler farklı olacağı için ve getirdikleri şey farklı olduğu için مَنْ جَاءَ kelimesi tekrar edilmiştir.
- Neden مَنْ جَاءَ tekrar edilmiştir?
Eğer مَنْ جَاءَ tekrar edilmeseydi aynı kimse hem seyyieyi hem de haseneyi getirmiş olurdu. Burada seyyieyi getirenler ayrı haseneyi getirenler ayrı kimselerdir. Toplamı değerlendirilir. Haseneyi getirenler kısmen seyyie de getirmiş olabilirler. Seyyieyi getirenler de kısmen haseneyi getirmiş olabilirler. Ama sonuç hasene veya seyyie olur. Hasene ve seyyielerin toplamından çok varılan sonuç önemlidir. Sonunda haseneye varılacak veya seyyieye varılacak, onun için جَاءَ kelimesi getirilmiştir.
- Hasene ile seyyieyi karşılaştırın.
Yukarıda hasene için saydıklarımızın karşıtı seyyiedir. Eğer bir yerde nüfus artıyorsa orada hasene vardır demektir. Bir yerde nüfus azalıyorsa orada da seyyie vardır demektir. Çünkü varlık yokluktan iyidir. Her şeyi buna göre değerlendirmemiz gerekir. Binalar yapılıyorsa hasene vardır demektir. Binalar yıkılıyorsa seyyie var demektir.
- فَلَا يُجْزَى deki فَ ne Fe sidir?
مَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ nin cevap Fe’sidir. Haseneyi getirenler ile seyyieyi getirenler arasında benzer işlemler olacaktır demektir.
- “Ceza” ne demektir?
“Ceza” karşılık demektir. İyiliğe karşılık iyilik, kötülüğe karşılık kötülük demektir.
Türkçede sadece kötülüğe karşılık kötülük anlamında kullanılmaktadır.
Kur’an’da ise eşit şekilde her ikisi için zikredilmektedir.
- Hayr de مِنْهَا getirilmiş de ceza da مِنْهَا getirilmemiş, neden?
Ortaklık sisteminde ortaklar üründen pay alırlar. Sonra kendi paylarını kendileri piyasada değerlendirirler. Cezada ise genel olarak kısas hükümleri uygulanmaz. Af ile veya başka sebeplerle kısas diyete dönüştüğü gibi oruç ve köle azat etme gibi fiille alakası olmayan karşılıklara dönüşür. Hatta muamelatta zarara zarar ile karşılık verilemez. Zarara karşılık zarar verme meşru değildir. Bir kimse senin ağacını kesti diye sen onun ağacını kesemezsin.
İşte burada مِنْهَا إِلَّا فَلَا يُجْزَى (fela yücza illa minha) denmiyor.
- مَنْ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ demiyor da الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ diyor; neden, kim bunlar?
Yukarıda söylediğimiz gibi salihat amel içinde seyyieler de olabilir. Seyyieler seyyielerle giderilmez. Seyyieler hasenelerle giderilir. Ancak hasenat seyyiat ile yani düzenin bozulması ile giderilemez hal alır. Bundan dolayı bu kayıt konmuş, seyyiata amel edenlere ancak amel ettikleri ile cezalandırılması beyan edilmiştir.
Zulüm düzeninde zulmedenlere zulmettikleri kadar ceza verilecektir. Bedeni cezalar şahsidir. Birisinin yaptığı bir kötülüğün cezasını bir başkası çekmez. Bu kardeşi olabilir, babası olabilir, eşi olabilir, herkes kendi yaptığının bedeni cezasını kendisi çeker.
Bugünkü yasalarda da cezanın şahsiliği ilkesi vardır. Oysa bir topluluğun verdiği mali zararları fertlerin katkıları düşünülmeden o topluluğa ödetilir. Bölüşerek öderler. O zararın doğmasında daha çok etkisi bulunanlara sonradan rücu edebilirler. Amden de olsa katilin diyetini onun topluluğu öder. Hataen katletmişse yardımlaşma içinde ödenmiş olur, kasten katletmişse topluluk sonra katile rücu eder, diyeti ondan tahsil eder.
İşte, buradaki “seyyiat” kelimesinin kurallı dişil çoğul gelmesi ve الَّذِينَ nin kurallı erkek çoğul gelmesi buradan kaynaklanmaktadır. Kişilerin işledikleri suçlardan topluluk sorumludur. Ancak bu suç düzenin gereği olarak işlenmiş olmalıdır.
- الَّذِينَ عَمِلُوا حَسَنَاتِ dememişti, burada ise الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ denmektedir, bu neye işaret ediyor?
Hasenatın topluluk içerisinde üretilmesi kişilere bir hak sağlamaz. Artık değerler topluluğun olur, topluluk onu ihtiyaçlara göre harcar veya dağıtır.
Oysa seyyiede seyyienin her biri onun failini ilzam eder, topluluk doğan zararları gidermekle yükümlüdür ama etkisi kadarıyla kişilere rücu etme hakkı vardır.
- Neden “seyyiat” kelimesi tekrar edilmiştir?
Birinci “seyyie” müfret gelmiş ve جَاءَ ile gelmiş, ikinci “seyyie” kurallı dişi çoğul gelmiş ve amile ile gelmiş. Birinci seyyiede seyyie getiren kişilerdir, seyyie oluşmuş sonuçtur ve tektir, kötü haldir, krizdir. İkincisinde ise birbirini tamamlayan seyyielerdir ve her birinin ayrı ayrı etkileriyle oluşmuştur. Bundan dolayı tekrar edilmiştir.
- إِلَّا kelimesi mutlaka cezalandırılacak manasını taşır mı?
إِلَّا kelimesinin mefhumu muhalefeti cezanın faile mutlaka verilmesi gerektiğini içerir. Hanefiler bunu kabul etmiyorlar. Benim görüşüm de mefhumu muhalefetle hükmedilemez. Dolayısıyla bir topluluğun topluluk olarak işlediği suçlardan dolayı hepsi cezalandırılmaz. Şeriatın çizdiği miktarlar içinde şeriatın sınırları içinde cezalandırılabilirler.
- مَا كَانُوا deki “ma” ne مَا sıdır?
İsmi mevsuldür. Yapmış oldukları amellerden dolayı ceza verilmez, ancak amelleri nispetinde ceza verilir, daha doğrusu ancak amellerinin karşılığı ceza verilir.
- مَا يَعْمَلُونَ demiyor da مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ diyor, neden?
Ceza geçmişte yapılanların karşılığı verilir. Suçlarda da böyledir, iyiliklerde de böyledir. Baştan işçilere (çalışanlara) ücret verilemediği gibi baştan kimseye sen suç işleyeceksin diye ceza verilemez. Gerek ücret gerek ceza geçmişte yapılanlara karşı gelecekte verilir. Bundan dolayı amel ettikleri demiyor da geçmişte amel ettikleri diyor.
Görülüyor ki Kur’an’ın her ifadesi bir düzenin hükmünü ifade eder.
- مَنْ جَاءَ nin haberi olarak bu ifade kullanılmıştır, مَنْ جَاءَ nin haberinde الَّذِينَ getirilmiştir, neyi ifade eder?
مَنْ de kişiler söz konusu, الَّذِينَ de ise topluluklar söz konusu.
O halde topluluklar fertlerinin işlediklerinden sorumludurlar.
Diyelim ki bir Türk Fransa’ya bir zarar verdi. Fransa o zararı o kişiden değil, Türkiye’den ister. Türkiye o zararı gidermek zorundadır. Sonra onu bulur ve ona ceza verir veya ondan karşılığını tahsil eder.
Kişilerin işledikleri suçların bedeni cezalarını ise topluluklar taşımaz. Mağdur olan diyete dönüştürmüşse diyetini öder ve kişi affedilmiş duruma düşer. Yoksa kişiyi bulduğu yerde öldürebilir. Ama devletten bir şey isteyemez.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- KVN-GML / عمل-كون
كون imkandır. “Amel” de topluluğa yapılan iştir. Herkes imkânları nispetinde amel edecektir. Amel ettikleri kadar da paylarını alacaktır. Kimseden imkânları nispetinden fazla bir şeyi yapması istenemez, kimse de amel etmeye zorlanamaz. Ortaklık sisteminde düzen böyledir. İşçilik sisteminde ise ya açlıkla ya da sopayla kişiler amel etmeye zorlanırlar.
İnsanların özgür olabilmeleri için çalışmadan yaşama imkânlarına sahip olmaları gerekir. Şeriatta bu şöyle sağlanmıştır. Yeryüzü insanlığındır. Üretimin girdisi sermaye ve emektir. Sermayenin maliki topluluktur. Üretim sermaye ile emeğin birlikte olmasıyla gerçekleşir. O halde ürünün yarısı üretenlerindir. Diğer yarısı da sermaye koyanındır. İşte topluluk bu yarı ürününü çalışmayanlara bölüştürür. Çünkü bütün yeryüzü bütün insanlar için var edilmiştir. Böylece herkes çalışmadan yaşama imkânına sahiptir. Kimse aç kaldığı için çalışmak zorunda değildir. Ama çalışanların da emeklerinin karşılığı verilir, üretimden onlar daha fazla pay almış olurlar.
Bizim geliştirdiğimiz bir sistem vardır, yarısı bedava sistemi. Üreticiye bir pay belgesini veririz, karşılığında iki paya tekabül eden ürün alırız. Çalışsın çalışmasın herkese elimizde kalan payların yarısını ihtiyaçlara göre bölüştürürüz. Sonra da arz ve talep kanunlarına göre elimizdeki ürünleri pay sahiplerine bölüştürürüz. Böylece kimse yaşamak için çalışmak zorunda olmayacaktır ama arz ve talep kanunları tam olarak çalışmaya devam edecektir.
- CZY-GML / عمل-جزي
“Ceza” karşılık demektir. “Amel” de üretime katkıdır.
Herkes üretime emeğiyle yaptığı katkı karşılığı payını alacak, sonra bu pay belgesiyle arz ve talep kanunları içinde payını istediği mala çevirecektir.
- PYR-XSN / حسن-خير
“Hayr” iyi iş demektir. Kur’an bu kelimeyi işletme karşılığı zikretmektedir.
“Hasene” ise bir şeyin yararlı olması demektir.
Hayr üretimin, hasene ise tüketimin ifadesidir. “Hayr kuruluşları” nasıl üretileceğini ortaya koyar, “hasene kuruluşları” ise nasıl tüketeceklerini ortaya koyar. Üretimdeki pay girdilerle yani imkânlarla orantılıdır. Tüketimdeki pay ise ihtiyaçlarla orantılıdır. Bölüşümün ihtiyaçlara göre yapılması ihsan, üretimin imkânlarla sağlanması ise hayrdır.
Kapitalistler yalnız hayrı yeterli görüyorlar, sosyalistler ise yalnız ihsanı yeterli görüyorlar. Hâlbuki hayat hayr ile ihsanın dengesiyle oluşur.
- LaHUv-MiNHAv / لَهُ- مِنْهَا
هُ zamiri kişiye gidiyor, هَا zamiri eşyalara gidiyor. Eşyadan bir kısmı kişilere aittir. Şeriat içinde mülkiyet hakkını ifade etmiş oluyor.
- Va-Lav /لَا-وَ
“Ve” harfi tek başına gelince ikisinin birlikte olması şartı gelir. “La” gelir sonra Ve gelirse menfilikte de bu şart devam eder. وَلَا gelirse ayrı ayrı da olmamış olur.
- MAv-EilLAv / مَا إِلَّا-
مَا nefi edatıdır, إِلَّا da nefi edatıdır. İlla da daha önce zikredilen olumlu veya olumsuz olayın إِلَّا dan sonra nefiye çevirmesidir.
Öz Türkçe ile:
“Kim iyilikle gelirse ona ondan daha iyisi verilir ve kim kötülükle gelirse kötülük yapanlara yaptığı kötülüklerden artık karşılık verilmez.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Kim hasene ile ciet ederse ondan ona daha hayırlısı vardır ve kim seyyie ile ciet ederse seyyiatı amel eden kimseler amel ettiklerinden başkası ile cezalandırılmazlar.”
مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (84)
***
إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَرَادُّكَ إِلَى مَعَادٍ قُلْ رَبِّي أَعْلَمُ مَنْ جَاءَ بِالْهُدَى وَمَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (85)
(85)EinNa ellAÜIy FaRAWA GLaYKa eLQuREANa LaRavdDUvKa EiLAv MaGAvDin QuvL RabBIy EaGLaMu MaN CAVEa Bi eLHuDAy Va MaN HuVa FIy WaLAvLin MuBInin
“Sana Kur’an’ı farz eden kimse seni vaat ettiğine reddedecektir. Kimin hidayetle ciet ettiğini ve kimin mübin dalalet içinde olduğunu Rabbim a’lemdir diye kavl et.”
إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَ رَادُّكَ إِلَى مَعَادٍ قُلْ رَبِّي أَعْلَمُ مَنْ جَاءَ بِ الْهُدَى وَ مَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (85) |
فَرَضَ جَاءَ | قُلْ | مَعَادٍ ضَلَالٍ مُبِينٍ أَعْلَمُ | رَادُّكَ رَبِّي | الْقُرْآن الْهُدَى | هُوَ الَّذِي مَنْ مَنْ عَلَيْكَ | إِنَّ َ لَ إِلَى فِي بِ وَ |
(2+1)+ (2+2) +(2+2) +(2+2+1) + (2+2+2)=22 =16+4+2 7+4+5+6=11+11=22 |
فَرَضَ- جَاءَ قُلْ- عَلَيْكَ مَعَادٍ- ضَلَالٍ مُبِينٍ- أَعْلَمُ رَادُّكَ- رَبِّي الْقُرْآن- الْهُدَى هُوَ- الَّذِي إِنَّ- إِلَى فِي َ لَ بِ- وَ |
FRW- CYE, QVL- GLaYKa, GVD-WLL, BYN-GLM, RDD-RBB QRE-HDY, HuVa-elLaÜIy ,EinNa-La, EiLAv-FIy , Bi Va |
- Ayet إِنَّ ile başlamaktadır, neden?
Bugün biz Kur’an’ı yorumluyoruz ve Kur’an’ın ifadelerine bakarak Sermaye’nin ve onun emri altında olan merkezi iktidarların mağlup olacaklarını, şeriat düzeninin yani laik ve demokratik düzenin geleceğini söylüyoruz. Ama bir de çevreye bakıyoruz ki bu hususta Akevler camiası içinde bile ciddi bir faaliyet yoktur. O zaman biz de söylediklerimizden kuşku duyuyoruz. Ya biz anlamıyorsak, ya biz yanlış düşünüyorsak; o zaman 3. binyıl ortaklık düzeni gelmeyebilir kuşkusu içinde oluyoruz. İşte, Allah bundan sonra إِنَّ ile teyit ederek ‘Hayır, bu olacaktır’ diyor. Yani bizim tereddüdümüzü gidermek için إِنَّ getirilmiştir.
- Harfi atıfsız başlamaktadır, neden?
Bundan önceki ayetlerde herkesin yaptığının karşılığı verileceğini ifade etmiştir. Ama insanlar buna bir türlü inanamaz hep kuşku içinde kalırlar. Gözleriyle görseler bile o bir türlü durumu kabullenemezler.
1960’larda şeriat düzeni için bir köy çalışması denemesine başladığımız zaman sonucun alınacağını düşünerek başlamadık. Öyle de olsa böyle de olsa ömrümüz bitecektir. Bari bize göre doğru olanın gerçekleşmesi için çalışalım, sonuç ne olursa olsun dedik. Yani ümitlenerek başlamadık. Birçok kimse bize katıldı ama bu katılanların hiçbirisi bu işin gerçekleşeceğine inanmıyordu, sadece bizim gibi düşünüyordu. Biz çalışırız da sonuç ne olursa olsun diyordu. Zamanla bir de baktılar ki olmayacak şeyler olmaya başladı.
Şimdi o güne nispetle yüz kat daha başarılı bir yerdeyiz ama bundan sonrası için hala görünürde istediklerimiz olmamıştır. Kuran’ın söylediklerine inanarak çalışmaya devam ediyoruz.
İşte bu إِنَّ bunları açıklıyor.
Konu değiştiği için “Ve” harfi gelmemiştir. Bizim tereddüdümüz vurgulanıyor.
- Buradaki الَّذِي den murat nedir?
Kur’an’ı incelediğimiz zaman her şeyi ile Allah’ın sözü olduğu kanısına varırız. Bugünkü müspet ilmin metotları içinde Kur’an kâinatla ahenk içindedir. Kâinat kendiliğinden var olmuşsa, Kur’an’da kendiliğinden yazılmıştır. Kâinatı birisi yaratmışsa, Kur’an da O’nun sözüdür. Yani Kur’an’a Allah’a inanmadan da inanabiliriz.
İşte Kur’an buna işaret ediyor. Kim olursa olsun diyor, Kur’an ne söylüyorsa tabiatta o olmaktadır. O halde sana ne vaat ediliyorsa o gerçekleşecektir.
- Farz etmek ne demektir?
فرض: Farz (dat ile) ayırmada ayrılacak yerin belirtildiği yer, kertik, çentik demektir. Kur’an’da 18 defa geçmektedir. ف kopmadan ayrılmayı ر tekrarı ض katlamayı ifade eder.
Bir sopayı kırmak istediğiniz zaman sopa eğilir ama kırılmaz. Sopanın bir yerinde küçük bir kertik atarsanız sopa sonra oradan kırılır.
İzmir’de inşaat yapıyorduk. Bir türlü kayayı kıramadık. Bir taşçıyı getirdik, balyozla vurdu, kaya ikiye ayrıldı. Kayanın çıkıntı yerleri vardır. Oraya vurduğunuz zaman orası kama vazifesi görür ve yerinde ayrılır.
“İfrad/z etmek” Türkçede arsaları bölmek anlamında kullanılır. Kur’an’da ise hükümleri ortaya koymak, imkânları ve zamanı paylaştırmak “farz” olarak ifade edilir. Fıkıhçılar “vacip” kelimesini kullanmaktadırlar. Ama Kur’an’da “vecebe” kelimesi 1 defa geçer, o da devenin çökmesi anlamındadır. Bizim kullandığımız “vacip” kelimesinin karşılığı olarak ketebe kelimesiyle فرض kelimesi zikredilmektedir. فرض kelimesi Kur’an’da 18 defa geçmektedir, mefruden nasip ifadesiyle ayrılmış pay manasındadır. Sureyi farz ettik diyor. Mihri belirlemede farizeyi farz ettiniz diyor. Bu kelime üzerinde çalışılması gerekmektedir.
Kur’an nasıl farz olunacak? Kur’an bir bütün değil midir?
Kur’an metin olarak bir bütündür ama uygulamada ise her kişi kendi anladığına göre Kur’an’ı uygulamak zorundadır. Anlamadığı kısımlar da vardır, o kısımlar onun için müteşabihtir ve ona o nazil olmamıştır. Bundan dolayıdır ki “enzele” demiyor da yahut “evha” demiyor da “ferade” diyor. Yalnız bu surede geçmektedir.
Bu sure asrımıza hitap ediyor. Asrımız ise yeni bir peygamber gönderilmeksizin ilk uygarlığın kurulmakta olduğu asırdır. Bizim içtihatlarımız ve icmalarımız ile oluşacak ortaklık şeriatı bundan sonra bütün insanlığa örnek olacaktır.
- Neden عَلَيْكَ gelmiştir?
Çünkü içtihat ve icma bir hak değil bir görevdir. İçtihat aslında büyük bir yetkidir. Kanun koyma demektir. İcma daha büyük bir yetkidir, şeriatı oluşturmak demektir. Ama hak olarak değil görev olarak bu yetki verilmiştir. Onun için عَلَيْكَ gelmektedir.
- Kur’an nasıl farz olunur?
Kur’an’ın farz olması demek bizi ilgilendiren manaların çıkarılması demektir.
Fıkıh Kur’an’dandır ama Kur’an fıkıh değildir. Fıkıh hükümlerdir. Kur’an ise delildir. Gerek Kur’an gerek fıkıh ikisi de Allah’tandır. “Sümme aleyna beyaneh” diyor. Bize Ebu Hanife’yi, Malik’i, Şafii’yi Ahmed’i haber vermektedir. Birinci Kur’an yorumlarının Allah’ın yorumu olduğunu bildirmektedir.
Bu asır bitmeden önce çağımızın âlimleri de belli olacak ve onlara da Allah söyletmiş olacaktır. Bu seminerleri takip eden herkes buna adaydır.
- لَرَادُّ deki Lam ne لَ ıdır?
إِنَّ tahkik harfidir ve tereddütlü olup aksi kanaatte olmayanlar için getirilir. Aksi kanaatte iseler o zaman da إِنَّ “Lam” ile tekit edilir. Demek ki bizim yalnız tereddüdümüz yok aynı zamanda aksine kanaatimiz var demektir. Kur’an’da haber verilen ortaklık düzeninin olmayacağı içimize çökmüştür. Bunun için burada “L” harfi getirilmiştir.
- Buradaki كَ harfi kime hitap etmektedir?
Buradaki “Ke” harfi klasik müfessirlere göre peygambere hitap etmektedir; bize göre ise bugünkü Kur’an çalışanlarını ve seminere katılanları ifade etmektedir. Çünkü Peygamber’in bu derecede Kur’an’ın söylediklerinin olmayacağına şüphelenmiş durumu olmamıştır.
Nasıl Kur’an’da “eğer anne veya baban senin yanında yaşlı olarak ulaşırlarsa” ayetinde sözü geçen “sen” Peygamber Muhammed’i değil de muhatap olan insanı içeriyorsa, buradaki “Ke” de öyledir. Bize hitap etmektedir, her birimize ayrı ayrı hitap etmektedir.
- رَادُّ ismi faildir, kimdir reddeden?
Farz eden kimsedir yani sana Kur’an’dan bunları anlamayı kim sağlıyorsa o seni meadına ulaştıracaktır.
Böylece Hong Kong’da çalışan Kur’an inceleyenlere de diyor ki, siz Kur’an’ı Allah’ın sözü olarak kabul etmiyorsunuz ama Kur’an’a değer veriyorsunuz. Size Kur’an’ın anlamını kim anlatıyorsa o sizi ona ulaştıracaktır. Eğer sosyalistlerin mantığı ile anlamışsanız, Kur’an sizi sosyalizme götürecektir. Eğer Kur’an’ı siz kapitalistlerin anladığı gibi anlıyorsanız, o anlayış sizi kapitalizme götürecektir.
Kur’an’ın bir de bu özelliği vardır. Eğer siz Kur’an’dan emir almaz da Kur’an’a emretmeye kalkarsanız, o zaman Kur’an da sizin istedikleriniz gibi konuşmaya başlar. Yani Kur’an’ı tahrip etme gücünüz var. Kur’an’ın kelimelerine dokunamazsınız ama manalarını bozabilirsiniz. Nitekim son asırlarda Kur’an Batı mantığına uydurulmaya çalışılmıştır.
İşte, burada bu çağa göre Kur’an’ın manasını bozma çabalarına da işaret vardır.
- مَعَادٍ kelimesini inceleyiniz.
مَعَادٍ kelimesi “avdet” kelimesinden iştikak etmiş olarak geçmektedir. İsmi zaman ismi mekândır. Avd edilecek yer anlamına gelir. Biz ise bu kelimeyi “miad” kelimesi gibi anlıyoruz. عود den değil de وعد den manalandırıyoruz.
“Sana vaat edilen yere reddedecektir” diyor. Yer manasına geldiği gibi “seni vaat edilene (mastarı mimi anlamıyla) reddedecektir” diyor. “Red” kelimesini kullanıyor, çünkü ikinci Kur’an uygarlığı birinci Kur’an uygarlığına dönüştür. “Avdet” olarak anlarsak da o zaman manası tekrar içtihat dönemine icma dönemine dönüleceği anlamındadır.
Bin seneye yakındır atalarımız içtihat ve icmayı dondurmuşlar. Biz bugün ortaklık sistemine geçerken aynı zamanda içtihat ve icma düzenine avdet ediyoruz.
Demek ki kelimeyi ister “vaat” ister “avdet” olarak anlayalım, kastedilen mana içtihat ve icma sistemine dönüştür.
- “”Vaadini yerine getirin demiyor da, “vaat edilen seni reddedecektir” diyor, neden?
“Avdet” kelimesi olarak alırsak avdet edilecek yere götürecektir anlamı çıkar. Ama “vaat edileni sana getirecek” demiyor, “seni oraya götürecek” diyor ya da “sana vaat edilen takdir edilmiştir, o takdir edileni sana vaat etmiştir, seni oraya götürecek” diyor. Vaat ettiği için takdir etmemiştir, takdir ettiği için vaat etmiştir. O zaten olacaktır ama seni görevli kılıyor. Sen görevli olduğun için sana vaat ediyor manasındadır.
- Vaat edilene ret nasıl olur?
Vaat edilen daha önce geçmiş bir şey olduğu için ona reddedilmiş olur.
Batılılar buna rönesans diyor.
- قُلْ deki kail kimdir?
Kail sana farz edendir yahut Allah’tır, Kur’an’ı indirendir.
Kur’an’ı indirmek ayrı, Kur’an’ı farz etmek ayrıdır. İkisi de Allah olmakla beraber farklı şekliyle söylemektedir. Biri arşa istiva eden Rahman vasfıyla beyan etmektedir. Diğeri ise kâinatın Halikı olarak söylemektedir.
- Kimlere kavl edilecektir?
Klasik müfessirlere göre kavl edecek olan Peygamber Muhammed’dir. İşimiz kolay, o bize kavl etmiş olacaktır. Çağdaşı da olmadığımız için bize bile kavl etmeyecektir, sadece sahabelere kavl edecektir.
Ama biz öyle anlamıyoruz. Her mümin kavl etmekle mükelleftir, çağdaşı olan insanlara söyleyecektir. Akevler’in yorumcularının diğer yorumculardan temel farkı budur. Kur’an şimdi nazil olmuştur ve bize hitap etmektedir. Daha öncekilere de nazil olmuştur. Bizden sonrakilere de nazil olacaktır. Bugün de bizden olan baştakilere de nazil olmaktadır. Herkes farizasını almaktadır. Kur’an’ın tamamını değil kendilerine düşeni almaktadır.
Burada geçen “fariza” kelimesinin ne kadar önemli olduğu burada beyan olunmaktadır.
- Neden “Rabbimiz” demiyor de “Rabbin” diyor?
Görev topluluğa değil kişilere verilir. Kişilere öyle görevler dağıtılır ki sonunda topluluk o görevi yerine getirmiş olsun. Dolayısıyla herkes ayrı ayrı görevlidir. Şeriat içinde görevlidir, şeriat ile görevlidir. Ama görevli olanlar kişilerdir. Birbirleriyle ilişkilerini topluluk adına kurarlar. Topluluğun halefi olarak hareket ederler. Ama hareket eden ve sorumlu olan herkestir, ayrı ayrı kişilerdir.
- أَعْلَمُ kelimesini kullanıyor, neden?
Herkes içtihadını yapacak, hatta yerel icmalarını yapacak, asrın icmalarını yapacak ve kimse kimseye benimki doğrudur seninki yanlıştır demeyecek. Benimki benim için doğrudur, seninki de senin için doğrudur diyecek. Mutlak doğruyu yalnız Allah bilir.
Onun için أَعْلَمُ kelimesini kullanmıştır.
- مَنْ جَاءَ deki مَنْ ne men idir?
Tamim مَنْ idir. Şart مَنْ idir. Kim olursa olsun, kim getirirse getirsin, o ifade edilmektedir. İsmi mevsuldür, أَعْلَمُ nün mefulüdür.
- الْهُدَى marife gelmiştir, neden?
Hidayet tektir, sıratı müstakimdir, bundan dolayı marife gelmiştir. Herkesin ayrı görüşü ve mezhebi vardır. Bunlar serbestçe aynı hedefe doğru yol almaktadırlar. Farklı görüş ve içtihatları olsa da hedeflere gitmede beraber olma gayreti içindeler. İcma ile sabit olanlar tektir. Herkes icmaya uymak zorundadır. İcmanın sübutu da içtihatlarla olur.
- مَنْ هُوَ وَ deki وَ nereye atfediyor?
مَنْ جَاءَ ye atfediyor.
- “Men” kelimesi neden tekrar edilmiştir?
Çünkü ciet eden farklı kimsedir.
- Hidayette ciet dalalette ise içinde olma şeklinde beyan edilmiştir, neden?
Dalaletin alanı belli değildir. Dalaletin içindedirler ama hangi dalaletin içindedirler, belli değildir. Hâlbuki hüdanın yani hidayetin belli yerindedirler. Herkes için kendi hüdası bellidir ama dalalet belli değildir.
- “Hidayet” marife “dalalet” ise nekre yapılmıştır, neden?
Hidayet tektir, dalalet ise çoktur; o dalaletler arasında birisinin içindedirler.
- “Mübin dalalet” ne demektir?
Dalalet olduğu açıktır ama hangi dalalet olduğu belirsizdir.
Sosyalistlerin dalaleti de açık, kapitalistlerin de dalaleti açık, karmacıların da dalaleti açıktır. Bunu zaten kendileri beyan ediyorlar. Bütün savundukları karşı tarafın dalalette olduğunu göstermek içindir.
Müminler ‘ben hidayetteyim sen de hidayettesin’ derler. ‘Görüşümüz farklı olsa da emreden sana öyle emretmiş, bize böyle emretmiş’ derler. Hidayette olanların da grupları vardır ama bunların grupları tekfir edici değil tasdik edicidir. ‘Seninki de doğru, benimki de doğru’ diyorlar. Öbürleri ise ‘benimki doğru, seninki yanlış’ diyorlar.
Bu inceliği iyi kavramak lazımdır.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- FRW- CYE / جيء-فرض
“Farz etmek” demek görevlendirme demektir, işbölümü yapmak demektir.
جيء ise bu görevleri işleri birlikte yapmak demektir.
Herkes kendi işinde özgürdür ama şeriata uymak zorundadır.
Şeriat öyle düzenlenmiştir ki sonunda topluluk bir makine gibi çalışmakta ortak ürünleri ortaya koymaktadır.
- QVL-GLaYKa / قول - عَلَيْكَ
قول söz demektir. عَلَيْكَ de görevdir. Söz vermeden önce yükümlü değilsin ama söz verdikten sonra sözü yerine getirmek zorundasın. Bunu ifade etmektedir.
- GVD-WLL /ضلل-عود
عود etmek dalalet etmektir. Gericiliktir, tutuculuktur. Allah kâinatı evrimleşecek şekilde var etmiştir. İnsanlığı da uygarlaşacak şekilde var etmiştir. Eskiye dönmek aşağıya inmek demektir. Bu ayette bu iki kelime karşılaştırılmış ama bu manalarıyla karşılaştırılmamıştır. Demek ki kelimeler ayette karşılaştırılırken oradaki manalarıyla değil genel manalarıyla karşılaştırılır. Biz bunun için miad kelimesini عود ile değil وعد ile yorumluyoruz. Vaadi yerine getirmeyen dalalette olur.
- BYN-GLM /علم-بين
Bir delil kendi başına ilim değildir. Ancak diğer olaylar içinde diğer deliller içerisinde yerleştirilip içtihatla yorumlanınca içtihatta kullanıldıkça delil ilim olur. Fıkıhçılar bunun için diyorlar ki içtihat etmeksizin Kur’an ve hadisle amel edilemez.
- RDD-RBB /ربب-ردد
“Reddetmek” demek eski haline getirmek demektir.
ربب ise ileriye götürmek eğitmek demektir.
Terbiyede insanın kendisi değiştirilir, daha geri durumdan daha ileri duruma götürülür. Redde ise kendisi değişmez kendisine ait olanlar kendisine reddolunur. Bir baba oğlunu yetiştirir ve ondan alacaklı olur, sonra yaşlanınca da oğul babasına bakar. Bu da red olur. Borçlunun borcu ödemesi reddir.
- QRE-HDY /هدي-قرء
قرء incelemek demektir. هدي de doğru yolu bulmak demektir.
Seminerler kıraati, uygulamalar hidayeti gösterir.
Allah insanlara beş vakit namaz kılmayı emretti ve her namazda kıraati emretti, böylece hidayete erecekler. Gündüz çalışacaklar, akşam yatısından evvel toplanıp iki üç saat Kur’an üzerinde çalışacaklar. Namaz bunun için emredilmiş. Namaz bir dershanedir. Toplanıp konuşmadan katılma değildir. Bugünkü İslam âleminin bu perişan halini Kur’an bununla ifade ediyor. Sonra bunlar namazı zayi ettiler, onun için sıkıntılara girdiler diyor. Namaz ise toplantı demektir. Belli hareketleri yapmak tesbihtir.
- HuVa-elLaÜIy / هُوَ - الَّذِي
هُوَ o demek. الَّذِي de ismi mevsul olarak o demek. هُوَ kişinin kendi varlığıdır. الَّذِي ise kişinin topluluk içindeki varlığıdır. İnsan günün yarısını yani 12 saatini evinde kendisi ve eşiyle geçirir, çocuklarıyla geçirir. Diğer yarısını da topluluk içinde geçirir.
Hüve evindeki kişidir, الَّذِي topluluktaki kişidir.
Namaz vakitleri bu saatleri düzenler.
- EinNa-La / إِنَّ- لَ
إِنَّ tahkik harfidir. لَ de tekit harfidir.
İkisi beraber kullanıldığı zaman muhatabın yanlış bildiğine ve ısrar ettiğine işaret eder.
- EiLAv-FIy / إِلَى- فِي
إِلَى son sınırı gösterir. فِي ise içeriğini gösterir. Yani ilk sınırdan son sınıra kadar olan yeri ifade eder فِي harfi. “Fi” “İla”ya ulaşır, إِلَى dan sonra geleni içermez.
- Bi Va / بِ- وَ
بِ başlangıcı gösterir. Daha öncekinin daha sonrakine etkisi vardır
“Ve” ise beraberliği gösterir.
“Elimle kaldırdım” dediğim zaman “ile” بِ harfinin manasını vermiş olur. “Eşimle geldim” dediğim zamanda da “ile”ye “Ve” manasını vermiş oluruz. Yani Türkçede bu iki kelimeyi karşılayan tek kelime vardır.
Bu karşılaştırmalar bize grameri öğretir, usulü fıkhı öğretir.
Öz Türkçe ile:
“Sana Kur’an’ı yükleyen kimse seni sözüne döndürecektir. Kimin daha doğru yol üzerinde olduğunu kimin de açık şaşkınlık içinde bulunduğunu yetiştiricim en iyi bilendir de.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Sana Kur’an’ı farz eden kimse seni vaat ettiğine reddedecektir. Kimin hidayetle ciet ettiğini ve kimin mübin dalalet içinde olduğunu Rabbim a’lemdir diye kavl et.”
إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَرَادُّكَ إِلَى مَعَادٍ قُلْ رَبِّي أَعْلَمُ مَنْ جَاءَ بِالْهُدَى وَمَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (85)
***
GENEL YORUM
- Musa ve Karun anlatıldıktan sonra surenin sonunda bize hitap edilmektedir, bunun anlamı nedir?
Kur’an hükümleri bize anlatmak için iki usul kullanır.
Biri, örnek olarak bir tanesini söyler, geri kalanlar için benzerlerinin ona kıyas edilmesini ister. Böylece çok az kelimelerle pek çok şeyi ifade etmiş olur.
Kur’an’ın ikinci metodu da, peygamberlerin kıssalarını anlatır, bizden onların yaptıklarını örnek almamızı ister. Yine burada da aslında bir kıyas metodu vardır. Peygamberler asıl, biz ise füru durumundayız. Onların hayatını örnek olarak alacağız ve biz öyle yaşayacağız.
Diğer dinlerden İslamiyet’in farkı, diğer dinlerde kıyasın olmamasıdır. Peygamberler de yalnız kendi kavminin peygamberidir. İslamiyet ise kıyas ve icmaları getirmiş, ayrıca Kur’an cemaatine Kur’an’da zikrettiği peygamberleri onları eşit seviyede peygamber yapmıştır. İşte bu surelerde peygamberler anlatıldıktan sonra bizim onlardan yararlanmamız gerektiğini bildirmek için bu ayetlerle sonlandırmıştır.
- Bu sure طس lerle başlayan üç surenin de sonuncusudur. Bundan sonraki ayetleri üç surenin sonucu olarak yorumlarsak ne anlam çıkar?
Bu ayetler bu surenin sonucunu bildirdiği gibi طس ile başlayan son üç surenin de sonucudur. Sureleri şimdi yeniden okuyup geçmişteki anlaşılmayan yerleri daha kolay anlamış oluruz. Bu Kur’an için de böyledir.
Üsküdar’da başladığımız seminerlerin çoğunu yapmış bulunuyoruz. Tamamı bittiği zaman sizin Kur’an bilginiz ve Kur’an’ı anlama melekeniz gelişmiş olacak, ikinci seminerlere başladığınız zaman daha farklı ve daha ileri bir anlayış içinde olacaksınız.
Bu tefsirler bu şekilde yenileye yenileye devam etmezse, bu çalışmalar devam etmezse bir yararı olmaz. Allah bize ecrimizi verir ama bu topluluk Allah’ın bu nimetinden, ikramından, ihsanından ve rahmetinden yararlanamamış olur. Bizim Yalova’daki çabamız, kendi semtimizi oluşturarak modeller geliştirmek ve 100 lojmanlı işyeri apartmanı ve köy sitesini kurarak halkımıza bu ilahi ihsanının ulaşmasında görevimizi yapmaktır.
İstanbul, Yenibosna; 24 NİSAN 2021
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:
AYŞE AYDIN
Yazar REŞAT NURİ EROL
***