EN’AM SÛRESİ - 4. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْأَوْنَ عَنْهُ وَإِنْ يُهْلِكُونَ إِلَّا أَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ (26) وَلَوْ تَرَى إِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَالَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِآيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (27) بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (28) وَقَالُوا إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ (29) وَلَوْ تَرَى إِذْ وُقِفُوا عَلَى رَبِّهِمْ قَالَ أَلَيْسَ هَذَا بِالْحَقِّ قَالُوا بَلَى وَرَبِّنَا قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ (30)
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْأَوْنَ عَنْهُ وَإِنْ يُهْلِكُونَ إِلَّا أَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ (26)
Va HuM YaNHaVNa GaNHu Va YaNEaVNa GaNHu Va EiN YuHLİKUvNa E.lLAv EaNFuSAHuM Va MAv YaŞGuRUvNa
"Ve onlar ondan nehy ediyorlar ve ondan ne'v ediyorlar. Onlar şuurunda olmaksızın kendilerini ihlak/helak ediyorlar."
(Not: Bu yorumlar ve değerlendirmeler 2016 yılında yapılmıştır. RNE)
“Nihayet” son demektir. Bir akıntının son bulduğu yere yani yamacın bitip düzlüğün başladığı yere “nihayet” denir. “Nehy etmek” ileride olacak kötü sonuçları baştan haber vererek yapmamasını istemektir. Buradaki zamir onların "esatiru’l-evvelin" dedikleri Adil Düzen’e gitmektedir. Onlar Kur’an düzeninden, Adil Düzen’den nehy ediyorlar. Medreseler ve tarikatlar bunun için kapatılmıştır. Bediüzzaman hapishanelere bunun için konmuş, sürgünlere bunun için sürülmüş, Mehmet Akif Ersoy bunun için Mısır’a gitmiştir. Asılanlar suçsuz yere bunun için asılmışlardır. 15 Temmuz bunun için yapılmış, AK Parti’nin ve Cemaat’in İslami çalışmalarına son verilsin diye yapılmıştır.
"Nu’v'" bir şeyi mecrasından savmak için kullanılan savaktır. Kanallar yapılır ve su başka yere sapar. "Canibi" ile "ney etme" demek yana dönüp ilgilenmek demektir. Yan çizmek anlamındadır.
İki usul benimsiyorlar. Biri, söz geçirdikleri kimseleri Adil Düzen’den uzak tutmak. Diğeri ise ilgilenmemek, duymamak, kulak vermemek, yokluğa hükmetmek istiyorlar.
Necmettin Erbakan Odalar Birliği Başkanı iken 1968’de kendisini ziyaret etmiş ve parti kurmayı önermiştik. S. Demirel’in iktidarına zarar vermemesi için seçime yetişmez dediler. Biz bağımsız olarak aday olalım dedik. Sonunda çevresinin baskısı ile AP’den aday adayı oldu, veto edilince Akevler’in dediğini yaptı. Biz de 13 kişi olarak onu destekledik.
Necmettin Erbakan'ın hayatında bağımsız adayların adları yoktur. Konya Milletvekilliği yer almaz. Herkesi Akevler’den bahsetmemeye zorlarlar. Nehy ederler. Bununla zannederler ki Adil Düzen’e zarar verecekler, Kur’an’a zarar verecekler. Farkında olmadan kendilerini ihlak/helak ediyorlar.
Bugünkü uygarlıklar iki şeye dayanmaktadır.
Biri cinsi sapıklık ve eşcinselliktir.
Diğeri ise faizdir.
Okullar, üniversiteler, basın yayın hep cinsel ahlaksızlığa dayanmaktadır. Bir zamanlar kızları mayo ile yürüyüşlere çıkarmak mecburi idi. Eşinle baloya gelmezsen, içki içip dans etmezsen görevde kalamazdın.
Böylece insanların ahlakını bozup bir iş yapamaz hale getirmek ve binde bir nüfusları ile dünyayı yönetmek istemektedirler. Hillary Diane Rodham Clinton böyle demişti. Demişti ama şimdi onun sermayesi ile başkan olmaktadır. Dolar nasıl bir silah ki açmadığı kapı kalmıyor. Bunun net olarak tepetaklak gittiğini göreceksiniz. Allah’ın altını Sermaye’nin dolarını yakalar, altın bono gelip onu ezecektir.
Zina ne yapıyor?
Önce aile müessesini ortadan kaldırıyor. İnsanlar cinsi arzularını serbestçe giderince artık evlenmiyor, çocuk yapmıyor. Aile sıkıntısına girmek istemiyor. Bu da insanlar için intihar oluyor. Kendilerini uygar kabul edip Sermaye’nin emrine giren Hıristiyanlığın nüfusu azalmaktadır. Müslümanların, Budistlerin ve Hinduların nüfusları artmaktadır. Bugün en çok nüfusa sahip Hıristiyanlık bir asır süremez, ikinci olacak ve birkaç asır sonra en az nüfusu olan topluluk haline gelecektir.
Eğer Budistler ve Hindular da uygarlaşırlar da aynı hastalığa müptela olurlarsa onların da nüfusları azalacaktır. Türkiye’de de aynı moda başlamıştır. Kürtlerin nüfusu artmakta, Türklerin nüfusu azalmaktadır.
Bu nasıl önlenecektir?
Bugün yeryüzünün yarısı boştur. Demek ki insanlık on milyar nüfusu daha çok rahat barındırır. Denizleri de değerlendirmek, sera tarımına geçmek şartı ile üçüncü bin yılın sonunda 100 milyar nüfusa ulaşabiliriz. Ufuklar bitmemiştir. Önce göklerde sonra da uzayda sonsuz imkân vardır.
İkincisi ise faiz müessesesidir dedik. Zina insanın üretilmesini önlemektedir. Faiz de malın üretimini aksatmaktadır. Böylece insanlar farkına varmadan kendilerini helak etmektedirler. Faiz tam istihdam sağlanıncaya kadar yararlı idi ve bugünkü uygarlığı sağladı. Şimdi tam istihdam sağlanınca faizin piyasaya dönmesi imkânsız hale geldi. Böylece ekonomik krizler doğmaya başladı. Savaşlarla düzen korundu. Şimdi savaşlar da yapılamamaktadır. Dolayısıyla dünya helake doğru gitmektedirler. Bugün Müslümanlar Kur’an'la ilgilenmeye başlamışlardır. Kur’an nuru gelmektedir.
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ
Va HuM YaNHaVNa GaNHu
"Ve onlar ondan nehy etmektedirler."
Adil Düzen’e, Kur’an düzenine eskilerin masalları demektedirler ama diğer taraftan da ona karşı, onu etkisiz hale getirmek için tüm dünyaya savaş açmışlardır. Yalnız Kur’an’a yani Kur’an nizamına değil, tüm dinlere saldırmışlardır. Mademki masaldan başka bir şey değildir, ne korkuyorsunuz, bu telaşınız nedir? Korkmalısınız. Çünkü siz mekr ediyorsunuz, Allah da hayrı mekr ediyor.
وَيَنْأَوْنَ عَنْهُ
Va YaNEaVNa GaNHu
"Ve ne'v ediyorlar."
Evet, insanlığın Adil Düzen’i öğrenmemesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Batı tipi üniversitelerimize bakın. Anlatılır, anlatılır, orta çağ geçilir, bu karanlık çağdır denir ama Hıristiyanlık anlatılmaz, Bizans anlatılmaz, İslamiyet’ten bahsedilmez. Oysa Batı uygarlığı İslam uygarlığının kuvvet uygarlığı olarak gelişmiş şeklidir. Batı’da ne varsa kökü İslamiyet’ten ve Hıristiyanlıktan gelmedir. Roma hukuku Hıristiyanlık ve Tevrat hukukudur.
وَإِنْ يُهْلِكُونَ إِلَّا أَنْفُسَهُمْ
Va EiN YuHLİKUvNa lLAv EaNFuSAHuM
"Nefislerinden başkasını helak etmiyorlar."
Alexis Carrel Batı uygarlığı çöküyor, ne var ki Batı bunun farkındadır diyor.
Evet, ilim adamları batının intihar etmekte olduğunu söylüyorlar ama Sermaye’nin umurunda mı? Batı intihar eder; Çin vardır, Hint vardır.
Kur’an’a göre Hıristiyanlık Müslümanlarla bir olarak üstünlüğünü hep koruyacaktır. Bugün Sermaye’ye karşı direnen Hıristiyanlık vardır. Ortodokslar Gorbaçov ve Putin ile Sermaye’den tamamen kopmuşlardır. Avrupa Birliği’ne karşı Sermaye savaş açmıştır. Güney Amerika artık direnmektedir. Hıristiyanlar ve Müslümanlar uyanmaktadırlar.
Şeriat düzeni kurulacaktır.
وَمَا يَشْعُرُونَ (26)
Va MAv YaŞGuRUvNa
"Ve şuur etmiyorlar."
"Şe’r" saç demektir. Kişinin bilincine “şuur” denmektedir. İnsan ruh ve bedenden ibarettir. Ruhta nefis yani kişilik vardır. Bedende hayat vardır. Kişilik dört şekilde ortaya çıkar.
Bunlardan birincisi zevktir, bunda da haz ve elemler olur. Acıktığınız zaman acı duyarsınız. Acıyı madde duyamaz, acıyı ruh duyar. Beyindeki olayları acı-tatlı olarak algılar.
İkincisi ise şuurdur, bilinçtir. Bilinç de acı ve tatlı gibi etkilenir. Haberdar olur. Ama acı duymaz, tat almaz. Beyinden ruha gelen etkilerdir. Buna karşılık ruh iki şekilde beyne etki eder. Biri, hareket emrini verir, şöyle yap der, o da elektriği devrelere katar, onlar da bedene gider ve bedenin uzuvlarını harekete geçirir. Diğeri ise diğer insanlara iletmek üzere ruhun icat ettiği şeyleri beyine bildirir. Beyin de söylenenleri diğer insanlara iletir. Örnek olarak 1 sayısı bedende yoktur ama insan zihninde vardır. Bunu oluşturan ruhtur. Bilinç sayesinde biz geçmişi biliyoruz ve geleceği öngörebiliyoruz, üstünde düşünüp karar alıyoruz. Bilinç dışı olaylar da vardır. Uykuda geçen olaylar bilinç dışı olduğu gibi kalbimizin atması da bilinç dışıdır.
Topluluğun bilinci ise düşünmedir, tartışmadır, birlikte olayları değerlendirmedir. Ben düşünüyorum. Siz ayrı ayrı düşünüyorsunuz. Sonra bu düşüncelerimizi birbirimize ifade ediyoruz. Topluluklardan birinin bilmesi hepsinin bilmesi anlamındadır. Çünkü bir topluluktaki bilenlerden herkes yararlanır. Buna "içtihat" denir. Bir de herkesin bildiği şeyler vardır, buna "icma" denmektedir.
“Şuurunda olmamak” demek, bazı kimselerin içtihatlarını devre dışı bırakıp yararlanmamak demektir. Yahut icma ile sabit olan şeyleri kabul etmemek de şuurunda olmamaktır. Her insan bilgi hazinesidir. Onun söylemesine mâni olmayacaksınız, yararlanırsınız. Bilgi zarar vermez. Cehalet zararlıdır.
***
وَلَوْ تَرَى إِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَالَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِآيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (27)
Va LaV TaRAy EiÜ VuQıFUv GaLa elNAvRı Fa QAvLUv YAv LaYTaNAv NuRadDu Va LAv NuKaüÜiBa BiEAvYAvTı RabBıNAv Va NaKUvNa MIyNa eLMUMTaRINa
"Ve nârın üzerine vukuf edildikleri zaman onları bir re’y etseydin. Şöyle kavl ettiler. Keşke reddolunsaydık. Rabbimizin ayetlerini tekzip etmeyelim ve müminlerden olalım."
Bu sözleri ahirette söyleyecekler. Ne var ki “Lev” kelimesi ve “İz” kelimesi ile olay mazide olmuş olarak anlatılmaktadır. Kur’an’da böyle ayetler çoktur. Müfessirler kesinliği ifade etmesi içindir diye söylerler. Örnek olarak Devlet Bahçeli, Recep Tayyip Erdoğan’a ‘sen bittin, sen yok oldun’ demişti, oysa o zaman Erdoğan bitmemişti.
Bu şekilde yorumladığımız zaman bu dünyada kendilerini helak ediyorlar ama onların ahirete de daha büyük azapları vardır, o gün durumlarını bir görsen denmektedir.
Buradaki “Ve” harfi o mahzuf cümleye atfedilmiştir. Arap dilcileri mana ilminde hazfı uzun uzun anlatırlar. Cümle hazflarından bahsettiklerini görmedim. Kur’an’da cümle içinde kelimelerin hazfı olduğu gibi metinlerde de cümlelerin hazfı vardır.
Ateş üzerinde durdurulacaklardır. Ateş karşısında durdurulacaklardır anlamındadır. Ateş üzerine vukuf edilmelerine demektedir. Önce gidecekleri yerde ateş gösterilir, işte siz buraya gideceksiniz denir. O zaman gerçekleri anlarlar.
Peygamberlerin yalan söylemediklerini ve ilahi kitapların hakkı ifade ettiğini anlayacaklardır. Cennet ve cehennem kavramı her dinde vardır. İnsanlar tarih öncesi dönemde de ahirete yani dirileceklerine inandıklarından dolayı ölülerini gömmüşlerdir.
Arapçada cennet demek bahçe demektir, cehennem ise fırın demektir. İnsanlar cehennem ateşine götürüleceklerdir. Yüksek sıcaklıkta bir yerdir. Yakıtı taş ve insanlardır. Güneş’in çekirdeğindeki yoğunluk 150 gr/cm3’tür. Yani yeryüzündeki katı cisimden çok daha taştır. Belli sıcaklığa kadar cisimler kimyasal bağlarla birbirlerine bağlanırlar. Ondan sonra gaz durumuna dönüşürler ve atomlardan oluşan moleküller şeklindedirler. Daha büyük basınç altında atom çekirdekleri birleşir ve katı cisim oluştururlar. Taş olur. Güneş’in çekirdeğinde yoğunluk 150 su yoğunluğu kadardır. Yeryüzündeki katılardan daha katıdır.
İnsanların bedenleri orada cinler gibi ateşten sıcaktır.
Ateşin karşısına çıktıkları zaman gerçekleri anlayacaklardır.
İnsanoğlu darda kalınca tövbe eder, selamete çıkınca tövbesini unutur. Bu sebepledir ki insanları korkutarak yola getiremezsiniz. Korktuğu için teslim olur, siz de onu serbest bırakırsanız unutur, bir daha yapar. Devamlı korkutma da yaşamayı zehir yapar ve gücünüz sona erer. Bu sebeple caydırıcılık cezası verirler. Suç işleyen cezalandırılır. Suç işlemeyenlere dokunulmaz. Böylece zararsız bir korkutma elde edilir. Eğer suçsuzlara da baskı yapıyorsanız isyan ederler, suçlulara ceza vermezseniz herkes azar.
“Rabbinin ayetleri” ne demektir?
“Rab” terbiye eden, eğiten demektir. Eğiticiler kanıtları tekzip etmeyecekler.
Temel kural şudur. Doğruluğuna deliliniz yoksa ona inanmayacaksınız. Yanlış olduğuna deliliniz yoksa onu da inkâr etmeyeceksiniz. Delilleri değerlendirerek doğru ve yanlışı bulmaya çalışmak gerekir. Önce ayetleri tekzip etmeyeceksiniz, sonra delillerle sabit olanlara da inanacaksınız.
وَلَوْ تَرَى
Va LaV TaRAy
"Ve re’y etseydin"
“Lev” kelimesi maziye gelir ve olmamış bir olay olsaydı ne olurdu ise o anlatılır. Burada “görseydin” deniyor. Oysa bugün görmüyorsun. Bununla beraber düşünerek görülebilir. Çünkü yetenek düşünmek anlamındadır. Henüz vukuf edildiklerinden görülmesi mümkün olmadığı için “Lev” gelmiştir. Düşünülmesi mümkün müdür? Düşün anlamındadır.
Burada başka bir olaya da işaret etmektedir.
Biz şimdi ileriye doğru gidiyoruz. Geçmişte yaşadığımız olayları arkada bırakıyoruz ve geleceği yaşamaya devam ediyoruz. İstanbul’dan Ankara'ya giden biri Düzce'ye geldiği zaman önünde Bolu vardır, oraya gitmektedir. Geriye dönse bu sefer Adapazarı'na gelir. Biz de yönümüzü geriye çevirsek geçmişimize gideriz. Cennettekilerle cehennemdekiler birbirinden ayrılırlar. Cennete gidenler onları arkalarında bırakırlar ve onlar cehenneme giderler. Cennettekiler onların ateş karşısına çıkarıldıklarını görmezler.
İşte o zaman gerisin geriye dönüp onların ateşin karşısında nasıl durduğunu bir görsen anlamındadır. Burada hazfedilmiş cümlelerle bunları anlatmaktadır.
إِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ
EiÜ VuQıFUv GaLa elNAvRı
"Nar üzerine vakfedildiklerinde..."
“Vakf” tutma yeridir. Sopayı vakfından tutarsınız. Hayvanı vakfından bağlarsınız. Fiil olarak durdurmak demektir.
Cehenneme götürüldükleri zaman kapısına gelince durdurulurlar ve onlara gösterirler. Ondan sonra krizalit devresine girer, molekül yapısından atomik yapıya geçerler. Türkçede “tevkif emek” olarak kullanılır. Hareketsiz hale getirme anlamındadır. Rabbin huzuruna çıkarmak tevkif etmek anlamındadır. Ateşin karşısına çıkarmak da “Alâ” ile söylenmiş olur.
V harfi eklemeyi ifade eder. Q harfi toplama, bir araya getirme anlamındadır. F harfi kopmadan ayrılığı ifade eder.
Huzura getiriliyor ama birleştirilmiyorlar.
فَقَالُوا يَالَيْتَنَا نُرَدُّ
Fa QAvLUv YAv LaYTaNAv NuRadDu
"Keşke reddolunsak diye kavl ettiler"
Ateşi görür görmez durumu anlamışlardır ve pişmanlıklarını ortaya koyacaklardır. Cehennem bir ıslah yeridir. Baştan daha ateşe girmeden bu ıslah başlıyor. Orada pişman olmakla ilk derslerini almış oluyorlar. Eğer gerçekten gerisin geriye geldiklerinde düzeleceklerse Allah cehenneme göndermez yeryüzüne getirirdi. Ama onlar geri geldiklerinde onu unutacaklar ve tekrar eski durumlarına devam edeceklerdir.
Topluca nasıl söylenir? Birbirini etkilemeden söylenseydi onlardan her biri böyle diyecek denirdi. Topluca söylemek demek birini etkileyerek söylemedir. İnsan beyninde bütün olaylar elektrik devrelerinde cereyan eder. Yan yana bulunan insanlar elektrikli yayınla birbirleriyle konuşmadan etkileşirler. Bu hususta henüz denemeler yapılmamıştır.
İki topluluk yaparsınız. Diyelim 50’şer kişi. Bir adamın resmini koyarsınız. Konuşmadan beşer kişiyi daha koyarsınız. Bir grup adamı bilir, diğer grup bilmez. Ondan sonra herkesin eline kâğıt kalem verip yazın derseniz, bilen beş kişi hemen yazıp verecektir. Ondan sonrakiler düşünüp vereceklerdir. Diğer grupta ise bilen olmadığı için düşünerek adını bildirecektir. Doğru bilme hızı farklı ise demek ki beyinler arasında anlaşma vardır. Biri söyler, diğerleri ses çıkarmazlarsa birlikte söylenmiş olur.
وَلَا نُكَذِّبَ بِآيَاتِ رَبِّنَا
Va LAv NuKaüÜiBa BiEAvYAvTı RabBıNAv
"Ve Rabbimizin ayetlerini tekzip etmeyiz"
Şunu anlayacaklardır. Adil Düzen onların eğitilmesi ve daha da uygarlaşmaları için Allah’ın öğrettiği bir düzendir. Allah’ın öğrettiğidir. Çünkü biz onu Kur’an’dan istidlal ettik, içtihatla onun bizden evvelkilere öğrettiği beyan ilmi ile istidlal ettik.
Uygarlaşmak için gerekli olan bir düzendir. Sanayileşme döneminin fıkhıdır. İşte orada bunlar onlara anlatılacaktır. Tutuklanan kimseler neden tutuklandıklarını ve ne için suçlu olduklarını ileride hikmetleri ile anlayacaklardır demektir.
وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (27)
Va NaKUvNa MIyNa eLMUMTaRINa
"Ve müminlerden oluruz."
Müslim olmakla kalmayacaklarını, mümin olacaklarını söylemektedirler.
O halde suçlular mahkûm edildikleri infaza götürüldükleri zaman beyanları alınacak ve niçin mahkûm edildikleri anlatılacaktır.
Yakınları ve halk kimin asılacağını, kimin kolunun kesileceğini bilecektir.
***
بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُون (28)
BaL BaDAv LaHuM MAv KAvNUv YuPFUvNa MıN QABLu Va LAv RudDUv LaGAvDUv LiMAv NuHUv GNHuVa EnNAHUM La KaÜiBUvNa
"Min kabl ihfa ettikleri, onlara bedv etmiştir. Reddedilseler nehy olunduklarına avdet ederler ve onlar kezbedenlerdir."
Daha evvel gizledikleri şeyler onlara gösterilmiştir. Herkes yaptığını bir bir görecektir. Başkalarına değil kendilerine gösterilecektir.
Genel Hizmet sözleşmelerinde herkesin özel defteri vardır. Aleyhinde ve lehinde ne söylenmişse o kendisine beyan edilmiş, ne yapmışsa ve yapılmışsa onlar defterde yazılır. Bunları sadece kendisi görür ve bilir. Değişiklik yapamaz, gerekli gördüğü zaman da kendisini savunmak için gösterir.
Meleklerin tuttukları defterler böyledir. Herkese kendi defteri verilecek ve herkes defterini görecektir. Ona göre savunmalarını yapacaktır. İnsan dünyada yaptıklarının hesabını teker teker verecektir. Belki bu dünya kadar zamanda bitecektir. Sonra cennet veya cehennem hayatı başlayacaktır.
Dünyada gizledikleri orada önlerine çıkacaktır. Oradaki mahkemeleri yanıltma imkânı olmayacaktır. Geri dönmek isteyeceklerdir. Eğer onlar gerçekten geri dönecek olsalar Allah onlara yine imkân verir. Ama kaç defa böyle dediler, sonra yine bildiklerini yaptılar. Kötülüklerden vazgeçmeyeceklerdir. Bu kendilerine de gösterilecektir. Onlar yalancıdırlar.
Böyle olanların durumu ne olacaktır?
15 Temmuz olaylarını ele alalım. Kim yaptı? Elbette Gülen mensubu gibi görülenler yaptı. Bunu hepimiz biliriz. Ancak bu olaylara karışmayan, sadece hizmet amacı ile orada bulunanlar vardır. Bunlar kesinlikle ayrılmalıdır. Kesin delil yoksa bu da onlardandır denilemezler. Çünkü şüpheler cezaları düşürür.
Kesin olarak olaylara katılıp geçen zaman içinde tövbe edenler varsa onlara da dokunulmayacak. Ama 15 Temmuz’dan sonra da yeni darbe hazırlığına katılanlar varsa artık onlara mühlet verilmeyecek. Ne olacak? Medine Yahudilerine ne yapılmışsa o yapılacak. Erkekleri öldürülecek, savaşa katılmayanlar esir edilecek.
Böyle bir uygulama yaptığınız zaman ne PKK kalır ne de bir daha darbeye girişimler olur. Darbecilere acımak demek darbeleri yeniden canlandırmak demektir. Darbeci olup olmadığı kesin delillerle belirlenmeden gelişigüzel darbecidir diye yakalamak hukuka olan güveni yok eder. Böylece adalete değil kuvvete inanan topluluk oluşur.
Suçu sabit olanları en ağır ceza ile cezalandırmak ne kadar doğru ise suçu kesin olarak sabit olmayanları cezalandırmak da o kadar yanlıştır ve ikisi de aynı derecede topluluğu bozan bir işlem olmaktadır.
بَلْ بَدَا لَهُمْ
BaL BaDAv LaHu
"Bel onlara bedv etmiştir."
“Bel” kelimesi daha önce söylemişi ne ibtal ne de ibka eder. Sonra gelen cümleyi anlatır. "Ahmet geldi mi?" sorusuna "Hayır, Hasan geldi." derseniz, Ahmet'in gelmediğini söylersiniz. Araplar “hayır” kelimesine karşılık “bela” kelimesini kullanıyorlar. Ama “Ahmet geldi mi?” sorusuna “Hasan geldi” derseniz Ahmet'in gelip gelmediği hakkında bir bilgi veremezsiniz. Araplar “Bel” kelimesini kullanır.
Onlar geri dönsek de yeniden iman ederiz. Artık tekzib etmeyiz demelerine karşılık geri dönüp dönmeyecekleri hakkında bir şey söylemiyor. Sadece geri dönseler de sözlerinde durmazlar deniyor. Aslında cehennem de yeniden iman etme yeridir. Dolayısıyla o hususta cevap vermiyor.
“İbda etme”nin karşıtı “ihfa”dır. Sır var, hafiy var. Sır kapalı demektir. Hafiy ise gizli demektir. Birisinde varlığını, birisinde içeriğini bilmezsin. Diğerinde varlığını da bilmezsin. Hafiy aynı zamanda cehrin karşılığıdır.
Kur’an’ı yorumlamak demek kelimeler ve cümle yapısındaki farklılıkları ortaya çıkarmak demektir. “Beda”nın karşısında “ketm” var, “ihfa” var, “ısrar” var, “hatm” var. Bunların karşıtı olanlar da yandaşlardır. “Beda etmek, i'lan etmek, cehretmek.” Bunlar arasındaki farkları bulabilmek için iki yol izlenir. Biri ilk isimler arasında, Âdem'e öğretilen isimler arasında ne gösterilerek bu kelime kullanıldı. İkincisi de harflere bakarak kök manasını buluruz. Sonra beyan kurallarına göre kelimeler türemiş ve yeni manalar oluşmuştur. O kurallara göre de manalandırırız.
Örnek olarak “ketm” kelimesini ele alalım.
“Ketmetmek” “haram etmek” kelimesi ile akrabadır. “Hatame etmek” mühürlemek demektir. Sandığa eşyalar konur ve mühürlenir. İçinde ne olduğunu bilmeyiz. Sorulduğu zaman cevap verilmezse ketm edilmiş olur.
“Sır” sedirin altına koyup kimseye gösterilmeyen, var olduğu da gizlenendir.
“Hafiy” ise varlığı bilinen ama içeriği belli olmayandır.
مَا كَانُوا يُخْفُونَ
MAv KAvNUv YuPFUvNaM
"İhfa ettikleri."
İhfa ettikleri ortaya çıktı. Bir fiil işlersiniz maksadınız başkadır. Sonra onu başka türlü açıklarsanız, o ihfanın ibdasıdır. Darbeyi yönetenin ‘oraya arsa almak için gittim’ demesi ihfadır. Bunun böyle olmadığının delillerle ispat edilmesi ibdadır.
مِنْ قَبْلُ وَلَوْ رُدُّوا
MıN QABLu Va LAv RudDUv
"Min kabl (önceden) ve reddolunsalardı"
Dünyaya tekrar döndürülseler de onlar yine aynı şeyi yaparlar. İşte bunların bu dünyada da öldürülmeleri gerekir. Savaş bittikten sonra takip edilecek yollar şunlardır:
a) Karşılıksız (menen) serbest bırakmak. Arzu edilen budur. Cezalarını Allah ahirette verir.
b) Karşılıklı savaş bedeli alınarak (fedaen) caydırıcı olsun diye serbest bırakmak.
c) Topraklar kendilerine bırakılır, haraç dediğimiz toprak kirası alınarak varlıklarını korurlar.
d) Eğer tekrar tekrar savaş çıkaracaklarsa toplulukları dağıtılır, esir edilirler, halk asimile edilmiş olur.
f) Asimile kararı alınmışsa ve gene asimile iken de rahat durmayacaklarsa, bu hususta mahkeme değil cephe komutanı karar verir ve öldürülürler. Ahirette ölüm cezası yoktur. Cehenneme sevktir. Dünyada ise ölüm cezası ve savaşmayacak olanların köleleştirilmesi vardır.
لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ
LaGAvDUv LiMAv NuHUv GNHu
"Ondan nehy edildikleri şeylere avdet ederler"
Medine Yahudilerine her türlü özgürlük sağlanmış, askeri bedel bile alınmazken onlara Müslümanların sahip olduğu tüm haklar verilmiş ama onlar yine de düşmanla bir olmuşlardı. Hakemler aranarak hakem kararı ile darbeciler de idam edilmektedir. Bu idam hukuki kurallar içinde olmaz. Çünkü onlar hukuk içinde bu darbeyi yapmış değiller. Hukuk değil tabii hayat kuralları geçerli olur. Ma kabline şamil olur. Çünkü onlar serbest bırakıldıkları zaman yine darbeye devam ederler.
وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (28)
Va EnNAHUM La KaÜiBUvNa
"Onlar yalan söylüyorlar."
Evet, onlar yalancıdırlar. Cehenneme gidenler cehenneme giderler, gitmeyenler cennete giderler. Bu dünyada da öldürenler öldürülür. Kalanların çocukları ve kadınları esir edilecek ki sulh edilsinler. Örnek olarak darbeye bizzat katılıp halka silah atanlar veya ölüme sebebiyet verenler, bombalama yapan generaller asılırlar. Geri kalanlar için asimile yapılır yani bir daha bu cemaatten olmaları önlenir. Kötülük en iyi şekilde def edilir.
Allah ahiret hayatını anlatırken bize dünyada ne yapacağımızı öğretmektedir.
Peygamber bunu şöyle açıklamıştır, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın.
Usulcüler bu metodu kullanmamışlardır.
***
وَقَالُوا إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ (29)
Va QAvLUv EiN HıYa ElLAv XaYAvTuNa elDuNYAy Va MAv NaXNu BiMaBGuÇIyNa
"Ve bir de dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur ve biz ba’s olunanlardan değiliz dediler."
Bu cümle yukarıdaki cümleye atfedilmiştir. Ahirette sözlere atfedilmiştir. “Ve” harfi ile atfederek yukardaki cümleleri söyleyenlerle bu cümleleri söyleyenlerin farklı kimseler olduğuna işaret etmektedir. Bu dünyada olanları işaret etmektedir. Yukarıda söyleyenlerin de dünyada benzeri olduğuna da işaret etmektedir. Burada mahzuf bir cümle vardır, ona atfedilmektedir. O da bu dünya hayatında pişman olduk dedikleri halde pişman olmayanlardır.
Kimdir bunlar?
Bugünkü Sermaye’dir.
Sermaye dünyayı ikiye ayırdı; sosyalistler/komünistler ve kapitalistler.
Sosyalistler silah zoru ile insanları Allah’a ve ahirete inanmaz hale getirmeye çalıştılar. Sopa ile dinsizleştirmek istediler. Sosyalist ülke halkı direndi. Bugün sosyalistler artık din düşmanlığını yapmamaktadır veya gevşemiş durumdadırlar.
Kapitalist ülkeler de dolarla insanları dinsizleştiriyorlardı. Sen bir iş yapacaksan, para kazanacaksan, zengin olacaksan veya kamuda bir görev alacaksan dinsiz olman gerekecektir.
Babam Numan oğlu Süleyman Karagülle bir köy imamı idi. İstiklal Savaşı’nda çete teşkilatını kurmuş ve Rusya ile savaşmıştır. Cumhuriyetten sonra da seçilmiş, bucak müdürü olmuş ve halkı Cumhuriyet yönetimine alıştırmıştı. Halkın asker olmasını sağlamıştı. Sonra inkılap kanunları çıktı. Şapka örtünme zorunluğu getirildi. Örtmeyenler devlet memurluğundan çıkarılıyordu. Babam şapka örtmemek için istifa etti. Kaçak olarak halkına Kur’an dersi vererek hizmet etmek istedi. Ben de bu ders alanlardan biriyim. Hiçbir zaman Türkiye Devleti ve Cumhuriyet aleyhinde olmadı. Mustafa Kemal'in bunları kısmen doğru kısmen de takiyye için yaptığına inanıyordu. Halkım ırk olarak Gürcü olduğu halde Cumhuriyete de sadık vatandaşlar olmuşlardır. Hala da öyledir.
İşte, Sermaye bir taraftan Allah’ı ve ahireti inkâr etmeyeni ekonomik baskı ile dinsizleştirirken, 1950’de askerler demokrasiye geçtiler. Ondan sonra dolarla yani para karşılığında Türkiye'de dinsizlik yapıldı. Mustafa Kemal de Mason localarını kapattı. Batı Masonları öyle istediler. Türkiye’deki Masonların güçlü olmasını önlediler. Üzeyir Garih’i de bunlar bu amaçla öldürdüler.
Sadece dünya hayrı var, bir daha ba’s olunmayacağız derler. Bu hususta 60 bin yıllık insanlık tarihinde yirminci yüzyıl kadar azıtmış dönem olmadı. Dünya üç gruba ayrılmıştır.
Birinci grup gelişmiş kapitalist ülkelerdir. Bunlar kendilerini tanrı zannediyorlar ve öldükten sonra dirilmeye inanmayı esatiru’l-evvelin olarak görüyorlardı. Sömürünün devam edebilmesi için dinsiz olmayı yeğlemişlerdi. Tüm kuralları Allah ve ahireti inkara dayanıyordu.
İkinci grup devletler ise milliyetçi diktatörlerdir. Silah zoru ile iktidara getirdikleri diktatörlerin halka rağmen iktidarda kalabilmesi için dinsiz olmaları istenmişti. Ne var ki Türkiye farklı siyaset izledi. İsmet İnönü dine karşı tarafsız politika izledi. Mareşal Fevzi Çakmak dindar olarak kaldı. Şemseddin Günaltay, dini ve iki uygarlığı bilen ilim adamlarının da katkısıyla, hatta Hasan Ali Yücel takiyyeli politikası ile Türkiye’yi dinsizleşmekten kurtardı. Demokrasiye geçti. Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Tansu Çiller ve R. Tayyip Erdoğan vardır.
Sermaye’nin öldükten sonra hayatı yoktur, dirilemeyeceğiz inançları, Tanrı yoktur felsefesinin yanında ruhu da inkâr ettirmiştir. İnsanda sadece bitkide olduğu gibi DNA faaliyetleri vardır. Elektronik devreler de onun gibi bilinçsizdir. Ruh diye bir şey yoktur. Onun için hala tüm biyoloji ve psikoloji kitaplarında ve bütün eğitimde bu durum devam etmektedir. Birbirleriyle dalaşan AK Parti ve Gülen cemaatinin ikisi de hala okullarında Sermaye’nin bu saçmalıklarını okutma yarışındadırlar.
وَقَالُوا
Va QAvLUv
"Ve kavl ettiler"
Sosyalistler, kapitalistler ve karmacı nasyonalistler dediler.
Ne ile dediler?
Önce dini tedrisatı yasakladılar.
Bugün yeryüzünde dört büyük din vardır. Bunlar Hıristiyanlık, Müslümanlık, Budizm ve Hindu dinleridir. Bugünkü uygarlık bu dört büyük din uygarlığıdır. Son iki asırdan önce zaten resmen bu dinler insanlığa hak olarak inmişti.
Son iki asırdır dine karşı saldırılara geçilmiştir, dünya resmen Tanrı’yı ve ahireti inkâr etmektedir. Mabetler kapatılmıştır. Okulların tamamı ateizm ve menfaatçilik tedrisatı yapmaktadır. Açılan ilahiyat fakülteleri, Kur’an kursları, kaçak tarikatçılar ve Risaleciler bile dindar görünerek farkında olmadan dinsizlik yapmaktadırlar. 15 Temmuz olayı da işte bu dinsizliğin patlamasıdır. Çünkü yapılmakta olan tüm tedrisat bu dinsizliğe dayanmaktadır.
Tüm basın ve yayın, filmler ve oralarda oynayanlar hep böyledir. Allah'a olan imanını büyükannesinin telkini ile koruyan bir Kırgız hanımın bana söylediği gibi "Huda cok, Huda cok” diye öğrettiler. Yeryüzünde bu zehir kusmalar bitmeyecektir. Açılan ilahiyat fakülteleri ve yapılmakta olan televizyon programları da, dini masallaştırarak, peygamberin uydurma hayat hikâyeleri ile doldurarak, dini başka yönde unutturmak, müspet düşünen kafaları dinden soğutmak için çaba göstermektedir.
Allah'a hamd olsun ki insanlar artık Kur’an’ı doğrudan anlamaya başladılar. Bu seminerlerimizi bin civarında insan takip etmektedir. Bunun dışında birçok Kur’an ekolleri gelişmiştir ve neşriyat yapmaktadırlar. Bediüzzaman Kur’an’ı bu çağımıza göre yaşatma ekolünü kurmuştur. Süleyman Tunahan Kur’an Arapça medreselerini devam ettirmiştir. Sait Çekmegil, Ali Kemal Belviranlı ekollerini kurmaya çalışmışlardır. Bugün de Akevler’in dışında pek çok dernek ve vakıf faaliyettedir. İslamiyet mevlit ayinlerinden kurtulmaktadır ve Kur’an düzeni olarak anlaşılmaya başlamıştır.
إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا
EiN HıYa ElLAv XaYAvTuNa elDuNYAy
"Yalnız dünya hayatımız vardır"
Bugün müspet ilmiyle bu iddia tamamen çürümüştür. Önce dört ve beş boyutlu uzaylar keşfedilmiştir, yaptığınız ve yapacağınız her şey zaten mevcuttur. Yeniden hiçbir şey var olmamakta ve yok olmamaktadır. Sadece biz yer değiştiriyoruz. Buna göre ahiret hayatı yoktur demek, İstanbul'dan Ankara'ya giderken Düzce'ye geldiğiniz zaman yolcuların Bolu diye bir yer yoktur demeleri kadar saçmadır.
İkinci büyük delil ise bu dünyada hiçbir şeyin yeniden var olmadığı ve hiçbir şeyin yok olmadığıdır. Sadece şekli değişiyor. Bunlar enerji ve madde sakımı kanunlarıdır. Bunlar beş boyutlu uzay bulunmadan önce fizikçilerin bildiği kanunlardır. Ölümle bedenin dağıldığı ama yok olmadığı sabittir. En kıymetli unsur olan ruhun yok olacağını iddia etmek, yeryüzünde hayat var ama diğer milyar milyar yıldızlarda hayat yok demek kadar acayiptir. Ben varım, o halde ruhum var ama başkalarında yok demek kadar saçmadır.
Üçüncü delil ise evrimdir. Kâinatta evrim vardır. Her dönem şekiller ortadan kalkar, yerine yenileri gelir. Bu kâinatın da evriminin olması gerekir. Sonbaharda ağaçlar yapraklarını dökerler, ilkbaharda yeni yapraklar oluşsun dallar biraz daha büyüsün diye. O halde ilmen bilinen bir gerçek vardır. Kâinat ölüme gidiyor. Demek ki daha ileri bir hayat gelecektir. “Geldik, gideceğiz” demek, benden sonra kimse yaşamayacak anlamına gelir. İhtimaliyat hesapları sonucu ekstrapolasyonla ahiret sabit edilmiş olmaktadır.
Dördüncü delil ise tüm insanlığın 60 bin yıldan beri Allah ve ahirete inanmış olmalarıdır. Ölüleri gömmeyen, ölenleri yâd etmeyen hiçbir topluluk yoktur. Ateistler bile ölene saygı duruşu yapmışlardır. Madem öldükten sonra hayat yoktur, kabirleri niye ziyaret ediyorsunuz. Peygamberler mucizeler göstererek ahiret hayatına insanları inandırmışlardır.
وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ (29)
Va MAv NaXNu BiMaBGuÇIyNa
"Ve biz ba’s olacak değiliz."
Ahirete iman başka, ba’s olma başkadır. Bazı kimseler ölümden sonra hayata inanmamaktadırlar ama sadece ruhlarına inanıyorlar. Bedenen dirileceğimizi inkâr ediyorlar. Bu da müspet ilme aykırıdır. İnsan ruh ve bedenden ibarettir. İnsanlar rüyasız uykuda iken bedenle ruh aralarında ilişkisiz durumdadırlar. Dolayısıyla insanın kişiliği askıya alınmıştır. Beden bitkisel hayat yaşamaktadır ama bir hayvan değildir. Ruh da varlığını sürdürmektedir ama insan değildir. Son iki asır bu inkâr felsefesine dayandırılmaktadır. Kur’an bu ayetlerde onları anlatmaktadır. Ateist Sermaye’yi anlatmaktadır. Çağımızın firavununu tanıtmaktadır. Ondan sonra kıyamette bunlara cevap verilecektir.
Şimdi Akevler ne yapmalıdır?
Önce Bediüzzaman'ın kelam ilminde ve Süleyman Tunahan’ın Kur’an Arapçasında yaptığı büyük çabaları benimsemelidir. Onlar bu meşru faaliyetlerini dönemin baskıcı iktidarlarına karşı meşru olmayan gizlilik içinde yapmakta idiler.
İktidar baskıyı artırınca bunlar da takiyyelerini artırıyorlardı. Tehlike belirmişti. Bunlar Sermaye’nin tuzağına düştüler ve 15 Temmuz darbesine alet oldular.
1967’de resmen kurduğumuz Akevler Kooperatifi ile hayırlı iş yapanlara legal çalışma örneğini verdik. Onları önce Akevler’e ortak ettik. Sonra ayrıldılar ama legal çalışmaya başladılar. Gerek Millî Görüşçüler gerekse Risale-i Nur şakirtlerinin legal kuruluşlarla yaptığı çabalarla dünya değişti. Bugün Sermaye ateizmini kendisi de terk etmek zorunda kalmıştır.
Sermaye yeni oyunlar buldu. Legal örgütlerde illegal faaliyetler başlattı. AK Parti legal bir örgüttü. Anayasa ekseriyeti ile iktidarda idi. Ama Balyoz ve Ergenekon davaları ile meşru olmayan uygulamalar yapıyordu. Yetmedi, Cemaatin okullarını kapatmakla illegal uygulamalar yaptı. Cemaat de gerek Ergenekon döneminde, gerekse 17- 25 Aralık olaylarında, gerekse 15 Temmuz’da Sermaye ile birleşti ve darbe girişimleri yaptı. Her ikisi de hala nassı inkâr eden tedrisatı sürdürmektedirler. Kur’an ayetleri yerine uydurma hadisleri anlatmakta ve okutmaktadırlar. Doğum haftaları kutlamaktadırlar.
***
وَلَوْ تَرَى إِذْ وُقِفُوا عَلَى رَبِّهِمْ قَالَ أَلَيْسَ هَذَا بِالْحَقِّ قَالُوا بَلَى وَرَبِّنَا قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ (30)
Va LaV TaRAy EiÜ VuQıFUv GaLAy RabBıHıM QAvLa EaLaYSA HAvÜAv Bi eLXaqQı QAvLUv BaLAy Va RabBıNAv QAvLa FAÜuQUv elGaÜAvBa BiMAv KuNTuM
"Ve Rablarına karşı vukuf olunduklarında onları re’y etsen. Bu hak ile değil mi diye kavl edecek. Evet, Rabbimize yemin olsun. O halde hakkı küfrettiğinizden dolayı azabı zevk ediniz denecektir."
Bundan önce ayetlerde zu’m ettiğiniz için amel ettiğiniz için denmiş ve sadece küfre gittikleri için azabından bahsetmişlerdi. Fikri suçların cezasından bahsetmemiştir. Şimdi fikri suçlardan bahsetmektedir. Bir kimse eğer icma ile sabit olan gerçekleri inkâr ederse, onun fikirleri aleyhinde hareket ederse ona ceza verilecek midir?
Farz edelim ki tüm insanlık İstanbul'u Fatih Sultan Mehmet fethetti derken, birileri çıkmış, hayır Fatih diye bir sultan yoktur, Hun hanedanları adlarını değiştirdiler, onların saltanatı devam etmiştir diye iddia ederse, bu suç mu olacaktır?
Bunu tek başına biri söylerse ve yazarsa suç değildir. Ama bir örgüt kurar ve bu örgüt ile hakikatleri çarptırmaya başlarsa, bu suç olmaya başlar.
Bu hükmü nereden veriyoruz?
“Kalu”daki çoğul sığasıdan veriyoruz. “Tekfurune”deki kurallı çoğuldan veriyoruz.
Biz bir hükmü söylerken gönlümüz öyle istediği için söylemeyiz. Kur’an’ın ifadelerine göre usulü fıkıh kuralları içinde mana veririz.
Bugün Sermaye böyle bir örgüt kurmuştur ve tüm dünyanın müspet ilim anlayışını kirletmektedir. Bu faaliyetine karşı Bediüzzaman’ı ve Süleyman Tunahan'ı örnek alarak Akevler faaliyete geçmiştir. Çalışmalarımız Sermaye’nin bu küfrünü yerle bir edecektir. Bediüzzaman’a karşı da küçümser tavırları vardı ama şimdi dünya onu sürdürenlere karşı savaşmak zorundadır. Millî Görüşe karşı çıkmışlar küçümsemişler, kapatmışlar, hapsetmişler ama sonuç alınmamış. Şimdi dünya onu sürdüren Ak Parti ile çatışmaktadır. Mağlup olacaklar ve cehennemde haşr olacaklar. Ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor.
Ahirette “bu hak değil miymiş” denecek. Evet, onlara “Adil Düzen, Kur’an düzeni hak değil mi?” denecek. Sermaye ve onun orduları “evet” diyecekler, “haktır rabbimiz” diyecekler. Zaten bunlar bugün de bunu bilmektedirler. Çocuklarını tanır gibi onu tanımaktadırlar. Bunu bile bile yaptıkları için kâfirdirler. Bilmeden yapsalar kâfir olmazlar.
Burada bugünkü Firavun olan Sermaye’ye Allah o gün diyecektir ki; bakınız, siz bin sene evvel yeryüzünün en zayıf toplulukları idiniz. Dünyadaki varlığınız bilinmezdi. En çok faaliyette bulundunuz. Neden kalmadınız? Kudüs'e giremiyordunuz bile. Kur’an size kişilik var edip sizi muhatap aldı. Sizi âlemlere üstün kıldık haberini verdi. Siz Medine’deki Hendek Savaşı’nda ihanet ettiniz. Sizi biz sürdürdük diyor Allah. Çünkü sizi Mescid-i Aksa'da yerleştirecektik. Sonra bizim ordularımız size orasını vatan yaptı.
Haçlı Seferleri’nden yararlandınız. Endülüs'te sizler Hıristiyanlar kadar onlardan çok uygarlığa hizmet ettiniz. Sonra sizi oradan İstanbul'a taşıdı. Büyümeye başladınız. Dünya ticaretine sahip oldunuz. Bugün dünyayı sermaye ile yönetiyorsunuz. Bu uygarlığı Allah size kurdurdu. Bu kadar büyük nimetlere mazhar oldunuz. Şimdi sizin ne yapmanız gerekir? Allah'ın bu nimetlerine karşı şükretmelisiniz. Adil Düzen’in, Kur’an düzeninin yanında yer almalısınız. Siz öyle yapmıyor onlara saldırıyorsunuz ya bu Allah'ın verdiği nimetlere nankörlük ediyorsunuz. Bundan dolayı ahirette “işte tadın azabı” denecektir.
Bu şekilde anlamlandırdığınız zaman da burada küfür yine fiili suç olmuş olur. Yine fikre ceza verilmemiş olur. Yani ahirette insanlar ineğin tanrı olduğuna inandıkları için cehenneme gitmeyecekler. İçtihat yapmamaları veya içtihat yaptıkları halde içtihatlarına göre amel etmemiş olmalarından dolayı cezalandırılacaklardır.
Böylece Kur’an'ın diğer ayetlerle çelişmez yorumunu yapmış oluruz.
وَلَوْ تَرَى
Va LaV TaRAy
"Ve re’y etsen"
Bu "ve lev tera" ifadesi yukarıdaki وَلَوْ رُدُّوا ifadesine atıftır. Ayrı ayrı zamanlarda olan olayları izah ettiği için “ve” harfi ile "tera" kelimesi iade edilmiştir.
Ahirete iki dönem vardır. Biri muhakeme dönemidir. Mahkemelere celbedilip ifadelerin alınacağı kıyamet günüdür. Bu dünyada da bir olay olduğu zaman mahkemeye gelmeyenler tutuklanmaz. Davet yapılır, gelmemekte ısrar ederseler hakemlere gidilir. Hakemler irtidat ettiklerine karar verirlerse o zaman Allah ve resulü ile yani yargı ile harp haline girmiş olurlar. Hakemler kararı ile isim isim tespit edilir ve tenkil olunurlar. Yani bulundukları yerde öldürülürler. Ahirette ise tutuklanırlar. Çünkü orada öldürme yoktur. Ahirete kıyasla bu dünyada da tutuklama meşru kabul edilir. İçtihat ve icma esastır. Bu sebepledir ki her bucak istediklerini uygular.
Buradaki "ve lev tera” ise infaz zamanıdır. İnfaz edilmeden önceki durumdur. Cehenneme gitmeden önceki durumdur.
Kişi muhakeme edildiğinde bu muhakeme o kadar açık ve kesin olur ki sanık artık inkâr edemez hale gelir. Bu nasıl sağlanacaktır? Dört şahit ayrı ayrı suçlu olduğuna kanaat getirecek, kendi hakemleri bunları değerlendirecek ve sanığa anlatacaklar. Ondan sonra mahkûm edileceklerdir. Soruşturma hizmetleri bunları yapacaktır. Bugünkü polislerin görevi soruşturma olmalıdır. Kişi yargıya gelmezse tenkiline karar verilir ve öldürülür. Öldürme işi ise yargıya veya polise aittir. Jandarma teşkilatı başkadır.
Bu ikinci "ve lev tera" jandarma teşkilatlarının infazı sırasında beraber sorulur. Onlar da suç ve ceza hak demişlerdir. Ceza kanunlarında ne yazılmış ise o ceza verilecektir. Kur’an’da yazılmışsa onlar cehenneme gidecektir.
İşte, bütün bunlar gösterilecektir. Böylece cehennemde de uslu durmaları talimatı verilecektir. Bu dünyada ise zorunlu çalışma yerlerinde sulh olmaları istenecektir.
إِذْ وُقِفُوا عَلَى رَبِّهِمْ
EiÜ VuQıFUv GaLAy RabBıHıM
"Rablarına vukuf edildiklerinde."
Buradaki vukuf ateşin karşısındaki vukuftan öncedir. Yargılama esnasındaki vukuftur. Rablarının huzurundaki vukuftur. Daha önceki vukuf ateşin karşısındaki vukuftur, infaz vukufudur. Anlatım sırası değiştirilmiştir. Önce ceza anlatılmış, sonra suç anlatılmıştır. Çünkü mahkûm olduktan sonra anlatılacaktır. İnfazdan önce ama hükümden sonra anlatılacaktır. Mahkeme karar verince infazdan önce anlatılacaktır.
Peki, bunu kim anlatacak?
Mahkeme anlatmayacak. Yargı anlatmayacak. İnfaz görevlisi anlatmayacak.
Kim anlatacak?
İşte burada anlatacak olan üçüncü görevliler ortaya çıkar. Bugünkü uygulamada din adamları çıkar, baş başa kalırlar. Kişi artık orada gerçekleri anlatır. Böylece din adamları işte bunun cezasını çekiyorsun der. Bu dünyada eğer haksız karar verilmiş ise söylediklerin doğru ise o zaman Allah'ın takdiridir. Allah ahirette bunun için sana şehitlik mertebesini verecektir. Çünkü sen devlet otoritesini bozmak için geldin ve karar vericilerin haksız kararlarına uydun. Sen haksız kararlara değil, Allah'ın takdirine boyun eğdin diyecekler. Böylece din adamları özel görüşme yapacaklardır. Ama bana da şimdi yalan söylüyorsan Allah'a yalan söylüyorsun, çünkü ben onu temsilen geldim der. İnfaz edildikten sonra bu din adamları gerçeği açıklarlar. Bu da yargılayanlardaki yanılmaları ortaya çıkararak yargıda gerekli düzenlemelerin yapılmasına vesile olur. Ben de bunu şimdi öğrendim.
Demek ki Kur’an insanlara mezara kadar bir şeyler öğretmektedir.
قَالَ
QAvLa
"Kavl etti"
Kim kavl etti?
Rabları kavl etti. Yani ahlaki dayanışma görevlileri Rablarını temsilen kavl etti.
Ne kavl etti? Bu yargılar hak değil midir? Ahirette de infaz görevlilerinden önce Allah'ın sözcülerine sorarlar. Verilen karar hak mıdır? Onlar evet diyecekler. Çünkü her şey çok açık bir şekilde ispatlanmıştır. Rabları doğrudan kararı onaylamaktadır. Rabbin onaylamasının sonrasında karar verilecektir.
Burada ahlaki temsilcilere bir imkân daha tanınabilir. Özel soruşturmayı yapan inanç adamları kararda fahiş hata varsa bir daha muhakeme edilmesine karar verebilir ve yeniden muhakeme edilmesine hakemler karar verebilir. Yani son temyiz anlamındadır. Yani mahkeme kararları temyiz edilmez. Ahlaki dayanışma ortaklıkları yeniden muhakemeyi isteyebilirler. Bunu eski hakemlerden isteyebilirler. Yahut yeni hakemler oluşturabilirler. Dayanışma ortaklıkları infazı erteledikleri için doğacak zararları tazmin ederler.
أَلَيْسَ هَذَا بِالْحَقِّ
EaLaYSA HAvÜAv BieLXaqQı
"Bu hak değil mi?"
Yani yargı kararlarının hak olduğunu söyleyeceklerdir. İnanç adamlarına söyleyeceklerdir. Bu söylenenden dolayı infaz gecikmiş olacaktır. Zarar doğacaktır.
Örneğin failler fesatlarına devam ettirecekler ve başka suç işleyeceklerdir. İnkâr etmeleri halinde Allah ve resulü ile harp etmeye başlamışlardır demektir.
Sıradan soruşturmacıların yerine yüksek veya üstün soruşturmacılar veya başka soruşturmacılar devreye girer. Soruşturmanın gecikmesinden oluşan zararlar inanç adamlarının kararına bağlı olur. Onların dayanışması tazmin eder. Fiile devam ettikleri için af geçersiz olur ve bunun sonucunda kısas uygulanır.
قَالُوا بَلَى وَرَبِّنَا
QAvLUv BaLAy Va RabBıNAv
"Evet, Rabbimize yemin olsun diyecekler"
Bunu demekle cehennem hayatına razı oldular demektir. Orada kendileri çalışacak ve hatalarını düzeltecekler. Buna izin veriyorlar demektir. Bu dünyada suçlular itiraf ettikten sonra af edilebilecek veya kısasa tabi tutulacaklardır. Yani kısas talebi inanç adamlarının kararı onaylatmasından sonra gerçekleşecektir.
Adil Düzen’in tam anlaşılması için Bin Dil Üniversiteleri kurulmalı ve işbölümü içinde Adil Düzen buradaki ilim adamları tarafından yeniden düzenlenmelidir.
Millî Görüşün veya Risale cemaatlerinin, bu arada Akevler’in neden istenilen başarıyı elde edemediklerini bu ayetleri okudukça daha çok anlıyoruz.
Birinci Akevler uygulaması bilmeden uygulama idi. Şimdi bileceğiz ve ondan sonra uygulayacağız. Projemiz olacaktır. Muhasebemiz olacaktır. Fıkhımız olacaktır ve ilim yapan ve üreten ortaklarımız olacaktır. Daha bir iş eğitimi bile kurmuş değiliz.
قَالَ
QAvLa
"Kavl etti"
Allah değil de Rabları dedi. Yani inanç adamları aracılığı ile dedi.
Rab eğitici demektir. Allah nebiler gönderir, onlarla ilim yapar. Resuller gönderir, onlarla yönetim yapar. Rahipler gönderir, onlarla eğitim yapar. Ahirette de bu şekilde gönderilmiş melekler vardır. İşte onlar derler.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ
FAÜuQUv elGaÜAvBa
"Azabı zevk ediniz"
Burada “azap” marifedir.
Hakemlerin verecekleri kararlar faillere şeriatta takdir edilmiş cezalar olacaktır. Hakemlerin verdikleri cezalar, şeriatın hükümlerine aykırı ise yani kanunlara aykırı ise bunu denetleyecek ahlaki dayanışma ortakları olacaktır. O bucağın şeriatına aykırı karar alınmışsa, bunlar mahkûm edildikten sonra yeniden yargılamaya gidebilirler. Yani temyiz edilmiş olur.
Demek ki İslamiyet’te Yargıtay yerine Ahlaki Dayanışma Sorumluları vardır.
Kur’an’ı yorumladıkça kapalı yerler çözülmektedir.
بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ (30)
BiMAv KuNTuM TaKFuRUvNa
"Küfür ettiklerinizden dolayı."
Yani bile bile suç işlediğinizden dolayı yahut bilerek ve Allah'ın nimetlerinin şükrünü eda ettiğinizden dolayı, şimdi bilmeden daha önce ertelenmiş cezaları zevk ediniz denmektedir.
Böylece Allah ahiret hayatını anlatarak dünyadaki uygulamalarımıza örnek vermiştir.
İstanbul, Yenibosna; 05 Haziran 2021
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayanlar:
Emine HOCAOĞLU
Ayşe AYDIN
Reşat Nuri EROL
***