NUR SÛRESİ- 6. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (27) فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فِيهَا أَحَدًا فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتَّى يُؤْذَنَ لَكُمْ وَإِنْ قِيلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ أَزْكَى لَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ (28) لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ مَسْكُونَةٍ فِيهَا مَتَاعٌ لَكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ (29)
***
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
YAv EayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv (YAv EayYuHay elLaÜIyNa EAvMaNUv)
“Ey iman etmiş olan kimseler”
“Mena” (منى) evlerle çevrilmiş kapıların açıldığı kapalı alandır. İlk korunma tedbiri böyle alınıyordu, buna “mena” denmektedir. “EaMNAy” (أَمْنَى) güvenli yere girme anlamındadır. Sonra ي düşmüş, İf’al babının ء’si kök olmuştur. “أَذَل, أَبَد, أحَد” böyle kelimelerdir.
İslamiyet’te iki çeşit vatandaş vardır. Bir kısmı, barış içinde yaşamayı kabul eder ve hakem kararlarına uyma hususunda anlaşma içinde olur. Bunlar müslimlerdir. Bir kısmı ise mümindir, bunlar güvenliği tekeffül eden kimselerdir.
Kur’an Yahudilik, Hıristiyanlık, Sabiilikten bahsederek Kur’an ehlini الَّذِينَ آمَنُوا diye adlandırmaktadır. Medine surelerinde onlara hitap edip görevler vermektedir. Mekke surelerinde ihtiyari olan görevler Medine döneminde emir ve nehiy şekline dönüşmüş, dünyevi cezalar da verilmeye başlanmıştır.
Bu surede insanın iffetini nasıl koruyacağı, müminlerin görevleri anlatılmıştır. Şimdi de mesken masuniyetinden bahsedilmektedir.
Batılılar evlilik dışı ilişkileri eşler davacı olmazsa suç saymıyorlar. İslam (bütün dinler) zinayı yasaklamıştır. Özel haklar değil kamu hakları arasında zikretmektedir. İnsanı önce topluluk büyütmüş, eğitmiş ve ona imkânlar sağlamıştır. İnsan topluluğa borçludur. Borcunu ifa etmeyip evlilik dışı ilişkide bulunması kamu hakkının ihlali şeklinde anlaşılmıştır. Kamunun alacağını heder etmektedir.
İkincisi, doğacak çocuğun hukuku korunmaktadır. Çocuğu doğuranlar o çocuğu büyüteceklerini taahhüt etmişlerdir. Çocuğu büyütürler ve insanlığa olan borçlarını öderler.
Serbest ilişki erkekleri evlilikten uzaklaştıracağı için tüm kadınların hukukunu çiğner. İnsanın temel yapısıdır, bir taraftan özgürlüğün merkezindedir, diğer taraftan toplumun denetimindedir.
Kapılarını kapatıp evine çekilen psikolojik ve biyolojik yapıya dayanan aile özgürdür. Bu özgürlüğünden dolayıdır ki mahkeme kararı da olsa kişinin evine izni olmadan girilemez. İçeride yaşayan kimselerin imdat daveti sonucu girilse bile mekân masuniyeti ihlal edildiği için sakinlerine devlet tazminat öder. Bu tazminat bir teröristin girmesine ödenecek tazminatın aynıdır. Kamu görevlileri de hukuk dışı davranamaz, görevli olsalar bile davranamazlar. Sadece kamu görevlilerine kısas uygulamaz. Görevden dolayı diyet ve tazminatları kamu öder.
لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا
LAv TaDPuLUv BuYUvTan (LAv TaFGuLUv FuGUvLan)
“Beytlere duhul etmeyin”
بَيْت, her tür kapalı yerdir. مَسْكَن ise insanların yaşadığı kapalı alanlardır. Beyt meskenin cinsidir yani mesken aynı zamanda beyttir.
Beytlere dâhil olmayın. Ceme izafe edildiğinde ‘her biri kendi evine girmesin’ anlamı çıkar. Sizden kimse evinden başkasına girmesin değil de “Evlere girmeyin” denmiştir. Öncelikle herkesin aşiret içinde evi vardır. O ve o aşiret halkına mahremdir, biri diğerinin evine giremez. Hatta bir evde yaşayanların özel odaları vardır. Eşlerin odasına izinsiz girilmez. Sonra aşirette evler vardır. Sonra aşiretlerin sitesi onların beytidir. O aşiret/ocak mensubu olmayan o ocaktaki birinin izni olmadan girmez, giremez. Bucak için, ülke için, devlet için de böyledir. Onların yurtları onlara aittir, dolayısıyla oradakilerin izni olmadan giremezler. Yani yabancı olarak başka ülkenin topraklarına giremezsin. Bir il sakini başka ilin topraklarına oradakilerin izni olmadan giremez; bir bucağa, bir ocağa da giremez.
بَيْت kelimesi bunların hepsini içermektedir. Yahut kıyas yoluyla o manaları vermiş oluyoruz. Çoğulun çoğula izafe edilmesi bu genelleme imkânını vermektedir.
غَيْرَ بُيُوتِكُمْ
ĞaYRa BuYUvTiKuM (FaGLa FuGUvTiKuM)
“Beytlerinizin gayrisi”
بُيُوتًاdemeyip sadece غَيْرَبُيُوتِكُمْdenseydi evlerin dışında olanı da içerir; tarlalara, sokaklara, sulara, ormanlara girilmez anlamı çıkardı. Nehy edilen, kendisine ait olmayan evleri içermektedir.
إِلَّا denmeyip de غَيْرَ ile istisna etmesi arasında acaba ne fark vardır?
إِلَّا istisnadır, kıyas kabul etmez. غَيْرَ ise zarftır yahut haldir, kıyas yapılabilir. Biz buna dayanarak yukarıdaki kıyası genişletmiş oluyoruz.
حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا
XatTAv TaSTaENiSUv (XatTAv TaSTaFGıLUv)
“Siz isti’nas edene dek”
Buradaki حَتَّى kelimesi إِلَّا manasındadır, ancak istisna ederek. حَتَّىile istisna etmesinin sebebi ise kendisini tanıtmadan, kim olduğunu bildirmeden duhul etmeyin demektir.
اِسْتِئْنَاسkelimesi ءنسkökünden gelmektedir. وَحْشöte taraf, أُنْس beri taraftır.Ok yayının iç tarafına أُنْس, dış tarafına وَحْش denmektedir. İnsanın kendi tarafı ünsdür, karşı taraf vahşdır. Kişinin künyesi ile kendisini tanıtması gerekir. Kişilerin kimlik kodları vardır. Bunlar isimlerden farklıdır. Öncelikle kıtası harfle, ülkesi rakamla, bölgesi harfle, ili rakamla, ilçesi harfle, bucağı rakamla, semti harfle gösterilir. Her semtin tek muhasebe defteri vardır. Kişiler de doğum yılları ile belirlenir. Kişiyi evde olanlar tanımıyorlarsa insanlık kodu ile kim olduğunu bildirir. O kodu girer ve resmini görür. Böylece onu tanımış olur. Bu isti’nastır. Eşkıya olan, tehlikeli olan kişiyi istememektedir. Resmi de ona göre belirtmiştir.
حَتَّى kelimesi ile kişi tahkik edilinceye kadar bekleme durumu vardır demektir.
Beklemeden girmeye kalkışırsa içeride olanların öldürme yetkisi vardır. Kısas ödenmez, diyeti ev sahibinin akilesi öder.
وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا
Va TuSalLiMUv GaLAy EaHLiHAv (Va TuFagGıLUv GaLAv EaHLiHAv)
“Ve ehline teslim etmeniz”
Kişi başkasının evine bir şey almak için veya dövmek için girse, yanında öldürücü silahı olmazsa, ev sahibi öldürse, onun diyeti ödenir. Ama silahla birlikte girse ve silahını çıkarsa, bu şekilde iken ev sahibi öldürse, diyet ödenmez. Silahsız olduğunu beyan ederek girecektir. Silahı varsa izin verip vermemek içerdekilere aittir. Ehline teslim edecektir. Bütün fertlere selam vermiş olacaktır.
Selam bir defa verilir. O halde neden Tef’il babından gelmektedir. O halde selamın başka manası olmalıdır, sadece “سَلَامٌعَلَيْكُمْ/Selamün aleyküm” deme selam değildir.
“Selam” barış demektir. Sürekli devam eden bir barış ruhudur. ‘Ben sana ebediyen dokunmayacağım’ anlamındadır. Öyle olmak ve öyle kalmaktır.
Silahsız barış içinde girdi ama saldırmaya başladı; o zaman yine diyet ödenmez.
Kimi müçtehitler hayali olaylara fetva vermezler ama Kur’an mesel ile anlatmayı meşru gördüğüne göre hayali olaylar hakkında içtihat yapılabilir, tâbi olanlar onu uygularlar.
Teslimin tefil babından gelmesinin başka hikmeti, eğer duhul edecek kimseler çok ise her biri duhul ederken selam verecektir. Ehli beytten biri selam aldığı zaman ona izin verilecektir. Yani önce gelenlerin kimlikleri bildirilir. Ev sahibi İnternete bakar, onları isti’nas eder. Sonra sıra ile girmeye başlarlar. Her giren selam verir, o da selam alır, bu aynı zamanda izin demektir. İsti’nası önce zikretmiş, teslimi ise sonra zikretmiştr. Ayette izin isteme geçerlidir. Teslim yani selamlaşma izin anlamındadır.
Ülke, il veya bucak kapısına gelenler önce topluca kimlik kodlarını verirler. Bilgisayarda araştırılır. Gelen kişileri tespit eder. Duhul ederken selam verir ve bekler.
“السَّلَامُعَلَيْكَ/Aleyke’s-selam” dendiğinde geçer. “Aleyke’s-selam” denmedikçe geçmez.
Selam uzaktan telefonla da verilir ve alınır. Gelen, yabancı ülke içinde misafir olacağı kimseyi bulur ve telefon eder. Yahut tanımadığı birisini arar, o kişiyi bulur. Yeter zaman geçtikten sonra kapıyı iter, “Selam” der, duhul eder. Selam demesi girmiş olmasını gösterir. İsti’nas ise girebilirsin demesidir. Ama giriş ayrıca tescil edilmelidir. Pasaportlara tarih konup mühür basılıyor. Burada da selam geçerek olunmalıdır. Yani bir belge alıyorsun bir de kapıda okutuyorsun. Bu durumu tanımlamaktadır.
ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ
ÜAvLiKuM PaYRun LaKuM (ÜAvLiKuM FaGLun LaKuM)
“Bu sizin için hayırdır”
Buradaki bu şekilde ev veya ülkeye girme müessesesi sizin için hayırdır. Giriş ve çıkışlar kolaylaştırılmıştır. Böylece insanlara refah gelmiştir. Gümrük ve vizelerin kalkması, bunun yerine isti’nas ve teslim sisteminin uygulanması ülkelerin ve kişilerin zenginleşmesini sağlar. Hayırlı olur. İnsanlığı tek işletme tek topluluk haline getirir.
Batı’nın bugün uyguladığı gümrük ve vize sistemi fakirlik ve yoksulluk kaynağıdır.
Burada حَتَّى‘nın gelmesi isti’nas ve duhula iznin meşruiyetini ifade eder.
لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (27)
LaGalLaKuM TaÜakKaRUvNa (LaGalLaKuM TaFagGaLUvNa)
“Tezekkür edersiniz diye.”
Buradaki لَعَلَّ‘nin taalluk ettiği fiil mahzuftur. سَلِّمُوا وَادْخُلُوا ifadesi mahzuftur. Cümle nehiy ile başlamıştır. ‘Duhul etmeyin, selam vermeden duhul etmeyin’ denmiş ama ‘isti’nas ve teslim etmeniz sizin için hayırdır’ ile devam etmiştir. Bir engel yoksa isti’nas, teslim ile duhul hayırdır. Bunun hikmetlerini tezekkür etmelisiniz yani birbirinize hatırlatmalı ve anlatmalısınız.
Bizim eğitim sisteminde tüm eğitim kurumlarında hikmetleri ile fıkıh okutulmamıştır. Şimdiye kadar tedvin edilen fıkıh ve usulü fıkıh illetleri ve hükümleri içeriyordu. Şimdi ise illetlerin yanında hikmetleri de anlatılmalıdır.
İstanbul Yenibosna’da usul derslerine başladık. Neler yapacağımızı planlarken bir eksiklik hissediyor, bir türlü bulamıyordum. Bu ayet onu anlamamı sağladı.
Neler yapmayı nezrediyoruz?
a) Müsellemü’s-Sübut’un şerhsiz metni çıkarılacak.
b) Bu metin harekelendirilecek.
c) Arapça kelimelerle Türkçe cümleler yapılacak.
d) Kelimelerin lügat manaları bulunacak.
e) Kelimelerin ıstılahı manalarını içeren lügat yapılacak.
f) Arapça cümleler Türkçeye çevrilecek.
g) Misaller güncelleştirilecek.
h) Tartışmalar özetlenecek.
i) Görüşlerimiz ortaya konacak.
j) Hükümlerin illetleri yanında hikmetleri de bulunacak.
Buradaki لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ifadesi bunu bize bildirmektedir.
YORUM
İnsan topluluk içinde özgür yaşayacak şekilde yaratılmıştır. Günün 12 saatini topluluğun üyesi olarak topluluk içinde geçirir, 12 saatini ise evinde ailesiyle özgür olarak geçirir. İnsanın dışındaki canlılar ya topluluğun üyesidirler yahut toplulukları yoktur. Ağaçlar bağımsız varlıklardır. Ağacın hücreleri ise tam bağımlıdırlar.
İnsan topluluk içinde yaşayacak şekilde yaratılmıştır, topluluğu da başka hiçbir canlıda olmayan büyüklüktedir. Tüm insanlık bir varlık olduğu gibi devletler, iller, bucaklar ve ocaklar da topluluk içinde bağımsız yaşayan varlıklardır. Bu temel ilke içinde Birleşmiş Milletleri düşünmemiz gerekir. Kur’an insanın hem özgür kişiliğini düzenleyen kitaptır hem de toplulukta birliği düzenleyen kitaptır.
İslam Fıkhı daha çok kişinin yaşama kurallarını düzenlemeyi ele almıştır. Saltanatın baskısı sebebiyle İslam toplulukları ele alınmamıştır. Batı dünyası ise İslamiyet’in sosyal yapısını adapte etmeye çalışmıştır. Adil Düzen çalışanları Kur’an’ın hem özel hukukunu ahlakı ile birlikte ele alır hem de İslam’ın yönetimini ele alır. Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’nda her ikisi birlikte düzenlenmiştir.
Fıkıhta illetler incelenmiş, hikmetler ele alınmamıştır. Bunun sebebi şudur; o zamanki ilimler hikmetleri ele alıp inceleme seviyesinde değildi. Bugün ise artık Kur’an’ın getirdiği hükümlerin hikmetlerini bilebilecek seviyede ilim sahibiyiz. O halde ortaklık ekonomisini çalışanların fıkhi hükümlerin illetleri yanında hikmetlerini de ele almaları gerekir. Yarın ‘abdestin illeti namaz kılmaya hazırlanmaktır’ hükmünü tespit ettikten sonra hikmeti ise giyinme ile açık uzuvların temiz tutulması ve insandaki kan dolaşımını etkileyerek, beyni kan ile günde beş defa civarında beslemektir. Vücuttan daha soğuk su, kanı bulunduğu yerden uzaklaştırır. Beyne daha çok kan gider. Secde de bunu sağlar. Bu açıklama hikmettir. Tüm fıkhi hükümlerde bu yapılmalıdır. Bu vecibe çağımız âlimlerine düşmektedir. Birinci Kur’an uygarlığı âlimleri bunları yapmamışlardır.
Öz Türkçe ile:
“Ey inanmış olan kimseler, anlaşabilesiniz diye yapılarınızın dışında yapılara tanışmadan, içinde olanlarla barışmadan girmeyin. Sizin için bu daha iyidir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ey iman etmiş olan kimseler, tezekkür edersiniz diye isti’nas etmeden ve ehline teslim etmeden beytlerinizin dışında beytlere duhul etmeyin. Bu sizin için hayırdır.”
YAv EayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv LAvTaDPuLUv BuYUvTan GaYRa BuYUvTiKuM XatTAv TaSTaNiSUv Va TuSalLiMu GaLAy EaHLiHAv ÜAvLiKuM PaYRun LaKuM LaGalLaKuM TaÜakKaRUvNa
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (27)
***
فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فِيهَا أَحَدًا
FaEiN LaM TaCiDUv FIyHAv EaXaDan (Fa EiN LaM TaFGiLUv FIyHAv FaGaLan)
“Orada kimseyi vecd edemezseniz”
Evin içinde kim varsa onlardan izin alıyorsun, onlardan biri izin verirse girebilirsin ama onlardan biri istemediği zaman orada kalmazsın. Yani hane halkının izni veto etme hakkı vardır. Bunun manası nedir? Karı kocadan her biri diğerine sormadan eve misafir getirebilir, misafir gelene “Buyur” diyebilir. Eşine sormasına gerek yoktur. Ama eşi eve gelen misafire “Ben seni istemiyorum” diyebilir. O takdirde o orasını terk etmek zorundadır.
Evde birileri varsa eve girme izni ondan alınır, orada bulunmayanlar izin vermezler. Bundan dolayıdır ki önceden izin almış olmak yeterli değildir. Kapıya gelindiğinde orada olanlardan izin alınır. Kapıya vardınız, evin sakinlerinden hiçbirisi yoksa o zaman orada olmayanlardan telefonla izin alınabilir.
“Orada kimseyi bulamazsanız” deniyor.
Eğer misafir gelmiş, izin almış ve girmişse artık o evin sakinidir. Misafirin sizin izninizle eve dâhil olması yeterlidir.مِنْهُمْ أَحَدًا denmemiş de sadece أَحَدًا denmiştir. Demek ki misafirin de izne iştiraki söz konusudur. Daha önce gelen misafir sonra geleni istemeyebilir. Aynı evde olmayı istemeyen iki kişiden hangisi önce gelirse diğerini istemeyebilir. Sonra gelen artık oraya giremez.
فِيهَا‘daki zamir بُيُوتًاkelimesine gitmektedir.
Buradaki hükümler evler arası hükümleri içerdiği gibi ocaklar arası, bucaklar arası, iller arası ve ülkeler arası hükümleri de içermektedir. Davetlerle ilgili hükümleri de içermektedir. Devlet kurumları arası ilişkileri de içermektedir.
Şimdi Usul Derslerini okumaya başladık. Aramızda işbölümü yapacağız.
Şimdilik bu dersleri organize eden Sorumlu Süleyman Karagülle’dir. Usulü Fıkıh Derslerine katılanlar ders isimlerini bildirirler, “Şu da okunmalı” derler.
Sorumlu bunları İnternette ilan eder. Demek ki onun görevi dersleri tespit etmek değil, katılanların uygun gördükleri dersleri ilan etmektir.
Kendisi de katılan olduğu için listeye kendisinin seçtiği dersler de ilave edilir.
Sonra herkes istediği dersi kendisi seçer. O dersin seçildiğini sorumlu ilan eder.
Bakınız, dersi seçmiyor, dersi sadece ilan ediyor.
Ders yapanlar birbirleri ile ilişkide bulunacaklar.
Bu ilişki nasıl yürüyecek? Birbirleri ile nasıl uyumlu çalışacaklar?
İşte bu ayetler bize bunları da öğretmektedir. Buradaki hükümlerin benzerlerini derslerimizi yaparken uygulayacağız. Böylece Usul dersini yaparken aynı zamanda Ortaklık Hükümlerini de yaşayarak öğreneceğiz.
فَلَا تَدْخُلُوهَا
Fa LAvTaDPuLUvHAv (FaLAv TaFGaLUv HAv)
“Oraya duhul etmeyin”
Bir iş yerine veya eve gittiğinizde kimse yoksa duhul etmeyin.
Biz bir vesileyle Yalova’nın Hayriye köyüne gittik. Biri pencereden içeri girdi, biz kapıdan girdik. Dükkân amcasının oğluna aitmiş. İçeriden kilitli ama pencereden giriliyor, o da izinli olduğu için girmiş, kendi işini yapacak.
Amcasının oğlunun pencereden girme yetkisi vardır ama bizim yoktur.
Biz kimseyi bulamadığımız zaman içeri girmemeliyiz.
Çünkü öyle herkes girerse bir şey kaybolduğu zaman kimin aldığı belli olmaz.
حَتَّى يُؤْذَنَ لَكُمْ
XatTAy YuEÜaNa LaKuM (XatTAy YuFGaLa LaKuM)
“Size izin verilinceye dek”
Burada حَتَّىharfi ceri إِلَىmanasındadır. Yani siz izin isteyeceksiniz ve izin verilinceye kadar bekleyeceksiniz, “Girebilirsiniz” dendiğinde gireceksiniz.
Bundan bin sene öncesinde bu ayetlerde tutarsızlık vardı. Hem kimseyi bulamayacağız hem de iznin verilmesini bekleyeceğiz! Ama bugün bu ayetler birer mucizedir. Siz telefon ederek girmek için izin isteyeceksiniz. Size izin verilirse eve veya işyerine gireceksiniz demektir. İzin verme kapıyı açması ile mümkündür. Yani herkesin kapısı elektronik şifre ile kilitlidir. Girmek istediğinizi söylersiniz, o da bulunduğu yerden evinin kapısını açar ve girersiniz. Demek ki buradaki izin kapıyı açması anlamındadır. Size “İzin verdim” değil de “Kapıyı açtım” diyecektir.
Daha önce تُسَلِّمُواile izin ifade edilmişti. Burada يُؤْذَنَ denmektedir. Böylece yukarıdaki isti’nas ve teslim burada izinle beyan edilmiş olmaktadır.
Gelecekte herkese birer telefon ücretsiz verilecektir. Telefon görüşmeleri ücretsiz olacaktır. Herkes telefonla dolaşacak, sürekli olarak diğer insanlarla telefonla irtibatlı olacak ve işlerin çoğu uzaktan görüşme ve kontrol ile sağlanacaktır. Vapura giriş yerlerinde artık biletleri okuyan bulunmayacak, telefonda yazacak, bileti almış olacaksın, cihaza gösterip geçmiş olacaksın. Bugünkü teknoloji ile bunu yapmamız mümkündür.
M. Lütfi Hocaoğlu Güngören’de haftada bir bilgisayar dersleri verecektir. İşte orada buna benzer çalışmayı yapacaktır.
Bizim 10 000 ortaklı Ar-Ge ortaklığımız vardır.
a) 100 semt kooperatifi kurulacak, her kooperatifin yüz civarında ortağı olacaktır.
b) Siz bu seminerleri takip edenlerden yüz girişimci ortaya çıkmalıdır. “Ben bu yüz kooperatiften birini kuracağım.” demelidir. Biz size görev vermemeliyiz, siz kendinizi görevlendireceksiniz, “Allah müminlere böyle bir kooperatifi kurun” diye emretti diyeceksiniz. “Teavenû” ayeti (وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى, Maide 5/2) açık olarak emirdir. فَأُولَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا (Cin 72/14) açık emirdir. Kur’an Fatiha’da bize اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ deyin demektedir. “Hidayeti isteyenlere biz hidayet ederiz.” diyor.
c) İşte, Ar-Ge çalışmalarında bu telefon da yeterli olacaktır. Bilgisayarcılar bizim istediğimiz telefonu geliştireceklerdir.
d) Kooperatif olarak başka bir şey yapacağız. Semt içinde yüz aile telefonları birbirleriyle doğrudan görüşecek. Kendi verici ve alıcıları birbirleriyle görüşmede yeterli olacaktır. Uzaklarla görüşmede komşu semtler aracılığı ile irtibatlar kurarak görüşme yapılacaktır. Benim telefonum Güngören’deki birisinin telefonunu doğrudan arayabilecektir. Veysel İpekçi konuşabilecek. Ben de Ali Bülent ile konuşacağım. Telefonunuz öyle olacaktır ki kendiliğinden otomatik olarak Veysel’den aldığımı Ali Bülent’e ulaştıracaktır, benim devreye girmeme gerek kalmadan telefona girebilecektir.
وَإِنْ قِيلَ لَكُمُ ارْجِعُوا
Va EiN QIyLa LaKuM iRCıGUv (Va iN QıYLa LaKuM iFGaLUv)
“Ve eğer size ‘rücu edin’ diye kavledilirse”
Burada kimin diyeceğini zikretmemektedir. Meçhul sigasını kullanmaktadır. Yukarıda söylediğimiz kural teyit edilmektedir.
İçeriye girmek için oranın sakinlerinden birisinin izni yeterlidir. Diğerlerinin sükût etmesi onların muvafakat ettiği anlamındadır. Ama onlardan biri “Hayır, girmeyin” dese artık o eve girilemez. Bir şey kaybolmuşsa, aksini ispat etmediği takdirde o tazmin eder.
Bu hususta ülkeler arası geçişler de aynı hükme tabidir. Bir yere gitmek için oradaki herhangi bir vatandaşın izin vermesi yeterlidir ama bucak başkanları veya il başkanları veya ülke başkanları verilen izni durdurma yetkisine sahiptirler. Bunun için yasakladıkları kişilerin kodlarına girildiğinde yasaklı olduğu ortaya çıkar, yetkililerden biri bunu görünce “Girme” der. O zaman da o eve veya o ülkeye giremez veya o oturuma katılamaz.
فَارْجِعُوا
FaiRCıGUv (FaiFGaLUv)
“Rücu edin”
Her hareket takip edilmektedir.
Her evin veya ülkenin, ilin görüşme yerlerinde bekleme salonları vardır, kapıyı geçmek isteyenler orada otururlar, gerekli işlemler orada yapılır. Yetkililerden biri “Geri dönün” tebliğini ulaştırdıktan sonra kişi artık salonda oturup salonu işgal edemez, orasını terk etmek zorundadır. Bir yer sizi istemiyorsa veya girmenizde bir engel varsa, direnmeden oraya girmekten vazgeçeceksiniz. Bu giriş engeli sizden kaynaklanmış olabilir, sizin aleyhinizde kurulmuş bir tuzak olabilir. Onu engellemek için de size izin vermeyebilirler.
Kaşıkçı cinayetini ele alalım. MİT gerçekten istihbarat örgütü ise Cemal Kaşıkçı’ya kurulan tertibi bilmeli ve ülkeye girmesine izin vermemeli idi. İnfaz ekibi infaz araçları ile girdi. O araçlı ekibi tespit eder ve ülke içine sokmayabilirdi.
İşte bu tür sebeplerden dolayı da ‘geri dönün’ emri verilirse siz de itaat etmelisiniz.
Gümrükler ve vizeler yoktur. Bununla beraber, güvenlik sebepleri ile tüm hareketler muhasebeye intikal etmektedir. Güvenlik amacı ile bazı sınırlandırmalar gelebilmektedir. Bu tür kısıtlamalara uyulması gerekir. Kişinin kendi güvenliği için de bu şarttır.
هُوَ أَزْكَى لَكُمْ
HuVa EaZKAv LaKuM (HuVa EaFGALu LaKuM)
“O sizin için ezkâdır”
Ayetin birinci kısmını doğru anlamışsanız ondaki ayetleri de çok kolaylıkla anlamlandırırsınız. Buradaki rücu, insan özgürlüğünü sınırlandırma anlamındadır. Esas kuralı koymuştur. Eğer bir özgürlük kısıtlanacaksa onun ezkâ olması gerekir. Yani taraflar yararlanmalıdır. Özgürlüğü kısıtlanan kişi bir zarar görmüşse o tazmin edilmelidir. Dayanışma yani topluluk onu tazmin etmelidir.
Zekât çoğalma ve temizliktir. Bitkilerin büyümesidir. Bitkiler büyürken yapraklarının üzerindeki hücreleri yerler, böylece hem yaprak büyür hem de canlılığını korur. Saksıda canlı bitkiler varsa hep kendilerini temizlerler ama yapay bitkiler koyarsanız devamlı olarak yapraklarını silmeniz gerekir. Zekât bu canlı eşleşmelerinin adıdır.
“Bu sizin için ezkâdır” demekle buradaki أَزْكَى olan هُوَ ile işaret edilen bu komşuluk ilişkisi, sınır kapılarındaki geçiştir. Bugün sömürü aracıdır.
وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ (28)
Va elLAvHu BiMAv TaGMaLUvNa GaLıYMun (Va elLAvHu BiMAv TaFGaLUvNa FaGIyLun)
“Ve Allah amel ettiklerinizi ilmedendir.”
عَلِيمٌ kelimesinin nekre olmasından biliyoruz ki buradaki اللَّهُ O’nun halefi olan topluluktur, insanlıktır. Öncelikle insanların birbirlerine gidip gelme özgürlükleri vardır. Herkes kendi içtihadı ile yaşar, kendi mülkünde oturur. Ama mülkler arasında bağlantılar olduğu gibi kişiler arasında da ilişkiler vardır. Böylece topluluklar oluşmaktadır. Sınırlarda giriş ve çıkışlar serbesttir. Güvenlik dışında bir kısıtlama söz konusu değildir. Ancak güvenliğin sağlanması için kişilerin her hareketi kayıt altına alınmalı ve topluluk onu bilmelidir. Bu da telefondaki bilgisayarla sağlanmaktadır. Görüşmeler ve hareketler gizli değildir. Her şey kaydedilmektedir. Merkez bilgisayarlar bunları bilmektedir.
Temel kural ortaya çıkmaktadır. İnsanlar her türlü hareketi yapmakta özgürdürler ama bu hareketlerin hepsi kayıt altına alınacaktır. Telefon bunun gözcüsüdür.
Kişilerin odalarında telefon bulunmaz. Oraya asla gizli alıcı konmaz. Bunu yapanların gözleri kör edilir. Ama kişiler dışarıya çıktıklarında telefonları yanlarında ise hareket edeceklerdir. Otobüse telefonla bineceklerdir. Bir kente telefonla gireceklerdir. Evlerin kapıları telefonla açılacak, borç ve alacaklarını telefonla gerçekleştirecekler. Hâsılı, telefon insanın toplulukla ilişki kurma aracı olacaktır. Kur’an’daki arz eden, konuşan telefondur.
Telefon yalnız iki kişi arasındaki ilişkileri düzenlemez. Kitapları çağırabilir ve okuyabilirsiniz. Kitap yazar, telefonla gönderebilirsiniz. Şimdi bile toplu taşıma aracına binerseniz görürsünüz ki herkes telefonla meşguldür.
Allah her amel ettiğinizi ilmediyor ayeti bunu anlatmaktadır.
YORUM
Bu ayette cep telefonlarının gelecekte oynayacakları roller anlatılıyor.
Ben de sizlere bunu izah ettim.
Şimdi siz kendilerini tefsir âlimi olarak görenleri ziyaret ediniz, “Süleyman Karagülle böyle yazıyor” diye anlatınız ve siz ne dersiniz deyiniz, “Doğrudur” demeyecekler. Çünkü gelenekçiler bunları duymamışlardır. “O ne bilir, o bir mühendistir.” diyebilirler. O zaman da siz onlara şunu deyiniz “Peki, bu sureyi siz açıklayınız.”.
Alusi’de bunlar tartışılmış ama inandırıcı bir cevap bulunamamıştır.
Benim bu açıklamalarım doğrudur, bunları kabul edin demiyorum. Ben böyle açıklıyorum. Siz de geçmişlere saplanıp kalmadan açıklamaya çalışın. Allah vaat etmiştir, bize doğrusunu bildirecektir. Yeter ki biz talip olalım.
Canlıların vücutlarında iki haberleşme sistemi vardır.
Biri hormonlar sistemdir. Bir yerde bir etki olunca özel sıvı salınır, o sıvı tüm vücuda yayılır ve diğer hücreler olaydan haberdar olur. Bitkilerde ve hayvanlarda bu sistem mevcuttur.
Diğer sistem ise sinir sistemidir. Elektrik sinyalleri ile birbirine bağlı olan hücreler olaylardan haberdar olur. Kaynağını da bildirir. Diğer bütün hücreler ona yönelirler. Bir yeriniz kaşındığı zaman eliniz hareket eder ve o yeri kaşır.
İlk insanlar yaratıldığında topluluklar küçüktü, aralarındaki haberleşme organlar arasında doğrudan oluyordu. Bugün ise topluluk bütün insanlığı kapsamaktadır. 10 milyara yaklaşan kişi sayısının her biri diğeri ile görüşme imkânına ulaşmalıdır. Cep telefonları ile bütün insanlar haberleşebilmektedirler.
Bu sayede tüm insanlık tek varlık haline dönüşmüştür. Bugün ücretli telefonlar yaygınlaşmıştır. Sistem tam olarak oturmamıştır. Herkes son model telefon almaktadır. Herkes istediği kadar konuşamamaktadır. Topluluk da bunu değerlendirememektedir.
Gelecekte bilgisayarlar yerine telefonlar kullanılacaktır. Klavye ve ekran olsa bile bilgisayardaki program hafızaları olmayacaktır. Yahut onlar mobil olmayacaktır. Her telefon her bilgisayar merkezine ulaşacak ve istediği ekrana gelecektir. Bilgisayar ekranına aktarılabilecek, yazınızı da yazdırabilecektir. Böylece yeni bir dünya oluşacaktır.
Kur’an’ın ideal uygulama imkânı o hizmetlerin verilmeye başlanması ile sağlanacaktır. Bunun için yüz lojmanlı apartmanlar sisteminin, semt sisteminin yaygınlaşması gerekmektedir. Bir taraftan tüm dünya ile ilişki kurulacak, diğer taraftan küçük topluluklara daha da yaklaşılacak. Sosyal yapı farklılaşacak ve toplumlar oluşacak, ekonomik yapı yaygınlaşacak ve tüm insanlıkta birliğe doğru gidilecektir.
Tüm insanlar masrafsız diğer insanlarla haberleşme imkânları bulabilecekleri gibi her türlü ilmi imkânlar ve rahatlıklar herkes için oluşacaktır. Tüm insanlığın ortak hafızası olarak ürünlerini oraya gönderecek, onlardan istediğine kolaylıkla ulaşabilecektir.
Bugün bu kısmen gerçekleşmektedir. İki engel vardır. Biri paralı olmasıdır. Diğeri de programların farklı olmasıdır. Kooperatiflerin genel hizmetleri ve fonları haberleşme hizmetlerini parasız hale getirecektir. Bir de ortak programa gidilecektir. Bilgisayar programları tek olacak, Kur’an’ın kelimelerini kullanarak oluşturulacaktır.
Semt kooperatiflerinin desteklediği Ar-Ge merkezleri bunları gerçekleştirecektir.
Bin Dil Vakfı bu görevi yapacaktır.
Bin Dil Vakfı’nın beyni bilgisayar beyni ve programları olacaktır.
Yüz sene sonra bu satırları okuyanlar bugünkü durumu bu satırlarda görecekler ama bu hayatı kavrayamayacaklardır. Nitekim bugünkü gençler de elli sene önceki dünyanın durumunu kavrayamamaktadırlar.
Öz Türkçe ile:
“Orada kimseyi bulamazsanız size olur verilmeden oraya girmeyin. Size ‘dönün’ denilirse dönün. O sizin için en iyi arınmadır. Allah işleyeceklerinizin bilicisidir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Orada kimseyi vecd edemezseniz size izin verilene dek oraya duhul etmeyin. Eğer size ‘rücu edin’ diye kavl olunursa rücu ediniz. O sizin için ezkâdır. Allah amel edeceklerinizi ilmedendir.”
FaEiN LaM TaCiDUv FIyHAv EaXaDan FaLAv TaDPuLUvHAv XatTAy YuEÜaNa LaKuM Va EiN QIyLa LaKuM Fa iRCıGUv Fa iRCıGUv HuVa EaZKAv LaKuM Va elLAvHu BiMAv TaGMaLUvNa GaLıYMun
فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فِيهَا أَحَدًا فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتَّى يُؤْذَنَ لَكُمْ وَإِنْ قِيلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ أَزْكَى لَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ (28)
***
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ
LaYSa GaLAYKuM CuNAXun (LaYSa GaLaYKuM FuGAvLun)
“Sizin üzerinize bir cunah yoktur”
جَنَاح kanat demektir. Mastar olarak ‘altına girmek’ demektir. Kuşlar yavrularını korumak için kanatlarının altına alırlar, yağmurdan korurlar.
جُنَاح Türkçede günah olarak geçmektedir. Dünyada cezası olmamakla beraber yasaklanmış şeylerdir. Haramdan farkı; haramı hukuk korumadığı halde, günahları hukuk korur. Yani kötülüğü asgari olan bir iştir. İnsanların boş zamanlarını kaybetmeleri günahtır. Kur’an’da günah olmayanlar sayılmıştır. Yani buralarda zaman kaybetmek günah değildir. Safa ve Merve arasında koşmak günah değildir.
Kur’an bir şeye günah yoktur diyorsa o, spor gibi faydalı hareketlerdendir. Kur’an’da sabıkat methedilmiştir. Burada “sizin için bir cünah yoktur” demek, aynı zamanda uygun görülmüş bir iştir demektir. İslamiyet’teki mülkiyeti de burada izah etmektedir. Mülkiyet insanlar yararlansın diye teşri edilmemiştir. Mülkiyetle mallar korunmaktadır. Bekçilik yapmadır.
Yetmişlerde bir tarikat şeyhinin daveti üzerine Yalova’nın Ayazma köyüne gittik. Evinde zikir yaptığından torun, baba ve büyükbaba hep birlikte hizmet ettik. Ertesi gün baba bizi yola indirdi. Bir yere geldik. “Burası bizim bekçi olduğumuz bahçe, gelin biraz sizlere meyve ikram edeyim.” dedi. Biz biraz durakladık, mal sahibinin izni olmadan bize nasıl ikram eder gibi tereddüt ettiğimizi görünce “Allah bunu bize ihsan etti, bahçenin bekçisi yaptı, ücretimizden ikram edeceğiz.” dedi. İşte İslam anlayışında mülkiyet budur. Biz mamelekin bekçisiyiz, ücretimiz kadarıyla ondan yararlanma hakkımız vardır.
Bu ayet bu anlayışı teşri etmektedir. Malik olanın görevi mülkün bakımını yapmak ve ondan yararlanmaktır. Tercihen yararlanmak onun hakkıdır. Başkalarının yararlanmasına mani olma hakkı yoktur. Bir mülkten kendin yararlanamıyorsan başkalarının yararlanmasını engelleyemezsin. Demek ki malik olma ondan yararlanma hakkından önce, onun bakımını yapma ve onu koruma görevidir. Bu ilkeden dolayıdır ki atıl bırakılan arazileri başkaları değerlendirir. Evler de böyledir.
أَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتًا
EaN TaDPuLUv BüYUvTan (EAn TaFGaLUv FuGUvLan)
“Beytlere duhul etmeniz”
Bir arazi boşsa, maliki kim olursa olsun, onu değerlendirmek, Safa ve Merve arasındaki sa’y kadar vecibedir. Kaybolan hayvanı bulduğunda sürüne katarsın, onu kurtlara bırakmazsın, sahibi çıkarsa alır götürür. Sahibi çıkıncaya kadar ona bakmakla mükellefsin ve onun sütünden, yününden yararlanırsın.
بُيُوتًا kelimesi burada nekre ve çoğul gelmiştir, yapının şekli ne olursa olsun boş olan yerleri değerlendirme diğer müminlerin hakkıdır. Çoğul olarak gelmiş olması sebebiyle kurallar içinde değerlendirilir. Deniz kenarlarında kışın boş bulunan evlere yöneticiler göçmenleri yerleştirebilirler. Mülk sahipleri buna mani olamazlar. Eğer evsiz insanlar varsa, onlar boş olduğu zaman orada yerleşebilirler.
Ekilmeyen tarla ve değerlendirilmeyen ormanlar özel mülk içinde de olsa insanlar ormanı tahrip etmemek üzere yararlanabilirler. Devletin “Bu ormanlar benimdir” deyip halkı içeri sokmama yetkisi yoktur.
غَيْرَ مَسْكُونَةٍ
ĞaYRa MaSKUvNaTin (ĞaYRa MaFGUvLaTin)
“Meskûnun gayrı”
Mülkün temeli meskenden başlar. Başlangıçta insanlar ortak alanlarda meyve topluyorlardı. Üretim alanlarında mülkiyet yoktu. Ama ilk yaratıldıklarında evlere sahip olmaya başladılar. Ağaç kovuklarını veya kamışlardan yaptıkları çardakları ev olarak edindiler.
Burada غَيْرَمَسْكُونَةٍ demekle en kıymetli özel mülkiyette bile başkasının yararlanmasını önleyemezsiniz. Arazinizden yol geçiyor, siz öncelikle geçme hakkına sahipsiniz ama başkalarının oradan geçmesini önleyemezsiniz. Hukukta hakku’l mürur (geçiş hakkı) vardır. Şeriatta her zaman, herkes başkasının mülkünden ona zarar vermemek şartı ile yararlanma hakkına sahiptir. Yeryüzü tüm insanlarındır, yararlanma haklarını bölüşmüşlerdir.
Mülkiyete zarar veriyorsa kirayı istihkak eder. Herkes oturmadığı evi, dükkânı veya işyerini kullanmak zorundadır. Kullanmadığı takdirde onu kim kullanabilirse onun kullanma hakkı vardır. Temel kural şudur. Yeryüzü bütün insanlarındır, işgal ettikleri takdirde ondan yararlanma hakları ve öncelikleri vardır. Başkası gelip onları kullanamaz ama boşalttıkları zaman onu başkaları işgal eder, gayri meskûn hale gelir. Eğer orada emek harcanmışsa ve emek yıpranıyorsa, emek harcayan o yerden yararlanma önceliğine sahiptir. Başkaları da işgal edip kullanabilir ama yıpranma payını vermesi gerekir.
Meskûn olmak ne demektir?
İçine eşya koymak meskûn olmak demektir. Evet, ambarlar için meskûn dememektedir. Ama mesken için meskûn demektedir. Bir atölye üretim yapıyorsa meskûndur. Bir tarla ekilmişse meskûndur. Bir ev içinde yaşanıyorsa meskûndur. Yoksa boş sayılır. Boş bulunursa, işte burada içtihatlar devreye girer. Bucak hukuku devreye girer.
Bana göre eğer kalacak evi yoksa kışın deniz kenarına giden kişi boş bir ev bulabiliyorsa, onu bulur, iki şahidi bulur, evin anahtarını alır, içeri girer ve hangi eşyalar varsa onları tespit ederek bir deftere yazar. Şahitlere imzalatır. Eşyaları bir tarafa alır, kendisi diğer tarafta yaşamaya başlar. Ev sahibi gelirse boşaltmak zorundadır. Bu meskende böyle olduğu gibi boş duran bir kamyondan yararlanmak da herkesin hakkıdır.
Müminler kendi aralarında malikler olarak bekçi olduklarını bilirler ona göre mülkiyet haklarını kullanırlar. Kur’an’da تَمْلِكُالْمُلْكَdemiyor daتُؤْتِي الْمُلْكَ diyor. Batılılarla bizim mülkiyet anlayışlarımız arasında da böyle fark vardır. Evlilik anlayışları farklı, mülkiyet anlayışları farklı. İki uygarlık birbirine zıt uygarlıklardır.
Hıristiyanlık ve Yahudilik Batı uygarlığı değildir. Onların hepsi İbrahimî uygarlıktır.
فِيهَا مَتَاعٌ لَكُمْ
FıyHAv MaTAGun LaKuM (FİyHAv MaTAvGun LaKuM)
“Orada sizin için meta vardır”
Eğer yaşayacaksan girersin, yoksa eşya koyacaksan girmezsin, eşit şartlar içinde iseniz malik olanın hakkı tercihtir.
Burada da مَتَاعٌ nekre gelmiştir. Bizim orada ne gibi bir metamız olur? Bunun için “İnsanlık Anayasası” çalışmamızda geliştirdiğimiz hükümler vardır. İşletme mülkiyeti ve yararlanma mülkiyeti birbirinden farklıdır. Bu hükümler işletme mülkiyetindedir. Yararlanma mülkiyetinde ise bu hükümler uygulanmaz.
Kur’an açıkça işletme mülkiyeti ile yararlanma mülkiyetini ayırmıştır.
Batı bu kavramları henüz kavrayamamıştır. Batı hukuku, fıkıhçılardan ne öğrenmişse o kadar bilmektedir. Fıkıhçıların ortaya koymadıklarını Batı duymamıştır bile.
Bizim getirdiğimiz sistemde bir yerin işletme mülkiyetine sahip olabilmek için oranın gelirini çevredeki benzer işletmelerin sağladığı gelirin yarısından üstün tutmak gerekir.
Üç dükkân vardır; birinin üç yanı sokağa açılıyor, birinin iki yanı sokağa açılıyor, birinin ise tek tarafı sokağa açılıyor. Dükkânların yararlanma mülkiyetine sahip olanlar işletme mülkiyetine sahip değildirler, işletme mülkiyetine sahip olanlar işletmedeki cirolarını yarıya düşürdüklerinde oraya malik olma haklarını kaybederler. Geçmiş beş senelik ciroları kadar işletme mülkiyeti haklarını alıp ayrılmak zorundadırlar. Biz metayı üretim miktarı ile ölçüyoruz.
وَاللَّهُ يَعْلَمُ
Va elLAvHu YaGLaMu (Va elLAvHu YaGLaMu)
“Ve Allah ilmeder”
Burada “Allah”ı âlemlerin rabbi olan Allah olarak anlama durumundayız. عَالِمٌ demiyor da يَعْلَمُ diyor yani “Bilir” diyor. Ne zaman ibda ederlerse onu bilir, ne zaman ketm ederlerse onu bilir diyor. Allah kendi kaderini çizmiş bulunmaktadır. Planı ve projesi bellidir. Onu bilmektedir. Gelecekte irade edecek, takdir edecek şeyler olacaktır. O bugün takdir edilmediği için, öyle bir şey bugün olmadığı için bilinemez. Çünkü o şimdi yoktur, düşüncede de yoktur. Allah bazı meşietlerini insanların meşietine bağlamıştır. O nasıl isterse öyle yapacağım diye takdir etmiştir. O nasıl meşiet edecektir daha önce belli olmadığı için Allah için de bilme söz konusu değildir.
Burada عَالِمٌdeğil de يَعْلَمُ olması bizim bu yorumumuzu teyit etmektedir.
Bu biraz cesaretle söylenen sözlerdir. Geçmişteki kelamcılar, ‘küllü bilir, cüzü bilmez’ görüşünü tekfir ediyorlar. Ben de katılıyorum. Cüzü de küllü de bilir. Ancak gerek kendi iradesi gerekse insanların cüzi iradesi şimdi var olmadığı için onları bilmesi mümkün değildir. Onları biliyor kabul etsek Allah mürid olmaz. Yunan filozofları Allah’ı öyle kabul ediyor ve “Kâinat yaratılmamıştır.” diyorlar. Ama bugün ilim kâinatın yaratıldığını ispat etmiştir.
مَا تُبْدُونَ
MAv TuBDUvNa (MAvTuFGıLUvNa)
“İbda ettiğiniz”
بَدَاة dağları olmayan dolayısıyla yağmur almayan geniş alandır.
بدوKur’an’da 31, بدء 15 defa geçer. Toplam 46 (2*23) eder.
“İbda etmek” demek ortaya dökmek, açıkça yapmak demektir.
“İzhar” ise galip gelme yani sırtını yere getirme anlamındadır.
İnsanların ibda edecekleri ileride görülecektir. O’nun ilminden hiçbir şey kaçmaz.
Olayların bir kısmı hisabidir, matematik formüllerine göre oluşur. Bunların çoğunu bizim matematik bilgimiz olmadığı için bilmeyiz. Allah için ise bunu bilmek basittir.
Olayların bir kısmı ise ihtimalidir. Parayı attığınız zaman ya yazı ya da tura gelir, hangisinin geleceğini bilemeyiz. Allah onu da bilmektedir Çünkü o bilinmektedir. Ben onu atarken çoğu benim bileceğim etkilerin hesabıdır, onu Allah bilir. İrademe bağlı bir şey varsa onu Allah irademden sonra bilir.
İnsanlara irade-i cüziye verilmiştir. Bu veriliş Allah’ın meşietiyle olmuştur. Allah öyle veya böyle şu kişinin iradesi ile olsun demesi bu onun meşietidir. Kişi olaydan evvel bu veya şu şekli irade etmişse Allah onu da bilir.
وَمَا تَكْتُمُونَ (29)
Va MA TaKTuMUvNa (Va MAv TaFGaLUvNa)
“Ketm ettiklerinizi”
كَتُومsu sızdırmayan sağlam tulumdur.
كتمKur’an’da 21, كتب319 defa geçer. Toplam 340 (22*5*17) eder.
ك oluşmayı, varlığı; ت yüksekliği, tepeyi; م ise enginliği ifade eder.
İbdanın karşılığı olarak kabın içine koyup ne olduğunu göstermemektir.
YORUM
Müminler malik oldukları şeylerde bekçi olduklarını bilirler. Ona göre mülkü kullanırlar. Kullanılmayan eşyaları başkalarına bedelli bedelsiz kullandırırlar.
Eşyalar ve yerler uzakta ise onu nasıl kullandıracaklardır?
Önce herkesin adı olduğu gibi her şeyin bulunduğu yere göre de adı vardır. Her şey muhasebede kayıtlıdır ve her şey damgalıdır. Kur’an’daki “az olsun çok olsun üşenmeden yazın” emri (Bakara, 2/282) bize bunu emretmektedir.
Herkesin telefonu vardır. Eşyanın üzerindeki damgadan onun kime ait olduğu bilinmektedir. Telefon eder ve onu kullanacağını bildirir. Malik de ona izin verir ve kullandırır.
Malik ona niye izin verecektir?
Çünkü bütün bunlar muhasebeye geçmekte, kişiler kullandırma alacaklısı ve borçlusu olmaktadır. Kullanma hacmi ile borçlu ve alacaklı olurlar.
Dolayısıyla herkes bilir ki; kullandırma alacaklısı olmak bankada onun kredi hacmini yükseltir, o yüzden eşyalarını kullandırmak ister. “Orada evimi benim kullandırmama karşılık ben de bankadan faizsiz nakit çekerim” diye düşünür. Yani kredi limitini artırdığı gibi aynı zamanda kredi hacmini de artıracaktır.
Şimdi herkes borçlu olarak çalışmaktadır, çünkü enflasyon var, borç istemektedir.
Ortaklık sisteminde ise herkes alacaklı olmaya çalışmaktadır, borç vermek istemektedir, çünkü kredi hacmi artmaktadır, yarın gerektiği zaman faizsiz olarak nakdi çekecek ve kazanacak.
Bu cümlelerim kolay anlaşılacak cümlelerdir, ne var ki sizler bunlarla ilgilenmiyorsanız kulak vermezsiniz.
Tekrar ediyorum. Ortaklık sisteminde herkes alacaklı olmak ister. Borçlu olmayı kimse istemez. Dolayısıyla nakit çok süratli bir şekilde dönmeye başlar. Bu da üretimi artırır.
Bu ayetleri okuduğunuz zaman sosyalizme ne kadar benziyor dersiniz. Sosyalistler bunları bizden almaya çalıştılar ama anlayamadılar yahut anladılar ama işlerine gelmemektedir.
İslamiyet hiçbir rejime benzemez, bütün rejimler İslamiyet’e benzer.
Bize bu cennet zor nasip olur. Sizler bu cennet dünyanın kapısında duruyorsunuz. Hala ne diye sallanıyorsunuz. Açın kapıyı ve girin. Bu kapı yüz lojmanlı işyeri apartmanlarıdır.
Öz Türkçe ile:
“İçinde sizin için yarar olan, oturulmayan yapılara girmenizde sizin için bir sakınca yoktur. Allah açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“İçinde sizin için meta bulunan gayrimeskûn beytlere duhul etmenizde sizin için bir cunah yoktur. Allah ibda ettiklerinizi de ketm ettiklerinizi de ilmeder.”
LaYSa GaLAYKuM CuNAXun EaN TaDPuLUv BüYUvTan ĞaYRa MaSKUvNaTin FIyHAv MaTAvGun LaKuM Va elLAvHu YaGLaMu MAv TuBDUvNa Va MA TaKTuMUvNa
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ مَسْكُونَةٍ فِيهَا مَتَاعٌ لَكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ (29)
İstanbul; 09 KASIM 2019
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
resatnurierol@gmail.com
www.akevler.org (0532) 246 68 92