NUR SÛRESİ- 16. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَإِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلَى أَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتَّى يَسْتَأْذِنُوهُ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ أُولَئِكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (62) لَا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًا فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (63) أَلَا إِنَّ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ قَدْ يَعْلَمُ مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ إِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (64)
***
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ
EinNa Mav eLMuEMiNUvNa (EinNa Mav eLMuFGıLUvNa)
“Müminler yalnız”
Sure zina yasağı ile başladı ve aile hayatını, neseben akrabalıkları, kişilerin birbirlerinden nasıl izin isteyeceklerini anlattı. Sonunda yargı ile sona erdirdi. Yargı dediğimiz zaman yalnız hâkimler anlaşılmamalıdır. Tüm genel güvenlik yargıdır. Yargının ne olduğunu kavrayabilmek için devlet yapısını bilmek gerekir. Devletin meclisi vardır, ilmî dayanışmanın temsilcilerinden oluşur. Dayanışma sorumluları ilmî şura oluşturur. Ayrıca meclistekiler ahlaki, mesleki ve siyasi şura kurarlar. Bunlar meclislerdir. Halkı temsil ederler. Allah’ın yeryüzündeki halifesinin sorumlusudurlar. Bunlar şeriatı ortaya koyarlar. Yasalar yaparlar. Bütün halk teavün şirketleri şeklinde organize olur. Mesleki dayanışma sorumluları yürütmeyi oluşturur. Herkes kendi içtihadı ile yasaları yorumlar ve uygular. Yorumlama yetkisi uygulayanlara aittir. Herkes kendisi yetkilidir, sorumlu olan da kendisidir. Herkes şeriata uymakla yükümlüdür. Kimse başkasının emrinde değildir.
Yasama ve yürütme yaşamak için gerekli düzenlemeleri yapmaktadır.
İnsanlık 50.000 sene evvel devlet aşamasına gelmeden bunlarla yaşadı. Bundan 5000 sene evvel şeriatın güvencesi sağlandı.
Herkes kendi içtihadı ile hareket eder. Ancak içtihatlar arasındaki farklardan dolayı çatışma ortaya çıkar. İşte bunu gidermek için hakemlerden oluşan yargı ortaya çıkar ve yargı kararlarını uygulayacak yönetim kendisini gösterir. Kişiler hakemlerden oluşan yargıya giderler ve hakem kararlarına herkes kendi rızası ile uyar. Hakem kararlarına uymayanlara karşı silahlı güç ortaya çıkar, iç ve dış güvenliği sağlar.
Bugün emniyet genel müdürlüğü var, iç güvenliği sağlar. İman kökünden gelir.
Millî müdafaa var, dış savunmayı sağlar.
Bu görevi insanlık tarihinde bazı kabileler yapardı. Sonra paralı askerlere bırakıldı. İslamiyet ise insanları ikiye ayırdı. İsteyenler bedel ödeyerek asker olmazlar ama bunların yönetimde görevleri yoktur, komutan olmazlar, mülki başkan olmazlar. İsteyenler sıra ile genel güveni sağlarlar. İşte bunlar mümindirler, güveni sağlayanlar demektir. Allah ve resulüne iman etmek demek topluluğun ve yürütmenin güvenini sağlamak demektir.
Başta إِنَّمَا getirmekle müminler yalnız bunlardır demektedir. İman etmek demek لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ demekten ibaret değildir, asker olup gerektiğinde savaşmaktır.
Zinanın sübutu için surenin başında şehitleri (uzman soruşturmacılar) şart koşmuştu. Zina yaptığı hakemlerden oluşan yargı ve soruşturmacılarca anlaşılacaktır. Şimdi sona geldi ve silahlı gücü burada zikretti. Çünkü silahlı gücün hukuk düzeninde hiçbir şekilde yönetme yetkisi yoktur. Onun görevi surenin başında belirtilen yargının kararlarını infaz etmektir.
الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ
elLaÜIyNa EAvMaNUv Bi elLAvHı Va RaSUvLiHIy (elLaÜIyNa EaFGaLUv BilLAvHı Va FaGUvLiHIy)
“Allah ve resulüne iman etmiş kimseler”
Kur’an’da اللَّهُ, رَسُولُ,اللَّهُوَرَسُولُ, اللَّهُوَرَسُولُهُifadeleri vardır. Bunların ayrı ayrı anlamlarının olması gerekir.
Biz yarım asır evvel bu ifadelere varsayım olarak şu manaları verdik; “Allah” meclisi, “Resul” hükümeti, “Allah ve Resul” başkanı, “Allah ve Resulü” yargıyı ifade eder varsayımı ile yola çıktık. Yani devletin dört uygulayıcısı vardır; meclis, hükümet, başkan ve yargı. Son söz yargınındır. Yargı meclisin ve başkanın da üstündedir.
Siz de bu kelimelere başka manalar verebilirsiniz. Siz onu uygularsınız. Bizimle sistemimizi tartışabilirsiniz ama sadece reddetmek bir şey ifade etmez.
وَإِذَا كَانُوا مَعَهُ
Va EiÜAv KAvNUv MaGaHUv (Va EiÜAv FaGaLUv MaGaHUv)
“Ve onunla beraber olduklarında”
مَعَ kelimesi harftir. Harficer gibi muzafunileyh alır. Ne var ki bir fiille müteallik etmez. Ancak atıf harfi gibi isme atfeder. Ne var ki matufun aleyhin irabını da almaz. وَ ile atfettiğinizde ikisi arasında bir ilişki yoktur. فَ‘de de böyledir.
مَعَ kelimesi zarftır. Her zaman muzaf olur. (Lütfi Hocaoğlu)
مَعَdendiği zaman aralarında beraberlik vardır. Burada, beraber olduklarında anlamına gelir. Zamir nereye racidir?
Toplantıyı yöneten kimseye racidir. Başkan imam gibidir. Başkanlık ettiği sürece herkes onu dinler. O ne derse ona uyar. Başkanın söz kesme ve toplantıdan çıkarma yetkisi vardır. Mağdur olan sonra hakemlere gider ve mağduriyetini giderir.
Yenibosna’da buna riayet edilmiyor. Bu, toplantıları verimsiz kıldığı gibi toplantıya katılanları da dağıtıyor. Tekrar hatırlatıyorum; toplantıyı yöneten namaz kıldıran gibidir, toplantıyı yönettiği için ona uyarız. Ona itaat, topluluğa itaattir. Ona saygısızlık Allah’ın halifesi olan topluluğa saygısızlıktır. Devlet görevlisine karşı gelmek devlete karşı gelmektir.
هُ zamiri (مَعَهُ) Allah ve resule müştereken işaret eder ama resul de O’nun görevlisidir.
عَلَى أَمْرٍ جَامِعٍ
GaLAy EaMRın CAvMiGin (GaLAy FaGLin FAvGıLın)
“Cami’ emr üzerine”
Burada جَامِعٍ, أَمْرٍ kelimesinin sıfatı olarak getirilmiştir. Cem’ eden bir iş demek toplayan iş veya emir demektir. Arapçada أَمْر kelimesi buyurmak ve iş yapmak anlamındadır. Salihatı amel etmek için birinin sorumluluğunda işler yapılır.
Ortaklık sisteminde de emir-komuta sistemi vardır. Batı mantığında kişiler amir ve memurdur. İslamiyet’te ise görevli görev esnasında yetkilidir. Kim imam olursa amir odur, o işte ve o zamanda amir odur. Birleştiren iş. Herkes ayrı ayrı kendi içtihadına göre iş yapacak ama sonunda işe, ürüne ortak olacak.
İçtihatlar arasında uyum sağlanmalıdır. Onun için toplantılar yapılacak, istişare edilecek, herkes kendi içtihadına göre karar verecek. Kararlarda uyum olmazsa başkanın dediği yapılacak. Mağdur olanlar hakemlere gidecek.
Üçüncü binyıl uygarlığı projeli sözleşmelere ve detaylı muhasebeye dayanacak. Bunun için bilgisayar programlarına ihtiyacımız var. Allah da onu bize ihsan etmiştir. Şükretmemiz gerekir. Başta Lütfi Hocaoğlu ile Tayibet Erzen şükretmeli ama bizim de onların bilgilerini değerlendirmemiz ve uygulamamız gerekir. Hepimize şükür etmek düşüyor.
لَمْ يَذْهَبُوا
LaM YaÜHaBUv (LaM YaFGaLUv)
“Zehab etmediler”
Binlerce senedir insanlar namazlarını kılmıyorlar. Camiye giriyorlar, hareketler yapıyorlar, çıkıp gidiyorlar. Bu namaz değildir.
Namazlar toplantılardır, müzakeredir, tilavettir, istişaredir.
Biz yeni bin senelik susturma, konuşturmama siyasetini ortadan kaldırmak için toplantıları tartışmalı, kavgalı-gürültülü yapıyoruz. İsteyen toplantıları terk ediyor, isteyen bir ihtiyacını gidermeye gidiyor, isteyen çay hazırlıyor, isteyen dışarı çıkıp sigara içiyor, isteyen sohbet ediyor, isteyen istediği zaman konuşuyor, yanındakilerle sohbet ediyor, namaz kılıyor, çekip gidiyor!
Bütün bunlar Kur’an’ın hükümlerine aykırıdır, bunu yapmazlar diyor, ancak bunlar mümindirler diyor; demek ki biz daha mümin değiliz, müslimiz.
Toplantı namazların rükünlerinden biridir. Namazda ne yapılmazsa toplantıda da o yapılmaz. Sağa sola bakılmaz, konuşan dinlenir; bu kunuttur. Kimse ile konuşulmaz, başka şeylerle meşgul olunmaz; bu da huşudur. Toplantılarda huşu içinde olurlar. Müzakere esnasında namazdaki davranışlar korunacaktır.
حَتَّى يَسْتَأْذِنُوهُ
XatTAv YaSTaEÜaNUvHu (XatTay YaSTaFGıLUvHu)
“Onlar ondan isti’zan edene kadar”
Burada حَتَّى kelimesi إلَى manasında kullanılmıştır. İzin isterler, izin çıkıncaya kadar beklerler. Haber verip ayrılmazlar. Namazın dışı ile namazın içinin farkı buradadır. Namazda izin isteme yoktur. Kimseye izin verilmez. Abdesti bozulan kendisi karar verir ve tuvalete gider. İmam kıbleye dönmüştür, cemaatle konuşmaz, onları görmez, istişarede ise imam halka dönüktür, söz verir, sözü keser, bir de izin isteyene izin verir.
Önce istişare eder, sözü başkan verir, başkanın izin vermediği kimse konuşamaz, bir şey söyleyemez. Nasıl namazda yanına dönüp bir şey söyleyemezsen sohbette de yanındakilere dönüp bir şey söyleyemezsin.
Yenibosna’da herkes bu hatayı yapıyor; yapmamalı.
Ondan izin nasıl alınır?
Bir şey söylemek isteyen sağ elini kaldırır ve durur. Başkan uygun en kısa zamanda ona bakar ve ‘söyle’ demek ister. Tuvalete gidecek kapısını gösterir ve o da tamam işaretini verir. Namaz kılacak olan tekbir benzeri ellerini kaldırır. Bırakıp gidecekse kendisine işaret eder ve kapıyı gösterir. Başkan izin vermezse mazeretini kâğıda yazar ve başkana ulaştırır. Başkan istişare etmeden izin verir.
إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ
EinNa elLaÜIyNa YaSTaEÜıNUvNaKa (EinNa elLaÜIyNa YaSTaFGiLUvNaKa)
“Senden isti’zan edenler”
Burada كَ kelimesini getirdi, onun “sen” olduğunu ifade etti. Yani Allah cemaate hitap ederken hitabını başkana çevirdi. Muhatap değiştiği için يَسْتَأْذِنُون‘yi tekrar etti. Burada izin isteme görev ve yetkisini cemaate verdi.
Ya izin istemeden davranan olursa başkan susar, herkes susar, onun susmasını veya yapacağını yapmasını bekler. Başkan susturmaya çalışmaz, oradakiler de onu zorlayamaz. Konuşması biter veya terk edip giderse devam edilir. Yoksa başkan meclisi dağıtır. Sonra ihlal edenin aleyhine dava açılır ve meclisi dağıttığından dolayı verdiği zararı tazmin eder. Tazmin edemezse borçlanma ehliyetini kaybeder.
O halde bu ayet ancak Medine döneminde uygulanır hale gelir.
Yenibosna’daki serbestlik de Medine dönemine geçilmediğinden gelmektedir.
أُولَئِكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ
EüLAvEiKa elLaÜIyNa YuEMiNUvNa Bi elLAvHı Va RaSUvLiHIy) (EüLAvEiKa elLaÜIyNa YuFGıLUvNa Bi elLAvHı Va FaGuVLıHIy)
“Onlar, Allah ve resulüne iman etmiş kimselerdir”
Eğer meclisin dağılmasına neden olmuşsa bu kişi irtidat etmiştir, artık mümin muamelesi görmez, askerlikten ihraç edilen hükme tabidir. Tabii ki buna hakemler karar verecek. İki türlü insan grubu vardır. Bunlardan hakem kararlarına uyanlar vardır. Bunlar müslimdirler, darı islamda bulunma hakları vardır. Bir de hakem kararlarını kabul etmeyenler vardır. Bunlar müşriktirler, darı terkte yaşarlar. Bize saldırmazlarsa biz de onlara saldırmayız.
Bizim vatandaşlar isterlerse, onlar izin verirlerse oralara gidip ticaret yapabilirler, çalışırlar da. Onlar ise topraklarımıza giremezler; ta ki hakem kararlarını kabul etsinler.
Yenibosna, Mekke dönemine devam etmek istiyorsa bu şekildeki faaliyetlere devam etsin. Medine dönemine geçmek istiyorsa artık bu sureye uygun toplantılar yapmalıdır.
Bu hususta benim görüşüm; Cumartesi seminerleri aynen devam etsin, Pazar toplantıları yani Fıkıh dersi ise Nur Suresi hükümlerine göre yapılsın. Yalova’ya taşındığımızda artık toplantı ve derslerimizi hep Nur Suresi’ne göre yaparız.
فَإِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ
FaEiÜav iSTaEÜaNUvKa LiBaGDi ŞaENiHiM (FaEiÜav iSTaFGaLUvNaKa LiFaGLı FaGLiHiM)
“Bazı şe’nlerinden dolayı senden isti’zan ederlerse”
شَأْن suların dağ eteklerinde açtıkları yarık, hurma dikmek için açılan kanaldır. Sonraları iş, meşguliyet anlamına gelmiştir.
شَأْن çardakları, çadırları ve evleri korumakla görevli kimse; sonra bekçi, koruyucu, gözetleyici; önemli iş, meşgul eden iş anlamları kazanmıştır.
شbir şeyin birden oluşmasını, ء gücü, ن belirsizliği ifade eder. Hesapta olmayan işlerdir. Yeniden farklı oluştur.
Beklenmedik sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bunun için izin istenmektedir. Genel kuralı hatırlamamız gerekir, kimse söz vermek zorunda değildir, anlaşma yapmak zorunda değildir, nezretmek zorunda değildir. Ancak eğer söz verdiyse, anlaştıysa, nezrettiyse onu yerine getirmelidir. Nezir Allah’a yapıldığı gibi kamuya da yapılabilir. Topluluğa ona yarayacak şeyi vadedebilir.
Herkes söz verirken ona göre verir ki işler olağan olarak giderse onu yerine getirsin ama olağan hal dışında olay olursa o zaman mazurdur. Şe’n için izin isteyebilir. Kendilerine özgü olmalıdır. Bunun için zamir konmuştur. Şartlardan dolayı karar verme ise birlikte alınan kararla gerçekleşmiş olur. فَ harfi ile atfetmesi sadece mecliste olan izin için olmayıp genel olarak herhangi bir konuda vaadini yerine getiremeyecek kimselerin izin istemesi demektir.
İzin isteyenler tek tek kişiler olmayıp bir topluluktur. Birlikte gelenler birlikte izin isteyip ayrılabilirler. Başkanlarının izin istemesi yeterlidir, tek kişi istiyorsa işaret parmağı ile kendisine işaret ile izin ister, grup adına izin istiyorsa başparmağını kendisine yöneltir.
فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ
FaiEÜaN LiMaN ŞiETa MiNHuM (FaiFGaL LiMaN FaGiLTa MiNHüM)
“Onlardan meşiet ettiğine izin ver”
تَشَاءُdemiyor daشِئْتَ مِنْهُمْ diyor.
Demek ki topluca izin verirken istisnalar yapılabilir. Toptan izin verilip istisna yapılmayacak, izin verilenler belirlenecektir. Yani asıl olan izin vermek değildir. İzin istisnaidir, izin vermemek asıldır. شِئْتَfiilinin mazi gelmesi ile izin kurala göre verilecek, kimlere izin verileceği kuralla tespit edilecek demektir. Bu ifadeden anlıyoruz ki rutin işler için izin istenmez, rutin işlerde başkanın izin verme yetkisi yoktur.
İzin, olur vermedir, te’zin duyurma e’zan ilan etmedir.
وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللَّهَ
Va iStaĞFiR LaHuMu elLAvHa (Va iSTaFGiL LaHuM elLAvHa)
“Ve onlar için Allah’a istiğfar et.”
Onlar için istiğfar etmek, onları haberdar etmektir.
İstişare esnasında sırası gelip konuşma yapan kişi konularını oradakilere önerecektir. Orada kimler olduğunu bilmesi gerekir. İzin verme yetkisi başkana aittir ama topluluk adına izni o verir. Topluluğu haberdar eder.
İstiğfar etmesi demek, izin isteyenin izin sebebini anlatması gerekir demektir.
Topluluk isterse onu muhakeme eder ve başkanın iznini geçersiz sayarak izinsiz ayrılmış muamelesi yapabilir. Bu istiğfar kelimesinden anlıyoruz ki başkanın tasarrufları kesin değildir, yargı denetimindedir. Başkanın dediği yapılır ama mağdur olanlar hakemlere giderek mağduriyetlerini giderirler. Başkan sorumlu değildir.
Hakemler için durum böyle değildir. Hakemlerin kararı kesindir. Artık karar aleyhine mahkemeye gidilemez, karar değişmez, mağdur olanların mağduriyeti, kararı değiştirmekle giderilmez, mağduriyete sebep olanların zararlarını dayanışmaları tazmin eder.
إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (62)
EiNa elLAvHa ĞaFUvRun RaXIyMun (EinNa elLAvHa FaGUvLun FaGUvLun)
“Allah gafurdur rahimdir.”
Başkan topluluk adına tasarruf eder. İnsanlar halife olarak tasarruf ederler.
Ne var ki sorumluluk Allah’a karşıdır, topluluğa karşıdır. Kişi izin almakla sorumluluktan kurtulamaz yani ben izin aldım o halde sorumlu değilim diyemez. Gereksiz izin almışsa yine sorumlu kendisidir. Hakemler karşısında izin aldım diye kendisini kurtaramaz, yetkililerin izni kişiye hak kazandırmaz.
“Gafurdur rahimdir” denmektedir. Bir kimse hasta olduğu için işe gelmez de zarar verirse işverene karşı sorumluluğu devam eder, ne var ki kendisi ödemez sigortası öder. Mağfiretin sonunda doğan zararları tazmin etmek topluluğa yani dayanışma ortaklığına aittir.
Bu söylediklerimi hemen kavramanız kolay değildir, “Bu manayı nereden çıkarıyor?” dersiniz. Seminerlerimizi takip ederseniz belli bir zaman sonra siz de bu manaları vereceksiniz. Yorum şoförlüğe benzer, uzun zaman araba kullanırsanız rahatlıkla sürebilirsiniz. Trafikte imtihanı geçme sürücü olmak için yeterli değildir. Uzun zaman çalışarak bu melekeyi kazanırsınız. Arkadaşlarımdan bu melekeyi kazanan pek çok kişi vardır. Allah’a hamd ederiz.
YORUM
Mümin demek hakem kararlarının infazını sağlamak demektir. Toplantı yapmak demek işler arasında koordineyi sağlamak demektir. Herkes kendi içtihadı ile hareket ediyor ama sonuçta merkezi düzen oluşuyor. Hakem uygun olan kararı veriyor. Emr vardır, başkan topluluk adına tasarruf eder. Sorumlu olan topluluktur, vekil müvekkil adına hareket eder. Sorumluluk müvekkile aittir. Ancak istisnai durumlarda izin verilebilir. İzinden doğacak zararları dayanışmalar giderir. İşçilerin sosyal güvenliğini işverenler değil dayanışmalar sağlar.
Bu ayetin bize öğrettiklerinin bir kısmı bunlardır.
İnsanlar kendi içtihatları ile hareket ederler, içtihatlar arasındaki uyum yönetimce denetlenir.”
Burada istenen izin sadece ayrılıp gitme izni değildir. Zaruretten dolayı bazı kamu varlıklarının kullanımlarını da isteyebilirler. Borç isteyebilirler. Kamu imkânlarını talep edebilirler. “Sen izin ver” dediğine göre demek ki kamu alanlarından yararlandırma yetkisi başkana aittir, iktidara aittir.
Öz Türkçe ile:
“İnanmış olanlar, yalnız Allah’a ve elçisine inanmış kimselerdir. Onunla toplayıcı bir işte olduklarında ondan olur istemedikçe gitmezler. Senden olur isteyenler, onlar Allah’a ve elçisine inanmış kimselerdir. Başlarına gelenlere olur isterlerse onlardan istediğine olur ver ve onlar için Allah’tan örtmesini iste. Allah örtendir, yaşatandır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Müminler Allah’a ve resulüne iman etmiş kimselerdir. Onunla beraber cami’ bir emr üzere olurlarsa, o onlara isti’zan edene kadar zehab etmezler. Senden isti’zan eden kimseler, onlar Allah’a ve resulüne iman edenlerdir. Senden şe’nlerinin bazısı için isti’zan ederlerse, onlardan meşiet ettiğine izin ver ve onlar için Allah’a istiğfar et. Allah gafurdur rahimdir.”
EinNa Mav eLMuEMiNUvNa elLaÜIyNa EAvMaNUv Bi elLAvHı Va RaSUvLiHIy Va EiÜAv KAvNUv MaGaHUv GaLAy EaMRın CAvMiGin LaMYaÜHaBUv XatTAv YaSTaEÜaNUvHu EinNa elLaÜIyNa YaSTaEÜıNUvKa EüLAEiKa elLaÜIuNa YuEMiNUvNa BilLAvHı Va RaSUvLiHIy FaEiÜav iSTaEÜaNUvKa LiBaGWı ŞaENıHıM FaEÜan LiMaN ŞİETa MiNHuM Va İStaĞFiR LaHuMu elLAvHa EiNa elLAvHa ĞaFUvRun RaXIyMun
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَإِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلَى أَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتَّى يَسْتَأْذِنُوهُ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ أُولَئِكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (62)
***
لَا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ
LAv TaCGaLUv DuGAvEa elRaSUvLı BaYNaKuM (LAv TaFGaLUv DuG/AEa FaGUvLı FaGLaKuM)
“Beyninizde (aranızda) resulün duasını ca’l etmeyin”
“Resülün emrini” demiyor da “resulün duasını” diyor. Başkan emretmez, başkan davet eder. Herkes davetine kendisi icabet eder. Burada iki mana verilebilir. İkinci mana resulün çağrılması manasıdır.
Resul/başkan neye davet eder?
Şeriata davet eder. Allah’ın farz ettiğine davet eder. Namaza davet eder. Namaz herkese farzdır. Başkan “vakit geldi” der. Gelin hep beraber görevlerimizi yapalım der. Emir Allah’ın أَقِيمُواالصَّلَاةَ emridir. Sebep de vaktin girmesidir. Başkan borcun edasında birlikteliğe, yardımlaşmaya ve dayanışmaya davet eder. بَيْنَكُمْduanın veya تَجْعَلُوا‘nin mefulü olabilir. İçinizde dua etmesi, size dua etmesi değil de Allah’a dua etmesi.
Başkanın duası etkindir. İstiğfar et dedikten sonra meclise emrediyor. Başkanın istiğfarını diğer başkanın istiğfarı gibi yapmayın, ona öncelik tanıyın. Bugün de meclis hükümet tekliflerini öncelikle görüşmektedir.
Kur’an zikirdir. Akla tarik birdir. Kur’an yeni şeriat koymaz, konmuş olan şeriatı hatırlatır. Dolayısıyla bugün uygulanmakta olanın çoğu Kur’an şeriatına uymaktadır. İnsanlar onları nakli delillerle değil de akli delillerle bulmuşlar. Kur’an’da bulduklarımızın bir kısmı, belki de çoğu bugün uygulanmaktadır. Bunların bir kısmı Kur’an veya diğer kitaplardan alınmadır. Kur’an bunun için “Her söze kulak verirler” (Zümer, 39/18) diyor. Biz onların yaptıklarını öğreniriz. Hiçbir şeyi onlar yapıyor diye yapmayız, yapmamazlık da etmeyiz, istima’ ederiz, ahsenine uyarız.
كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا
Ka DuGAEi BaGWıKuM BaGWan (Ka FaGAvLı FaGLuKuM FaGLan)
“Bazınızın bazına duası gibi”
Biri sizi bir işe davet ettiği zaman onu ahsen görürseniz uyarsınız. İçtihadınız ahsen değilse vaktinizi kaybetmezsiniz. Ama başkan davet ettiği zaman seyyi’e olarak görmezseniz uyarsınız yani kötülüğü yoksa uyarsınız, kötülüğü varsa ona da uymazsınız. Çünkü sorumlu olan sizsiniz.
Birlikte çalışan ortaklar arasında da durum böyledir. Eğer siz bir şeye, bir işe davet edilirseniz, o kişi o işin sorumlusu ise ve sizin için zarar da yoksa uyarsınız. Ama sorumlu o değilse, sizin için yarar varsa ona uyarsınız.
Kur’an iki daveti birbirinden ayırın diyor. Ama nasıl ayıracağımızı bize bırakıyor. Böylece bu ayırma değişik yerlerde farklı olabilir
قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ
QaD YaGLaMu elLAHu (QaD YaFGaLu elLAvHu)
“Şimdi Allah ilmediyor”
Bugün faturasız mal satmak yasaktır. Hele üç firma anlaşır da fatura kaçakçılığı yaparsa kaçakçılık üzerinde örgüt kurmuş olur, suçu çok ağırdır. Ama gidin bir mağazadan bir mal alın, ‘fatura ister misin” diye sorar. Hiçbir endişesi yoktur. Çünkü devlet “ihbar olmadıkça kimseye sormayın” demiştir.
Ülkemizde birçok ülkenin işçisi çalışmaktadır. Aslında yasaktır ama hiçbir polis ona sormaz. Çünkü devletin bilgisindedir. Kırgızistan’da iken gördüm ki halk arasında bile bile herkes rejimden kırpmak için bunları alenen yapmaktadır.
Sermaye Dolar’ın gücü ile kötülükleri yöneticilere, yöneticiler de halka dayatmakta. Dolayısıyla dünyada kanunlar yapılır ama kanunlar uygulanmaz. Bunu tüm halk bilmektedir. قَدْيَعْلَمُ ifadesinin manası budur. Kur’an’da muzari üzerine قَدْ çok az gelir. Klasik Arapçada muzari üzerine gelen قَدْ bazen bilir şeklinde anlamlandırılır, burada قَدْ gelmiş ama bazen bilir demek değildir.
Bugün bazıları KDV ödemiyor. %20’lere varan KDV’yi ödeyen küçük firmalar iflas eder. Vergi kaçırmazsanız iş yapamazsınız, kaçırırsanız mümin olamazsınız, müslim olursunuz, zarurettir dersiniz. Mümin olamazsınız çünkü cihatla mükellefsiniz.
Biz bu soruna Akevler’de çare bulduk. Kooperatif nakit ortaklığı yerine mal ortaklığını esas aldı. Ortak araziyi satın alıyor ve ortaklığa kooperatifin demir-çimento (DÇ) değeri ile koyuyordu. Alıcılar ve satıcılar TL değerlerini kendileri koyuyordu. Takasta eski faturalarla değiştirme olduğundan KDV’ye gerek kalmıyordu. Kooperatifimiz reel ekonomiyle her işi yaptığından elli seneden fazladır yaşamaktadır.
الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ
elLaÜIyNa YaTaSalLaLuvNa MiNKuM (elLaÜIyNa YaTaFagGaLUvNa MiNKuM)
“Sizden tesellül eden kimseler”
Tesellül bağlanmak, örgüt kurmak demektir.
Sizden örgüt kurup yalanlar zincirini oluşturanlar.
Fatura şebekesi vardır. Muhasipler yıl sonunda toplanırlar, hayali defterlere faturalar keserler, KDV’ler öderler. Bugün kamu gelirinin büyük bir kısmı kaçırılmaktadır. Bunu kamu yetkililerinin büyük bir kısmı çok açık olarak bilmektedir. Devlet gelirlerinin en az dörtte biri sadece bu saçma kanunları uygulamak için harcanmaktadır.
Bunun zararı burada bitmiyor. Bu herkes tarafından bilinen yalan defterler yüzünden kimse gerçek hesabını tutamamaktadır. Kimse yazamamakta ve gerçek kayıt tutamamaktadır. Çünkü bazen siyasi sebeplerle bakanlıktan izin alınarak firmalar kontrol edilmekte ve bu defterlerle ve kayıtlarla yalan defterlerin yalancılıkları ortaya çıkarılmakta ve firmalar batırılmaktadır. Örgütlerin sıralamasında sahte pasaport mafyası ile kayıt dışı muhasebe mafyası yarışma halindedir. Tesellül edenler kamuca bilinmelidir.
لِوَاذًا
LiVAvÜan (FıGAvLan)
“Livazen”
لِوَاذ sıva harcı demektir. Mastar olarak yapıştırmak, sıvamak anlamlarına gelir.
لوذ Kur’an’da 1, لوط 27 defa geçer. Toplam 28 (22*7) eder.
ل belirliliği, و birliği, ذişareti ifade eder.
Evet, sahte defterlerin ve bilgilerin resmi örgütü Maliye Bakanlığı ile bu kendileri sahtekâr olmadıkları halde ibraz edilen sahte faturaları kaydeden memurlar sıva yapmaktadırlar, duvarlardaki çirkinlikleri kapatmaktadırlar. Eğer bu sahte düzen olmasa devlet bir sene bile yaşayamaz, millet ise esir edilip katliam yapılır.
Bunun için diyorum ki; tüm bu örgüte sağlık dilemek gerek. Rüşvet veren vatandaş kanunen suçludur, rüşvet alan görevli de kanunen suçludur ama cari sistemde hayat devam edemez. Akevler uygulaması bunlara çare bulmuştur. Bunun için siyaset yapmıştır. Bugün böyle midir değil midir, onu size bırakıyorum. Ben bugün böyledir demiyorum, kırk sene önce böyle idi diyorum. Suç işlemiş olmamak için bugünü bilmiyorum diyorum. Bu espridir. Ben kimseyi şahsen suçlamıyorum, onun için yorumlarım suç değildir. Aksine herkesin bunu yapmadığını, yapmak zorunda kaldıklarını söylüyorum. Söylediklerimin hepsi yanlış olur.
فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ
Fa eLYaXÜaRı elÜIyNa YuPAvLiFUvNa GaN EaMRiHIy (Fa eLYaFGALı elLaÜıYNa YuFAvGıLUvNaHUv GaN FaGLiHIy)
“O’nun emrine muhalefet edenler hazar etsinler”
İnsanlar kişiliklerini koruyarak birlikte yaşarlar. Başlangıçta bu birliği kabile başkanları sağlardı. Bucak seviyesini geçmeyen toplulukların başkanları bulunur. Başkanlar bucağındaki herkesi tanımaktadır. Herkes birbirini tanımaktadır. Başkandan başka herhangi bir örgüt bulunmamaktadır. İnsanlar 60 bin yıl böyle yaşadı.
Beş bin yıl önce kentler oluşunca yönetim bir örgüt halini aldı. Bugün yeryüzünde devletler vardır. Artık tek kişi yönetmemektedir, kamu diye bir kuruluş yönetmektedir. Şimdi halk sözleşmelerle yasaları yapar. Sonra herkes kendi yorumları ile yorumlayarak uygular. Kendisi yargıya karşı sorumludur. Yönetim yargı kararlarını uygular.
Ne var ki iki durumda da bu hukuk düzeni uygulanmaz. Birincisi, bir savaşta hukuk düzeni uygulanmaz. Yine tarihi düzen olan kişi yönetimi ile savaş yapılır. Diğeri de, yapılan sözleşmeler arasında uyum olmayabilir, bilinmeyebilir. Dolayısıyla uygun mükemmel yasalar olmadıkça şeriat/hukuk düzeni uygulanmaz. Nitekim bugünkü durum böyledir. Tarım dönemi kuralları sanayi dönemi kurallarına uymadığı için uygulanamıyor. Dolayısıyla yasalar var ama uygulansa o topluluk batar, hiç uygulanmasa da topluluk olmaz.
Başkanların talimatına göre uygulanır. Yani yasaları yorumlama iktidara aittir. Bu durumlarda şartlar düzelince topluluğa uygun, sanayi dönemine uygun yasalar gelinceye kadar uygulama böyle yapılacaktır. Türkiye’de böyle yapıldı, yapılıyor. Dünyada böyle yapılıyor.
Kur’an buna ne diyor, bize ne emrediyor?
Başkanın yorumlarına uyarsanız yasalara aykırı hareket etmiş olursunuz. Yasalara uyarsanız da başkana muhalefet edersiniz. Bize göre Kur’an’ın dediği açıktır. Başkana muhalefet edemezsiniz. Başkanın emretmediği hususlarda yasalara uyacaksınız. Başkanın emrettiği yerlerde başkana uyacaksınız. Kanunlara aykırı hususlarda başkana tabi iktidara uymazsanız belki ahirette sorumlu olmazsınız. Ama bu dünyada fitneye uğrarsınız yahut mevcut düzen içinde elim azaba uğrarsınız. Bunlar bu dünyadaki fitnedir ve bu dünyadaki elim cezalardır.
حِذْرSavaşta kullanılan savunma aletidir, kalkan gibi.
حذر Kur’an’da 21, حثث 1 defa geçer. Toplam 22 (2*11) eder.
حhareketi, ذ işareti, ر tekrarı ifade eder.
Evet, kalkanınız hazır olsun eğer kendinizi savunacak durumda iseniz, şeriatta değilseniz iktidara uyun demektir.
Akevler bu meseleyi elli sene içinde dengede tuttu. Yasalara göre partiler kurdu, onları kendisine kalkan yaptı. Sonunda hala varlığını sürdürmektedir. Başkanın yasalara aykırı emirlerine veya uygulanamaz yasalara uymayın da demiyor, uyun da demiyor, tedbirinizi alarak hareket edin diyor.
أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ
EaN TuÖIyBaHuM FiTNaTun (EaN TuFGiLaHuM FiGLaTun)
“Onlara fitnenin isabet etmesi”
Onlara fitnenin ulaşmasına hazar etsinler.
Buradaki أَنْتُصِيبَ ifadesi أَنْ لَاتُصِيبَ anlamındadır. Bu fitne kötü düzenden gelir. KDV’yi öderseniz iflas edersiniz, doğru söylerseniz dokuz köyden kovulursunuz.
Dün Veysel İpekçi ele alındı. Bugün Naci Koru ele alındı. Sürgün olarak gönderilen Koru şimdi ülkeye getirildi. Bunda ne var? Sanki büyük haber varmış gibi yayın yapıyorlar!
أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (63)
EaV YuÖıYBaHuM GaÜAvBun EaLIyMun (EaV TuFGıLaHuM FaGAvLun FaGIyLun)
“Veya onlara elim azap isabet etmesi”
Gülencileri en çok destekleyen Muhterem Devlet Başkanı idi. Şimdi telefonla görüşen bile hapse atılıyor. Çünkü iktidara karşı gelmişlerdir.
Biz ne yapıyoruz?
Usul olarak iktidarda kim olursa onu destekleriz. Bu ayet bize bunu bildirmektedir. Kendimiz iktidarı rahatsız etmeyecek işleri yaparız. Gerekli musibeti ve cezayı da göze alarak Kur’an düzeninin gelmesi için cihat ederiz. Biz iktidarda olanlarla değil bozuk düzenle savaşırız. İktidarı muhalefetle eşit görmeyiz. Biz şimdi iktidarda olduğu için AK Parti’yi destekliyoruz. Yarın bir başkası iktidar olursa onu destekleriz. Namazı kıldıran imamın kim olduğuna bakmayız. Kur’an’ın emri böyle olduğu için böyle yaparız.
12 Eylül’de Kenan Evren’i destekledim. Kurucu Meclis’e başvurmadım. Eğer Kur’an düzenini anlatmak için başvursaydım büyük ihtimalle Meclis’te yer alırdım, o zaman da 1982 Anayasası başka türlü çıkardı. Yanlış yaptım. İktidar olunca Evren’i desteklemem gerekirdi.
Bazı arkadaşlarımız oy kullanmıyorlar. Mevcut iktidara muhalif değiller ama başkanın emrine de uymuyorlar. Biz bu memlekette yaşadığımıza göre devletimizi desteklemek zorundayız. Askere gideceğiz. Gerekirse bu vatan için öleceğiz. Burası bugün değilse bile yarın Kur’an diyarı olacaktır. Bundan ümidimizi kesmişsek buradan hicret etmek durumundayız. Onlar korusun biz onların koruduğu yurtta yaşayalım olmaz.
YORUM
Kur’an’da iki türlü emir vardır. Darı islamda veya darı harbde bir müminin uyması gereken kurallar vardır. Bunun başında gelen zina yasağıdır, adam öldürmedir, fitneye sebep olmadır, bunları yapmak zorunda kalırsan orasını terk edip hicret edeceksin. Bu, mümin-müslim herkese farzdır. Bir kısım emirler vardır ki emir ve yasakları ancak darı islamda geçerlidir. Darı harbde müslimlere ruhsat vardır. Müminler de tebliğ görevini yaparlar ve kendilerine bundan dolayı gelecek sıkıntılara katlanırlar. Tebliğ görevi yapamayacaklarsa oradan hicret ederler.
İslam âlemi Yahudilerle Medine’de savaşa başlamıştır. Hıristiyanlarla savaş Peygamber zamanında başlamıştı. Ordu hazırlanmış ama kimse ile çatışma olmamıştı. Dört halife zamanında Kuzey Afrika fethedilmişti. İran Halife Ömer zamanında alınmıştır. Malazgirt’te Bizans’la karşılaşıldı. Sonra Haçlı orduları ortaya çıktı. Viyana’ya kadar gidildi. Sakarya’ya kadar gelindi. Şimdi sayısız düşmanımız var. Sermaye, sosyalizm, kapitalizm, faşizm gibi değişik adlarla karşımıza gelmektedir.
Dünyada cinsi ahlak bozulmaya devam ediyor. Mafya her tarafta hâkim. Devletler güçlerini kaybetmiş.
Bizim yapacağımız iş iktidarımızı güçlü kılarak bağımsızlığımızı elde etmedir. Bugün Sermaye ile işbirliği yapanlar kendilerini güçlü görürlerse direnmeye başlarlar. Cumhuriyet tarihi böyledir. En sonunda Kenan Evren tam direnmeye başladı. Bugün de bunun mücadelesini veriyoruz. Biz Akevler’de ortaklık sistemini getirmeden önce mevcut iktidarlara karşı olmayacağız. Trump, Putin, Erdoğan ve Şi aleyhinde olmayacağız.
Öz Türkçe ile:
“Elçinin çağrısını aranızda birinizin birine çağrısı gibi kılmayın. Allah sizden sıvamak için örgüt kuranları bilmektedir. O’nun işini aksatanlar, kendilerine bir kötülüğün ya da acı verici bir çektirmenin çarpmasına önlem alsınlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Resulün duasını beyninizde (aranızda) bazısının bazına duası gibi ca’l etmeyin. Allah sizden livazen tesellül edenleri ilmetmektedir. O’nun emrine muhalefet edenler onlara bir fitnenin isabet etmesine veya onlara elim bir azabın isabet etmesine hazar etsinler.”
LAv TaCGaLUv DuGAvEa elRaSUvLı BaYNaKuM Ka DuGAvEi BaGWıKuM BaGWan QaD YaGLaMu elLAHu elLaÜIyNa YaTaSalLaLuvNa MiNKuM LiVAvÜan Fa eLYaXÜaRı elÜIyNa YuPAvLiFUvNa GaN EaMRiHIy EaN TuÖIyBaHuM FiTNaTun EaV YuÖıYBaHuM GaÜAvBun EaLIyMun.
لَا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًا فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (63)
***
أَلَا إِنَّ لِلَّهِ
EaLAv EinNa Li elLAvHı
“Dikkat edin, Allah’ındır”
Elektrikli, katlı apartmanlardan bahsettikten sonra orada yaşayacak inanmış kimselerden bahsetmiş, dalgalanan derin denizler ve kuşlar dâhil her şeyin O’nu tesbih ettiğini bildirmiş; semavat ve arzın mülkünün Allah’a ait olduğunu ve mesirin O’nun olduğunu bildirmiş; şimdi burada semavat ve arzda olanların O’nun olduğunu bildirmektedir.
Orada “Mülk O’nundur” denmiş, burada “Kendileri O’nundur” denmiştir.
Orada “Değerler O’nundur” diyor, burada “Miktarlar O’nundur” diyor.
Orada “Dönüş O’nadır” diyor, burada “İrca O’nadır” diyor.
Sureyi ikiye bölmüş oluyor.
Bunları karşılaştırarak birinci kısımda nelerden bahsettiğini, ikinci kısımda nelerden bahsettiğini bulabiliyoruz. Mesirde (الْمَصِيرُ) verdiğimiz manada insanların gittikçe güçleneceği, hilafette onlara daha fazla görev dolayısıyla yetki verileceğini söylemiştik. Şimdi kendi yaptıklarını sonra kullarına yaptıracaktır. Orada mülk, burada içinde olanlar.
مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ
MAv Fıy elSaMAvVATı Va eLEaRWı (MAv Fi eLFa GAvLATı Va eLFaGLı)
“Semavat ve arzda olanlar”
Semavat ve arzın melekutu O’nundur, semavat ve arzda olanlar da O’nundur. Doğada herkese görev verilmiştir. İnsan ise görevini kendisi almıştır. İyiliğin ve kötülüğün rabbi O’dur. Her şey O’nun izni ve iradesiyle olmaktadır. Herkese bir görev verilmiştir, o görevi yapacaktır.
Daha önce semavat ve arzın mülkünden, burada semavat ve arzda olanlardan bahsetmektedir.
Kâinatımız ikilliğe dayanmaktadır. Cüzler var, onların her birinin bir görevi var, ayrı ayrı görevlerini yaparlar. Sonunda bu görevlerin birleşmesinden ortak varlıklar oluşmaktadır.
Cüzler مَا فِي ile ifade edilir, cüzlerin davranışından oluşmuş olan bütünler ise “mülk” ile ifade edilir.
قَدْ يَعْلَمُ مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ
QaD YaGLaMu MAv EaNTuM GaLaYHi (QaD YaGLaMu MAv EaNTuM GaLaYHi)
“Ne üzerinde olduğunuzu şimdi ilmetmektedir”
قَدْ kelimesi mazi üzerine getirildiği zaman geçmişte olan bir olay halen devam etmektedir. جَاءَ زَيْدٌderken Zeyd geçmişte gelmiştir ama halen buradadır anlamı çıkmaz.
زَيْدٌجَاءَقَدْ derseniz Zeyd gelmiştir ve halen buradadır anlamı vardır. Fiili muzari üzerine geldiği zaman Araplar buna bazen manası vermektedirler. Bence Kur’an’da muzari üzerine yalnız علم köküne gelmektedir. Allah bazen bilir bazen bilmez manası verilemeyeceğine göre Kur’an’daki قَدْ Arapçada bugün kullandığımız manada değildir.
Burada şu sorun çözülmüş olmaktadır. Allah müriddir, bir şeyi irade ettiği zaman ona ‘ol’ der ve o da olur. İrade edilmeyen henüz ‘şey’ değildir irade edildikten sonra şey olur. O irade etmeden önce irade edeceği şeyi Allah da bilmez. Bu söylediğimi geçmiş kelamcılar kabul etmemişlerdir. Bu söylediklerim zaman ve mekân içinde böyledir. Zaman ve mekân dışına çıkınca geçmiş-gelecek olmadığı için bu cümle söylenemez.
Burada bitmiyor.
Allah insana irade-i cüziyye vermiş. O Allah’ın diledikleri içinde tercihler yapar. O da irade eder. İşte buradaki قَدْ bunu ifade eder. Takdiri ilahi olarak olanlar vardır. Onu takdir ettiği günden beri bilmektedir. Kulun iradesine bırakılanı kul irade ettiği zaman halk eder.
وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ إِلَيْهِ
Va YaVMa YuRCaGUvNa EiLaYHi (Va YaVMa YuFGaLUvNa EiLaYHi)
“Ve O’na rücu olunacakları yevm”
Daha önce “Mesir O’nadır” (وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ, 42. ayet) denmişti, dönüşme O’nadır demektir. Orada insan kazanacağı melekelerle Allah’a benzemeye başlamaktadır. Hiçbir zaman O’nun misli olamaz. Allah’ın kendisine verdiği görevleri yapabilir. Devlet memuru gibidir. Devlet değildir ama devletin işlerini yapmaktadır.
Mesela, her memurun derecesi ve rütbesi her yıl yükselmektedir. Daha çok devleti temsil etmede daha çok yetkilere sahip olacak ama hiçbir zaman devlet olamayacaksa, insan da Allah’ın görevlisi olarak hep derece ve rütbesini yükseltecek ama hiçbir zaman ilah olamayacaktır. Mesir budur.
Burada da rücudan bahsetmektedir. İnsan gurbete atılmış. Allah “Haydi bana gelin” demiş. Biz de O’na doğru yol alıyoruz. ‘Allah şimdi bize neden görünmüyor, neden karşı karşıya çıkıp kendisi konuşmuyor?’ sorusuna cevaptır. O’na rücu olunacak. İnsanlık eğitilmektedir. O’na muhatap olacak seviyeye ulaşınca hitap başlayacaktır.
فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا
Fa YuNabBiEu HuM BiMAv GaMiLUv (FaYuNabBiEaHuM Bi MAv FaGıLUv)
“Amel ettiklerini onlara tenbi’ edecektir”
Yaptıklarını inba’ edecektir demiyor, tenbi’ edecektir diyor. Sen şunu yaptın bunu yaptın diye bir duruşmada işler bitmeyecektir. Sırası geldikçe gerektiği durumda belgeler ile yaptıklarını hatırlatır.
Dünyada da cezalar yapılan işe göre bir defa verilir. Ancak insanın yaptıkları defterlere yazılır. Kişi her zaman defterini bilir, insan geçmişte yaptıklarının integrali ile varlığını sürdürür. Ahirete de öyle gider. Her an sevap ve günah defteri işlemektedir. Ona göre derece kazanmaktadır. Muhasebeye bunun için ihtiyacımız vardır.
Bugün bilmediğimiz usullerle insanın ekonomik olmayan davranışları da derecelendirilecektir. Diyelim ki biri benimle görüşmek istedi. Özel kalem müdüründen izin almaz. İnternete girer ve görüşmek istediği kimseyi borçlandırır. Kendisine bir başkası talep açar, o da ona cevap verir. İşte bu karar insanın defterinde kaydedilir.
وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (64)
Va elLAvHu BiKülLi ŞaYEin GaLIyMun (Va elLAvHu BiFuGLı FaGLın FaGIyLun)
“Ve Allah şeyin küllüne alimdir.”
Usulümüzü hatırlayalım.
Kur’an ahirette olacağı anlattığı zaman dünyada ona göre düzenimizi kurmamız gerektiğini bildirmektedir. اللَّهُ kelimesinin tekrar edilmesi, وَ ile atfedilmesi, بِ harfi ile mefulün gelmesi, عَلِيمٌ’in nekre olmasından anlıyoruz ki; burada kastedilen dünyadaki bilmedir. Eğer müteaddi bir fiil بِ ile gelirse ikinci defa teaddi eder.
ضَرَبَ ‘dövdü’ demektir ضَرَبَ بِ ‘dövdürdü’ demektir. عَلِمَ ‘bildi’ demektir, بِ عَلِمَ ‘bildirdi’ demektir, عَلِيمٌ da hem fail hem meful olabilir demektir.
Topluluk muhasebede kaydeder ve gerekli her şeyi bildirir demektir. Yani herkese kendi hesapları açıktır. Kimsenin aleyhine gizli kayıtlar yapılamaz demektir. Bugünkü istihbarat sistemi meşru değildir. Kişinin aleyhine kendisinin bilmediği kayıtlar tutulamaz. Bu, savunma hakkının ihlalidir.
YORUM
Kişiler/insanlar var; doğar, yaşar ve ölürler.
İnsanlık var; iki kişiden çoğalmaya başlamış, varlığını 60 bin seneden fazladır sürdürmektedir. O da doğmuştur, gelişmektedir, o da yaşlanacak ve ölecektir.
Kişiler insanlığın hücreleridir.
İnsanlık insanlar için midir yoksa insanlık için midir?
Bu dünyada insanlar insanlık içindir. Doğar, yaşar, görevlerini yapar ve ölürler. Ahiret için ise insanlık insanlar içindir. Ahirette insanları saadete ulaştırmak için insanlık vardır.
İnsanla insan arasındaki ilişkiyi düzenleyen, insanları insanlığa bağlayan müessese ise semtlerde, köyde ve sokaklarda kurulmuş olan -yani kurulacak olan- yüz lojmanlı işyeri apartmanlarıdır, buralardaki organizasyondur.
Biyolojide de tüm hayat olayları hücrelerde geçer. Semt insanlığın ekonomik hücresidir. Genel olarak semtler üretim ve tüketim yaparlar. Canlıda da tüm üretim ve tüketim hücrelerde olur. Kan damarları ve sinir damarları ise hücreler arasındaki ilişkileri sağlar.
Sermaye kan damarlarına tekabül etmektedir. Para alyuvarlardır. Yönetim ise ulaşım ve haberleşme içinde olmaktadır.
Sure kamunun halkı her şey ile bilgilendirmesi gerektiğini ifade ediyor. Bu, Bakara Suresi’ndeki ‘her şeyi az olsun çok olsun yazın, yazmaktan üşenmeyin’ (282. ayet) emrinin uygulanmasını burada gösteriyor ve herkesin borç ve alacağını bilmesi gerektiğini bu ayet söylüyor.
Kur’an’ı yorumlarken Kur’an konuşma dili ile inmiştir. Yani kelimelerin hukuki manalarını Kur’an anlatmamaktadır. Kelimelerin hukuki manalarını müçtehitler koyarlar yani Kur’an’ı mantık diline çevirirler. Böylece bir şeriat oluşur. Bu şeriat uygulanabilirse ve başarılı sonuç alınırsa tanımlar doğru yapılmış demektir.
Biz elli senedir Akevler’de Kur’an’ın konuşma dilini ikinci defa yeniden mantık diline çeviriyoruz. Akevler’de uygulama yapıyoruz. Şimdiye kadar Akevler varlığını sürdürmüştür. Kendi içinde gelişmiştir ama çevrede etkili olacak duruma gelmemiştir. Şimdi Yenibosna’daki proje çalışması, Yalova’daki AR-GE çalışması ile buna doğru gitmekteyiz.
Kur’an’ın mantık diline çevrilmesi, mantık dili ile tercüme edilebilmesi için usul ilmine ihtiyaç vardır. Hasan Özket usul ilmi üzerinde 40 senedir çalışma yapmaktadır. Şimdi İstanbul Yenibosna’da haftada bir gün birlikte usul dersi yapılmaktadır. Bu Kur’an seminerlerinde zaten birçok kurallar öğrenilmiştir. Usul uygulamalarında da başarılı olduğumuz zaman artık üçüncü binyıl uygarlığı başlamış olacaktır.
Üçüncü binyıl uygarlığının başlaması demek yüz lojmanlı işyeri apartmanlarının yapılarak semt kooperatiflerinin yaygınlaşması demektir.
Semt kooperatifleri bir sermayenin, bir siyasi kuruluşun desteği ile yaygınlaşacak değildir, 50 senelik denemeler ve bugünkü durum bunu göstermektedir. Semtlere ne siyasilerin ne de Sermaye’nin desteği olacaktır. Allah’ın halifesi olarak Müslüman halkın desteklediği müminlerle bu iş başarılacaktır.
Sizler eliyle Kur’an düzeninin uygulaması tamamlanmış olacaktır.
Öz Türkçe ile:
“Dikkat edin, yer ile göklerde olanlar Allah’ındır. Üzerinde olduklarınızı ve O’na döndürülecekleri günü bilmektedir. İşlediklerini onlara bildirecektir ve Allah nesnenin hepsini bilendir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Dikkat edin, semavat ve arzda olanlar Allah’ındır. Üzerinde olduklarınızı ve O’na rücu edilecekleri yevmi ilmetmektedir. Amel ettiklerini onlara tenbi edecektir ve Allah şeyin küllüne alimdir.”
Ea LAv EinNa Li elLAvHı MAv Fıy elSaMAvVAvTı Va eLEaRWı QaD YaGLaMu MAv EaNTuM GaLaYHi Va YaVMa YuRCaGUvNa EiLaYHi Fa YuNabBiEuHuM BiMAv GaMiLUv Va elLAvHu BiKülLi ŞaYEin GaLIyMun
أَلَا إِنَّ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ قَدْ يَعْلَمُ مَا أَنْتُمْ عَلَيْهِ وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ إِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (64)
İstanbul; 18 OCAK 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
resatnurierol@gmail.com
www.akevler.org (0532) 246 68 92