KASAS SÛRESİ - 3. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِنْ قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ (12) فَرَدَدْنَاهُ إِلَى أُمِّهِ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ(13)وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَى آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (14) وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَى حِينِ غَفْلَةٍ مِنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَذَا مِنْ شِيعَتِهِ وَهَذَا مِنْ عَدُوِّهِ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِنْ شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَى فَقَضَى عَلَيْهِ قَالَ هَذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُبِينٌ (15)
***
وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِنْ قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ (12)
(12)Va XarRaMNAy GaLaYHi eLMaRAWıGa MiN QaBLu, FaQAvLaT HaL EaDilLuKuM GaLAy EHLi BaYTin, YaKFuLUvNaHuv LaKuM Va HuM LaHUv NAÖıXUvNa
“Ve kablinde ona meradi’ tahrim ettik. ‘Sizin için ona kefil olan ve ona nasihler olan beytin ehlini size delalet edeyim mi?’ diye kavl etti.”
وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِنْ قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ |
قَالَتْ حَرَّمْنَا يَكْفُلُونَهُ أَدُلُّكُمْ | بَيْتٍ نَاصِحُونَ قَبْلُ أهْلِ | الْمَرَاضِعَ | هَلْ هُمْ | عَلَى لَكُمْ عَلَيْهِ لَهُ | وَ وَ فَ مِنْ |
قَالَتْ- حَرَّمْنَا يَكْفُلُونَهُ- أَدُلُّكُمْ بَيْتٍ –نَاصِحُونَ قَبْلُ- أَهْلِ هَلْ - هُمْ عَلَى- لَكُمْ عَلَيْهِ- لَهُ فَ- مِنْ |
(2+2)+(2+2)+1 (2+2)+ (2+2+2)+(2+2)=19=16+3 |
QVL-XRM DLL-KFL BYT-NÖX QBL-EHL HaL-HuM GaLAy-LaKUM GLaYHı-LaHu Fa-MiN |
- Buradaki وَ nereye atfeder, neyi neye bağlar?
وَأَوْحَيْنَا‘ya atfeder. “Suya koy onu sana redd edeceğiz” demişti. Şimdi de bu redd olayını nasıl gerçekleştirmekte olduğunu beyan eder. Musa hiçbir kadının sütünü emmez. Demek ki Allah kendi takdirini gerçekleştirmek için doğan çocuklara bile vahiy eder.
- Tahrim etmenin manası nedir?
حِرَام çardağın veya kovuğun çevrilen yeridir. Bu yer, oranın sakinlerine ait olup başkalarının oraya izinsiz girmesi meşru sayılmaz.
“Haram etmek” şeriatta ‘bunu yapma’ demektir. Nehiy edilen şey haramdır. منع‘den farkı vardır. منع‘de kişinin o işi yapması önlenir. Haramda ise önlenmez. Kişi onu yapar, sonra cezası verilir. Haram edilen fiil devletin güvencesinde değildir. Nehiy edilenin cezası bu dünyadaki yargı tarafından verilir, haramın cezası ise bu dünyada verilmez, ahirette Allah hesabını görür. Her nehiy edilen haramdır ama her haram nehiy edilmiş değildir.
Haramın ikinci manası ise kişinin onu yapamamasıdır. Örneğin hastanın yürüyememesi hasta için yürümenin haram olmasından ileri gelir.
Burada da Musa başka annelerin sütünü ememez. Ne olur da Musa kadınların sütünü emmez? Bir hastanın iştahı nasıl kesilirse onda da böyle bir olay olur. Peki, bu nasıl olur? Beyindeki devrelerde iştahı kesen bir devre vardır, hastalık hali onu yapar. Melek eğer müdahale ederse, hasta olmadan da o devre harekete geçer ve iştah kesilir. Her insanın bu tür dönemlerde gerekli müdahaleyi yapacak bir veya iki meleği vardır. Hep onunla beraberdir, gerektiği zaman gerekli müdahaleyi yapar.
- عَلَيْهِ‘deki zamir kime gider?
Musa’ya gider. Musa’nın iştahı kesilir, başka kadınların sütünü ememez.
- Neden لَهُ demez de عَلَيْهِ der?
Musa’nın sütü emememesi Musa’nın aleyhinedir. Çünkü aç kalır, hayati tehlike vardır. Annesine kavuşmak için aleyhinde olan bu durum onun için oluşturulur.
Hayatımızda birçok olay böyledir. Hasta iken iştahın kesilmesi de hastanın kendisini tedaviye yöneltip yeni besin alma işleriyle uğraşmaması içindir. İştahın kesilmesi görünürde aleyhinedir ama gerçekte lehinedir. Hastanın acı duyması da böyledir.
- الْمَرَاضِعَ neyin çoğuludur? Haram edilenler kimlerdir?
الْمُرْضِعَ‘nin çoğuludur. Süt veren kadın demektir. İf’al babının ismi failidir. Harfi tarifle (ل) gelir. Firavunun çevresinde bulunan ve sütü olan kadınlar kastedilir. Çocuğa değişik kadınlar süt vermek isterlerse de Musa onların sütünü emmez. Burada Allah’ın insan davranışlarında yönlendirici etkisi olduğu anlaşılır. حَرَّمْنَا‘daki نَا zamiri gösterir ki Allah bu etkiyi melekler ve şeytanla yapar.
الْمَرْضَعَ‘nin çoğuludur. Mimli mastardır. Normalde bir mastar çoğul yapılamaz. Sadece mimli mastar haline getirilince çoğul yapılır. Haram edilme de fiilin haram edilmesi vardır. Burada emmeler haram edilmiştir. Yani en az üç kere emme denemesi başarısız olmuştur. (Lütfi Hocaoğlu)
- Buradaki قَبْلُneden öncesini ifade eder?
Kardeşinin Firavuna gelip gözetlemeye başlamasından önceki durumu ifade eder. Kız kardeşi (ablası) Firavunun sarayına gelir ve ilk karşılaştığı olay çocuğun süt emmemesi olayıdır. Geldikten sonra değil de gelmeden önce bu olay vardır. Herkes olaya yoğunlaştığı için diğer gelen gidenler hakkında bir araştırma yapılmaz. Onun için ablasına kimse “Sen niye geldin, ne istiyorsun?” denmez. Çevre başka konu ile meşgul olduğu için bununla ilgilenemezler.
Bugün de Sermaye ve iktidar bu oyunları oynar. Konu üreterek halkı meşgul eder, kendisi ise başka hazırlıklar yapar. Bana göre, koronavirüs ile insanlık meşgul edilir. Kendisi bu ara yeni para çıkarma çabası içindedir.
Allah da benzer keydi yapar, bir taraftan Musa’ya ona sütü verecek anne aratırken diğer taraftan gelen istihbaratçı ile onlar meşgul olamazlar. Adil Düzen çalışmalarının selametle yürüyebilmesi için AK Parti iktidarı, cemaat okulları devreye girer. Onlarla meşgul olan dünya bizimle ilgilenemez. Böylece Allah bizi korur.
- Bu kelime (قَبْلُ) neyi vurgulamak için zikredilir?
“Bütün bunların kendiliğinden olan olaylar olmayıp bizim yazdığımız senaryonun uygulamasından ibarettir” der Allah. İyi tarafı ile kötü tarafı ile cereyan eden bütün olaylar kredileşmeli ortaklık sistemine geçmek üzere takdiri ilahi olarak yürür. Hiçbir şey tesadüfen veya birilerinin isteğiyle oluşmaz.
- فَقَالَتْ‘deki فَ harfi nereye atfeder?
Ablası Firavunun sarayına geldiğinde herkes Musa’ya bir sütanne arar. Karşılaştığı kimseler ona bundan bahsederler. O da onlara cevap verir. Gelmesiyle cevap vermesi arasında zaman geçmez. Hemen söyler. Firavuna ulaştırılır. Eğer ablası hemen bu tavsiyede bulunmasa, zamanla ablasının hareketlerinden kuşkulanılır, bilgi edinilir ve Musa’nın annesinin Musa’ya kavuşması engellenirdi.
Akevler uygulamalarından biliyoruz ki, bir şey yapacaksanız onu en geç 6 ay içinde yapmanız lazım. Yapmazsanız/yapamazsanız, Sermaye’nin ajanları onu Sermaye’ye bildiriyorlar, o da değerlendirmek üzere üniversitelere görev veriyor, onlar da gerekli çözümü hazırlıyorlar ve devlete sunuyorlar. Devlet de bunu uygulayarak sizin giriştiğiniz ve Sermaye’ye uygun olmayan işleri yarıda bıraktırıyor.
Yalova’da bir yer alamayışımızın sebebi budur. Bu kıssadan hisse almalıyız.
- أَدُلُّكُمْ‘deki كُمْ kimlere işaret eder, kimlere kavil edilir?
Musa’yı iltikat eden Firavunun âline işaret ettiği gibi Firavun, Haman ve ordularına da işaret etmiş olabilir. Başlangıçta bir saray içi olay olduğu halde artık devlet olayı haline dönüşür. Firavunun vârisi yoktur. Musa belki de Mısır’ın başkanı olacaktır. Musa buna göre davranır, hatta anasını babasını tanımaz, İsrail oğlu olduğunu da reddeder ve o makama ulaşmaya çalışabilirdi. Ama Musa böyle yapmadı. Firavunun saltanatına göz koymadı. Çünkü ona hüküm ve ilim verilmişti.
1970’lerde Erbakan’a “Biz cari sistemde iktidar olmayalım, Kur’an düzenini kooperatif içinde geliştirmeye ve uygulamaya çalışalım” diye bir öneride bulunmuştum. O mevcut sistemde sorunları çözmeyi tercih etti, siyasetle bu işin halledileceğini sandı. Cemaatler de bürokrasiyle bu işi çözeceklerini sandılar. İşte, Musa böyle bir hatayı yapmaz.
- هَلْ‘in manası nedir?
Türkçede olmayan bir soru harfidir. Türkçede “Geldin mi?” dersen, Arapçadaki أَ ile yapılan soruyu ifade eder. “Niye geldin?” anlamındadır. “Gelmedin mi?” dersen ‘Niye gelmedin? Gelmeliydin’ demektir. Arapçada bunun gibi هَلْ soru edatı vardır. ‘Gelmen gerekirdi, gelmedin mi?’ anlamına gelir. Menfi ile söylersen de ‘Gelmemeliydin, niye geldin?’ anlamı çıkar. İkisinin arasındaki fark,هَلْ ‘de aynı zamanda قَدْ manası olmasıdır. “Bu anda yapayım mı?”; “Delalet edeyim mi?” diye sorar.
- أَهْلِ بَيْتٍ ne demektir?
Kur’an’da bir yerin ortak sakinlerineأَهْلِ denir. “Ehli beyt” demek bir evde oturan demektir. “Ehli karye” demek bir köyde oturan demektir. “Ehli belde” bir kentte oturan demektir. Ailenin kişiliği yoktur. Roma’da ise büyük aile vardı ve kişiliği de vardı. Kur’an bunun yerine aşirete kişilik verir, aileyi ise parçalar. Aile içinde herkesin ayrı kişiliği vardır. Eşlerde tam mal ayrılığı vardır. Mal ortaklığı, mal birliği kurumları yoktur. Bu sebepledir ki ailenin özel ismi yoktur, beyt ehli olarak geçer.
- Beyt/ بَيْتٍ neden nekre gelir?
Karşı tarafın bilmediği bir aileden bahsedildiği için nekre gelir. Burada şu kural çıkar; cümlede bir kelimenin marife olması için hatibin onu bilmesi değil, muhatabın onu bilmesi gerekir. Ablası “Bir aileye delalet edeyim” derken ‘Onların bilmediği bir aileye dalalet edeyim mi?’ demiş olur. Böylece Kur’an bize bu kuralı da öğretmiş olur.
- Kefil olmanın manası nedir?
“Kefil” kelimesi post demektir. Herkesin kendi postu vardır, onun üzerine oturur. Bu aynı zamanda nasip gibi payı ifade eder. Nasipte eşyaya malik olmak veya zilyedinde bulundurmak anlamındadır. Kefalette ise bizzat ondan yararlanmak, öncelik hakkına sahip olmak vardır. Kefil olma birisinin hamisi olma demektir. Veli olmada da velinin, velisi olduğu kimse üzerinde bazı yetkileri vardır. Kefil de veli gibidir. Ama kefil olanın, kefil olunana herhangi bir müdahale yetkisi yoktur. Vekâlet onun yerine tasarruftur. Müvekkilin talimatına uyar. Kefalette ise kefil olunanın da kefil üzerinde herhangi bir yetkisi yoktur. Kefil olunan kimsenin yapamadığı işleri kefil olanın yapacağını taahhüt etmektedir. Bu borç ödeme şeklinde olabildiği gibi nafaka temin etme veya tehlikeli zamanlarda onu tehlikeden koruma işlerini de içerir.
- يَكْفُلُونَ çoğul gelir, kimler kefalet eder?
Çocuk bakma ve büyütme ailenin işidir, ehli beytin işidir. Şeriatta aile çocuk yetiştirme ortaklığıdır ve çocuk ailede yetişir. Çocuğun yetişmesinde anne babasının görev ve yetkisi olduğu gibi büyük anne ve babaların da görev ve yetkileri vardır. Bunun için “Bir anne bulayım” demez de “Bir ehli beyti bulayım” der.
- لَكُمْ’deki كُمْ kimlerdir, niçin onlar için kefalet eder? Neden bu kaydı koyar.
Aile çocuğu büyütmek ister ama kendisinin değil başkasının çocuğunu büyütmek ister. “Firavunun âli veya ehli yanlış anlamasın, annesini bulayım veya annesi yerine geçecek birini bulayım, bu çocuk onların olsun.” demez de “Sizin adınıza bunları yapsın” der. Demek ki Firavunun hukukunda da sütannelik müessesesi mevcuttur. Mısır uygarlığı Mezopotamya uygarlığının kuvvet uygarlığına dönüşmüş şeklidir. Dolayısıyla Mısır hukuku da şeriat hukukundan dönüşür. Bugünkü Avrupa hukuku da böyledir, İslam hukukunun kuvvet hukukuna dönüşmüş durumudur.
- وَهُمْ‘deki وَ ne Vav’ıdır?
Buradaki وَ hal vavıdır. Onlar Musa için bir sütanne ararken ablası onlara bu öneride bulunur. Onların durumunu ifade eder. Onların aramalarına bu cevabı verir.
- هُمْ zamiri nereye racidir?
Firavunun âline veya ehline racidir. Saray çocuğa bir sütanne arar. Ablası da onların talepleri üzerine cevap verir. Böylece ablasının değil de onların talebi olarak beyanda bulunur.
Batı bugün bu tekniği çok iyi bir şekilde kullanır. Aslında Türkiye’nin aleyhinde olan bir teklifi kendisi yapmaz, Türkiye’ye yaptırır. Böylece aslında Türkiye için zararlı olan bir şeyi yararlıymış gibi Türkiye yapar ve Türkiye zafer kazanmış gibi olur. AB’ye girmek, gümrük birliğine katılmak Türkiye için zararlıdır. Çünkü bu gümrük birliğiyle Türkiye Avrupa pazarı içinde yer alır, İslam pazarından ve dünya pazarından kopar. Bütün dünyaya Avrupa gümrüklerini uygulamak zorunda kalır. Nitekim bugün Türkiye dış ticaretinin yarısından fazlasını Avrupa ile yapar. Diğer ülkelere sınırlı mal satar, diğer ülkelerden de sınırlı mal alır. Avrupa ile aramız açıldığında Türkiye aç kalmaya mahkûm edilir.
- لَهُ‘daki zamir nereye gider?
لَهُ‘daki zamir Musa’ya gider. Musa’ya bir sütanne ararlar. Ablası bununla karşılaşır. O da onlara aracı olabileceğini söyler.
- Nasihat etmek nedir, kimlere nasihat ederler?
Nasihat etmek Türkçede ‘başkalarına tavsiyede bulunma’ anlamında kullanılır. Oysa nasihat bir işin yürümesi için sorunları çözmek demektir. Burada onun için ‘Nasihat edenler’ der. “Ona nasihat ediyorlar” demez. Yani onun için araştırmalar yapıyorlar der.
- نَاصِحُونَ kelimesini inceleyiniz.
نُصْح dikiş, “nasihat” bir işin oluşması için gerekli yolu gösterme veya yardım etmedir.
- Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
- QVL-XRM (قول -حرم )
قَوْل beraber yaşayan insanların birbirlerine nasıl davranacaklarına dair verdikleri sözlerdir. Türkçede “mukavele” kelimesi anlaşma yapma anlamındadır. Sözleşmeyi de böyle anlarız. Dolayısıyla kavlin lafızdan, lügatten, kelamdan farkı vardır. Akit ve ahit aracıdır.
حَرَم ise kavil ile tespit edilen sınırlar demektir. Haramları ve helalleri mukaveleler tespit eder. Sözle ifade edilmeyen yani şeriatça tespit edilmeyen kanunlarda ve mevzuatta yazılı ve sözlü haline getirilmeyen herhangi bir fiilden dolayı insanlar suçlanamazlar. Kısas kelimesi Kur’an’da geçtiği içindir ki insan öldürmek haramdır. Nitekim bazı kabileler insanı kurban etmeyi ibadet sayarlar. ‘Bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş olur’ şeklinde bir hüküm olmasa onlar suçlanamazlardı.
- DLL-KFL (دلل -كفل )
Delalet etme, bir kimseye bilgi vererek onu istediği yere götürme demektir. Kefalet ise kişinin kendi başına yapması gerekeni yapamaması halinde ona fiilen yardımcı olmaktır. Onun yapacağını yapmaktır. Delilin delaleti ile elde edilen sonuç ile kefilin kefaleti ile elde ettiği sonuç arasında benzerlik vardır. Yani delil aynı zamanda kefildir. Götürdüğü yer, istenen yer değilse kefilin sorumluluğu ile sorumlu olur.
- BYT-NÖX (بيت -نصح )
بَيْت dışarıda cereyan eden doğal kötülükler ile dışarıda cereyan eden sosyal kötülüklere karşı evin aile halkını koruyan yerdir. Yani aile hem doğal kötülüklerden hem de sosyal kötülüklerden fertleri koruyan bir kurumdur. Bu koruma aile içi düzen ile sağlanır. Aile içi düzen de nasihat ile sağlanır. Demek ki bu ayet ile aile içi düzenin nasihat yoluyla oluşacağı ortaya çıkar. Herkes sorunları nasihat yoluyla çözer. Burada “nasihat” diye bir kuruluş ortaya çıkar. Bunun da fıkhını oluşturmamız, fıkıh kitaplarında “kitabu’n-nasihat” diye bir bölüme yer vermemiz gerekir.
- QBL-EHL (قبل -ءهل )
قَبْل karşılaşma demektir. أَهْل ise karşılaşan kimseler demektir. Ehli beyt, günün 24 saatinde birbirleri ile karşılaşır. Ehli karye ise her gün birbirleri ile karşılaşır. Ehli belde her hafta karşılaşan kimselerden oluşur. Ehli Medine yıl içinde karşılaşan kimseler olur. Ekonomi bakımından karşılaşmalar أَهْل ile ifade edilir. Bu ayet bize bunları düşündürtür.
- HaL-HuM (هَلْ -هُمْ )
Ayette هُمْ kelimesi ile هَلْ kelimesi eşleştirilir. هُمْ topluluğu ifade eder. Çoğul zamiridir ama yalnız şuurluların çoğulu için kullanılır. Eşyanın çoğulu için kullanılmaz. هَلْ ise sorma edatıdır. İnsanlar birbirlerinden bilgi alarak topluluğu oluştururlar ve yaşarlar. Asıl olan sorup öğrenmedir. Asıl olan öğretme değildir. Yani ben bildiklerimi birisine anlatmakla mükellef değilim. Kimse de bana durup dururken anlatmakla görevli değildir. Ben sormakla, onlar da sormakla görevlidirler. Ondan sonra ben ve o cevap vermek zorundayız. İşte bu eşleştirme bize bunu anlatmış olur.
- GaLAy-LaKUM (عَلَى -لَكُمْ )
عَلَى ile لِ harfi ikisi de intihai gaye içindir. لِ‘de kendisinden sonra gelenin, kendisinden önce gelene, عَلَى‘da ise kendisinden önce gelenin sonra gelene etkisini ifade eder. عَلَى‘yı yalın halde kullanır. لِ‘yi كُمْ ile ifade eder. Burada işaret edilen; dağınık olmanın, ayrı ayrı olmanın aleyhte olduğudur. Oluşmama demektir. Ama bir araya gelme, beraber olma, oluşmadır ve bir araya gelenlerin lehinedir. Bunu ifade eder.
- GLaYHı-LaHu (عَلَيْهِ -لَهُ )
لِ ile عَلَى hak ve görevleri ifade eder. Toplulukta insan görevlerle yükümlüdür. Karşılığında da hakları vardır. Şeriat hak ve görev üzerine oturur. Buna denge deriz. Adalet denge demektir. Bu eşleştirme ile şeriat düzeninin ana kaidesini bize öğretmiş olur.
- Fa-MiN (فَ -مِنْ )
فَ harfi peş peşe gelenleri birbirine atfeder. Sonra gelenin, önce gelenin hemen arkasından geldiğini ifade eder. مِنْ ise önce gelenin sonra gelenin arkasından oluştuğunu gösterir. İkisinde de ortak hüküm vardır, o da peş peşe olmadır. Oluşma ve arkaya gelme hükümleri üzerinde düşünmemiz için bu iki harf eşleştirilir.
Öz Türkçe ile:
“Ve önceden onu süt emmelerinden uzak tuttuk. ‘Ona çözüm arayanlara ‘Sizin için buna bakacak evdekilerden birini bulayım mı?’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve kablinde ona meradi’ tahrim ettik. ‘Sizin için ona kefil olan ve ona nasihler olan beytin ehlini size delalet edeyim mi?’ diye kavl etti.”
وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِنْ قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ (12)
***
فَرَدَدْنَاهُ إِلَى أُمِّهِ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ(13)
(13)Fa RaDaDNAvHu EiLAy EumMiHIy KaYTaQarRa GaYNuHAv Va LAvTaXZaNa Va Li TaGLaMa EanNa VaGDa elLAvHıXaqQun Va LAvKıN EaKÇaRaHuM LAv YaGLaMUvNa
“Ekserisi ilim etmeyecek durumdayken aynı karar kılsın, mahzun olmasın Allah’ın va’dinin hak olduğunu ilmetsin diye onu ümmine reddettik.”
فَرَدَدْنَاهُ إِلَى أُمِّهِ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ |
رَدَدْنَاهُ حَقٌّ | يَعْلَمُونَ تَعْلَمَ تَقَرَّ تَحْزَنَ | أُمِّهِ أَكْثَرهُمْ وَعْدَ عَيْنُهَا | لَكِنَّ كَيْ اللَّهِ أَنَّ | | فَ وَ وَ وَ لَا لَا إِلَى لِ |
رَدَدْنَاهُ- حَقٌّ تَقَرَّ-تَحْزَنَ أُمِّهِ –أَكْثَرهُمْ وَعْدَ –عَيْنُهَا اللَّهِ-أَنَّ فَ وَ إِلَى- لِ |
(1+1)+(2+2)+(2+2)+2+2+4+2+2)= 22=16+4+2 |
RDD-XQQ QRR-XZN EMM-KÇR VGD-GYN EalLAH- EinNa Fa-V EiLAy -Li |
- Buradaki فَ nereye atfeder?
Ablasının teklifini kabul ederler ve Musa’nın annesi oğluna kavuşmuş olur. Buradaki فَ takip Fa’sı olduğu gibi sonuç Fa’sı da olabilir. Yani ‘bu teklifin hemen arkasında Musa’nın annesine kavuşması sağlanır’ manası olduğu gibi ‘Bütün yukarıda anlatılan takdirlerin sonucu Musa annesine kavuşur’ manası da çıkar.
- Neden وَ değil de فَ gelir?
وَ gelseydi bu olayların sonucunda değil, başka sebeplerle reddedilmiş anlamı çıkardı ya da ‘Daha sonra reddettik’ anlamı çıkardı.
- فَرَدَدْنَاهُ ‘daki هُ zamiri nereye gidiyor?
Musa’ya gider. Musa böylece tekrar annesine kavuşmuş olur. Öz annenin sütü ile büyür. Ayrıca ana eğitimini alarak Mezopotamya medeniyetinin de vârisi olur.
- Reddetme ne demektir?
رِدَّة devenin memesinden doğum öncesi gelen süttür. Hamile kaldıklarında sütleri kesilir. Doğum yaklaşınca yeniden süt toplanmaya başlar. Bu, doğumun yaklaştığını gösterir.
- أُمِّهِ‘daki هُ zamiri nereye racidir? Neden annesine reddeder?
Musa’nın annesine racidir. Annesine reddetmenin diğer retlerden farklı olduğu vurgulanır. Çocukların anneleri dışında büyütülmesi Marks’ın kreş önerilerinde vardır. Böylece çocuklar annelerini ve uluslarını bilmezler, ana dilleri olmaz, tüm insanlık tek ulus olur. Bu, doğa kanunlarına aykırıdır çünkü insan ailesi içinde ve annesinin sütü ve sohbeti ile büyürse eğitimi normal olmuş olur. أُمّ kelimesiyle bu vurgulanır.
- كَيْ ile لِ kelimelerini karşılaştırınız.
لِ harfi cer olarak isimlerin başına gelir, temliki ifade eder. Aynı zamanda fiillerin de başına gelir, gayeyi ifade eder. كَيْ de Kur’an’da 4 defa bu anlamda geçer. İkisi Musa’nın annesine reddi için zikredilir. Diğer 6’sı لَا‘dan önce gelir. لِ kelimesi لَا‘dan evvel لَا لِ olarak gelmez. Araya كَيْ gelir. İkisi de aynı manayı içerir. ك kevni, oluşu, ل ise oluşun hikmetini ifade eder. كَيْ ‘böyle olmasından dolayı’ anlamındadır. لِ ise ‘böyle olması için’ anlamındadır. Bunun üzerinde çalışılması gerekir.
- Aynın kararı (تَقَرَّ عَيْنُهَا) ne demektir?
عَيْن göz demektir. ‘Gözün kararı’ demek ‘gözü başka yerde olmasın’ anlamındadır. İnsanın işi ve yaşayışı kendisini meşgul eder ve memnun edecek şekilde olunca, işinde ve yerinde sebat eder ve başarıya ulaşır. İşinden veya yaşayışından memnun değilse gözü dışarıda olur, hep kendisine yeni hayat, yeni iş aramakla uğraşır. Yerini ve işyerini değiştirir. Her seferinde yeniden hayata başlar. Yeni meslek edinir, yeni arkadaşlar bulur, onlara uyum sağlar gibi olunca da yeniden yerini değiştirir. Musa’nın annesi eğer oğluna kavuşmamış olsaydı, devamlı olarak ona kavuşma çabası içinde olacaktı. Musa’nın annesi için bunu Allah istemez. Burada Musa’dan çok annesi merkeze alınır.
- Ayet 9’daki “Kurretu ayn/قُرَّةُ عَيْنٍ” ile buradaki “Aynının kararı” ifadelerini karşılaştırınız.
Firavunun vârisi yoktur, kendisinden sonra ne olacağı üzerinde devamlı çaba sarf eder. Firavunun karısı “Gözümüz aydın olsun, artık çocuğumuz var” der. Burada ise “Annesinin gözü aydın olsun” diye zikreder. ‘Gözü aydın’ durumu bu ayetlerde herkes için temel kabul edilir. Bugün insanlar devamlı iş yeri araştırırlar. İşi bulunca da konaklama yeri bulmakla uğraşırlar. Gözleri hep dışarıdadır. İşinden olduğunda nerede iş bulabilirim çabası insanların zamanlarını dolduran bir meşgale olur. Semt kooperatifleri bu sorunu çözer. İşsiz kalsa bile herkesin yeryüzü kirasından payı vardır. Ayrıca işyerleriyle meskenler aynı yerde olduğu için ve ortaklık sistemi bulunduğundan kimsenin gözü dışarıda olmaz. O halde ortaklık sistemi demek göz aydınlığı sistemi demektir.
- وَلَا تَحْزَنَ‘deki وَ nereye atfeder?
تَقَرَّ‘ya atfeder. كَيْ‘e atfederse لَا تَحْزَنَ‘deki لَا, كَيْلَا manasındadır. ‘Hüzün içinde olmasın diye’ demektir. وَ ile atfettiğine göre hüzün içinde olmayla aynın karar olması ayrı ayrı şeylerdir. İnsan işinden memnun olur, evinden memnun olur, yeni iş aramaz, yeni ev aramaz ama başka sebeplerden mahzun olmuş olabilir. Burada müspet ve menfi beraber kullanılır. Mefhumu muhalefeti kabul etmeyenler için müspeti söylemek, menfisini nefy etmek anlamında değildir. Onun için وَ harfi ile zıddı ifade edilebilir.
- Hüzün ile aynın kararını karşılaştırınız.
Hüzün, kararın zıddıdır. Ya da ayn ve hüzün birbirinden farklıdır. Bu ayette insan hayatının normal durumu anlatılır. Normal durumunda insanın bulunduğu yerden memnun olması, çevresindeki olaylardan da üzüntü duymaması gerekir. Yani hayatın iki cephesi vardır. Birisi kendi içinde sağlıklı olmadır, diğeri ise çevreye uyumlu olmaktır. Kur’an burada bir insanın normal durumunu anlatır. Musa’nın annesi iyi insan olduğundan Allah da onu iyi şartlara kavuşturur.
- وَلِتَعْلَمَ‘deki وَ nereye atfeder?
تَحْزَنَ‘yi تَقَرَّ‘ye, لِتَعْلَمَ‘yi deكَيْ تَقَرَّ ‘ye atfederiz. لِ ile كَيْ‘in manaları farklı olmalıdır. Aralarında ilgi bulunmalıdır. لِ harfinde başka şeye ulaşma veya onu elde etme manası vardır. كَيْ‘de ise kendisinde oluşma anlamı vardır. لِ‘de ‘Ben bunu elde edeyim’ anlamı çıkarken, كَيْ‘de ise ‘Ben böyle olayım anlamı’ bulunur.
- لِ harfi niye gelir?
Atfın تَقَرَّ‘ye değil de كَيْ‘e ait olduğunu belirtmek için geldiği gibi biri Musa’nın annesinin durumunu ifade eder, burada ise genel hüküm ortaya konur.
- وَلِتَعْلَمَ‘deki ت harfi kime işaret eder?
لَا تَحْزَنَ‘deki ت harfi gibi bu da Musa’nın annesine işaret etmiş olabilir. Ancak ‘sen’ manasına da gelebilir. Yani bu Kur’an’ı okuyup yorumlayan kimseye hitap eder. Biz bu manada anlarız. Bilesin diye tercüme ederiz. Hem لِ harfi (gizli bir أَنْ ile) hem de كَيْ harfi kendisinden sonra gelen fiili mastara dönüştürür. Yani لِ أَنْ veya كَيْ manasındadır. Bunun için naspeder. Nasp harfleri أَنْ, لَنْ, كَيْ ve إِذًا (Kur’an’da bu şekliyle geçmez) harfleri kabul edilir. لِ harfinden sonra أَنْ takdir edilir.
- Bundan sonra gelen cümleler kime hitap eder?
Bundan sonra gelen cümleler Kur’an’ı okuyup anlamak isteyene hitap eder. Onun zamanına bizim verdiğimiz mana hitap etmez. Diğer mana da haktır. Onun yorumu farklıdır. Biz yorum yapmıyoruz.
- ت harfi te’nis T’si (Dişil 3. şahıs) veya muhatap T’si (Eril 2. şahıs) olabildiğine göre ayeti yorumlayınız.
Musa’nın annesine “Onu sana geri çevireceğiz.” diye vaat etmişti. Allah bu vaadi yerine getirerek Musa’nın annesine Allah’ın vaadinin hak olduğunu bildirmek için onu geri çevirir. “Lakin çoğu bilmeyecekler” der. Yani Musa’nın annesi olduğunu çoğu öğrenemez demektir. İkinci manayı verirsek, Allah’ın vaadi ahd değil cins veya istiğrak için gelmiş olabilir. Bütün ilahi vaatlerin hak olduğu ifade edilmiş olur. هُمْ zamiri o zaman Firavunun âline değil bütün insanlara ya da İslamiyet’e karşı olanlara gider. Bugün için bu çok önemlidir. Allah Kur’an’da bize vaat eder, kredileşmeli ortaklık düzeni gelecek, istişareli biat düzeni gelecek ama onların çoğu bunu bilemeyecekler. Çünkü bilmeden evvel silinip gidecekler anlamı çıkar. Bu iki mana üzerinde düşünüp tartışabilirsiniz.
- Vaadin hak olması ne demektir?
Vaadin hak olması demek vaat edilenin gerçek olması demektir. Kredileşmeli ortaklık sistemi geldiği zaman vaat yerine gelir. İstişareli biat sistemi geldiği zaman, hakemlik sistemi geldiği zaman, altın bonosu revaç bulduğu zaman vaat yerine gelmiş olur.
- Burada kastedilen vaat nedir?
Burada kastedilen vaat Musa’nın annesine reddedileceği vaadi olduğu gibi genel olarak Allah’ın bütün vaatleridir de. Bizim için bize vaat edilenlerdir.
- وَلَكِنَّ kelimesini inceleyiniz.
لَكِنْ kelimesi var, bir de وَلَكِنْ var. لَكِنْ aslında لَا كَانَ‘den dönüşür. ‘Olmadı’ anlamında, مَا geçmişin nefyidir, لَا ise geleceğin nefyidir. مَا fiili muzariye gelerek hali ifade eder. لَا‘da fiili maziye gelerek hali ifade edebilir. Kur’an’da bu yoktur (فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى şeklinde ne o ne de bu manasında geçiş var Tayibet Erzen). Ama لَكِنْ kelimesinde لَا كَانَ olarak vardır. Şimdi olmuyor demektir. Sonundaki ن harfi fiili muzarilere gelir, إِنَّ gibi fiili muzariyi tekit etmiş olur. Bu fiili muzari olmadığı için buraya gelmesi kurallara uygun değil gözükmektedir. Ancak لَا كَانَ kural dışı olup hali ifade edince şeddeli ن da gelir. Bu anlamda لَكِنْ ile لَكِنَّ arasında sadece tek’id farkı vardır. وَ harfi ile gelmiş olmasından dolayı bundan önceki cümleyle bu cümle arasında وَ‘li atıf ilişkisi var demektir. Ekserin bilmemesi ile Allah’ın varlığının hak olması arasında farklılık var demektir.
- أَكْثَرَهُمْ‘daki هُمْ zamiri nereye racidir?
Firavun âlinin ve ehlinin mensuplarına racidir. Yani onlar hayatlarının çoğunda Musa’nın bir İsrail oğlu olduğunu bilmeyecekler. İkinci manasına gelince de bugünkü sosyalist ve kapitalistlere racidir. Üçüncü binyıl uygarlığı geldiği zaman bugün var olan neslin çoğu olmayacaktır. Ya tufandan sonra gelecek demektir ya da uzun yıllar sonra gelecek demektir. Kur’an’daki ebced hesabıyla ortaklık sisteminin gelme tarihi 2019 veya 2099 yılı olarak hesaplanır. O tarihte bugün yaşayanlar belki hiç olmayacaklardır.
- لِتَعْلَمَ deki ت’yi te’nis T’si olarak anladığımız takdirde çoğunluğunun bilmemesi ama bir kısmının bilmesi anlamı çıkar mı?
Musa’nın İsrail oğullarından olduğu belli bir grup tarafından öğrenilir ama söylenilmez. Toplulukta böyle olaylar vardır. Herkes onun öyle olduğunu bilir ama kimse bildiğini açıklamaz. Kişiler ayrı ayrı bilirler ama topluca bilinmez. Musa’nın durumu da böyledir. Birçoğu bilir fakat bildiğini söylemez. Bugün de faizli işçilik sisteminin bitmekte olduğunu herkes bilir ama Akevler’den başka bunu söyleyen bulunmaz.
- “İlim etmezler/لَا يَعْلَمُونَ” der, Musa büyüdükten sonra da mı ilim etmezler?
Bazıları dediklerine göre eskiler ölmüş olduklarından dolayı ilim etmeyecekler. Yani Musa’nın İsrail oğlu olduğunu ömürleri yetmediği için bilemediler demektir. Bugün de şeriat düzeninin geleceğini birçok kimse göremeyecek.
- Musa ne zamana kadar kendisinin İsrail oğlu olduğunu saklamıştır?
Bu hususta henüz bilgiye sahip değiliz. Ancak Musa meşhur olmuştur. İsrail oğulları onu bilmektedir hatta Mısırlılar da artık öğrenmiştir. Musa sarayı terk etmiştir. Birbirleri ile kıtal eden kıssası bunu bize söylemektedir. Bununla beraber herkes bilse de Firavun resmen ona cephe almamıştır. Çünkü Tanrı’nın oğlu olduğunu iddia eden bir kimsenin bu kadar büyük gaflete düşmesi Firavunun Mısır’daki itibarını zedeleyecektir.
- Musa ile Harun tebliğe geldikleri zamanda da Firavun Musa’nın İsrail oğlu olduğunu bilmeyecek mi?
Harun’un İsrail oğlu olduğu zaten bilinmektedir. Onunla beraber Firavuna gelmiştir. Hem de Mısırlılara karşı suç işlemişti. Aradan uzun zaman geçmiştir. Firavun değişmiştir. Yeni Firavun nereden gelmiştir? Hani Firavunun vârisi yoktu? Buradan anlaşılıyor ki Firavunun oğlu yoktu ama kardeşleri ve yeğenleri vardı. Onlardan biri Firavun olmuştur. Yeni Firavun önceki Firavunun olaylarını kapatmaktadır. Onun zamanında işlenmiş olan cinayetin üstüne gitmemektedir. Belki de onlarda da mururu zaman vardı. Eski cinayetler artık takip edilmiyordu.
- Ekseriyetin içinde Firavun da var mı?
Evet, ölen Firavun bilmemektedir. Yahut bilmez görünmektedir. Yeni Firavun ise bilse de sorun etmemektedir.
- Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
- RDD-XQQ (ردد - حقق)
“Tereddüt” gidip gelme anlamındadır. Şüphe anlamındadır. Kesin olmayan manalar ve görüşleri içermektedir. “Hak” ise gerçekleri, doğruları, değişmezlikleri içermektedir. Burada bize anlatılan tereddütlerin, kararsızlıkların hak olmadığı ifadesidir. İçtihatlarla amel bunun için teşri edilmiştir. Sıkıyönetim zamanında İzmir belediye başkanı olan bir albaya kooperatifin sorununu götürmüş “En kötü karar kararsızlıktan iyidir, bitirin artık bu davayı.” demiştim. “Bu senin dediğin askerliğin kuralıdır.” demişti. Bunlar, tereddüt ile kararlılık hallerini karşılaştırmamızı sağlamak için eşleştirilmiştir.
- QRR-XZN (قرر - حزن)
“Karar” kelimesi belli bir serbestlik içinde ama merkezden kopmamak üzere dengede kalma manasındadır. “Hüzün” kelimesi sonbaharı ifade eder, yaprakların dökümünü gösterir. “Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda.” (M. Akif Ersoy) ifadesinde de belirtildiği hazan gibi yaprakların dökümüdür. Dengenin bozulmasıdır. Birbirinden kopmasıdır. Olaylar karar ve hazan üzerinde oluşmaktadır.
- EMM-KÇR (ءمم - كثر)
أُمّ anne, كَثِير ise çok olma demektir. İnsanların nüfusu ve gelişmesi annelerin doğurma oranlarıyla hesaplanmaktadır. Bir kadın kaç çocuk doğuruyorsa o topluluk o kadar gençleşiyor demektir. İslam âleminde nüfus artmakta, Hıristiyanlıkta ise nüfus azalmaktadır. Batı bu endişe sebebiyle doğum kontrolü üzerinde ısrar etmektedir. Sovyetlerde Müslüman nüfusu çoğalmakta idi. Eğer Gorbaçov devriminden sonra Yeltsin Sermaye’nin emrine uyarak Sovyetleri dağıtmasaydı, bugünlerde veya birkaç sene sonra Sovyetler de Müslüman nüfusu Hristiyanlardan fazla olacaktı. Bunu önlemek için Sermaye Sovyetleri dağıttı ve Müslüman ülkeleri sözde bağımsız hale getirdi, Rusya’nın nüfusunu Hristiyan olarak korudu. Ayet anne ile nüfusu eşleştirerek bize bunları anlatmaktadır.
- VGD-GYN (وعد - عين)
عَيْن kelimesi aynı zamanda tayin etmek, belirlemek anlamındadır. وَعْد kelimesi ileride olacakları ifade etmektedir. Yani “Ben sana bunu yapacağım, iyiliği veya kötülüğü yapacağım” demektir. Vaadin muayyen olması istenir. Yani yuvarlak laflar ile vaat yapılmaz. “Ben seni destekleyeceğim, sana gerekli yardımı yapacağım” gibi sözler vaat değildir. Muayyen olmak demek, aynı zamanda müşahhas olmak demektir. Vaat gözle görülebilir, elle tutulabilir bir şey olmalıdır.
- EalLAH-EinNa (اللَّهِ - أَنَّ)
Allah kendisinden bahsederken “Allah” olarak, “Rab” olarak bahsettiği gibi, “Ben” olarak ve “Biz” olarak da bahseder. Kürsüye çıkıp konuşan bir kimse hep “Ben şöyle yaptım, böyle yaptım” derse dinleyenler “Sen kimsin?” derler ve konuşan meramını anlatamamış olur. Hep ismini söyleyip “Falan böyle, filan böyle” derse o zaman da bir başkasını anlatmış olur. En uygun tarz, arada “Ben böyle yaptım” arada ismini söyleyerek “Falan böyle yaptı” demesidir. Böylece halk anlayacak ki konuşan adam bu kimse imiş ve bunları o yapmış. Kur’an bu sistemi çokça kullanır. Allah böyle yaptı cümlesinin arkasından biz böyle yaparız der. Allah biz ve ben kelimesini de kullanmaktadır. Aynı şekilde kendisini ifade ederken bazen “Ben” der bazen “Biz” der. “Ben” dediği zaman doğrudan kendisinin yaptığı işleri ifade etmiş olur. “Biz” dediği zaman yarattığı varlıkları kullanarak o işleri yapar. Yani aracılar vasıtasıyla yapıyorsa “Biz” der, doğrudan yapıyorsa “Ben” der. Biz bu kuralı çok eskiden açıkladık ancak bu ayet bizi burada teyit etmektedir.
- Fa-Va (فَ - وَ)
Kur’an önemli ifadeleri tekrarlar. Ancak her tekrarda bir farklılık olur. فَ ile وَ harfini değişik ayetlerde eşleştirmiştir. Biz de açıklamalarını yaptık. Tekrar olarak şunu söyleyebiliriz, olaylar ya ayrı ayrı birlikte ama bir yerde cereyan eder ya da biri diğerinin sonucu olur. Biri diğerinin sonucu ise فَ harfiyle, birlikte ama ayrı ayrı oluşuyorlarsa وَ harfiyle ifade edilir. و ile ف dudaktan çıkan harfleridir, birbirine yakın harfler arasında yer alırlar.
- EiLAy –Li (إِلَى - لِ)
إِلَى ile لِ aynı manadadır. Son anlamındadır. إِلَى‘da etkileşme yoktur, لِ‘de ise sonraki öncekine etki eder. Önceki olay sonraki olayın olması için oluşmuş olur. Bunun için eşleştirilir.
Öz Türkçe ile:
“Onların çoğu bilemeyecek biçimde gözü aydın olsun ve üzülmesin diye Allah’ın sözünün gerçek olduğunu bilmesi için onu annesine geri getirdik.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ekserisi ilim etmeyecek durumdayken aynı karar kılsın, mahzun olmasın Allah’ın va’dinin hak olduğunu ilmetsin diye onu ümmine reddettik.”
فَرَدَدْنَاهُ إِلَى أُمِّهِ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ(13)
***
(14)وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَى آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
(14)Va LamMAv BaLaĞa EaŞLudDaHUv VaiSTAVAy EAvTaYNAvHu XuKManVa GıLMan VaKaÜAvLiK NaCZIy eLMuXSINIyNa
“Ve eşüddüne buluğ edince ve istiva edince ona hüküm ve ilim ita ettik. Biz muhsinleri böyle cezalandırırız.”
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَى آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ |
بَلَغَ اسْتَوَى آتَيْنَاهُ | نَجْزِي | حُكْمًا عِلْمًا | أَشُدَّهُ الْمُحْسِنِينَ | كَذَلِكَ لَمَّا | وَ وَ وَ وَ |
بَلَغَ- اسْتَوَى آتَيْنَاهُ- نَجْزِي حُكْمًا- عِلْمًا أَشُدَّهُ- الْمُحْسِنِينَ كَذَلِكَ- لَمَّا |
(3+1)+(2+2) +(2) +4=14 =16-2 |
BLĞ-SVY ETY-CZY XKM-GLM ŞDD-XSN KaÜAvLiKa- LamMA |
- وَلَمَّا‘daki وَ nereye atfeder?
7. ayette geçen وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى ifadesine atfeder.
Musa’nın doğumu ve büyümesi anlatıldıktan sonra, şimdi kendisine görev verilir.
Bir kimseye bir görev verilmeden evvel o görevi yapacak şekilde eğitilmesi gerekir ve ona gerekli imkânların sağlanması icap eder. Musa’nın kıssasını anlatırken Allah bize eğitim müessesesini de anlatır. Kişi okuyarak değil, yaşayarak eğitilir. Ama aynı zamanda okur. Nasıl Allah kitabı gönderdiği gibi onu uygulayan peygamberleri ve müminleri de görevlendirerek insanlığa tebliğini yapmışsa biz de eğitim yaparken bir taraftan şeriatı uygular öbür taraftan da şeriatı insanlara anlatırız. Bunun için biz Akevler’de çalışarak okuma ilkesini getirmiş bulunuyoruz. Çocuk 7 yaşında okumaya başladığı gün çalışmaya da başlar. Musa’nın kıssası bütün bunlar için birer örnektir. Çocuklar eğitimlerini dışarıdan alırlar ama ailelerin içinde büyürler. Aile içinde büyümeleriyle kendi ailelerinin irfanını alırlar, dışardan öğrendikleri için de başka ailelerin irfanlarına da sahip olurlar. Musa’nın eğitimi bunun açık örneğidir.
- لَمَّا‘nın anlamı nedir?
لَنْ مَا‘dan dönüşür. لَنْ fiili muzari üzerine gelir, gelecekte olacakların nehyi olur. مَا‘da fiili mazi veya muzari üzerine gelir, haldeki ve geçmişteki olumsuzluğu bildirir. لَنْ مَا olumsuzun olumsuzudur. Yani olumluluktur. İki negatif sayının çarpımı pozitif ettiği gibi لَمَّا da pozitif eder. ‘Uykusuz değilim’ dendiği zaman ‘-suz’ ile ‘değil’ kelimelerinin ikisi de negatiftir, ama sonuçta uyudum demektir. Olması beklenen bir zamanı ifade eder. إِذَا‘dan farkı, إِذَا aynı zamanda şartı içerir ve teşrit edilmiş değildir. Bir de iki pozitifin çarpımı pozitiftir, iki negatifin çarpımı da pozitiftir. Sonuçta aynı manayı taşırlar ama gerçekte onlar ayrı ayrı negatiftirler. لَمَّا‘daki bu özelliği düşünerek لَمَّا ile إِذَا arasındaki farkı bulabiliriz. Bu düşünmeyi ileriye bırakalım.
- Neden وَإِذَا بَلَغَ demez de وَلَمَّا بَلَغَ der?
إِذَا بَلَغَ dendiği zaman baliğ olma ita edilmenin şartı olur. إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ dediğimiz zaman kıyamdan önce de abdest alabilirsin ama buluğ olmadan evvel hüküm ita edilemez. Şartın işlenmesi için meşrutun olması şarttır. Bundan dolayı لَمَّا getirilir.
- أَشُدَّ‘den kasıt nedir? Hangi çağları ifade eder?
شَدّ sicim bağıdır, شَدِيد bağlı demektir.
Torba içine konmuş mallar zaten korunur. Bunu takviye etmek için ayrıca iplerle sarılır öyle yüklenir. Sonra teşdit etmek demek güçlendirmek anlamına gelir. أَشُدَّ en güçlü olduğu zamandır. Bu zaman hangi yaştır?
Buluğ insanın erginlik çağına erişmesidir. Çocuk yapacak hale gelince baliğ olmuş olur. Rüşt ise aklını tam olarak kullanıp kendi başına kararlar alabilme yaşıdır. Kur’an bu yaşın imtihanla tespit edilmesini emreder. Biz bunu 20 yaşlarında kabul ederiz. أَشُدَّ‘de ise 25 ile 35 arasında bedenen en güçlü duruma ulaşır. 30 yaş rasih olmak için şart olan yaştır. Musa’nın hüküm ve ilim edinmesi 30 yaşlar civarında olmalıdır.
- “İstiva” (اسْتَوَى) ne anlamdadır?
“İstiva” سوي kökünün İfti’al babıdır. Birisinin seviyesine ulaşma anlamındadır. Güçlü, kuvvetli olmanın yanında kendi eğitimini tamamlamış demektir.
Bizim tasnifimizde eğitim yaşı 30’dur. İlk 15 yaş ilkokula kadar alınan eğitimi ifade eder. Ondan sonraki 15 yaş orta, yüksek ve akademik eğitimleri içerir. İlk 15 yaş biyolojik olarak sabit olur. Kıyas yoluyla öğrenim çağını da 15 yıl yapar ve her döneme 5 yıl takdir ederiz. Yani bizim anayasada lise öğrenimi 5 yıldır. Yükseköğrenim de 5 yıldır, akademik kariyer de 5 yıldır. Öğrenimi tamamlayan istiva etmiş olur. Yani bedenen ve aklen en olgun zamana ulaşır. Ayrıca kendi isteğine bağlı olarak eğitimini de tamamlar, hikmet ve ilme sahip olmuş hale gelir.
- بَلَغَ‘ye atfettiğine göre manaları arasındaki fark nedir?
“Baliğ olmak” demek bir yere varmak demektir. İnsanın tam mükellef olabilmesi için 15 yaşına gelmiş olması gerekir. Baliğ olan kimse artık tam bağımsızdır. Ne annesinin ne babasının ne de herhangi başka birisinin velayetindedir. Bunun manası, kız olsun erkek olsun, o yaşa geldikten sonra kimsenin dediğini yapmak zorunda olmamasıdır. Kendisi karar verir ve yapar. Yaptığından dolayı da kendisi sorumlu olur. Mahkemede tam yetkili olarak kendisini temsil eder. Eşitlik durumunda ise bazı görevleri yapabilmek için bilgili olmak gerekir.
İnsan bilmediği konularda iş yapabilir. Sorumlu kendisidir. Ancak insanın tek başına bu işleri yapması çok zor olduğundan yerine dayanışma ortaklıkları kurulur. Meslek icra edilirken veya hayat şartları içinde insan bir zarar verdiği zaman bunu tek başına karşılayamaz. Dolayısıyla ortaklaşarak karşılanır. Bunun için dayanışma ortaklıkları ehliyet tevcih ederler ve diploma verirler. Bu kimse mesleğini sigortalamış olur, mesleğinden dolayı doğan zararları dayanışması öder.
Bugünkü düzende diploma yok diye birçok iş yapılamaz.
İslam’da ise diploma istismarı olmasın diye herkes her işi yapabilir ama işleri sigortalı değildir. Bir bu fark vardır, bir de bugünkü sigortalama sisteminde sigorta aidatları ödenerek sigortalanır. Şeriat düzeninde ise sigorta teavün ilkeleri içerisinde gerçekleşir.
- آتَيْنَاهُ‘deki نَا zamirinin manası nedir?
Musa’nın hikmet ve ilim öğrenmesi ledün ilmi değildir. Yani ona kural dışı Allah tarafından verilen bir ilim değildir. Kendi çalışmasıyla ve yaşamasıyla elde eder. Şeriat ilmini annesinden, zanaat ilmini Firavunun sarayından öğrenir ve 30 yaşlarına geldiği zaman rasih mertebesine ulaşır.
- “Hüküm/حُكْمًا” ve “ilim/عِلْمًا” karşılaştırılır, ne gibi ayrılıkları vardır?
“İlim” bir varsayımın doğru kabul edilerek tümden gelim yoluyla uygulanabildiği yerlerde uygulamalar yaparak varsayımları doğrulamaktır. Böylece kendimizi ve çevremizi öğreniriz. “Hüküm” ise bir konuda uygulanacak değişik varsayımlarla bilgileri orada uygulayarak sonuç elde etmedir. Buna “içtihat” deriz.
Demek ki ilim bir merkezden çevreye dağılır. Fıkıh ise çevreden bir yerde bilgileri toplar. İlim fıkıh için şarttır. Fıkıh ilmin gayesidir. Rasih kimse, ilmin ve fıkhın en yüksek mertebesine çıkan kimsedir.
Akevler’de bunun çalışmaları yapılır, seminerlerde fıkıh ve ilim öğretilir.
Bugünkü üniversiteler ilim yapar, fıkhı Sermaye’ye bırakır, Sermaye de göstermelik meclisleri oluşturup ilmi olmayanların parmakları ile şeriatı oluşturur. İnsanlığın günümüzdeki perişan hali bundan dolayıdır.
- وَكَذَلِكَ‘deki وَ nereye atfeder?
آتَيْنَاهُ‘ya atfediyor. Ona hüküm ve ilmin verilmesi onun çalışması karşılığıdır. İnsanın rasih derecesine ulaşabilmesi için yalnız eğitim alması ve bilgili olması yeterli değildir. Muhsin olması da gerekir. İhsanı bir ücret karşılığı alacaktır. Bir şey yapacaktır ki ona karşılık ilim ve hikmet verilsin.
- كَذَلِكَ ile neye işaret edilir?
Musa’ya ilim verilir. Hüküm verilir. Yani içtihat yapabilir.
- “Ceza” (نَجْزِي) ne demektir?
Ceza, bir şey karşılığı verilendir. Yerini tutan şeye denir. Sonra zimmilerden alınan verginin adı olmuştur. Ceza bir fiile karşı uygulanan kötülük veya iyiliktir. Sonraları daha çok kötülükler için kullanılır.
- الْمُحْسِنِينَ kurallı erkek çoğul gelir; kimlerdir bunlar?
Demek ki ihsan edenler topluluk oluştururlar. Bunların özelliği şudur; kendileri halka hizmet ederler, bu hizmetlerinden dolayı halktan bir şey istemezler, hizmeti karşılıksız yaparlar. Bunların ücretleri bütçeden pay olarak verilir. Kur’an’da müellefe-i kulub olarak gösterilir. İlim adamları, sanatkârlar, doktorlar böyle hizmet yaparlar. Öğretmenler de böyle öğretmenlik yaparlar. Hizmet alanlar hizmet verenleri kendileri seçerler ve ücretsiz olarak hizmet alırlar. Bu hizmeti yapabilmek için ilim ve hikmete sahip olmak gerekir. Önce bu işleri karşılıksız yaparlar, sonra hizmet alanların takdirini kazanınca onlara kamu bütçesinden pay verilmiş olur.
- “İhsan” ne demektir?
حَسَن güzellik demektir. İnsanda faydalı veya iyi çevreli algılama özelliği vardır. Durumdan hoşlanır. “İhsan etmek” demek, güzel yapma demektir, iyilik yapma demektir.
Kişi karşılığını alarak da iyilik yapabilir. Buna “ihsan” demeyiz. Karşılıksız yapılan iyiliğe “ihsan” deriz. Allah adaleti ve ihsanı emreder. Adalet, dengeyi ve karşılıklı alışverişi ifade eder. İhsan ise tek taraflı iyiliği ifade eder.
Anne babaların çocuklara yaptığı iyilikler ihsandır. Onlardan bir şey beklemezler. Kendileri anne babalarından aldıkları iyiliklere karşılık çocuklara hizmet verirler. Çocuklar anne babalarına ihsan ederler, onun karşılığında çocuklardan ihsan alırlar. Öğretmen öğretmeninden öğrenir, ihsan olarak öğrenir, ihsan borçludur. Şimdi çocuklarına ihsan ederek borcunu öder.
- “İhsan” ile “hüküm ve ilim” arasında nasıl ilgi vardır?
Fıkıh ve ilim başkasına verildiği zaman, verende bir eksilme meydana gelmez. Bir adam eğer bir mal verirse kendisinde mal eksilmiş olur. Eksilmeyen varlıkları başkalarına verenler topluluğa vermiş olurlar, karşılığını da sonra topluluktan almış olurlar. Yahut önce topluluktan alırlar, sonra topluluğa verirler. Yani bunlar kişilerle alışveriş yapmazlar.
- Musa medineye girmeden önce de resul olmuş mudur?
Medineye girme وَ ile atfedilir. Ancak kıssa yapılırken önce anlatılır. Dolayısıyla resul olmasa da rasih olur.
- İlim ve hükmün verilmesi, resul kılınması manasında mıdır?
Kur’an’dan sonra artık vahiy ile kimse resul kılınmaz. Ancak resuller, resul olmadan önce eğitime tabi tutulurlar. Burada Musa’nın eğitiminden bahseder. Demek ki bugün peygamberin halifesi olabilmek için fakih ve âlim olmak gerekir.
Fakih ve âlim olmak için biz Kur’an seminerlerine devam ediyoruz.
Resul olmak için çaba göstermiyoruz. Resul olmaya talip olunmaz, çevre onu resul yapar. Biat usulü budur. İnsanlar dayanışma sorumlularına biat ederler, ilmi dayanışma sorumluları sıralama usulüyle siyasi dayanışma sorumlularından birisini resul yaparlar. Halkın biatı ile de Allah tarafından resullüğü tasdik edilmiş olur.
- Bugünkü müminlerin âlim ve hâkim olmaları gerektiği hükmü çıkar mı?
Müminlerin âlim ve hâkim olmaları gerekmez. Kendilerinin seçtiği dayanışma sorumlularının yönetiminde imanın gereği olan hizmetleri yaparlar. Dayanışma sorumluları ilim ve hikmete sahip olurlar. Bucaklarda orta öğrenim görmüş olanlar, illerde yükseköğrenim görmüş olanlar, ülkede ise akademik kariyer yapmış olanlar resul olabilirler.
- Biz nasıl âlim oluruz, nasıl hâkim oluruz?
Kur’an’da “‘ilmimi ziyade et’ de” denir (وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا Taha 114). Yani herkes her zaman ilmini arttırmak zorundadır. Peygamber bu ayeti, “Kadın ve erkek, herkese beşikten mezara kadar ilmi tahsil etmek farzdır.” şeklinde yorumlar. Başka yorumlarında “kadın olsun erkek olsun” ifadesini kullanmazken burada özellikle ilim hususunda buna vurgu yapar.
O halde bizim şimdilik her gün 2 saat ilim ve hikmet üzerinde çalışmamız gerekir. Ayrıca imtihan sistemlerini geliştirip aramızda ilimde ve fıkıhta üstün olanların derecelerini belirlememiz gerekir. Böylece kendi aramızda ilme göre derecelerimizi tespit etmiş oluruz, çalışmada ve yaşamada buna göre davranırız.
- Muhsinlerin örgütünü nasıl kurarız?
İlk farz olan namaz akşam namazıdır. Toplayıcılık zamanında halk akşam namazında bir araya gelir, topladıkları meyveleri birbirlerine borç verir veya değiştirirlerdi. Avcılık döneminde ise beraber ava gitme söz konusu olduğu için sabah namazı farz olur. Çobanlık döneminde hayvanları birlikte sulayabilmek için bir araya gelmeye başlarlar, öğle namazı oluşur. Çiftçilik döneminde insanlar gün içinde devşirdikleri meyveleri pekmez haline getirmek için akşama doğru bir araya gelirler ve ikindi namazını kılarlar. İkindi namazına asır namazı denmesinin hikmeti budur. İnsanlar kendileri üretip kendileri tüketirler.
Uygarlık dönemine geçildiğinde artık insanlar mübadeleye başlarlar. Çeşitli yerlerde üretilen mallar tüccarlar tarafından dünyanın her tarafına yayılır. İnsanların eğitime tabi olmaları gerekir. İşte bu zamanlarda Allah yatsı namazını da farz kılar. İnsanlar her yatsıdan önce toplanırlar, iki-üç saat tedris yaparlar, sonra da dağılıp yatarlar.
Bugün bizim ilk yapacağımız iş, her akşam en az 2 saat ara vermeden ders yapmaktır. Birinci yapacağımız iş budur. Bize gelenleri mescide getireceğiz veya internetten seyrettireceğiz. İkinci yapacağımız iş, imtihan sistemini geliştirerek herkesin ilimde aldığı mertebeyi tespit etmek, o mertebeye göre resmi ücreti belirlemektir. Yalova’ya taşınma işi tamamlandığında inşallah bunları yapmaya başlarız.
- Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
- BLĞ-SVY (بلغ - سوي)
“Baliğ olmak” ehliyet elde etmek demektir. 30 yıllık eğitim ve öğrenim yıllarının yarısı eğitimle diğer yarısı öğretimle geçer. Günün en az 2 saatini dershanede geçiririz. İmtihanla herkes her zaman ilmi derecesini yükseltir. Ancak 6 mertebe vardır. Bunlar kadroludur, ona göre her yıl insanlara bir rütbe tevcih edilir. Başlangıç, temel, ilk, orta, yüksek ve üstün mertebeler vardır.
Bugün de bu mertebeler benimsenir, Kur’an bunları tedvin eder. Aynı mertebede olan kimseler aynı seviyede sayılırlar. Aynı yetkileri vardır, aynı görevleri yapabilirler.
İşte Kur’an bu ayetle bize bu sistemi anlatmak için bu iki kelimeyi eşleştirir.
- ETY-CZY (ءتي - جزي)
“Ceza” karşılık demektir. Suçlarda kısas, borç ve alacaklarda aynısını teslim etmedir. Ancak cezalarda her zaman kısas uygulanamaz. Borç ve alacaklarda da her zaman aynı mal bulunamaz. Sonunda bunların hepsi nakit bedele dönüşür. Bu da ita/إِيتَاء’yı ifade eder yani cezanın temeli “ita”dır.
- ŞDD-XSN (شدد - حسن)
شَدِيد güçlü demektir. Bunun anlamı insanın ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra zamanının kalması demektir, artık/artan zamanının olması demektir. “İhsan” bunlara düşer. Yani insan güçlü iken güçsüzlere yardım eder, kendisi güçsüzken onlardan yardım alır. Bir kimse kaza yaparsa yardım alır. Yapmazsa hiç almaz. Ama kendisi her zaman kaza yapanlara ortak olur. Yani ihsanın iki özelliği vardır. Biri topluluğa borçlanmak ve topluluktan alacaklı olmak, kişilerden değil kişilere değildir. İkinci özelliği de ihsanı güçlü olanlar yapar ve karşılık istemezler. Hasta olanı tedavi ederiz ve ondan masraf istemeyiz. Hasta olmayanlar bu ihsanı yapmakla mükelleftirler. Hasta olmazlarsa veya erken ölürlerse bir karşılık almazlar. Yani ihsan karşılıksızdır. Karşılık ya hiç yoktur veya karşılık topluluktan alınır. İhsanın bu iki özelliğini de bu ayette belirlemesi bizim bu sistemdeki isabetliliğimizi gösterir.
- KaÜAvLiKa- LamMA (كَذَلِكَ - لَمَّا)
İkisi birleşik iki kelimedir.
Birisi benzer olayları karşılaştırmak için kullanılır. Kıyasın ötesinde olaylar sistematik olarak birbirleriyle karşılaştırılır.
لَمَّا‘da ise iki menfinin (لَنْ مَا) birleşmesi sonunda müspet sonuç doğar.
Matematikte ve hayatta şöyle bir kural vardır; iyilik ve kötülüğün birleşiminde kötülük olur. Bunlar da çifttir. Birincisi iyilik ikincisi kötülük veya birincisi kötülük ikincisi iyiliktir. İkisi iyilikse sonuç iyiliktir. İkisi kötülükse sonuç yine iyiliktir. İşte, كَذَلِكَ ile لَمَّا‘nın bu özelliklerini anlatmak için eşleştirilir diye düşünüyoruz.
Öz Türkçe ile:
“Ve olgunluğa erip kendisini bulunca ona kesmeyi ve bilmeyi verdik. Biz iyilere böyle karşılık veririz.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve eşüddüne buluğ edince ve istiva edince ona hüküm ve ilim ita ettik. Biz muhsinleri böyle cezalandırırız.”
(14) وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَى آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
***
وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَى حِينِ غَفْلَةٍ مِنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَذَا مِنْ شِيعَتِهِ وَهَذَا مِنْ عَدُوِّهِ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِنْ شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَى فَقَضَى عَلَيْهِ قَالَ هَذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُبِينٌ (15)
(15) Va DaPaLa eLMaDIyNata GaLay QaRYatin XıyNa ĞaFLatin MiN EaHLiHAy Fa VaCaDa FIyHAv RaCuLaYNı YaQTaTiLAvNı HAvÜAv Mın ŞIyGaTiHIy Va HAvÜAy MiNGaWuvViHIy FaiSTaĞAvÇaHUv elLAÜIy MıN ŞIyGaTıHIy GaLA elLaÜIy MiN GaDuvViHIy Fa VaKaZaHUv MUvSAy FaQaWAy GaLaYHi QAvLa HAvÜAy MiN GaMaLı eLŞaYOAvNı EinNaHUv GaDuvVun MuBIyNun
“Ve ehlinden ğaflet hininde medineye duhul etti de orada iktital eden iki reculü vecd etti. Biri kendi şiasındandı diğeri ise aduvvundandı. Şiasından olan ondan aduvvundan olan kimse üzerine istiğas etti. Musa onu veks etti, onun aleyhine kaza etti. ‘Bu, şeytanın amelindendir. O aduvdur, mübin mudildir.’ diye kavl etti.”
وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَى حِينِ غَفْلَةٍ مِنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَذَا مِنْ شِيعَتِهِ وَهَذَا مِنْ عَدُوِّهِ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِنْ شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَى فَقَضَى عَلَيْهِ قَالَ هَذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُبِينٌ |
يَقْتَتِلَانِ اسْتَغَاثَهُ قَضَى قَالَ دَخَلَ وَجَدَ وَكَزَهُ | حِينِ غَفْلَةٍ عَدُوٌّ رَجُلَيْنِ مُضِلٌّ مُبِينٌ عَمَلِ | الْمَدِينَةَ الشَّيْطَانِ مُوسَى أَهْلِهَا | شِيعَتِهِ شِيعَتِهِ عَدُوِّهِ عَدُوِّهِ | عَلَيْهِ فِيهَا هَذَا هَذَا هَذَا إِنَّهُ الَّذِي الَّذِي | وَ وَ فَ فَ فَ فَ مِنْ مِنْ مِنْ مِنْ مِنْ مِنْ عَلَى عَلَى |
دَخَلَ -وَجَدَ قَضَى- قَالَ يَقْتَتِلَانِ –اسْتَغَاثَهُ وَكَزَهُ – عَمَلِ مُضِلٌّ- مُبِينٌ عَدُوّ- رَجُلَيْنِ حِينِ- غَفْلَةٍ عَلَيْهِ- فِيهَا هَذَا -إِنَّهُ |
(1+(2+2+2)+(2+2+2)+1)+(2+2+2+2)+(2+2+2)+2+4)+6+2+2 |
DPL-VCD QWY-QVL QTL-ĞYÇ VKZ-GML WLL–BYN GWV-RCL XYN-ĞFL GaLaYHi-FIyHAv HAvÜAv –EinNaHUv |
- وَدَخَلَ ‘deki وَ nereye atfeder?
14. ayetteki وَلَمَّا بَلَغَ ifadesine atfeder.
Kendisine ilim ve hüküm verilince artık bir görevli olur.
Siz seminerleri okuyanlar da artık ilim ve hüküm verilenlerdensiniz; hatta bugün sizden başka bununla görevlenmiş başka kimseler bulunmaz.
Musa bu görevi gereği gece sokağa çıkıp dolaşmaya ve çevrede neler olduğunu öğrenmeye başlar. Buna göre görevini yapacaktır.
Demek ki önce dünyada neler olduğunu öğrenmeliyiz, ondan sonra Kur’an’a sorarak dünya içinde kendi sorunlarımızı çözmeliyiz. Buradaki وَ bunu ifade eder. Hüküm ve ilmin verilmesiyle medineye duhulü arasında böyle bir ilişki vardır.
- دَخَلَ ile آتَيْنَا‘daki “ita” arasında ne tür ayrılık ve beraberlik vardır?
İlim ve hükmün verilmiş olması, insanın görevlendirilmiş olması demektir. Herkes Allah’ın ona verdiği nimetlerin şükrünü eda etmekle mükelleftir. Allah gereksiz hiçbir şeyi var etmez. Madem ki bizi var etti ve bize bu ilmi ve bu imkânı verdi, demek ki bir görevimiz var, o görevimizi yerine getirmemiz gerekir.
- الْمَدِينَةَ nedir?
Kentler sıralamasında en küçük kent karyedir, 100 civarında aileyi içerir. İkinci kent beldedir. Beldenin merkezi bir kabiledir. Ama beldenin bir de çevresi vardır, 10’a yakın beldenin merkezindedir. Bugün buna ‘belediye’ diyoruz. 100’e yakın belediyenin bir arada olduğu bölgeye ‘Medine’ diyoruz. Medine beldelerin merkezidir. O da bir beldedir ama merkezdedir. Taşra beldelere hizmet verir. Örneğin, medinede merkez santral vardır, yüksek derecedeki gerilim ile beldelere yani ilçelere bölüştürülür, ilçeler de orta gerilimle semtlere yani karyelere bölüştürür. Bir de ‘mısr’ vardır, medinelerin merkezidir. 100’e yakın medine bir araya gelip mısrı oluşturur. 10’a yakın devlet bunun içinde yer alır. Bugünkü AB ve Çin böyle bir teşkilattır.
Firavun Mısır’da oturur, Mısır’ın içinde birçok medine vardır.
İşte, Musa Mısır’ın küçük şehir belediyesi anlamındaki medineye dâhil olur. Duhul dışarıdan içeriye girme şeklindedir. Demek ki burada geçen marifeli medine (الْمَدِينَةَ) içinde Musa oturmaz. Merkez medineye değil, taşra medinelerinden birisine duhul eder. Belki de İsrail oğullarının Mısır’da böyle bir medineleri vardır. Musa da o medineye gider, ziyaret eder.
- Mısır bir medine midir?
Mısır medinelerin birleştiği büyük şehir beldesidir.
- Medine (الْمَدِينَةَ) marife gelir. Mısır’ın içinde bir medinedir. Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’ndaki örgütlenme şekli ile karşılaştırınız.
Adil Düzen Anayasası’nda, Kur’an’da geçen kelimeler esas alınarak “beyt, karye, belde, medine ve mısr” olarak iç içe örgüt yapılır. Bu örgütler insan değil, eşya topluluğudur. Bir ortaklıktır. Dolayısıyla yönetim merkezidir. (bkz. Adil Düzen’de yönetim birimleri)
Eşyanın özgürlüğü olmaz. Buna karşılık “aşiret, kabile, kavm ve millet (nâs)” olmak üzere insan toplulukları vardır. İnsan özgür olduğu için bu topluluklar da bağımsızdır. Kendi yasalarını kendileri yaparlar. Merkezler ile hukuken eşit seviyededirler. Böylece şeriat devletinde merkezi yönetimle yerinden yönetim dengelenir. Eyalet sistemi yoktur. Buna karşılık vilayet sistemi vardır. Bir devlet 100’e yakın ile bölünür ve iller içişlerinde tamamen bağımsızdır. %1, %99’a karşı çıkamayacağı için devletin parçalanması söz konusu değildir.
Demek ki Kürt eyaletine bağımsızlık verilmez ama iller bağımsız olur. Muş ili kendi iç güvenliğini kendisi sağlar ama Diyarbakır’a devlet valiyi atar, bölge yönetim merkezi olur.
- حِينَ غَفْلَةٍ demiyor da عَلَى حِينِ غَفْلَةٍ diyor, neden?
حِينَ غَفْلَةٍ dendiği zaman, onlar gafletteyken Musa da tesadüf olarak o zaman girmiş olur. عَلَى denmiş olmasının sebebi, Musa onları denetlemek için girer. Yani medinenin üzerine bir araştırma yapar. Onun için حِينَ değil de عَلَى حِينِ der.
حِينَ غَفْلَةٍ gaflatin zamanının tamamını kapsar. Başına gelen عَلَى ise bu zamanın bir kısmı içinde fiilin gerçekleştiğini göstermiş olur.
Sultanlar tebdili kıyafet yaparak halkın arasına katılır ve bürokratların kendisini yanıltmaması için denetimde bulunurlardı. Bugün ise devletin yetkili makamlarına sekreterler atanır. Bu sekreterler Sermaye’nin eğitimini alırlar, resmi görevleri yetkilileri halkla görüştürmektir. Sermaye’nin yüklediği fiili görevleri ise başkanları halktan tecrit etmektir. Devlet başkanı her hafta parti başkanlarıyla, oda ve sendika başkanlarıyla doğrudan görüşür, onlardan bilgi alır. Sekreterlerin dolayısıyla Sermaye’nin sansürü ile görüşme yapmaz. Musa bunun için halkın gaflette olduğu bir zamanda medineye duhul eder.
Gaflet/غَفْلَة uykulu olma manasına geldiği gibi, başka konularla meşgul edilmek suretiyle halkın olaylardan gaflette olması anlamı da çıkar.
Yani Recep Tayyip Erdoğan korona virüsle değil, Biden’in seçilmesiyle değil, halkın sıkıntısıyla ilgilenmelidir yani basının konu etmediği konularda uyanık olmalıdır.
- “Ğaflet hini”nin anlamı nedir?
“Gaflet hini” uyku zamanıdır. Savaşlar sabaha karşı yapılır. İnsanlar uyku içindedir. Çevrede olanlardan haberleri yoktur. Gerçek manada gaflet hini sabaha karşı olan zamandır. Ayrıca hafta sonu tatil yapan ülkelerde de gaflet hini tatil günleridir.
- مِنْ أَهْلِهَا‘daki هَا zamiri nereye gider, kimlere işaret eder?
هَا zamiri medineye gider. Yani o medinede yaşayanlar demektir. Arapça kuralları içinde marifeye izafe edilmiş kelime de marifedir. Buradaki هَا zamiri medineye gider. Onun halkı da belli kimselerdir. Orada oturanlar manasında olabildiği gibi, oturanların belli kimseler olması manasındadır da. Yani her medinenin kendi halkı vardır.
İnsanlar semtleri kurarlar, anlaşan kimseler bir araya gelirler. Aynı şekilde beldeliler, medineliler de serbestlik içinde dolaşırlar.
Bir misal ile açıklarsak, Adil Düzende Artvin’de olan bir kimsenin Yalova’ya gelmesi için Yalova yönetiminin haberi ve izni olması gerekir. Çünkü buralar ayrı ayrı illerdir. Ama İstanbul, Ankara, Erzurum gibi medinelere gitmek, dolaşmak, işyeri kurmak bütün Türk vatandaşlarına serbesttir. Bir yerden izin almaya ihtiyaçları yoktur. Devletler için de durum böyledir. Uluslararası alanlarda ise örnek olarak açık denizlerde dolaşmak, iş kurmak serbesttir, herhangi bir devletten izin almaya gerek yoktur. (Medine tablosuna bakınız)
- Medine’nin ehli kimlerden oluşur?
Medineye giriş ve çıkışlar serbest olduğu için, medinenin içinde, bulunduğu devleti oluşturan ulus halkı oturur. Bir devlet kurulurken henüz ulusları yoktur. Değişik halklar bir araya gelir. Din bunları bir araya getirir veya bir siyasi güç bunları bir araya getirir ya da ekonomik ihtiyaçlar bunları bir araya getirir. Devlet oluşurken ırk birliği yoktur ama zamanla aynı devlet içerisinde oturanlar birbirleri ile evlenirler, kaynaşırlar ve ulus ortaya çıkar. Artık bu ulusun ırkı vardır. Çünkü bu devlet bu ulusun çocuklarına kalır.
Bunu şöyle ifade edebiliriz. Bir devlet için geçmişteki atalarının aynı ırktan olması gerekmez. Ama bir topluluğun devlet olabilmesi için geleceği aynı ırktan olur.
Türkiye’de geçmişte ırk birliğini arayanlar olduğu gibi, geleceğin ırk birliğini de kabul etmeyenler vardır. Şeriat düzeninde devlet için geçmişte ırk birliği aranmaz ama gelecek için ırk birliği hedef teşkil eder. Ülke o ülkeye sahip çıkanların çocuklarına kalır.
- غَفْلَةٍ kelimesi nekre gelir, neden?
Ğaflet kelimesinden halkın yalnız belirli bir saat içerisinde değil, şartlara göre belirsiz bir zaman içinde uykusuz olduğu anlaşılır. Yani medine halkının başka şeylerle meşgul iken yorgun düştüğü bir zamanda Musa medineye girer. O zamanı kollar, kendine göre halkının gafil olduğu zamanı seçer ve o zaman girer.
- فَوَجَدَ‘deki فَ nereye atfeder?
دَخَلَ ‘ye atfeder. ‘Girer girmez bununla karşılaşır’ demektir.
Belki de böyle bir durum söz konusu iken oraya gitmiş olur. Allah Musa’ya vahiy eder, o da görevli olarak oraya gider. Musa’nın Mısır’ı terk etmesini takdir eden Allah bu iki erkeği birbirleri ile vuruşturur, Musa’ya da “Git, yardım et” emrini verir. Böylece Musa’nın Mısır’ı terk etmesini sünnetullah içinde gerçekleştirir.
Bizim hayatımızda da bu tür olaylar olur. Tesadüf gibi gelen birçok olayın sonra bizi bambaşka bir hayata sürüklemiş olduğunu görürüz.
- فِيهَا‘daki هَا zamiri nereye racidir?
Medineye işaret eder.
Belli bir yerinde değil, medinenin içinde herhangi bir yerinde karşılaşırlar. İktital edenler de belli bir yer seçmiş değillerdir, karşılaşır karşılaşmaz birbirleri ile vuruşmaya başlarlar. Bunlar eskiden birbirini tanıyan ve düşmanlık yapan kimselerdir. Birinin herhangi bir işi olduğu için gece yarısında sokağa çıkar, öbürü de onu gözetler, takip eder ve birbirleri ile vuruşmaya başlarlar.
Topluluklarda birbirine düşman olan kimseler arasında bu tür takip söz konusu olur. Böyle olduğu gibi birbirlerine düşman olan iki kişi kendi işlerini görmek için gece yarısında sokağa çıkabilirler, sokakta birbirleriyle karşılaştıklarında vuruşmaya başlamış olabilirler.
Başka bir ihtimal de birbirini tanımayan iki kişi gece yarısında bir iş yapmak için sokağa çıkarlar. İşten dolayı çıkar çatışması içine girip kavga etmeye başlamış olabilirler.
Başka bir ihtimal de şöyle; mafya kuruluşları sokakları paylaşırlar, herkes kendi sokağında olanlardan haraç alır ve o sokağın güvenliğini sağlar. Halk onu bekçi olarak seçmemiştir ama o, halkın mallarından zorla bir pay almakta ama aynı zamanda onları diğer mafyalardan korumaktadır. Eğer bir sokak iki mafya arasında kavgalı ise bunun için de gece yarılarında birbirleriyle kavga edebilirler.
Bu ayette bunlara bir işaret bulunmasa da başka ayetler üzerinde de çalışma yapılırsa bu ihtimallerden hangisinin olduğu da ortaya çıkabilir.
- رَجُلَيْنِ nekredir, neyi ifade eder?
Demek ki Musa bunların kim olduklarını ve ne için çarpıştıklarını bilmez. Kentte herhangi iki kişi kavga eder. Bu durumda Musa’ya medineye dâhil olması emri niçin verilir?
Polisin bir olay üzerine gelmesiyle polisin nöbet tutması ve o nöbet sırasında cereyan edecek olayla ilgilenmesi söz konusudur. Bir olayı haber aldığı için gitmez, sadece ne olup bittiğini öğrenmek için gider. Bugünkü düzende polis teşkilatı vardır. Bir olay olduğu zaman onu çağırırsınız o da gelir.
Şeriatta ise müminler normal yaşamları içinde bu tür olaylara müdahale etme yetkisine sahiptirler. Bir polis vatandaşa nasıl yardım etmekle, mütecavizi etkisiz hale getirmekle yükümlüyse, her mümin de çevresinde cereyan eden haksız olaylarda haklı olanın yanında yer alıp haksızlığı önlemeye çalışmada görevlidir. Ortaklık düzeninde sadece bu yardımı yapan bir polis teşkilatı yoktur. Böyle bir teşkilat çıkar çatışması içinde görev yapar. Görevini iyi yaparsa kendisine gerek kalmaz. Şeriat düzeni ile kanun düzeni karşılaştırılırken sosyoloji ilminin verileri içinde karşılaştırmak gerekir. Bucakları serbest bırakırız, onlar ister şeriat ister kanun sistemini uygularlar, özgürlük haklarını kullanırlar ama biz de ilmi deneylerimizi yapmış oluruz. Şeriat düzeni sosyal ilimleri fen ilimleri metoduyla ele almamızı sağlar.
- يَقْتَتِلَانِ İfti’al babından gelir. İki raculün iktitali nedir?
قَتَلَ başkasını öldürdü manasındadır. اِقْتَتَلَ kendi kendisi öldürdü demektir. Yani intihar anlamındadır. İki raculün iktitali ise birbirlerini öldürmeye çalışmalarıdır. Ya sen yaşa ya ben demektir. Hangimiz yenersek o yaşasın anlamındadır.
- Burada iki هَذَا geçer, nelere işaret ederler?
Arap dilinde yakın olanlara هَذَا ile ortada olanlara ذَاكَ ve uzaktaki olanlara ذَلِكَ şeklinde işaret edilir. Kur’an’da ذَاكَ şeklinde ifade yoktur. Onun yerine هَذَا vardır. هَا harfi, uyarı harfidir (Tenbih edatı). ‘Sana söylüyorum bana kulak ver’ demektir. هَذَا Türkçedeki ‘bu’ kelimesine karşılıktır. “Bu kendi şiasından, bu da aduvvundandır” denir. ‘Biri böyle, biri böyle’ manasına gelir. Ama هَذَا ile işaret etmesiyle birinin İsrail oğlu olduğu diğerinin ise olmadığı Musa tarafından bilinebiliyor demektir.
Nasıl bilir?
İsrail oğulları dışarıdan geldiklerinden tipleri farklıdır. Siyahla beyazın ayrımı böyle yapılabilir. İkincisi ise dil konusudur. Musa onları tanımaz ama İsrailli Musa’yı tanır, ona İbranice konuşmuş olabilir. Böylece Musa onun İsrail oğlu olduğunu öğrenmiş olabilir. Karşı tarafın İbraniceyi bilmemesinden dolayı aleyhinde her türlü anlaşmayı yapabilirler.
Bugünkü dünyada da azınlıkların ayrı dilleri var ama topluluğun dilini de bilirler. Dolayısıyla necva yapmadan yerli halk aleyhinde görüşmeler yapabilirler. Oysa yerli halkın başka dilleri yoktur. Onun için gizli görüşmeleri necva şeklinde yapmak zorundadırlar. Bu da azınlıklara büyük imkân sağlar. Zamanla azınlıklar topluluklara hâkim ve zengin olmaya başlarlar. Bugün Türkiye’de hala azınlıkların zengin ve etkili olmasının hikmeti budur.
- شِيعَة ile عَدُوّ kelimelerini karşılaştırın.
شَيْع sarmaşık demektir. Ağacın çevresine sarıp onun suyundan yararlanan bitkilerdir. “Şai olma” demek dağılma demektir. “Şia” demek birbirleri ile sarılarak bir arada yaşayan demektir. “Şa’b” ayrı yerlerde ayrı topluluk oluşturma anlamındadır.
Topluluklar arasında dostane ilişkiler vardır. Şia ise aynı şa’b içinde yaşayıp farklı gruplar oluşturma anlamındadır. Şialar Kur’an’da hizip olarak da tanımlanır. Masonlar gibi topluluk içerisinde ayrı grup oluşturup mensuplarına özel çıkarlar sağlayan gruplara şia denir. Şeriat düzeninde şia meşru değildir.
İsrail oğulları bir şia oluştururlar ve Mısır halkını sarmaşık gibi emebilmek için birlik meydana getirirler. Kur’an şiayı aduv olarak ifade eder. Odalar ve sendikalar birer şiadır. Aynı meslekte olanların topluluğu sömürmesi için oluşturulmuş örgütlerdir. Meşru değildir.
Olması gerekene örnek olarak mühendisler odası olur. Mühendislik mesleğini iyi bir şekilde yürütmek için mühendisler birlik içinde bulunurlar. Ancak bu birliğin yöneticilerini kendileri seçmezler. Dayanışma ortaklıkları seçerler. Bugün ise partiler seçmelidir.
Bu tür odaları dayanışma ortaklıklarının atadıkları görevliler yönetirler.
Bugün ilk yapılacak uygulama, oda ve sendikalar ile baroların yönetim kurullarına siyasi partilerin aldıkları oy oranında görevli göndermeleri ve bütçeden bu görevlilere pay verilmesidir. Meslek sahiplerinin veya sendika yöneticilerinin üyelerden bir aidat almamaları gerekir. Kur’an’daki bu iki kelimenin böyle zikredilmesi bu söylenilenleri beyan etmesi içindir.
- Şiasından olmayana neden عَدُوّ der?
“Şia” demek topluluk içerisinde topluluğu sömürmek için oluşturulmuş bir grup demektir. Şia mensupları için bir kendileri var, bir de o topluluk içerisinde yaşayan halk var, devlet içinde ulus var. Onların zararına ve kendilerinin yararına işleri meşru görürler.
Çıkar paralelliği üzerinde gruplaşma meşrudur, hatta memurun bihtir ama çıkar çatışması üzerine gruplaşma ise şialıktır ve haramdır. Bundan dolayıdır ki bugünkü Batı dünyasının çatışma sistemine dayanan particiliği meşru değildir. Dayanışma üzerine kurulan çıkar paralelliği içinde faaliyet gösteren particilik meşrudur.
- Neden الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ ifadesi zikredilir?
Bir kimse korona virüse tutulur, başka insanlardan yardım ister. Bu da onun istiğasıdır. Birisine karşı değil, kendisinin durumunu düzeltmek için istiğase etmesidir. عَلَى ile ise bir çatışmada başkasına karşı yardım isteme vardır. Musa’nın şiasından olan, şiasından olmayana karşı yardım istediği için عَلَى gelir. Dayanışma ortaklıkları içinde olan kimseler de dayanışma sorumlularından istiğase edebilirler. Böylece iki kişinin vuruşması grupların vuruşmasına dönüşür. Bundan dolayıdır ki hakemlerin kararı olmadan polisin icraya girişmesi meşru değildir. Birbirleri ile dövüşen kişiler veya gruplar birbirlerine vermiş oldukları zararları takas edemezler. Diyelim ki iki kişi dövüşüyor ve birbirlerinin gözlerini kör ediyorlar. Hak yerini buldu diye ikisi de cezadan kurtulamaz. İki taraf birbirlerine diyet ödemek zorundadır. Bu diyet dövüşenlere değil vârislerine ödenir. Çünkü gözü kör olanlar vârislerine karşı olan görevlerini yapamaz hale gelirler.
- Bunlardan bahsederken الَّذِي kelimesi kullanılır, bunlardaki ل ne manada harfi tariftir?
ل harfi 4 şekilde marife manaya gelir. Ahdi harici, ahdi zihni, istiğrak ve cins için. رَجُلَيْنِ burada nekredir ama iktital ile marife gelir. الَّذِي ahdi zihni olarak zikredilir.
- فَوَكَزَهُ‘daki فَ neyi ifade eder?
“Vekz etme” tokatlama demektir. Musa iktital eden kimselerden birisine güçlü bir tokat indirmiş, o kişi de ölmüştür. Fıkıhta buna şibh-i amd denir. Bugünkü hukukta ‘kastın aşılması’ tabiri kullanılır. Öldürme niyetiyle değil, dövme niyetiyle tokat atar ama kişi ölür. Bunun hükmü olarak şeriatta kısas yapılmaz, ağır diyet ile cezalandırılır.
Ağır diyet ne demektir?
Hafif diyetleri dayanışma ortaklıkları öderler, ağır diyetler de önce dayanışma ortaklıklarınca ödenir sonra failin mal varlığından alınır. Eğer failin mal varlığı yetmiyorsa o kişi zorunlu çalışma semtlerine alınır. Bu semte aile fertleriyle birlikte taşınır. Kendi semtinin dışına çıkamaz ama dışarıdakiler semte girerler ve çıkarlar. Eşi ve çocukları semt içinde eşlerinin ve anne babalarının yanında özgürce yaşarlar, sadece mahkûm semt içinde kalmak zorunda kalır. Diyet borcunu ödediğinde özgür hale gelir.
- مُوسَى kelimesi tekrar edilir, neden?
Çünkü bütün bu olaylar hep takdiri ilahidir. Musa’nın Mısır’dan kaçmasını sağlamak için ilahi takdirdir. Ölen, vuruştuğu kimsenin tokadı ile de ölmüş olabilirdi. Bu ölümlerin sebebi tokadın ağırlığından ileri gelmez. Kişi zaten hastadır veya yaşlıdır, tokada dayanacak gücü olmayabilir, onun için de ölebilir. Musa gelmeden ölebilirse de Allah bunu Musa’ya yaptırır.
- فَقَضَى‘daki فَ neyi ifade eder?
Sebep Fa’sıdır. Yani tokat atması öldürmeye sebep olur. Fiil faile isnat edilir. Asıl fail her zaman Allah’tır. İnsan kast eder, Allah da o fiili yapar. Kast ettiği için fail olan kast eden kabul edilerek cezalandırılır veya ikram edilir. Hüküm kasta göredir. Mecelle’de zikredilir. Peygamber de إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ (Ameller niyetlere göredir) der. Medeni Kanunumuzun ilk maddelerinde “Bir hakkın sırf gayrı izrar etmek için istimali meşru değildir.” denir. Yani “Senin çıkarın yok, sırf ona zarar vermek için o hakkı kullanamazsın.” der. Çeşmeden boşa akan suyu almaktan, düşmanın olsa da men edemezsin. Yahut “Bu yol benimdir, geçemezsin” diyemezsin. Medeni Kanun’da böyle ifade edilir. Hak sayılırsa da “Kanun onu himaye etmez” denir. Şeriatta ise o hak sayılmaz.
- قَضَى عَلَيْهِ tabiri nasıl açıklanır?
Kader plan yapmadır, proje yapmadır. Kaza ise planın, projenin uygulanmasıdır. Planı yapanlar yapılacakları tespit ederler. Bazı yerlerde alternatifleri belirlerler. Örneğin pencerenin projesini yaparlar, malzeme olarak da ağaç veya pimapen seçerler. İnşaatçı, planı uygulayan bunu kendisi tercih eder. Allah da kâinatın ve yeryüzünün plan ve projesini yapınca içerisine tercihli maddeler koyar. “Böyle veya şöyle yapabilirsin.” der. Kaza plan ve projenin uygulanması anlamına gelir. Ama bu uygulama tıpatıp uygulama değildir. Değişen şartlara göre ürün ortaya çıkar. Burada da “Onun üzerine kaza etti” ifadesiyle “Kastı aşan bir iş yaptı” der. O öldürmek istemez ama onu öldürür. Yani kaza kaderden farklı tecelli eder, demektir.
- Arada harf getirmeden قَالَ der. Musa kime kavil eder?
Arapçada kural vardır: Eğer iki cümle arasında kemali infisal veya kemali ittisal varsa o zaman aralarına atıf harfi gelmez. Aralarında ilgi var ama tam iç içe de değillerse o zaman uygun bir atıf harfi gelir. Burada kemali infisal vardır, dolayısıyla aralarında harfi atıf gelmez. Musa bunu kendi kendine söyler. Hareket ederken yapmak istedikleri başkadır, kendi şiasından olanı korumayı düşünürse de karşı tarafa teaddi eder, sınırı aşar.
Bizim bir kuralımız vardır, iyilikte yardımlaşırız kötülükte yardımlaşmayız. Tabidir ki bu bizim kuralımız değil, Allah’ın emridir (وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ Maide 5/2). Bir insanın sağ kalması iyi bir şeydir. Dolayısıyla tehlike esnasında ona yardım edip onu kurtarmak iyiliktir.
Bu hususta savunmasına Musa’nın yardım etmesi doğrudur ama elde edilen sonuç birisinin ölmesi şeklinde olduğu için öldürme fiili yanlıştır. Musa kendi kendine bunu söyler veya İsrail şiasından olana söylemiş olur.
- Neden bunu kavil etme durumunda olur?
Kendisinin iradesi dışında olay cereyan eder. İyilik edeyim derken kötülük olur. Bunun için bunu söyler. Böylece Kur’an Musa’yı ibtila eder. Bununla beraber kastı aşan fiillerde kefaret ve diyet cezaları geçerli olur. Kur’an’da hatayla adam öldürmede hafif diyetin yanında bir köleyi azat etme cezası da vardır. Kastı aşan fiillerde de bu kefaret cezasının olup olmaması hususu açık değildir. Biz kıyas ile kefaret cezasının da uygulanması gerektiği kanaatindeyiz.
- Burada هَذَا neye işaret eder?
Adamın ölmesine işaret eder. Öldürmek istemediği halde öldürmesi, iyilik yapayım derken kötülük yapması, şeytanın bir ameli olarak belirlenir. Kur’an’da şeytanın ameli olarak bir burada geçer bir de içki, kumar, dikili anıtlar, şans oyunlarının şeytanın ameli olan rics olduğunu ifade eder (إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْأَنْصَابُ وَالْأَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ Maide 5/90). Bunlardaki ortak özellik iyilik olsun diye yapılanlar veya kastı aşanlardır. Kumar oynayanlar kazansınlar ve vakitlerini geçirsinler diye oynarlar ama sonunda iflas ederler. Kavga da ederler. Şeytanın genel taktiği budur. İyilik yapayım diye yola çıkan kötülük batağına düşer. İşte Musa bunu beyan etmiş olur.
- Neden bu olaya “Şeytanın amelindendir” der?
Yani “Ben kast etmedim, şeytan beni yanılttı” der.
Hislerle hareket etmek sonunda insanı kötülüğe düşürür. İnsanda akıl var, his var. Hisler hayvanlarda da vardır ama onlarda zararlı hisler yoktur. Yaratılışta kendileri için iyi olanları iyi hissederler. İnsanlarda ise yararlı hisler olduğu gibi zararlı hisler de bulunur. İçki, kumar, fuhuş, ihanet kötü hislerdendir. Allah insanlara iyi hislerin yanında kötü hisler de verir. Ayrıca akıl verir, aklına göre hareket ettiği takdirde kötü hisler devreden çekilir ve iyi hislerin istediği olur. Bundan dolayıdır ki insana amelden önce düşünmesi, içtihat yapması emredilir. Dolayısıyla hislerle fevri hareketler nehyedilir.
- Şeytanın ameli nasıl devreye girer?
Şeytan insanları kötülük işlemeye teşvik eder. İnsanın aklı ve şeriat bu kötülüğü işlemeye mani olur. İnsanın şeriata göre davranmaması için şeytan tarafından devamlı olarak kötülüğe çekilir. İnsan da kendisini korumak için dikkatli olur. Yani kötülük iyiliğin bekçisidir. Eğer iyilik yerine gelmezse şeytan devreye girer ve ona kötülük işletir. Mikropların görevi de böyle durumlarda vücudu hasta etmektir. Vücut bu uyarıdan yararlanarak ya kendisini tedavi eder ve sağlam hale gelir ya da mikroba teslim olur ve devreden çekilir. Topluluklarda da durum aynıdır. Kötüler görevlerini yapmayan iyileri ortadan uzaklaştırırlar. Onların görevi de budur.
- Kendi yaptığı amele “şeytanın amelindendir” der, anlamı nedir?
Kendisi amel ederse de onu yapmayı istemez. Şeytan ona bunu yaptırır. İnsanda böyle istemediği sonuçları olan işleri yapma özelliği vardır.
Bu duruma düşmemek için karar almadan önce düşünmek ve istişare etmek gerekir. Herkes yapıyor diye bir şeyi yapmak veya canım istiyor diye bir şeyi yapmak şeytanın ameline benzer, bundan dolayı şeytanın ameli denir. Şeytan amel ettiği için değil, şeytanın başka amellerine benzediği için şeytanın ameli kabul edilir.
- Dayanışma içinde ortak savunmaya girme meşruiyetine halel gelmez mi?
Daha önce açıkladığımız gibi dayanışma iyi işlerde olur. Kötü işlerde dayanışma yoktur. Ayet bunu açıkça söyler. Kur’an “İsm ve udvanda teavün etmeyin” der.
Musa burada ölmesi muhtemel ırktaşına, onu ölümden kurtarmak için yardım eder, bu meşrudur, karşı taraftakinin öldürülmesi ise gayri meşrudur.
Dayanışmalarda da hüküm böyledir.
- إِنَّهُ‘daki هُ zamiri nereye racidir?
إِنَّهُ‘daki هُ zamiri şeytana racidir. Allah insanı yaratırken insana cüzi irade vermiştir. Kendi iradesi ve çabalarıyla bir varlık olacaktır. Üstün varlık olacaktır. Allah’ın halifesi olma seviyesine yükselecektir. Buraya çıkabilmesi için de onun bu çıkışını engelleyecek olaylar olması lazımdır. Yoksa neyin çabasını gösterecektir?
Öğrencilere işlerine yaramayacak matematiği de öğretiriz, imtihan ederiz, diploma veririz. Bir şey öğretmezsek nasıl diploma vereceğiz? Allah da insanı ekrem yapmak için onda eksiklikler var eder, insan bu eksiklikleri kendi iradesi ile giderince ekrem olur.
- إِنَّهُ‘dan önce وَ harfi gelmez, neden?
Burada da kemali ittisal vardır. Şeytanın görevi aduv olmaktır, yapısı aduvluktur. Dolayısıyla bu cümle şeytanı tavsif ettiği için atıf harfi gelmez.
- Şeytan kimin aduvvudur?
Şeytan insanın aduvvudur. Sırf insanı kötü yollara düşürsün diye görevlendirilir. Şeytan olmadan da insan nefsi kötülüğe meyyaldir. Cinler de böyledir.
Cinlerin de şeytanları var mıdır? Şeytanlar cinlerdendir ama cinleri yoldan çıkaracak şeytanlar var mıdır? Vardır. İnsanların da arasında insanlardan şeytanlar vardır. Cinlerin arasında insanlardan şeytan yoktur.
- Nasıl idlal eder?
Sağlık şurası toplanır, virüs aşısını insanlara zorlayarak uygulayalım diye görüşürler (bunun görüşülmesi abestir), zorlamayalım ama ikna edelim diye karar alırlar.
Şeytanın görevi insana zorla bir şey yaptırmak değildir. Tam tersine, kötülük yapmaya ikna etmeye çalışır, hileler yapar ama insan kendi iradesiyle hareket eder. İnsan böyle yaratılır. Devlet caydırıcıdır, önleyici değildir.
Bu iki kelimenin manasını kavrayamadığımız takdirde, küfür düzeni ile İslam düzeni arasındaki farkı anlayamayız.
- Buradaki مُبِينٌ‘un manası nedir?
مُبِين beyan eden demektir.
Daha önce bu ayeti okurken ne mana verebileceğimi bir türlü kestiremiyordum; şeytan nasıl mübin olur? Ama biraz önceki anlattıklarımla buradaki مُبِينٌ kelimesinin manası çok açık olarak anlaşılmış olmaktadır.
Şeytan mudildir, insanları dalalete götürür ama bunu fiilen yapmaz, insana zorla yaptırmaz, sadece açıklayarak, ikna ederek götürmeye çalışır. Bundan dolayıdır ki ahirette veya dünyada şeytanın yaptırması bir mazeret teşkil etmez. “Şeytan olmasaydı ben bu yollara düşmezdim” diyemez insan. Çünkü o fiilen mudil değil, kavlen mudildir.
- مُبِينٌ kelimesinin cümledeki yeri nedir?
مُضِلٌّ‘un sıfatıdır, عَدُوٌّ‘un sıfatı değildir. Tam aksine şeytan bir ajan gibi çalışır, senden görünür, senin iyiliğini istediğini beyan eder ama o bütün yaptıklarını senin düşmanın olarak yapar. Buna zorlayamaz, sadece ikna etmeye çalışır.
- Bu olay Musa’nın ve soyundan olanın iradeleri ile mi oluşur yoksa Allah’ın takdiri midir?
Allah yeryüzüne bir Musa’yı görevlendirecektir. Onu takdir eder. Görev olarak da Musa’yı ve iktital eden İsrail oğlunu görevlendirir. Ama şeytan zorlayamadığı gibi o da zorlamaz. Görev verir, yapmasını ister, yapıp yapmamayı onlara bırakır. Yapmadıkları takdirde Allah başkalarına o görevi verir, yaptırır. Takdir değişmez. Ama Allah zorlayarak da kötülük yaptırmaz.
- İki kişinin vuruştuğu zaman Musa’nın oraya girmesi tesadüf müdür?
دَخَلَ kelimesi iradeli dışardan bir girişi ifade eder. Dolayısıyla Musa oraya bir görev yapmak için girer. Bu görevin ne olabileceğini yukarıda anlatılır. Ama biz bu ayetleri okurken başka görevler de aklımıza gelebilir. Allah o zaman öyle bildirir. O zaman için o doğrudur.
- Musa ve soyundan olan kendi iradeleri ile mi bunu işlemişlerdir?
Evet, bunu kendi iradeleri ile işlemişlerdir. İsteselerdi işlemezlerdi. Bunun anlamı Allah’ın takdirinin yerine gelmeyeceği manasında değildir. Allah takdir ederken Musa ve ırktaşı bu işleri yaparlarsa yapsınlar ve o tarihte o iş olsun diye takdir etmiştir. Yapmazlarsa başka senaryoyu takdir etmiştir. “Ya o zaman yahut yapmazlarsa ne yapacağıma o zaman karar veririm” der. Bu açıklamalarımız zamanla ve mekânla bizim dünyamızda ve bizim beyin bilgisayarında yapılır ve doğrudur. Bizim mekânımızın dışında ve bizim beynimizin alamayacağı konularda bu açıklamalar uygun olmayabilir.
- Ölen insan ahirette Musa’ya davacı olur mu?
Dünyada ve ahirette insanların görevleri Allah’a karşıdır. Hakları da öyledir. Dolayısıyla insanların birbirlerinden dünyada ve ahirette bir alacakları ve borçları yoktur. Zulme uğrayanlar ahirette haklarını Allah’tan isterler ve Allah onlara eksiksiz öder. İnsanların borçları da Allah’adır. Hesabı Allah’a verirler. Allah onlara zerre kadar zulüm etmez. Çoğunu affeder. Dolayısıyla ölen insan Musa’ya değil Allah’a davacı olabilir.
- Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
- DPL-VCD (دخل - وجد)
“Duhul etmek” bir yere girmek demektir ama gelişi güzel bir yere değil, farklı bir ortama girmek demektir. İnsanın vücudu dâhildir. Yemek yediğimiz zaman besin vücuda duhul eder. Vücudun içerisinde hücreler vardır, ayrı bir ortamdır. O maddeler oraya duhul ederler. Bu duhul edilen yerlerin çevreleri vardır, farklı bir ortamdır. O ortamı sağlayacak duvarlardır ve oraya giren şey veya insan aradıklarını bulur. O aradığını bulmak için duhul eder. Kâinatın yapısı, canlıların yapısı, insanların binaları böyledir. Kentler böyledir. Bundan dolayıdır ki meskenlere veya kentlere دَار denir yani etrafı çevrilmiş farklı ortam demektir.
- QWY-QVL (قضي - قول)
Para var mal var, söz var fiil var. Para insanların ürettiği şeylerdir. Söz ise insanların ürettiği şeylerdir. Mal dışarıda mevcuttur. Fiiller de dışarıda mevcuttur.
Kavil ile fiil arasında uyum sağlamaktır, hayat.
Para ile mal arasında denge sağlamaktır, hayat.
Kaza demek fiilin uygulanan tarafıdır. Kavil ise fiilin tasarlanan tarafıdır. Böylece bu iki kelime insan ve kâinatın hatta Allah ve kâinatın dengesini açıklar. Bir şeyi irade ettiği zaman ona ‘ol’ der, o da olur (إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ Yasin 36/82). Bakınız, burada “‘Ol’ der” diyor, kavli ortaya koyuyor. Allah’ın halk etmesi bile kavl ve kazadan ibarettir.
- QTL-ĞYÇ (قتل - غيث)
قَتْل birinin başkasına saldırmasını temsil eder. غَيْث ise birinin başkasına yardım etmesini temsil eder. İnsanın iki çevresi var, çevrelerden biri kendisine saldırır ve katletmek ister. “İktital” (يَقْتَتِلَانِ) kelimesini kullanır ama Musa duhul ettiği zaman henüz katil olayı yoktur. Dolayısıyla katle kalkışmak da katildir. Katl gerçekleşmese de katl olayı devam eder. Mâni olduğu için katl olmaz. Adam yaralanır ama ölmez, yaralanan katl olundu ama tedavi oldu. İkinci çevresi ise onu koruyan ve destekleyen çevredir. Bu çevreler içinde diğer insanlar da vardır. Kimi ile iktital halindeyiz kimi ile de istiğase halindeyiz.
- VKZ-GML (وكز - عمل)
“Vekz etmek” tokatlamak, başkasına zarar vermek demektir. “Amel etmek” ise başkasının işini yapmak demektir. Burada da genel denge vardır. Çevre ile ya vekz içindesiniz ya da amel içindesiniz.
- WLL–BYN (ضلل - بين)
“Dalalet” şaşırmak demektir, nerede olduğunu bilmemek demektir. Karanlık değildir, çevreyi görüyorsun ama bildiğin çevre olmadığı için şaşkınlık içindesin. بَيْن ise açıklık demektir. Karanlıkta olsa eğer çevreni, bulunduğun yeri biliyorsan beyyin içindesin. Her iki kelime de insan zihninde oluşan olayları ifade eder. Reel âlemle değil de zihni âlemdeki olayları anlatır. Birbirlerinin zıddıdırlar, bu sebeple ayette eşleştirilirler.
- GDV-RCL (عدو - رجل)
عُدْوَة birinin iş gören parçası demektir. Sadece parça demek değildir. Tekerlek, arabanın uzvudur. Tekerleğin bir parçası arabanın uzvu değil, cüzüdür. رَجُل erkek demektir.
Erkeklerle kadınlar arasında temel bir fark vardır. Kadınlar kendilerine düşen çocuk doğurma ve büyütme görevleriyle ev işi görevlerini semt içinde, aşiret içinde gerçekleştirirler. Birbirlerine ihtiyaçları vardır. Bunun için örgüt kurarlar. 5 vakit namaza bunun için katılırlar. Dolayısıyla aşiret toplumunun başkanı olabilirler. Çünkü onlar da görevlidirler. Görevlerini yapmaları için büyük toplulukları oluşturmaya ihtiyaçları yoktur.
Erkekler ise semt içinde işyerlerini oluştururlar, onlar da aşiret içinde görevlidirler. Ama iş bölümü yapabilmek, üretimi artırmak için büyümeleri ve iş bölümü yapmaları gerekir. Böylece erkekler bucakları, illeri, ülkeleri ve insanlığı oluştururlar. Kadınlar bu örgütte görev alabilirler. Çünkü bütün bunlar kadınların ihtiyaçlarını karşılamak içindir. Yani asıl sahibi onlardır. Devlet onlarındır ama malik olma başka, onu işletme başkadır. Bir çocuğun fabrikası olabilir ama fabrikayı işletemez.
İşte, erkeklerin örgütlenmeye ihtiyaçları olduğunu anlatmak için bu iki kelime burada eşleştirilir.
- XYN-ĞFL (حين - غفل)
Mekânı algılayabiliriz, kokuyu algılayabiliriz, tadı da algılayabiliriz. Zamanı algılama ise biraz farklıdır. Bazen meşgul oluruz, uykudayız, zaman kısa geçer. Bazen sıkıntıdayız, uykumuz kaçar, bir türlü sabah olmaz.
O halde diğer algılar insanlar için afaki olduğu halde zaman algısı enfüsidir.
غَفْلَة kelimesi zamanı tam algılayamama anlamındadır. Uyku gaflet anı olduğu gibi unutmak da gaflet halidir. Bunlar zamanın özelliği olduğu için burada eşleştirilir.
- GaLaYHi-FIyHAv (عَلَيْهِ - فِيهَا)
فِيهَا‘da sen içindesin, عَلَيْهِ‘de ise o senin içindedir yani sen ona hâkimsin. هَا eşyayı ifade eder. Oluşun içinde yer alırlar. Etkileşimleri yoktur. عَلَيْهِ‘deki هُ zamiri insanı ifade eder, insanın görevlerini gösterir. İnsan mekânda görev yapmak için yaratılır. Yeryüzü, kâinat onun işyeridir.
İnsanın yaratılış hikmetini anlamamız için ayette bu kelimeler eşleştirilir.
- HAvÜAv-EinNaHUv (هَذَا - إِنَّهُ)
هَذَا gözünün önünde olan bir şeyi gösterir. Örneğin kuş kelimesi bir lafızdır. Ben söylediğim zaman ağzımdan çıkan seslerden ibarettir. Buna işaret edeceksek هَذَا deriz.
Kuş kelimesinin manası göklerde uçan canlıdır. Bu kuş kelimesini onu anlatmak için söyleriz. Kuş kelimesi bizde mana kazanır. Kelimenin manasını gösteremeyiz. Çünkü yanımızda değil. Onu da zamir olarak ifade etmiş oluruz.
هُ zamiriyle هَذَا arasında bu ilişkiler olduğu gibi birinde burada olma görünme diğerinde ise beyinde olma ifade edilir. Müşahhas ve mücerret, soyut ve somut kavramlarını karşılaştırır. Kelimeler bunun için eşleştirilir.
Öz Türkçe ile:
“Ve kente, kenttekilerin dalgın oldukları demlerde girdi. Orada iki erkeği birbirleri ile vuruşur buldu. Biri kendi soyundan diğeri ise karşı yakadandı. Kendi soyundan olan karşı yakadan olanın üzerine ondan yardım istedi. Musa onu tokatladı da onu yolladı. ‘Bu, çuputun işidir. O düşmandır, açık saptırandır.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve ehlinden ğaflet hininde medineye duhul etti de orada iktital eden iki reculü vecd etti. Biri kendi şiasındandı diğeri ise aduvvundandı. Şiasından olan ondan aduvvundan olan kimse üzerine istiğas etti. Musa onu veks etti, onun aleyhine kaza etti. ‘Bu, şeytanın amelindendir. O aduvdur, mübin mudildir.’ diye kavl etti.”
وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَى حِينِ غَفْلَةٍ مِنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَذَا مِنْ شِيعَتِهِ وَهَذَا مِنْ عَدُوِّهِ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِنْ شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَى فَقَضَى عَلَيْهِ قَالَ
هَذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُبِينٌ (15)
Adil Düzen’de yönetim birimleri
1097. SEMİNER LÜGATI |
NO | Kelime | Kök/Vezin | Açıklama |
-
| آتَيْنَا | أَفْعَلْنَا/فعل | أَتِيّ çardağa doğru suyu getiren kanaldır. Tek yönden gelmeyi ifade eder. أَتِيّ Su kanalı demektir. Suyun akıp gelmesi manasında أَتَى ya mastar olmuştur. Bir yönden gelişi ifade eder. جَاء ise yönsüz gelişi ifade eder. Kur’an’da ءتي 549, ءزف ise 3 defa geçer. Toplam 552 (23*3*23) eder. ء gücü, ت varlığı, ي ise kolaylığı ifade eder. |
-
| أَدُلُّ | أَفْعُلُ/دلل | دَلِيل bir şeyin var olduğunu belirleyen ama var olmasında etkisi olmayanlardır. دَلْو kova demektir. دَلَّ fiil olarak kovayı suya salmak demektir. دَلَالَة و’ın ل’a dönüşmesi ile bir şeye ulaşılmakta kullanılan araçtır. دلل Kur’an’da 7, دلو 5 defa geçer. Toplam 12 (22*3) eder. د çevreyi, ل ise belirliliği ifade eder. |
-
| اسْتَغَاثَ | اسْتَفْعَلَ/غيث | غَيْث Yağmur suyu ile yetişen bitki demektir. Kur’an’da غيث 9, غيظ 11 defa geçer. Toplam 20 (22*5) eder. غ değişmeyi, ي kolaylığı, ث dayanıklılığı ifade eder. |
-
| اسْتَوَى | اسْتَفْعَلَ/سوي | سَوِيّ engebesiz düz yerdir. Eşitlemek için kullanılır. Sıva yapmak, duvarı düzeltmek demektir. سوي Kur’an’da 83, سوء ise 167 defa geçmektedir. Toplam 250 (2*53) eder. س diziyi, و bağlanmayı, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| أَشُدَّ | أَفْعُلَ/شدد | شَدّ sicim bağıdır. شَدِيد bağlı demektir. Kur’an’da شدد102 defa geçmektedir. ش ani sıçramayı, د çeperi, çevreyi sınırlamayı ifade eder. |
-
| أَكْثَرَ | أَفْعَلَ/كثر | كَسِير kırık demektir, كَثِير çok demektir. كثر Kur’an’da 167 كدر ise 1 defa geçer. Toplam 168 (23*3*7) eder. ك oluşu, ث dağılmayı, ر tekrarı ifade eder. |
-
| أُمِّ | فُعْلِ/ءمم | أَمَام ön demektir. İmam önden giden kimse, yani önder demektir. Ümmet de imamı olan topluluk demektir. أُمّ Anne demektir. أُمَّهات insanlar için anneler demektir. أُمَّات ise insan dışı varlıklar için anneler demektir. Bu kök ‘peşinden koşmak’ anlamındadır. Annenin çocuğunun peşinden koşması anlamına geldiği için anne kelimesi buradan gelir. Kur’an’da ءمم 119, ءيم 1 defa geçer. Toplam 120 (23*3*5) eder. ء gücü, م enginliği ifade eder. |
-
| أَهْلِ | فَعْلِ/ءهل | هِلَال yeni ay demektir. Çardak veya çadırların sellerden korunması için açılmış olan yarım kanallara da hilal adı veriliyor. Daha sonra yerleşik yere hilallenmiş anlamında أَهَلَّ kullanılır. Sonra da halkın adı أَهْل olmuş. Meskûn yerin halkına أَهْل dendiği gibi bir mesleğe veya özelliğe sahip olan kimseye de o mesleğin ehli denir. Ehliyet kelimesi buradan gelir. ءهل Kur’an’da 127, وكل ise 71 defa geçer. Toplam 198 (2*32*11) eder. ء gücü, ه boşluğu, ل belirliliği ifade eder. |
-
| بَلَغَ | فَعَلَ/بلغ | Çalışacak hale geldiği zaman kişiye baliğ/بَالِغ oldu denir. Bir işi yapmak, başarmakta buluğ ile ifade edilir. بُلْغَة bir çeşit ayakkabı demektir. Bir yere ulaşmak için kullanılan mastardır. Kur’an’daبلغ 77, بلع 1 defa geçer. Toplam 78 (2*3*13) eder. ب geçişi, ل belirlemeyi, غdeğişmeyi ifade eder. |
-
| بَيْتٍ | فَعْلٍ/بيت | بَيْت ev demektir, yapı demektir. Mesken ev demektir. Yani beyt herhangi bir yapıya ad olarak kullanılabilir. Maarife gelen beyt Kâbe’dir. بيت Kuran’da 73, بيع 15 defa geçer. Toplam 88 (24*11) eder. ب geçidi, ي kolaylığı, ت oluşumu ifade eder. |
-
| تَحْزَنَ | تَفْعَلَ/حزن | هُزَال zayıf hayvan, semizin zıddı demektir. İnsanı zayıflatan sıkıntıya حُزْن denir. Üzüntü insanların iştahını keser, insan yemek istemez. ح harap olmayı, ز zamanda sarsılmayı, ن belirsizliği ve sınırlamayı ifade eder. |
-
| تَقَرَّ | تَفْعَلَ/قرر | قَرَارَة küçük derelerin toplanıp durgunlaştığı küçük göldür. Kur’an’da قرر 38 defa geçer. ق kuvveti, ر tekrarı ifade eder. قَرْيَة’ye akrabadır. |
-
| حَرَّمْنَا | فَعَّلْنَا/حرم | حِرَام keçe demektir. Kur’an’da حرم 83, حرب 11 defa geçer. Toplam 94 (2*47) eder. ح hareketi, ر tekrarı, م enginliği ifade eder. |
-
| حَقٌّ | فَعْلٌ/حقق | حُقَّة develere yemin dağıtıldığı kaptır. Bir devenin istihkakına hak denir. Hak, sonraları gerçek anlamında kullanılmaya başlanır. Hak kelimesi mutlak söylendiği zaman lehe hak demektir. عَلَى kelimesi ile kullanıldığı zaman borç demektir. دَيْن kelimesi mutlak kullanıldığı zaman borç demektir. لِ harfi ile kullanıldığı zaman hak demektir. Hak borçla beraber doğar. Topluluk düzenine hukuk düzeni diyoruz. Yani herkes borçlu ve alacaklı hale gelerek topluluk oluşur. Fizik kimyada da elektron alışverişi ile bağlanmalar olur ve bütün fiziki maddi varlıklar böyle meydana gelir. ح hareketi, ق kuvveti ifade eder. |
-
| حُكْمًا | فُعْلًا/حكم | حُكْم gem demektir. Atı yönlendirmek için ağzına takılan gemdir. “Hükmetme” iradesini yok edip yönlendirme demektir. Başkan hâkim değil hadimdir. ح hareketi, ك oluşu, م enginliği ifade eder. |
-
| حِينِ | فِعْلِ/حين | إِنَاء sütün sağıldığı kap demektir. Sonra sağma zamanı an/آن olmuş, sonra da ء harfinin ح’ya dönüşmesi ile حِين vakit olur. Kur’an’da حين 35, حيي 189 defa geçer. Toplam 224 (25*7) eder. ح hareketi, ي kolaylığı, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| دَخَلَ | فَعَلَ/دخل | دَخْل Kuytu yer demektir. Sonraları iç anlamında kullanılır. Daha sonra da “girme” anlamına gelir. Kur’an’da 126 defa geçer. د çeperi, çevreyi, خ çökmeyi, ل belirlemeyi ifade eder. |
-
| رَجُلَيْنِ | فَعُلَيْنِ/رجل | رِجْل ayak demektir. Kur’an da رجل 73, رهن 3 defa geçer. Toplam 76 (22*19) eder. ر tekrarı, ج cazibeyi, ل belirlemeyi ifade eder. |
-
| رَدَدْنَا | فَعَلْنَا/ردد | رِدَّة devenin memesinden doğumdan önce gelen süttür. Hayvanlar hamile kaldıklarında sütleri kesilir. Doğum yaklaşınca yeniden süt toplanmaya başlar. Bu, doğumun yaklaştığını gösterir. Bu haldeki deveye رَدَد denir. Eski hale dönmeye رِدَّة denir. رِجْعَة‘de hal, رِدَّة’te ise vasıf değişir. Kur’an’da ردد 59, ضدد 1 defa geçer. Toplam 60 (22*3*5) eder. ر tekrarı, دçevreyi ifade eder. |
-
| شِيعَةِ | فِعْلَةِ/شيع | شَيْع Sarmaşık demektir. Kur’an’da 12 defa geçer. ش ani sıçramayı, ي kolaylığı, ع üstünlüğü ifade eder. |
-
| عَدُوٌّ | فَعُولٌ/عدو | عُدْوَة vadinin bir yakası demektir. “İ’tida” kendi kendine düşmanlık yapmaktır. Sigara içmek gibi. Karşı yakadakilerden kinaye olarak düşmanlara عَدُوّ denir. “Teaddu” saldırmak demektir. عدو Kuran’da 105, عدد ise 57 defa geçer. Toplam 162 (2*34) eder. ع etkiyi, د çevreyi, و beraberliği ifade eder. |
-
| عَمَلِ | فَعَلِ/عمل | عَمَّالَة Amele iş yapmaya alıştırılmış deve veya öküz demektir. عَبْد kelimesi ile de akrabalığı vardır. Amel etmek başkasına iş yapmak demektir. ع etkiyi, م enginliği, ل belirliliği ifade eder. |
-
| عَيْنُ | فَعْلُ/عين | عَيْن göz, أَوْيَة göze demektir. Önce pınarların akan gözüne, sonra da insanların gözüne عَيْن denir. Topluluklarda kelimelerin birbirine aktarılması olduğu gibi, benzetmelerin aktarılması da vardır. Türkler ve Araplar gözü hem pınar için hem de görme aleti için kullanırlar. عين Kur’an’da 65, عير ise 3 defa, toplam 68 (22*17) eder. ع etkiyi, ي kolaylığı, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| غَفْلَةٍ | فَعْلَةٍ/غفل | غُفْل örtü demektir. Gaflet içinde olmak geleceği görmemek, olayların farkında olmamak demektir. Kur’an’da غفل 35, عفر 1 defa geçer. Toplam 36 (22*33) eder. غ değişmeyi, ف kopmadan ayrılmayı, ل belirliliği ifade eder. |
-
| قَالَتْ قَالَ | فَعَلَتْ/قول فَعَلَ/قول | قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanma kuvvetini, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder. |
-
| قَبْلُ | فَعْلُ/قبل | قَبْل önce demektir. ق kuvveti, ب geçidi, ل belirlemeyi, sınırlamayı ifade eder. |
-
| قَضَى | فَعَلَ/قضي | قَضْب kesici alet; ب ي’ye dönüşmüş, قَضَى olmuştur. Bir şeyi kesmek, yapılacak bir şeyi yapmak anlamında “kaza” olmuştur. Bir emri yerine getirmek kaza olarak Kur’an’da ifade edilir. Fıkıhçılar edanın karşılığında kaza kelimesini kullanırlar. Zamanında yapılmayan iş olup Kur’an’da bu manası yoktur. Kur’an’da قضي 63, قضض 1 defa toplam 64 (26) eder. ق kuvveti, ض katlamayı, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| لِتَعْلَمَ يَعْلَمُونَ عِلْمًا | لِتَفْعَلَ/علم يَفْعَلُونَ/علم فِعْلًا/علم | عَلَم dağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam eder. عَرَفَة üstü düzlük dağ veya yayla demektir. İnsanlar ilk zamanlarda burada yıllık veya daha kısa zamana ait toplantılar yaparlardı ve birbirleri ile tanışırlardı. عَرَفَة (Arafat) söz buradan gelir. Hala orada toplanılır. عِلْم varlıkları sınırlama suretiyle tanımlar, aralarındaki ilişkileri riyazi bir şekilde belirler. مَعْرِفَة ise varlıkları diğerlerinden ayıracak özellikleri ile belirlemektir. ع etkiyi, ل belirliliği, م enginliği ifade eder. |
-
| مُبِينٌ | مُفْعِلٌ/بين | بَيْن topraktaki yarık demektir. بين Kur’an’da 523, 5 بور defa geçer. Toplam 528 (24*3*11) eder. ب geçiş, ي kolaylığı, düzlüğü, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| الْمُحْسِنِينَ | الْمُفْلِعِينَ/حسن | Sıradağlardan yan yana olan iki büyük dağın en büyüğüne حَسَن, ikincisine ise حُسَيْن denir. Sonraları iyilik, güzellik anlamı kazanmıştır. Kur’an’da 194 defa geçmektedir. ح hareketi, سdiziyi, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| مُضِلٌّ | مُفْعِلٌ/ضلل | ضَلَال kaybolan deve demektir. Şaşırma anlamına gelir. Yoldan şaşırma, kaybolma demektir. Böylece her taraftan çevrilmiş bir çember içinde şaşkına dönerler. Tarihte birçok savaş arkadan çevirerek çember içine alarak kazanılır. Düşmanı bir yönde gözetleyenler başka yerden saldırıya uğrarlarsa şaşırırlar. ض katlamayı, ل belirliliği ifade eder. |
-
| نَاصِحُونَ | فَاعِلُونَ/نصح | نُصْح dikiş demektir. “Nasihat” bir işin oluşması için gerekli yolu göstermek veya yardım etmektir. Kur’an da نصح 13, نطح 1 defa geçer. Toplam 14 (2*7) eder. ن belirsizliği, ص dayanıklılığı, ح hareketi ifade eder. |
-
| نَجْزِي | نَفْعِلُ/جزي | جُزْء bir şeyin parçası, bozulmadan bütünden ayrılıp kopabilen şey demektir. جِزْيَة eski parçanın yerine konan yeni parça demektir. Bir şey karşılığı verilendir. Yerini tutan şeye denir. Sonra zimmilerden alınan verginin adı olmuştur. Ceza bir fiile karşı uygulanan kötülük veya iyiliktir. Sonraları kötülere daha çok kullanılır. Kur’an’daجزي 118 defa geçer. ج cazibeyi, ز zamanda diziyi, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| وَجَدَ | فَعَلَ/وجد | وَجْد su birikintisidir. Bulunmak, ortaya çıkmak ve bulmak anlamlarına gelir. İnsanın beyninde biriken inançlara vicdan denir. Kur’an’da وجد 107, وجس 3 defa geçer. Toplam 110 (2*5*11) eder. و beraberliği, ج cazibeyi, د çeperi, çevreyi, sınırlamayı ifade eder. |
-
| وَعْدَ | فَعْلَ/وعد | وَاعِد yağmur bulutu demektir. Yağmur yağmadan önce bulutlar kararır, yağmur yağacağını haber verir. Vaat etme yapacağı bir iyiliği bildirip söz vermeyi ifade eder. Yapacağı bir kötülüğü bildirmeye ise وَاعِد denir. Kur’an’da وعد 151, وعظ 25 defa toplam 176 (24*11) eder. و beraberliği, ع üstünlüğü ve etkiyi, د duvarı ve çevreyi ifade eder. |
-
| وَكَزَ | فَعَلَ/وكز | وَكْز Şamar, açık elin iç tarafıdır. Kur’an’da وكز 1, وكد de 1 defa geçer. Toplam 2 eder. و beraberliği, ك oluşmayı, ز zamanda diziyi ifade eder. |
-
| يَقْتَتِلَانِ | يَفْتَعِلَانِ/قتل | قِتْل çatışmada ilk karşılaştırılan kişilerden birine verilen addır. Sonra savaşmak ve adam öldürmek anlamında mastar olur. ق dayanma gücünü, ت mekânda diziyi yani sıralamayı, ل belirliliği ifade eder. |
-
| يَكْفُلُونَ | يَفْعُلُونَ/كفل | كِفْل‘Üstüne oturulan keçe’ demektir. كِفْل kelimesi كَفِيل‘den gelen bir kelimedir. Bir işin tam karşılığıdır. Nasip veya paydan farklıdır. Bir adamı iki kişi öldürse, ikisi de bu suçtan birer kifl alırlar yani ikisine de kısas uygulanır. كَفِيل‘de paylaşma yoktur. Nasipte veya payda paylaşma vardır. ك oluşumu, ف ayrılıp bitişik kalmayı, ل belirliliği ifade eder. |
İstanbul, Yenibosna; 02 OCAK 2021
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:
Yazar REŞAT NURİ EROL
AYŞE AYDIN
Ecz. TAYİBET ERZEN
Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR
***