NUR SÛRESİ- 3. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
لَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِأَنْفُسِهِمْ خَيْرًا وَقَالُوا هَذَا إِفْكٌ مُبِينٌ (12) لَوْلَا جَاءُوا عَلَيْهِ بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَإِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَاءِ فَأُولَئِكَ عِنْدَ اللَّهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ (13) وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ لَمَسَّكُمْ فِي مَا أَفَضْتُمْ فِيهِ عَذَابٌ عَظِيمٌ (14) إِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِأَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِأَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِهِ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًا وَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ عَظِيمٌ (15) وَلَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَنَا أَنْ نَتَكَلَّمَ بِهَذَا سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ (16) يَعِظُكُمُ اللَّهُ أَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِهِ أَبَدًا إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (17) وَيُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (18)
***
لَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ
Lav LAv EiÜ SaMıGTuMUvHUv
“Onu sem’ ettiğinizde”
Bu surede لَوْلَاkelimesi ile ayetleri tasnif etmektedir. Allah’ın fadlı ve rahmeti olmasaydı ayetleri وَلَوْلَاile başlıyor. Oradaki وَatıf harfidir. Ya Allah’ın fadlı ve rahmeti olmasaydı durumunuz ne olurdu denmektedir. Burada ise وَ harfi olmadan başlamaktadır. Böyle yapılmalıydı demektir.
Geçmişte yapılması gereken yapılmamıştır. Buradaki هُ(سَمِعْتُمُوهُ) zamiri ifke (إِفْكٌ) gitmektedir, tarihi bir olay anlatılmaktadır. Kur’an Arapçasının Kur’an’dan önce Kur’an için oluşturulduğunu biliyoruz. İkinci husus olarak da Kur’an nazil olurken cereyan etmiş olan olaylar da Kur’an’ın anlaşılması için olmuştur. Yani olay üzerine ayet inmemiştir, ayetin anlaşılması için olay oluşturulmuştur. Yani olay nüzulün sebebi değildir, nüzul olayın sebebidir. Allah bize bu ayetlerle bu tür olaylarda nasıl davranmamız gerektiği hususunda örneklerle bilgi vermektedir.
Duymak var, işittirmek var, dinlemek var, kulak vermek vardır. Arapçada sem’ var, isma’ var, tesemmu’ var, istima’ var. İnsan ruhiyatında değişik durumlar olduğu için bütün dillerde birbirine benzer incelikleri gösteren kelimeler vardır. Bazı incelikler bazı dillerde vardır. Bin Dil Üniversitesi bunun için kurulmalıdır. Değişik diller değişik mantıkla gelişmiştir. Örnek olarak ‘erkek’ kelimesi Türkçede ergden yani enerjiden geliştiği halde Arapçada رَجُلayaktan (رِجْل) gelişmiştir. Dillerin bu farklı mantıkları esas alınarak dillerin hangi kelimeleri nerelerden aldığını tespit etmek mümkündür. Filoloji ilmi bunu sağlamaktadır.
Remy etme suçu kişisel suç değildir, kamu suçudur. Batılılar zinayı da kişisel suç sayarlar, eşlerin ihaneti şeklinde görürler. Oysa zina topluluğa karşı işlenmiş bir suçtur. İftira da topluluğa karşı işlenmiş olan bir suçtur. Bu suçlar affedilemez.
ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ
JanNa eLMuEMiNUvNa Va eLMuEMiNAvTu (FaGaLa eLMuFGıLUvNa Ve eLMuFGiLAvTu)
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar zannetti”
Arapçada Batı dillerinde olduğu gibi erillik ve dişilik zamirleri ve çekimleri vardır. Erkek çoğullar olduğu gibi dişi çoğullar da vardır. Bir de kurallı, kuralsız çoğullar mevcuttur. Erkek kurallı çoğullar toplulukları ifade eder, kişileri ayrı olarak kapsamaz. Dişi çoğullar ise sistemi ifade eder. Bir makinenin parçaları kurallı dişi çoğul ile ifade edilir, değişik arabaların parçaları kuralsız çoğulla ifade edilir. وَالصَّافَّاتِصَفًّا ayetinde (Saffat, 37/1) çoğul kadınların çoğulu olmayıp parçaların bir araya gelmesi şeklinde monte edilmiş bir makineyi ifade etmektedir.
Buradaki mümin erkek ve kadınların çoğullarının bir arada zikredilmesi cemaat olmuş ve kurumları oluşmuş topluluğu ifade eder. Tüzel kişiliği oluşmuş topluluklardır. Topluluklar ikiye ayrılmaktadır; örgütlenmiş topluluklar, örgütsüz topluluklar. Örgütsüz topluluklar için kurallı erkek çoğul kullanılır. Kadın erkek ayırımı yapılmaz, yalnız kadınlardan da oluşmuş olabilir. Kurallı dişi çoğullar örgütü ifade eder. Bunlar aynı topluluğa mensup olmayabilirler. Yalnız erkekler, erkek ve kadınlar, yalnız kadınlar olabilir. Namaz böyledir. Değişik topluluklara mensup oldukları halde namazlarını bir safta kılabilirler.
Bu ayetle zina ve iftira suçlarının örgütlü topluluklar tarafından kovuşturulacağı ifade edilmiş olmaktadır.
“Zannetmek” içtihatla sabit olması demektir. Hakemler kararları içtihatları ile verecekler, soruşturmacılar soruşturmalarını içtihatla yapacaklardır.
رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا تَبَارًا
(Nuh, 71/28)
Ayetinde Nuh Peygamber, “Beni, anne babamı, beytime mümin olarak dahil olanı” dedikten sonra “erkek ve kadın müminleri” demektedir ve ikisini birlikte zikretmektedir. Yani bir varlık olarak zikretmektedir. Sonra da zalimler deyip الظَّالِمِينَkelimesini eklemektedir. Yani “zalimler” kelimesi kadın zalimlerini de içermektedir.
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُولَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ(Tevbe, 9/71)
Burada da “Marufu emrederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler” dendiğinde dişi çoğul getirmemektedir. Yani kadın olsun erkek olsun, namaz kılanları erkek kurallı çoğulla ifade etmektedir. Demek ki dişi kurallı çoğul sadece kadınların çoğulu değil sistemdeki parçaların çoğuludur. Usul kitaplarında tartışmışlar ancak bu inceliği yakalayamamışlardır.
بِأَنْفُسِهِمْ خَيْرًا
Bi EaNFuSiHiM HaYRan (BiEAFGuLiHiMFaGLan)
“Nefisleri için hayırdır”
Kendileri için hayır olarak içtihad ettiler.
Bir toplulukta böyle olaylar olur ve o olayda kişiler belli olmuş olurlar.
Gezi olaylarında, 15 Temmuz’da gerçek yüzler ortaya çıkmıştır. O halde bu olaylar Türkiye için hayırlı olmuştur. AK Parti iktidarı, Gülenci gözüken Sermaye ajanlarını partiye ve devlet kadrolarında yer vermiş, gerçek Risale mensupları ve Adil Düzen çalışanları kenara itilmiştir. Bu olaylarla Allah AK Parti’ye ve Türk halkına, o kuruluşun Sermaye ajanlarının işgalinde olduğunu göstermiştir.
Yapılacak iş adil yargılama sistemi ile gerçekleri ortaya koymak iken, olağanüstü hal ile bir kısım gerçek müminleri de hapishanelere doldurulmuştur. O ajanlar ise şimdi partilerde cirit atmaya devam etmektedirler.
Bu ayet bize adil soruşturmacı ve hakemlerle sistemi oluşturup gerçekleri ortaya koymamız gerektiğini emretmektedir. Yargıyı baskı altına almak sonunda onların daha çok baskı yapmalarına hizmet eder. Bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargısı olmayan ve böyle çalışmayan devletler bu ayete uymamış olurlar.
وَقَالُوا هَذَا إِفْكٌ
Va QAvLUv HAvÜAv EiFKun (Va QAvLUv HAvÜAv EiFKun)
“Ve ‘Bu ifktir’ diye kavlettiler.”
Örgütlü topluluğun dört soruşturmacı getirememesi halinde “Bu ifktir” demeleri gerekir. Yani itham eden dört soruşturmacı ile kanıtlamadığı takdirde yargı ifk olduğuna karar vermelidir. Beraatı zimmet asıldır kuralı uygulanmaktadır.
Kişi zina edenleri görse, hatta fotoğraflarını çekse, Adli tıp belgeleri ile ispat etse, daha ileri giderek kadın çocuk doğursa bile yargı kararı olmadıkça kimse bunu ortalıkta söyleyemez, ancak soruşturmacılara bildirebilir. Bundan dolayıdır ki bir fahişeye fahişe demek suçtur. Ancak hakemler karar verebilir, gerekli cezayı sadece onlar verebilirler.
مُبِينٌ (12)
MuBIyNun (MuFGıLun)
“Mübin”
مُبَانًاaçıklanmış, ispatlanmış demek olur.
Delil getirememe zinanın olmadığına beyyinedir. Dolayısıyla söyleyen kendisi dört soruşturmacı getirmediği takdirde dört soruşturmacı getirilmemiş ve ifk olduğu ispatlanmış olur. Delil yetersizliğinden beraat delillerle verilen beraat hükmündedir.
Bu ayet muhakeme usulünün bel kemiğini tespit eder.
YORUM
Canlılar DNA’lardan oluşur. DNA’lar dört kollu parçacıklardır. İkişer kolları ile birbirlerine eklenir, tespih taneleri gibi dizilirler. Üçüncü kolları ile birbirlerine eklenerek de döner merdiven oluştururlar. Dördüncü kolları ile diğer maddeleri yakalayıp canlı yapıyı oluştururlar. Bunlara “gen” denmektedir. Gen çiftlerinden biri etkindir. Yalnız biri çalışır, diğeri dinlenir. Etkin gen, yatkın gen diyoruz. Zamanla bu gen çiftleri dizi olarak ayrılır, bozuk genlere sahip organizmalar çoğunlukla doğmazlar, elenirler. Bu yolla çoğalma sağlıklı devam etmektedir.
Canlılar tek hücre olarak yaratıldılar. Sonra bölünerek çoğaldılar. Şekil değiştirdiler. Böylece değişik canlılar oluştu. Gelişerek insana kadar geldiler. İnsanda da çiftleşme vardır.
Bu çiftleşme sayesinde sağlam nesiller sakat nesillerden ayrılır ve sakat nesiller yok olur, sağlam nesiller ise çoğalırlar. Bir anne babadan meydana gelen nesilde aynı sakatlıklar devam eder ve bozuk bireyler oluşur. Dolayısıyla bunların eşleşmesi yasaklanmalıdır. Yakın evlilikler yasaklanmıştır. Doğacak çocuk yalnız anne tarafından değil de anne ve babanın birlikte sorumluluğu ile oluşmaktadır. Doğacak çocuğun babasının bilinmesi bunun için gerekmektedir. Yani çocuğun sağlam olması için kardeşler ve yakın akrabalar arasında ilişki olmamalıdır. Bir de çocuğun babası bilinmelidir ki birlikte sorumluluk taşısınlar. Gizli ilişkilerden doğacak çocuklar kardeş olabilirler. Bunun için de gizli ilişkiler yasaklanmıştır.
Dolayısıyla zinayı önce gizli cinsi ilişki olarak tanımlıyoruz. İkincisi olarak ise yakınların eşleşmesi şeklinde tanımlıyoruz. Evlilik ise yakın akraba olmayanlar arasında çocuk yetiştirmek üzere yapılan ortaklıktır. Kapalı ama gizli olmayan ilişkilerdir. Boşanabilirler ama kadının belli bir süre başkası ile evlenmemesi, cinsi ilişkide bulunmaması gerekir.
Ailenin yaşaması için biyolojik zorunlulukların dışında psikolojik sebepler de vardır. İnsanlar uzun zaman bakıma muhtaçtırlar. Sonra da hayat boyunca birlikte yaşama zorunluluğu vardır. Bu sebepledir ki yakınlar arasında sevmeyi vazetmiştir. Yakınlar birbirlerini severler. Psikolojik bağlar da aileyi yaşatmaktadır. Ayrıca sosyolojik olarak da aile, aşiret temel yapı oluşturmaktadır. Aile insanın temel yapısıdır.
Topluluklar açık cinsi ilişkilere izin vermedikleri gibi evlilik dışı ilişkilere de sosyolojik bakımdan izin vermezler. Batı’da zina suç olmaktan çıkarılmıştır ama yine de devlet adamlarını evlilik dışı ilişkilerinden dolayı iktidardan etmektedirler.
İşte Kur’an bu sebepledir ki zinaya 100 sopa, iftiraya 80 sopa takdir etmiştir.
Kesin olarak ispat edilemeyen gizli ilişkilerin ortalığa yayılması yasaklanmıştır. Bir kadın zina yapmış ve duyulmamışsa o kadın koca bulur ve bir daha zina yapma ihtiyacını duymaz. Ama zina yapmayan veya yapan kadın koca bulamadığı için evlenemez. Evlenemeyince zina yapmaya başlar veya devam eder. Bir kadın birkaç erkeği yoldan çıkarır ve onlar da evlenme ihtiyacını duymazlar. Dolayısıyla aile müessesesi yıkılır. Nitekim Batı’da böyle olmuştur, nüfus azalmaktadır, ancak göç alarak varlığını sürdürmektedir.
Öz Türkçe ile:
“Onu duyduğunuzda inanmış erkeklerle inanmış kadınlar kendileri için iyilik olduğunu sanmalı ve ‘Bu açık bir düzenektir.’ demeliydiler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Onu sem’ ettiğinizde müminler ve müminelerin nefisleri için hayır zannetmeli ve ‘Bu mübin bir ifktir’ diye kavl etmeliydiler.”
LavLAv EiÜ SaMıGTuMUvHUv JanNa eLMuEMiNUvNa Va eLMuEMiNAvTu BiEaNFuSiHiM HaYRan Va QAvLUv HAÜAv EiFKun MuBIyNun
لَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِأَنْفُسِهِمْ خَيْرًا وَقَالُوا هَذَا إِفْكٌ مُبِينٌ(12)
***
لَوْلَا جَاءُوا عَلَيْهِ
LaVLAv CAvEUv GaLaYHi (LaVLAv FaGaLUv GaLAHi)
“Onun üzerine ciet etmeliydiler.”
İddia ettikleri üzerine, ifk üzerine ciet edenlere عَلَيْهِkelimesi yalnız burada geçmektedir, başka yerlerde sadece “ityan etmezlerse” geçmektedir. İfk aleyhine dört şahit getirenlerse yani ifk olmadığını ispatlamazlarsa demektir. İfk olayının lehine şehadet ederler, aynı zamanda ifkin yani ifk fiilinin aleyhine de şehadet etmiş olurlar. Şahitler söylenenlerin lehine ifk etmenin aleyhine şehadet etmiş olurlar yani ifki yok ederler.
بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ
Bi EaRBaGaTi elŞuHaDAEi (Bi EaFGıLaTi FuGALAvEi)
“Dört şehid ile”
شُهَدَاءَkelimesi cem olduğu için ve sonundaki hemze te’nis alameti olduğu için munsarif değildir. Yani kesre ve tenvin almaz. أَرْبَعَةِ رِجَالٍdenir أَرْبَعَةِ شُهَدَاءَdenir.
Diğer yerlerde ityan fiili ile geldiği halde burada neden ciet fiili ile gelmiştir?
Zina edildiğini iddia eden dört soruşturmacıyı bulur. Bunlar soruşturma yaparlar ve hakemlere soruşturma belgelerini sunarlar. Bunu ayrı ayrı yaparlar. Hakemler delilleri yeterli bulmazlarsa dört soruşturmacı oluncaya kadar beyan etmezler, yoksa onlar da remy etmiş olurlar. Soruşturmacılar da beyan edemezler. Ciet etmek, değişik yönden gelen suların toplanmasıdır. Ayrı ayrı hakemlere teslim ettiklerinden dolayı ciet fiili getirilmiştir.
Demek ki önce soruşturma dosyaları hakemlere verilir ve hakemler onaylarlarsa duruşma yapılır. İstihsanen tespit ettiğimiz burada ayetle işaretin delaleti ile beyan edilmektedir. جَاءُواfiili bunu açıklamaktadır.
فَإِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَاءِ
FaEiZ LaM YaETUv Bi elŞuHaDAvEi (Fa EiÜ LaM YaFGaLu Bi eLFuGaLAvEi)
“Şehitlerle ityan etmedilerse”
Ciet ile ityan kelimesini aynı ayette ve böylece iki kelimenin arasındaki mana farklarını da öğreterek getirmektedir. فَإِنْ değil de فَإِذْ denmektedir. Hükümleri Aişe’nin üzerinden açıklamaktadır. Nasıl peygamberlerin kıssalarını oradaki hükümleri anlatmak için zikrediyorsa, burada da Aişe’nin kıssasını örnek olarak zikretmektedir. Geçmişi anlattığı için إِذْ gelmektedir. Böylece Kur’an, isimleri ile olmasa da bazı sahabelerin kıssalarını bize iletmektedir. Dört soruşturmacının soruşturmasını bitirmesi gerekir. Zina iddiasında bulunan kişiye dört soruşturmacıyı getirmesi için mühlet verilmez. Yani önce soruşturmacıları bulması sonra açıklaması gerekir. Hatta mahkemede dört soruşturmacı beyan etmeden açıklasa yine seksen sopa vurulur, açıkladıktan sonra ispat etmesi geçerli değildir. İşte buradaki إِذْ kelimesi bu hükmü ortaya koymaktadır. Bu إِذْ kelimesi ayetlerde لَوْلَا‘ların geçmesinin de hikmetini ortaya koymaktadır. Zina isnatlarının açıklanması için önce soruşturmacıların bulunması, sonra beyan edilmesi gerekir. Duruşmadan sonra beyan edilmelidir.
فَأُولَئِكَ عِنْدَ اللَّهِ
Fa EuLAvEiKa GıNda elLAvHı (FaEuLAEiKa FıGLa elLAvHı)
“Onlar Allah’ın indinde”
Buradaki اللَّهِ Allah’ın halifesi olan topluluklardır, bucaktır; halkıyla, meclisiyle ve yargısı ile yönetimlerdir. Topluluk bunu böyle değerlendirmelidir.
Âlemlerin Rabbi onların zina yapıp yapmadığını elbette bilmektedir. Ama kanıtlanmayan zinalar, kanıtlanmayan ifkler dünya hayatındakiler için işlenmemiş gibidir.
Topluluk tahminlere göre hareket edemez.
هُمُ الْكَاذِبُونَ (13)
HuMu eLKAvÜiBUvNa (HuM FAvGıLUvNa)
“Onlar kaziptirler.”
Kamu yönetiminde zahire göre hareket edilir. Sen gözünle gördün ama dört soruşturmacı ile kanıtlayamıyorsun. Bunu toplulukta söylediğin zaman âlemlerin rabbi olan Allah indinde doğru söylüyorsun ama O’nun halifesi olan topluluk nezdinde yalancı veya yanlışsın.
YORUM
İnsanın iki kişiliği vardır. Biri evinde kendi içinde olan kişiliğidir. Bu insanı özgür kılmaktadır. Topluluğun ferdi değil de bağımsız bir varlık olarak görünmektedir. Çıplak kişiliğidir. İkincisi ise topluluk içindeki kişiliğidir. Elbise giyinmekte ve çirkinliklerini örtmektedir. Bu ikilik yalnız insanlarda vardır ve yalnız insanlar giyinirler. Kendi özgürlüğünü topluluğa yansıtmazlar. Toplulukta başka türlü görünürler. Beyinlerinde yaşattıkları arzular ve düşünceler topluluğa yansımaz. Topluluğa kişinin söyledikleri ve yaptıkları yansır.
Özel kişilik ile sosyal kişilik arasında farklar vardır. Topluluk içinde sosyal kişilikle muamele görür. Bir insan şüphelense ve sonunda Allah’ın ve ahiretin olmadığına kanaat getirse bunu söylemezse kâfir olmaz. Allah ve ahirete inanmış olsa bile ancak sözleri ile “Tanrı yoktur” dese veya “Dirilme yoktur” dese kâfir olur. İnsan beynine hâkim değildir ama davranışlarına ve söylediklerine hâkimdir. Kendi iradesi ile söylemektedir. Ondan sorumludur. Yani insanın sosyal kişiliği ile özgün kişiliği ahirette de devam edecektir. Allah, ahirette bile sosyal kişiliği ile insanı sorumlu tutacaktır.
“Onlar kaziptirler” demiyor, “Onlar Allah’ın indinde kaziptirler” deniyor. Kendi kişiliklerinde kâzib değil sosyal kişiliklerinde kaziptirler. Burada عِنْدَkelimesini çıkarırsanız gerçek hayatın olmadığı sosyal hayatın olduğu ortaya çıkar. Oysa burada gerçek olanlar başka, sosyal oluşlar başkadır. Kimyada atom içi kuvvetler vardır. Molekül içi kuvvetler vardır. Bunlar cisimde yok hükmündedir. İç kuvvetler çevresine etki yapmaz. Çevresine etki eden dış kuvvetlerdir. Benzer şekilde insanın özel kişiliği de toplulukta görülmez.
Öz Türkçe ile:
“Onun üzerine dört soruşturmacı ile gelmeliydiler. Dört soruşturmacı getirmezlerse Allah’ın yanında yalancıdırlar. “
Kur’an kelimeleri ile:
“Onun aleyhine dört şehit ile ciet etmeliydiler. Dört şehit ile ityan etmezlerse Allah’ın indinde kaziptirler.”
LaV LAv CAvEUv GaLaYHi Bi EaRBaGaTa ŞuHaDAvEa FaEiZ LaM YaETUv BielŞuHaDAvEi Fa EuLAvEiKa GıNda elLAvHı HuMu eLKAvÜiBUvNa
لَوْلَا جَاءُوا عَلَيْهِ بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَإِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَاءِ فَأُولَئِكَ عِنْدَ اللَّهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ (13)
***
وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ
Va LAvLAv FaWLu elLAvHı GaLaYKuM (Va LAvLAv FaGLu elLAvHı GaLaYKuM)
“Ve Allah’ın fadlı sizin üzerine olmasaydı”
فَضْل fazlası demektir. Bir kimse ile anlaştın 4 kilo patatesi 5 liraya sattın, sonra 5 lira alıp 4,5 kilo verdin; bu yarım kilo fadldır/fazldır. Yahut birine 100 sopa vurulması gerekirken 90 sopa vurdun, ona 10 sopa fadl ettin.
Allah bir düzen kurmuş, kurallar koymuş ve herkes ona göre hareket etsin demiş. Allah hep fadl sahibi olmuştur yani daima aldığından fazla vermiştir. Bir insan çalışır, günde on saat çalışır ve ancak karnını doyurur. Hayır, öyle değil, on saat çalışır, onunla beş kişi doyar, dördü fadldır, bir de artırır altıncı çocuk doğarsa o da fadldır/fazldır. Bir de çocuklara işyeri hazırlarsa o da fadldır.
Kapitalist sistemde insanlar çalışır, kendileri ve çocukları yaşarlar. Artan emekle patronlara çalışırlar. Sosyalistler de çalışır ve yaşarlar, artan emek devlete aittir, çocuklar kreşlerde birlikte yaşarlar. Ortaklık sisteminde herkes çalışır, artan da kendisine aittir, onunla çocuklar yetiştirirler, onlar işyeri kurarlar yani Allah’ın fadlı yine onlara bırakılır.
Sonuç olarak insan verimli bir makinedir. Çalıştığının beşte biri ile yaşar, beşte dördü ile de başkalarının çalışmasını ve yaşamasını sağlar. Yani canlılık fadl/fazl üzerinde kurulmuştur. En fazla fazl/fadl da insan üzerindedir.
وَرَحْمَتُهُ
Va RaXMaTuHUv (Va FaGLaTuHUv)
“Ve O’nun rahmeti”
فَضْل ile rahmet bir arada zikredilmekte ve en çok bu surede geçmektedir.
رَحْمَة karşılıksız iyilik yapmak demektir.
Allah insana birçok nimet verdi; göz verdi, ayak verdi, dil verdi. İnsana bunları vererek rahmet etti. Ayrıca güç verdi, çevre verdi. İnsanlar çalışarak yararlanıyorlar. Allah bunları da rahmeti ile yaptı. Allah’ın yere, dağlara, sulara ihtiyacı yoktu. Bunlardan yararlansınlar diye onları var etti. Kâinat ve dünya fabrikasını ürün yapsınlar ben yararlanayım diye kurmadı, insanlar iş bulsun diye var etti.
Buradan öğreneceğimiz şey, devlet kendisi kazansın diye işyerleri kurmaz, halk çalışsın diye işyerleri kurar. Bu sebeple kamu kuruluşları vakıftır, kâr amacını gütmezler.
فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ
Fıy elDuNYAv Va eLEAvPiRaTı (Fiy eLFuGLAv Va eL FAvGıLaTi)
“Dünya ve ahirette”
Demek ki ahirette de fadl/fazl ve rahmet olacak, oranın hayatı da buranın hayatı gibi olacaktır. Fadl olacak demek birikim olacak demektir. Çalışmamızdan fazla kazanacağız, yatırımlar yapacağız. Çoğalma olmadığına göre bu birikim ne işimize yarayacaktır?
Biz daha çok bilgi edineceğiz. Biz daha büyük imkânlara ulaşacağız. Biz daha değerli varlıklar olacağız. Daha geniş çevremiz olacak.
Çoğalma var, gelişme var. Bu dünyada çoğalma vardır. Ahirette ise gelişme vardır. Daha fazla gelişme nasıl olacak, onu bilmemiz mümkün değildir. Bir şeyi kavramamız için benzerini bilmemiz gerekir. Oysa gelişme benzersiz şeyleri deneme demektir.
لَمَسَّكُمْ فِي مَا أَفَضْتُمْ فِيهِ
LaMasSAKuM FIy MAv EaFaWTuM FIyHı (LaFaGaLTuM FIy MAv EaFGaLTuM FIyHIy)
“İçinde ifda ettiğiniz nesnede size mess ederdi.”
فَيْض köpürüp taşan sıvıdır.
فيض Kur’an’da 9, فوض 1 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder.
ف kopmadan ayrılmadır. يhafif olmadır. ض katlanma anlamındadır.
Bir sıvı ısınınca bazı moleküller buhar haline gelir, bazı moleküller ise sıvı özelliklerini korurlar. Sıvılarda yüzey çekme özellikleri vardır. Böylece içi buhar dolu kürecikler oluşur. Buna köpük diyoruz. “İçine kendinizi koyduğunuz şey sizi mess ederdi” diyor.
Her canlının yüzeyi en uygun şekildedir. Hacim küple, yüzey kare ile büyür. Öyle bir büyüklükte kalırlar ki alıp verdikleri birbirine eşit olur. Daha fazla yüzey gerekli ihtiyaçları karşılamaz, daha az yüzey de gerekli olanlardan fazlasını alır. Dengelendiği zaman varlık devam eder.
İnsan da topluluk içinde gerekli büyüklükte olmalı yani varlığı gereği kadar olmalıdır. Çok fazla varlık ona yük olur, az varlık da yeterli ihtiyaçları sağlamaz. İşte, şeriat bu dengeyi sağlar. Alışverişe ihtiyaç vardır, gerekli olanları sağlar. Faiz kötüdür çünkü gereksiz şeylere insanı sahip kılar. Evlilik, zina yasağı, ceza, iftira hep bu dengelerin korunacak şekilde düzenlemelerdir.
Burada ifade edilenler doğa kanunları ile şeriat kanunlarının dengede kalmasını sağlamak içindir. Normal sıcaklıklarda yüzey gerilimi işe yaradığı halde yüksek sıcaklıklarda zararlı olmaktadır. Bulutlarda ise tersidir, sıvının çevirdiği küre yüzeyinin içinde kalanın sıcaklığı fazladır, dolayısıyla soğuk havadan daha hafiftir. Atmosferin belli bir yerine ulaşınca orada durmaktadır. Kürecikler arasında bitişmeler vardır. Bir arada olanlar vardır. Yani sıvılardaki yüzey kuvvetleri bunu sağlamaktadır.
عَذَابٌ عَظِيمٌ (14)
GaÜAvBun GaJIyMun (FaGAvLun FaGIyLun)
“Azim bir azab”
Azim bir azab mess eder. Burada azabın messinden bahsetmektedir. Azaba çarptırma Kur’an’da değişik kelimelerle ifade edilmektedir. Bir hukukçunun عَذَاب kelimesini alıp doktora yapması gerekmektedir.
Semt kooperatiflerini kurduğumuzda semtler de vakıf semtler olacak yani buranın kira bedeli o semtte oturup çalışanlara bırakılacak. Onlar da yarı mesailerle yaşayacaklardır. Bu araştırmaları yapanlara başarıları nisbetinde pay verilecektir.
Benim Kur’an’ı yorumlamam sadece birer örnektir. Kur’an doktora çalışmaları ile yorumlanacaktır. Azim azabın mess etmesi ne demektir? Azabı bugünkü ceza kanunlarında yazılan cezalar olarak anladık ama azim azab nedir, mess etmek nedir, ahz etmek nedir, ta’zib etmek nedir? Bunlar üzerinde araştırmalar yapmamız gerekmektedir.
YORUM
Sürtünme kuvvetleri vardır. Herhangi bir iş yaparken sürtünme kuvvetlerini yenersiniz. Sürtünme kuvvetleri olmasaydı düz yerde arabanın gitmesi için yakıt sarf etmezdik. O halde sürtünme kuvvetleri görünürde kötü bir şeydir. Ama tozlu bir yolda çise yaparsa toz çamurlanır ve sürtünme kuvveti azalır. Yahut yola yağ dökülürse sürtünme kuvvetleri azalır ve artık araba kalkamaz veya duramaz. O halde sürtünme kuvveti de rahmettir, o sürtünme kuvvetlerini yenmek için icat edilen motor ve yakıt da rahmettir.
Bir toplulukta evlenme ve iffetli olma rahmettir ama insandaki cinsi arzu da rahmettir. O rahmet zinaya götürmemektedir. O zinayı frenlemek de rahmettir. Zina cezası da rahmettir. İftirada ispatla gizlilik de dengededir.
Bizim yapacağımız Allah’ı neden böyle, neden şöyle yaptı deyip eleştirmek değil, bizim yapacaklarımızı öğrenmek olacaktır. Nasıl yapmaktadır? Bunları öğrenmek ve ona göre onun fazl ve rahmetine ulaşmamızdır. Bilmeliyiz ki Allah bizim aleyhimize bir şey yapmamıştır, hepsi fadl ve rahmettir. Yine bilmeliyiz ki biz O’ndan daha akıllı değiliz.
Bana göre en büyük şirk Allah’ın yaptıklarını beğenmeyip O’nun şeriatını düzeltmeye çalışmaktır. Meclis kanun yapıyor. Kanun yaparken önce müsbet ilim ne diyor, sonra sosyal ilim ne diyor diye düşüneceğiz. Ondan sonra da geçmiş şeriatlarda ne diyor diyeceğiz. Sonra halkımız ne istiyor diyeceğiz. Devletimizin çıkarını düşüneceğiz.
Ama hayır, öyle yapılmıyor. Kanunlar dışarıda hazırlanıyor. Sıradan bürokratlar onları tercüme ediyorlar. Okumadan imzalayan şefler ve müdürler bakana sunuyorlar. Bakan da okumuyor. Bakanlar kuruluna sunuluyor. Bakanlar Cumhurbaşkanının gözüne bakıyorlar, onlar da okumadan onaylıyorlar. Meclise gidiyor. Komisyonda tartışılıyor. Tek kaynakları falan ülkede böyle, filan ülkede böyle demekten ibarettir. Yani diyorlar ki; Sermaye böyle istiyor, biz bu kanunu çıkarmazsak Dolar gelmez, ekonomimiz iflas eder, istesek de istemesek de bu kanunu çıkarmak zorundayız. Sözde konuşmalar yapılır. Görüşmeyi idare eden komisyon katılıyor mu veya hükümet katılıyor mu; evet, işte böylece yönetiliyoruz!
Bunu Erdoğan icat etmedi, Meşrutiyet’ten beri bu böyle.
Biz de iktidara talip olduk ama ceza ile ilgili sorunları çözmüş değiliz. Kooperatifin ceza verme yetkisi olmadığı için Akevler Kooperatifleri bunun üzerinde durmamıştır.
ESAM’ın bunun üzerinde durması gerekmez mi? ESAM, Akevler’i Necmettin Erbakan’dan nasıl uzak tutarım ile meşgul olmuş, Adil Düzen’e göre ceza incelemesine vakit bulamadığı için ele almamıştır, zavallılar. Allah’ın fazl ve rahmeti olmasaydı biz bugün hayatta olur muyduk? Bunları desteklemek zorunda kalıyoruz. Çünkü biz parti kuramıyoruz. Çünkü bir yüz lojmanlı işyeri apartmanı yapamadık. Ama Allah’ın fazl ve rahmeti ile hala varlığımızı sürdürüyoruz.
Biz ilmi çalışmalar yaparak gerekli bilgileri ve uygulama örneklerini ortaya koyduğumuzda AK Parti’yi veya Saadet Partisi’ni veya Gülen’i eleştirme hakkımız olur?
Öz Türkçe ile:
“Ve Allah’ın size şimdi de sonra da artırması ve yaşatması olmasaydı içine daldıklarınızda size koca yaptırım dokunurdu.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve size Allah’ın dünya ile ahirette fadlı ve rahmeti olmasaydı içinde ifda ettiğinizde size azim azab mess ederdi.”
Va LAvLAv FaWLu elLAvHı GaLaYKuM Va RaXMaTuHUv Fıy elDuNYAv Va eLEAvPiRaTı LaMasSAKuM FIy MAv EaFawTuM FiYHi GaÜAvBun GaJIyMun
وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ لَمَسَّكُمْ فِي مَا أَفَضْتُمْ فِيهِ عَذَابٌ عَظِيمٌ (14)
***
إِذْ تَلَقَّوْنَهُ
EiÜ TaLaqQaVNaHUv (EiZ TaFagGaLNaHUv)
“Onu telakki ediyordunuz”
İnsanlar bir araya geldikleri zaman bir şeyler konuşmak isterler, bir konu bulup sohbet ederler. Atasözümüz vardır, “Söz uçar” deriz. İnsan beyni duramaz, bir şey yapmak zorundadır. İki kişi buluştuğunda, bazıları boş şeylerle kendilerini meşgul ederler, kötülüklerden bahsederler, bazı siyasiler böyledir, yaptıkları iş başkalarını kötülemekten ibaret olur. Tarikatlar ise hep iyiliklerden bahsederler.
Günümüzün en büyük sorunu buradan gelmektedir. Bugün televizyonlar, radyolar, sinemalar, tiyatrolar insanın beyninin bu durmamasından yararlanıyorlar, seyirci veya dinleyici buluyorlar ve kendi kötü düşüncelerini anlatıyorlar.
Bizim boş zamanımız öğretici şeylerle dolmalıdır, iyi hislerle dolmalıyız, nefretle değil sevgiyle dolmalıyız. Karşımızdakine bildiğimiz bir şeyi anlatmalıyız. Önce karşı tarafın bildiği şeyleri sormalı, sonra biz yararlı şeyler anlatmalıyız. Bu iş kolay değildir. Tefe’ul babıyla buluşma, yanak yanağa gelme demektir. Tefe’ul babı ile bir şeyleri birbirine anlatma demektir.
بِأَلْسِنَتِكُمْ
Bi EaLSiNaTiKuM (Bi EaLFiGLaTiKuM)
“Lisanlarınızla”
لِسَان dil demektir. Organdan çok dilin kendisidir. İki veya daha çok kişi bir araya gelince birbirlerine bir şey anlatmak isterler. Biz buna Türkçede ‘sohbet’ deriz, “Otur da biraz dertleşelim” deriz. Herkes kendi sıkıntısını, derdini anlatır, karşı tarafa bir çare varsa sunar. Birçok şey bizi sıkar, onu birisine anlattığımız zaman rahatlarız.
İfk olayı da böylece halkın ağzında sakız olmaya başlamıştı. Olay dilden dile aktarılıyordu.
Askerde iken bir deneme yaptık. Şundan dolayı bir hafta tatil olacaktır diyerek bir arkadaşımıza söyledik. Bu bölükte yayıldı ve sonunda biz bile inandık. Tatili beklemeye başladık! Elbette tatil olmadı.
Bu fısıltı burada تَلَقَّوْنَ fiili ile ifade edilmektedir.
وَتَقُولُونَ بِأَفْوَاهِكُمْ
Va TaQUvLUvNa Bi EaFVAvHıKuM (Va TaFGaLUvNa Bi EaFGAvLıKuM)
“Ve femlerinizle kavl ediyordunuz”
İnsanlar bu sohbetlerde duyduklarını zamanla değişmez bilgi haline getirirler, yanlış olduğu, yalan olduğu halde düşünmeden onu tekrarlarlar.
Müslümanlarda da böyle yaygınlaşmış sözler vardır. “İçtihat kapısı kapanmıştır.” “Sen müçtehit misin?” “İsa gelecek.” “İçtihadı herkes yapamaz.” İşte bu şekilde düşünmeden, doğruluğunu ve yanlışlığını araştırmadan, herkes söylüyor diye sen de söylüyorsan, buna “ağzı ile söylemek” denmektedir.
Dedikodular arasında olaylar üretmek, sonra da haberleri düşünmeden, doğru mu yanlış mı diye düşünmeden konuşmak bu ayette yasaklanmıştır.
O halde en büyük zorluk ortaya çıkmaktadır; konuşulmasın da ne yapılsın?
Tarikatlar bunun yolunu bulmuşlar. Herkes oturuyor, kimse konuşmuyor. Şeyh de konuşmuyor. Lamba söndürülüyor. Yüz defa “Besmele” okunacak deniyor ve herkes okuyor. Elli defa “Elhamdülillah” denecek deniyor ve diyorlar. Böylece gece ilerliyor. Sonra “Fatiha” deniyor. Lambalar yakılıyor ve herkes şeyhin elini öperek dağılıyor. Bu en az haftada bir defa yapılıyor, her gece yapanlar da oluyor. Burada elsine ile telakki yoktur, femlerle kavil yoktur.
Sonuç ne oluyor? Zaman geçiyor, insan beyni ve belki bedeni de buna alışıyor, artık bu zikre katılmak ona zevk veriyor. Yalnız kaldığı zaman bunu tekrar ediyor. Sonu ne oluyor? Böylece bir araya gelenler beyin yanları ile birbirlerini seviyor. Birlik oluşturuyorlar. Şirket kuruyorlar, dernek kuruyorlar, parti kuruyorlar. Birçok şey başarıyorlar.
مَا لَيْسَ لَكُمْ بِهِ عِلْمٌ
MAv LaYSa LaKuM BiHIy GiLMun (MAv FaGaLa LaKuM BiHIy FıGLun)
“Size onda ilim olmayanı”
Ağzınızla söylüyorsunuz yahut söylüyordunuz.
Burada bize bir ihtar vardır. Sohbetlerinizi ilimle geçirin. İlim dışı sohbetiniz olmasın. Sonra söyledikleriniz de ilme dayansın, ilim elde etmek için sohbet edin. Başkalarının yaptığı kötülükleri anlatmakla vaktinizi harcamayın. İlmi tahlillere alışın.
Uygarlıklar böyle doğmaktadır. İster doğu ister batı uygarlığı olsun, halkın sohbet konuları ne zaman ilim olmuşsa o zaman o topluluk uygarlığın öncülüğünü yapmıştır.
Ortaklık düzeninin birçok sorunları vardır. Artık bizim sohbet konumuz o olmalıdır. Seminerleri de ortaklık sohbeti çerçevesinde yapıyorum.
Futbol seyrederek, filimler seyrederek vaktinizi israf etmeyin. Sporu seyretmeyin, sporu yapın. Her gün birlikte yürüyüşe çıkın, göreceksiniz tarikatların zikri kadar etkili olacaktır. Çünkü berabersiniz. Konuşmanıza gerek yok, siz iletişim kuruyorsunuz.
Hac da budur. Namazlar da budur. Ortak iş yerleriniz olduğu zaman da, birlikte çalışırken de aynı iletişim olmaktadır. Aynı yerde bulunduğunuzda iletişim vardır. Özlediğiniz biri geldiği zaman odada yatmaktadır ama sizin hasretiniz gitmiştir. Hatta meşhur bir şeyh veya şahıs geldiği zaman o şehir halkında farklılıklar oluşur.
وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًا
Va TaXSaBuNaHUv HayYıNan (Va TaFGaLuNaHUv HayYıNan)
“Ve onu heyyin hesab ediyordunuz”
هَيِّن basit, kolay demektir. بَيْن çukur, كَوْن tümsek, هَوْن ise düzlük demektir. Basit paslı bir demir derinizi çizer, önem vermezsiniz ama sonra tetanoz olabilirsiniz, tedavi olmazsanız ölürsünüz.
Sözler de bazen paslı kelimeler halinde ağızdan çıkar ve basit bir söz gibi gelir ama bazen dağları devirebilir veya kenti küle çevirebilir. Bir kibrit yangın çıkarır ve bir ormanı küle çevirir.
وَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ
Va HuVa GıNDa elLAvHı (Va HuVa FıGLa elLAvHı)
“Ve o Allah’ın indinde”
Burada da “Allah”ı topluluk olarak alabiliriz. Onun topluluktaki etkisi çok büyük olabilir. Kur’an yeni bir düzen kurmaktadır. Onun kötüye yorumu çok zararlı olabilir. Bu örnek olayı Allah bize kendi düzenini anlatması için vermiştir.
Farz ediniz ki Fethullah Gülen Sermaye’nin bir ajanı olarak hareket etti ve Türkiye’ye ihanet etti. Bu doğru olsa bile ya bu çok kesin olarak kanıtlanmalıdır ya da bu iftiradır deyip yalanlanmalıdır. Önce benim yaptığım gibi düşünmelisiniz. Daha ilk günde yazdım, 15 Temmuz’u ne Gülen ne de CIA yaptı. Çünkü ispatlanmış değildi. İspatlamadığınız şey topluluk nezdinde yalandır. Nitekim 15 Temmuz olayı yalnız Türkiye’de değil tüm dünyada büyük etki yaptı. Birçok devlet oralardaki İslami faaliyeti durdurmuşlardır. Türkiye’de yalnız Nurcular değil tüm Müslümanlar arasına korku girdi. Seminerlerimizi günü gününe binden fazla kimse takip ettiği halde şimdi yüzlere düştü, onlara düştü. Sermaye bir taraftan Gülen topluluğunun üzerine saldırtmakta, öbür taraftan onlarla olmuş ajanları faaliyete geçirip İslami topluluklara katılmamalarını telkin etmektedir. İnsanlara suç isnatları, hele suçların soruşturulmadan insanların mahkûm edilmesi, hapse konması basit bir olay değildir.
عَظِيمٌ (15)
GaJIyMun (FaGIyLun)
“Azimdir.”
Bazen sıfatı isim yerine koyabiliriz. “Başkan geldi” deriz. Bunun değişik sebepleri vardır. Gramerde ve usulde bununla ilgili kurallar konmaktadır.
a) Sözü uzatmamak için öyle söylersiniz.
b) Lütfi değil de başkan geldi demek istersiniz. Yani Lütfi olarak gelmedi, başkan olarak geldi anlamında söylersiniz. Adını da zikrederseniz hangisini kastettiğinizi anlayamayız.
c) Tazim için söylersiniz, onu ismiyle değil makamı ile söylemekle ondan başka başkan olmadığını da bildirmiş olursunuz.
d) Beklenen biri olduğu için ama başkanlık sıfatı ile beklenen biri olduğu için ismini zikretmezsiniz.
Bunun dışında bazen yeni bir kavram ortaya çıkar, onu birkaç cümle ile anlatırsınız ama onun adı henüz konmamıştır. Onu sıfatı ile söylersiniz.
“Denizde yeşil bir balık gördüm” deyip anlatırken eğer cümle uzamışsa artık ona zamir göndermezsiniz, “Gördüğüm yeşil” dersiniz. Sonra da “Gördüğüm” kelimesini siler “Yeşili gördüm” dersiniz. Başka bir özelik de yeşil olmak yeterli ise “Yeşile bin lira veririm” derseniz, yeşil arabaya, hangi marka olursa olsun bin lira veririm demiş olursunuz.
Burada siz onun topluluk içindeki etkisini basit zannedersiniz, etkisiz zannedersiniz ama o etki büyüktür.
YORUM
İnsanın iki varlığı vardır; biri biyolojik varlıktır, diğeri sosyolojik varlıktır. Sosyolojik varlığı çevrenin ona verdiği bir varlıktır. Kimse başkan olmaz, topluluk onu başkan yapar. Topluluk içinde o varlığı ile varlığını sürdürür. Kişilerin sosyal varlıkları, toplulukları var eder. Topluluk sosyal varlıklardan oluşur.
O halde sosyal varlıkların varlıkları tehlikeye düşünce topluluk da tehlikeye düşer.
Suç işleyen bir çocuğu babası kurtarmaya çalışır, avukat tutar. Topluluk da suç işleyen üyesini kurtarmaya çalışır. Dolayısıyla ispat edilmeyen fiillerle cezalandıramadığı gibi ispat edemeyen müfteriyi de cezalandırmaktadır, kurunun yanında yaş da yanmasın diye böyle yapmaktadır.
Bir gece bir ormanda sabahı etmek zorunda kaldım. İki kutu kibritim vardı. Hem hava soğumuş hem de gece olmuştu. Ateş yakmak istedim ama bir kutu kibrit bittiği halde ateş yakamadım. Nihayet kuru dallar buldum da ateş yakabildim, yaş dallar da yanmaya başladı.
O halde eğer ispat edemeden ortaya bu konular atılacak olursa gerçek olanların dışında gerçek olmayanlar da yanar.
Yazıları ile seneler sonra iftira edip başkanlıktan edenler, mahkemesiz hapishaneye dolduranlar, remy cezası ile cezalandırılırlar, İslamiyet’te. Önce ispat, sonra söylemek. Müruru zamandan sonra yazanların cezası ağırlaştırılabilir. O suçu neden şimdiye kadar ortaya koymadılar. Taammüt vardır.
Öz Türkçe ile:
“Dillerinizle onu geveler, ağzınızla onda size bilgi olmayanı söylersiniz ve onu sıradan sayarsınız. O Allah’ın yanında kocamandır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Lisanlarınızla onu telakki eder, femlerinizle sizde ona ilim olmayan şeyi kavl edersiniz ve onu heyyin hesap edersiniz. O Allah’ın indinde azimdir.”
EiÜ TaLaqQaVNaHUv Bi EaLSiNaTiKuM Va TaQUvLUvNa Bi EaFVAvHıKuM MAv LaYSa LaKuM BiHIy GiLMun Va TaXSaBUvNaHUv HayYıNan Va HuVa GıNDa elLAvHı GaJIyNun
إِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِأَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِأَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِهِ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًا وَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ عَظِيمٌ (15)
***
وَلَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ
Va LaV LAv EiÜ SaMıGTuMUvHu QuLTuM (Va Lav LAv EiZ FaGıLTuMUvHu FaGiLTuM)
“Ve onu sem’ ettiğinizde kavletmeli idiniz”
Yapılanların yanlış olduğunu anlattıktan sonra bir iftira ile karşılaştığımızda ne yapmalıyız mukadder sualime şöyle kavl etmeliydiniz denmektedir.
Kavl iki şekilde olur. Biri kendi kendine söylemek, Allah’a söylemektir. Dua ayetlerindeki قُلْ ifadeleri böyledir. Kendi kendine karar vermedir. Diğeri ise birine söylemektir, لِharfi ile gelir. Bazen bu harf hazfedilir.
Buradaki قُلْتُمْ kendi kendine söylemedir. Çünkü filan zina yaptı, yapmıştır, iftiradır demek böyledir. Sohbete konu bile olmamalı yani adı bile geçmemelidir. Bu surede onun için adı geçmemektedir. Birinden bahsedilmekte ama adı geçmemektedir. Bize bunun örneğini vermek için bunu geçmiş bir olayın hikâyesi şeklinde verilmiştir.
مَا يَكُونُ لَنَا أَنْ نَتَكَلَّمَ بِهَذَا
MAv YaKUvNu LaNAv EaN NaTaKalLaMa BiHaÜAv (MAv YaFGaLu LaNAv EaN NaTaFagGaLa BiHAvÜA)
“Bizim için bunda tekellüm etme yoktur”
Kendi kendimize biz bunu sohbet konusu yapmayız.
Müslüman yazarlar vardır, İslamiyet’i savunacağız diye hep İslam olmayanlardan söz ederler, onları anlatırlar. Sermaye bunu yapar, bir çevrede eğer lehine konuşacak adam bulamazsa onları dışarıdan finanse eder, durmadan aleyhinde yazı yazdırır, insanların beyinlerinde onlar yerleşir. Ahmet Hakan Masonlar aleyhinde programlar yaptı, onu gazetelerine ve televizyonlarına aldılar. Çünkü o programları Masonlar yaptırdılar. Böylece Müslümanların beyinlerinde onlar yerleşti, onların korkuları yerleşti.
Lisan ile telakki edenler ve kavl edenler geçti, burada da tekellüm geçmektedir. Kendi kendine konuşma. Yani kendisine hâkim olmalı konu sohbette yer almamalıdır.
سُبْحَانَكَ
SuBXAvNaKa (FuGLAvNaKa)
“Sen sübhansın”
Buradaki كَ harfi Âlemlerin Rabbine gitmektedir. Yukarıdaki tekellümü Allah’a karşı olması gerektiğini vurgulamak için yapmaktadır. Yani yukarıdaki tekellüm etmem sözünü Allah’ın huzurunda söylemektedir. Evet, konuşmayacağım, sohbette konu etmeyeceğim demektedir.
هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ (16)
HAvÜAv BuHTaNun GaJIyMım (HAvÜAv BuHTAvNun GaJIyMun)
“Bu azim bir bühtandır.”
مَهْد beşik demektir. بَهْت çocuklaşmış, çocuğa dönmüş manasında kullanılmış. بَهْتşaşırtmak, aklını karıştırmak anlamlarında kullanılmaktadır. بُهْتَانise üstünü kapatarak başka türlü göstermek anlamındadır.
Buhtan kılıç yarası demektir. Suçlama, kara çalma anlamı da kazanmıştır.
ب geçit, ه düzlük, ت oluş demektir.
Fiil olarak بَهِتَ cevap vermez oldu demektir. بُهْتَان kelimesi Kur’an’da 3 ayette إِثْمile atfedilerek gelmektedir, إِثْمًامُبِينًاdenmektedir. İsm haramları işlemedir. İki defa da بُهْتَانًاعَظِيمًاolarak geçmektedir, Meryem kıssasında (Nisa, 4/156) ve burada. En büyük hakaret olmaktadır.
Hakaretlerde cezalar celddir. Zina iftirası 80 sopadır. Ondan sonra 40, ondan sonra 20, ondan sonra 10, ondan sonra 5 sopadır. Daha az sopa cezası yoktur. Zinada ceza 100, sonra aşağısı 50, aşağısı 25’tir. Ondan aşağısı yoktur. Bunun anlamı şudur. Fiillere 25’ten aşağı ceza verilmez. Sözlerde ise 5’ten aşağısına ceza verilmez.
YORUM
Gazeteleri açın, hep yabancı kişiler anlatılmaktadır, ülkemizde de yabancı kişiler anlatılmaktadır. Böylece insanımızın beyni yabancılaşmakta ve kişiliğini kaybetmektedir.
Ocaklarda beş vakit namaz kılarken kişiler birbirlerini tanıyacak, sohbet edeceklerdir. Semt ve bucak sakinlerinden bahsetmekte, onların yaptıklarını ve görüşlerini aktarmaktadırlar.
Ben tefsirleri yazarken hep bizimkilerden söz ediyorum, yabancılardan da bize yakın bulduklarımdan bahsediyorum. Siz de yazılarınızda ve konuşmalarınızda hep bizden bahsedeceksiniz. İlkokulun tarihi bucak tarihi olmalıdır. Lisenin tarihi il tarihi olmalıdır. Ülkenin tarihi ulusal tarih olmalıdır. İnsanlık tarihi akademi tarihi olmalıdır. Yani her topluluk önce kendisini öğrenmelidir. Sonra olayları anlatırken de iyilik ve başarıları anlatmak gerekir.
Kötülüklerle mücadele etmeli, kötülükler dile getirilmemeli, ahsen olanla cidal edilmeli, seyyieler ahsenle def edilmelidir.
Tarih yazılırken de genel gayeye uyma anlatılmalıdır. İstiklal Savaşı sonrası yapılanlara dayanarak İstiklal Savaşı komutanlarını kötülemek değil, İstiklal Savaşı’nı yapan komutanların kahramanlıkları ve fedakârlıkları anlatılmalıdır. Kötülükler de takdiri ilahidir, bizim için hayırdır.
Öz Türkçe ile:
“Ve onu duyduğunuzda ‘Bize bunda söylemek olmaz. Sen arınmışsın. Bu kocaman bir uydurmadır.’ demeliydiniz.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve onu sem’ ettiğinizde ‘Bize bunda tekellüm etme olmaz. Sen sübhansın. Bu azim bir buhtandır.’ diye kavl etmeliydiniz.”
Va LaV Lav EiÜ SaMıGTuMUvHu QuLTuM MAv YaKUvNu LaNAv EaN NaTaKalLaMa BiHaÜAv SuBXAvNaKa HAvÜAv BuHTaNun GaJIyMun
وَلَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَنَا أَنْ نَتَكَلَّمَ بِهَذَا سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ (16)
***
يَعِظُكُمُ اللَّهُ
YaGıÜuKuMu elLAHu (YaFGıLuKuMUelLAvHu)
“Allah size vaaz ediyor”
وَاعِد yağmur yüklü bulut anlamına gelir. Gelecek yağmuru haber vermesinden “va’d” etmek, bir şeyi yapacağına söz vermek anlamında kullanılmıştır. وَعْز ile üstü kapalı anlatmak, dolaylı anlatmak, işaretle anlatmak, önermek anlamlarında kullanılmaktadır. وَعْظ nasihat etmek, öğüt vermek, va’d etmek anlamlarına gelir. نُذْرolacak kötülükleri haber vermek, وَعْظ ile gelecekte olacak iyilikleri haber vermek anlamına gelir.
Kur’an’da وعد 151, وعظ25 defa geçmektedir. Toplam 176 (24*11) eder.
وberaberliği, عetkiyi, ظaçıklığı ifade eder.
Böyle yaparsanız başınıza şunlar gelir, bunun yerine böyle yaparsanız sizin için iyi olur denmektedir. Sizin bucakta, sizin ilde, sizin ülkede bu hükümler uygulanmalıdır. Buna uymayan ülkeler, iller ve bucaklar olacaktır. Bundan dolayı onlarla savaşmak meşru değildir demektir. Vaaz ediyor; emretmiyor, nehy etmiyor.
Bugünkü Sermaye uygarlığı zina iftirası üzerine oturmuştur. Sermaye cumhurbaşkanı veya başkan yapacağı kimselere önce küçük yaşta kızları sunmakta. Bunu kameralarla tespit etmekte, ondan sonra onu koltuğa yerleştirmektedir. Bunun için oluşmuş örgütü vardır. İnanmış devlet adamlarını bu tuzağa düşüremediği için onlardan hoşlanmamaktadır. Onlar için de laikliğe aykırı hareket etme, Atatürk’e hakaret etme gibi suçlar icat etmektedir. Millî Görüş bu fobileri de yıktığı için Türkiye’de bir şey yapamamaktadır.
أَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِهِ
EaN TaGUvDUv LiMiÇLiHIy (EaN TaFGuLUv LiFiGLiHIy)
“Onun misline avdet etmenizi”
أَنْ ifadesi أَنْ لَا anlamındadır. “Misli” denmektedir. Surede bir ifk olayı anlatılmış ve onun hikâyesi yapılmış, sonra da bu ifade ile bu genişletilmiştir. Yani böyle bir olay Kur’an indirilirken geçmiştir. Artık bundan sonra böyle bir hata yapmayın denmektedir.
Kur’an’ın yorumlanmasında bize bir usul de vermektedir. Peygamberlerin kıssaları anlatılırken biz onları misal almalıyız misli olarak hareket etmeliyiz.
Buradaki هُ zamiri (لِمِثْلِهِ) ifke gitmektedir.
أَبَدًا
EaBaDan (FaGaLan)
“Ebeden”
أَبَدًا burada sonsuz anlamında değildir, asla demektir, yaşadığım müddetçe demektir. Ahiretin de ahireti olacaktır. Belli bir müddet cennette ve cehennemde kalacağız. Sonra cennet ve cehennemden daha üstün bir hayata geçilecektir. İşte bu dönemde hep kalınacak demektir. Bunun uzunluğu cennettekilerle cehennemdekiler için aynı olmayacaktır. Cehennemdekiler için zaman kısa olacaktır, suçları kadar olacaktır.
Kur’an zamanın izafiliğine hep işaret etmiştir.Sonra elektron hareketliliğinde bu izafilik tespit edilmiş Einstein bunu tez olarak ortaya sürmüştür. Mezarda kalma böyledir. Kimi (Allah yolunda öldürülenler) hemen cennete gidecek, kimi uzun zaman berzahta kalacaktır.
Yüksek matematiği bilmeyenler zamanın izafiliğine zor inanırlar.
إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (17)
EiN KuNTuM MüEMiNIyNa (EiN KuNTuM MuFGıLUvNa)
“Eğer mümin iseniz.”
Eğer güven sağlıyorsanız.
İnsanların birbirlerine hakaret etmemeleri gerekir. Bunları muhakeme edip gereken cezaları vermek sizin işiniz olacaktır. Hakaret cezaları sopadır. Basın suçları da ancak sopalayarak karşılanır. Terör örgütünün üyesi olma müebbet hapse mahkûmiyeti gerektirmez. Mübaşir varken müsebbibe ceza verilemez. Fiilen terör suçu işleyenler cezalandırılırlar. Onları destekleyenler, onlara yataklık edenler terörist bulunamazsa cezalandırılır, o da bedeni ceza ile değil tazminatla cezalandırılır.
YORUM
İslam devlet düzeninde suçlar sayılıdır, suçların çoğuna kefaret cezaları uygulanır. Herkes kendisi kefaretini vererek cezasını çekmiş olur. Suçu işlediği halde kefaretini vermemeyi adet edinmişse ve bu dört soruşturmacının şehadeti ile ispat olmuşsa, bu kişi bucaktan veya ilden nefyedilir.
İnsanların her türlü mağduriyetleri giderilmelidir. Ama kimse de korku içinde yaşamamalıdır. Böyle bir düzenin oluşmasını sağlamak müminlerin görevidir.
Sure başkana hitap etmiyor, topluluğa hitap ediyor. Çünkü yargılama başkanın değil topluluğun görevidir. Yargı başkanın da üstündedir. Musa Peygamber’e soruyorlar, “Sen zina etsen seni de mi recm edeceğiz?” diye. “Evet, beni de recm edeceksiniz” diyor. Yargı hakemlerden oluşur. Soruşturmacılar da bağımsızdırlar. Karar mahkemelerce verilir. Yönetim hakem kararlarını uygulamakla görevlidir. Yani devlet başkanı da yargının emrindedir.
Şimdi biz Kur’an şakirtleri (Bediüzzaman’ın tabiridir) olarak iktidara değil Kur’an düzenine talip olmalıyız. Kendi semtlerimizi ve bucaklarımızı kurmalıyız. Orada hakemlerden oluşan bir yargı oluşturmalıyız. Bunlar yasaldır. Dayak atma yetkimiz yoktur ama tazminata mahkûm etme kooperatiflerin yetkisindedir. Ortaklıktan geçici veya sürekli olarak çıkarma da kooperatifin yetkisindedir. Dolayısıyla bucaklarımızı Kur’an’a göre yönetebiliriz.
Biz buna 1967’de başladık. Partileri bunun için destekledik. Cemaatleri bunun için destekledik. Ama onlar bizi bırakıp Sermaye ile işbirliği yaptılar. Biz 50 senedir bu yöndeki cihadımıza devam ediyoruz. Bundan sonra da cihadımız devam edecek.
Üçüncü binyıl uygarlığı semt kooperatifleri ile gelecektir.
Öz Türkçe ile:
“İnanmışlar iseniz Allah size onun benzerine sürekli dönersiniz diye öğüt veriyor.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Müminler iseniz Allah size onun misline ebeden avdet edersiniz diye vaaz ediyor.”
YaGıÜuKuMu elLAHu EaN TaGUvDUv LiMiÇLiHIy EaBaDan EiN KuNTuM MüEMiNIyNa
يَعِظُكُمُ اللَّهُ أَنْ تَعُودُوا لِمِثْلِهِ أَبَدًا إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (17)
***
وَيُبَيِّنُ اللَّهُ
Va YuBayYıNu elLAvHu LaKuMu (Va YuFagGıLu elLAHu)
“Ve Allah tebyin etmektedir”
Fiili muzari gelmiştir. Tef’il babından gelmiştir. ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ ayeti (Kıyamet, 75/19) burada teyit edilmektedir. Allah kıyamete kadar müçtehitleri aracılığı ile Kur’an’ı beyan edecektir, etmektedir. Biyoloji, psikoloji, sosyoloji ilimleri geliştikçe İslam aile yapısının nasıl doğal yapı olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Yine İslam aile yapısı incelendikçe zina, fuhuş, evlilik, boşanma kavramları ve hükümleri daha anlaşılır hale gelecektir.
لَكُمُ الْآيَاتِ
LaKuMu eLEAvYAvTı (LaKuMu elEFAGAvLu)
“Sizin için ayetleri”
Kur’an’ın bir özelliği de onu ona inananlar anlarlar, Kur’an’ı sadece okumak için okuyanlar anlamazlar, o ancak muttakilere hidayettir. Kur’an’a inanmayanlarla arasına حِجَابًامَسْتُورًاkonmuştur. Bundan dolayıdır ki biz ne kadar anlatsak da inanmayanlar anlamıyorlar. Siz benim yazdıklarımı anlıyorsanız, yanlışlarımı ayıklayabiliyorsanız o zaman müminsiniz. Buradaki لَكُمُ bu sebeple öne alınmıştır.
İsterdim ki tarikat ehli söylediklerimi anlasınlar, böylece mümin oldukları ortaya çıksın. Bizi destekleyen ehli tarik olmuştur ama Erbakan’ı Akevler’den uzak tutmakta hala el ele vermektedirler. Belki de zamanı gelmediği için böyledir.
Şimdi parti kuranlar vardır. Bunlar eğer Kur’an’ın ayetlerini anlıyorlarsa bu seminerleri takip edip anlayanlar haline gelmişlerse o zaman onlar mümindirler. Medhalciler seminerleri takip ediyor ve anlıyorlar, o halde mümindirler. Kadıköy ekibi İzmir’den beri takip edip anlıyorlar, o halde mümindirler. Ankara’da Ali Erişen grubu takip edip anlıyor.
وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (18)
Va elLAvHu GaLIyMun XaKIyMun (Va elLAvHu FaGIyLun FaGIyLun)
“Ve Allah alimdir hakimdir.”
“O alimdir hakimdir” demeyip اللَّهُkelimesini tekrar etmesi, ayetleri beyan edenle ayetleri bilerek uygulayan Allah’ın halifesi olanların farklı olduğunu göstermektedir. حَكِيمٌhaberden sonra haber olabilir. Hakîm alîmin açıklayıcısı olabilir. Allah hükmeden alîmdir yahut Allah alîmdir hükmedendir de olabilir.
عَلِيمdemek proje demektir, fıkıh demektir. Topluluk plan ve proje ile fıkha sahip olacak ve öyle hareket edecek. Birinci Kur’an uygarlığında fıkıh hafızada gelişmektedir. Şimdi fıkıh plan ve proje ile sağlanacaktır, teknik resimler ve hesaplar fıkhın içinde yer alacaktır.
Projesi yapılan ve hükümleri konan her sözleşme fıkıhtır.
“Hakîm” de muhasebeye tekabül eder. Kayıtlar yapılacak ve ona göre bölüşülecektir.
İkisi de nekre gelmiştir.
YORUM
Müminlerin görevi Kur’an’a göre yaşamaktır ve Kur’an’ı tüm insanlara ulaştırmaktır. Onların işlerine karışma ne görevdir ne de yetkidir. Herkes kendi bucak ve semtinde istediği gibi yaşayacaktır. Kendisi sorumlu olacaktır. Bu dünyada ve ahirette sorumlu olacaktır. Dışarıdan müdahale yoktur. Semti ve bucağı içinde de kişi özgür olacak, hicret edebilecek, hicret etmediği için sorumlu olacaktır. Yani kişi bucağında ve semtinde kamu hukukunda bağımlı olacak ama hicret imkânı ile içtihadına uygun bucakta yaşayacaktır.
Öz Türkçe ile:
“Ve Allah size kanıtlarını açıklıyor. Allah bilendir kesendir (yargılayandır).”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Allah size ayetlerini tebyin ediyor. Allah alîmdir hakîmdir.”
Va YuBayYıNu elLAvHu LaKuMu eLEAvYAvTı Va elLAvHu GaLIyMun XaKIyMun
وَيُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (18)
İstanbul; 19 EKİM 2019
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
resatnurierol@gmail.com
www.akevler.org (0532) 246 68 92