ŞUARA SÛRESİ- 5. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَأَلْقَى مُوسَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ (45) فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ (46) قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (47) رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ (48) قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ (49) قَالُوا لَا ضَيْرَ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَ (50) إِنَّا نَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَنْ كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ (51) وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ (52)
***
فَأَلْقَى مُوسَى عَصَاهُ
FaEaLQAy MUvSAy GaÖAvHu (FaEaFGaLa FaGLAy FaGaLaHu)
“Musa âsasını ilka etti.”
عَصَا sopa demektir. Değnek anlamındadır. ع etkiyi, ص dayanıklılığı, و beraberliği ifade eder.
Sahirler iplerini ve sopalarını yere koyup insanlara onları hareket eden yılan gibi gösterince sahirler galip geldiklerini zannetmişler ve zaferlerini ilan etmişlerdir. Bu sefer Musa asasını/sopasını koymuştur. Musa bile ne olacak diye düşünmektedir. Musa’nın mucizesi sahirlerin sihrine benzemektedir. Aynı seviyede gösterilen bir maharet mucize sayılmaz. Bu bakımdan Musa ve Harun olacaklardan endişeye düşmüş olabilirler.
فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ
FaEiÜAv HiYa TaLQaFu (FaEiÜAv HiYa TaFGaLu)
“O (âsa) lakf ediverdi.”
لَقْف Sünger demektir. Emerek yutan bir süngerdir. Kur’an’da 3 defa geçer. Üçü de Musa’nın asasının yılanı yutması ile ilgilidir. Bir de لقم(lokmalamak) vardır. Ağızdan yutma anlamındadır. Toplam 4 (22) eder. ل Belirliliği, ق kuvveti, ف kopmadan ayrılmayı ifade eder.
Sahirlerin koydukları sopa ve ip olup katı varlıklardır. Katı varlıkları ağıza alıp çiğnemek var ve çiğnedikten sonra yutmak var ya da dışarıya sıvı fışkırtıp onları sıvı haline getirip sütü emer gibi emerek yok etmek var.
İşte, Kur’an burada çiğneyerek değil, emerek onları yok ettiğini ifade eder. Ortadan yok olurlar. Böylece onların yaptığı maharetten daha üstününü yapmış olur.
مَا يَأْفِكُونَ (45)
MAv YeEFiKUvNa (MAv YaFGiLUvNa)
“İfk ettiklerini”
“İfk ettikleri” der. Gerçek olmayanı gerçekmiş gibi göstermeye “ifk” der. İftira etmeyi de يَأْفِكُونَ ile ifade eder.
Tüm televizyonlarda, sinemalarda gösterilenler ifktir. Bugünkü dünya ifk üzerine kurulmuştur. Artık herkes cebinde telefon, evinde televizyon ile gerçek dünya ile değil, uydurma bir dünya ile ömrünü geçirir.
Firavun zamanında ifk cüzi iken bugün külli hale gelerek globalleşmiştir.
Üçüncü binyılın en büyük çözümü insanlığı ifk dünyasından kurtarma olacaktır.
YORUM
İfk dünyasından kurtulmak için Musa’nın asasına benzer bir sopaya ihtiyacımız vardır.
Bu sopa nedir, ne olabilir?
O günkü sihir ip ve sopalardan ibarettir.
Bugünkü sihir ise Dolar ve Ekseriyet Sistemidir. İnsanlar, bugün karşılığı bulunmayan yani hakikat değil ifk olan Dolar’ın peşine koşarlar. Ekseriyet sisteminin yani ekseriyet oyunun da hakikatle hiçbir ilgisi yoktur, o da tamamen ifktir.
Bizim mucize sopamız olarak da bu ifkleri emerek yutacak araçlarımız olmalıdır.
Nedir bu araçlar?
Altın Bonosu bizim sopamızdır. Bir gün ortaya koyacağız, o da doları ve dolarla beslenen tüm nakitleri emerek yutacaktır. Bu ayette bu yutmanın nasıl olacağına da işaret etmektedir. Biz onların bankalarını yıkmayacağız. Dolarlarını iptal etmeyeceğiz. Faizsiz Kredileşme Bankalarını kurduğumuz ve Selem Senedini çıkardığımız zaman, yavaş yavaş onların dolarlarını yutmaya başlayacaktır. Halk, dolarlarını satıp Altın Bonoları alacaktır. Bizim Faizsiz Banka onların dolarlarını satın almaya başlayacaktır. Bir gün gelecek faizli bankalar, faizsiz kredileşme bankalarının eline geçecektir. Böylece işçilik dönemi sona erecektir.
Aynı şekilde biz semtlerimizde ve bucaklarımızda Altın Bonosunu kullanmaya başlayacağız. Ekseriyet kararları yerine sözleşmeler ikame olacaktır. Kanunlar olmayacaktır, kanunların yerini sözleşmeler alacaktır. Dayanışma grupları oluşacak, teminatlı sözleşmeler ortaya çıkacaktır. Kanunlar mevcut olacak ama onlara ihtiyaç duyulmayacaktır. Halk sözleşmeler yapacak, hakemlerin kararına uyacaktır. Bir gün gelecek ki hâkimlere hiçbir iş kalmayacaktır.
İşte, Kur’an bu kelimeyi yalnızca bu olayda kullanır. Bununla bize işçilik sisteminden ortaklık sistemine vurarak kırarak değil, emerek geçileceğine işaret etmiş olur. Yani işçilik sisteminin enkazını bırakmayacaktır.
Öz Türkçe ile:
“Musa sopasını koydu da o onların uydurduklarını yuttu.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Musa âsasını ilka etti, o da onların ifk ettiklerini lakf ediverdi.”
FaEaLQAy MUvSAy GaÖAvHu FaEiÜAv HiYa TaLQaFu MAv YeEFiKUvNa
فَأَلْقَى مُوسَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ (45)
***
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ (46)
FaEuLQiYa elsSaXaRaTu SAvCiDİyNa (FaEuFGiLa eLFaGaLaTu FAvGiLİyNa
“Sahara sacidler olarak ilka olundular.”
Kur’an’da “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 39/9) denir.
Sahirler Mısır’da bilenlerdir. Sihir yapmak için de olsa ilimle meşgul olmuşlardır. Türklerde bir söz vardır, bilenin olsun da düşmanın olsun derler.
Sahirler Musa’nın kendilerinden daha mahir olduğunu ve kendilerinin yapamayacağı bir işi yaptığını görünce secdeye hemen varırlar. Onların tüm varsayımları bilenin üstünlüğüne dayanır. Kendileri bilgin oldukları için halkın onlara saygı göstermesi gerektiğine inanırlar. Musa’nın onlardan daha bilgili olduğu anlaşılınca ona uymadıkları takdirde kendilerini üstün kılan varsayımı yok etmiş olurlar. Dolayısıyla Musa’nın gösterdiği mucizeye evet demeleri gerekir. Akıllı olsun da düşmanın olsun sözü de bunu ifade eder. Akıllı düşman çıkarını bilir ve çıkarının düşmanlıkta değil dostlukta olduğunu da bilir, bu yüzden düşmanına karşı dost olmasa da dost gibi hareket etmek zorundadır.
YORUM
Batı dünyası 500 senedir dinle çatışma içindedir. Özellikle Batı İslamiyet’in getirdiği yenilikleri kabullenemeyip direnmektedir. 20. yüzyıla varıldığında artık çıkmazlara girilmiştir. Bu çıkmazlar her gün artıp durur.
“Adil Düzen” Musa’nın asası gibi insanlığa gelmiştir. Firavun (Tekel Sermaye) Adil Düzen’e karşı direnmektedir. 1960’larda İslamiyet’i yenemeyeceğini anlayınca “ılımlı İslam” adı ile devreye girmiştir ve Adil Düzen’in faaliyetlerinin yayılmasını önlenmeye çalışmıştır.
Sahir durumunda olan bugünkü ilim adamları ve yöneticiler, Sermaye’nin destekçisi olarak sihirlerini sürdürüp durmaktadırlar. Biz daha sopamızı bırakmış değiliz. 100 Lojmanlı İşyeri Apartmanları henüz kurulmamıştır. ortaklık sistemi tam olarak ortaya konulmamıştır. Altın Bonomuz henüz çıkarılamamıştır. Çalışıyoruz ve her gün ilerliyoruz. Bir gün gelecek Altın Bonomuz dolardan kıymetli olacaktır. Tüm dünya bizim önerdiğimiz ama kendilerinin çıkardığı Altın Bonosunu kullanmaya başlayacaktır.
Öz Türkçe ile:
“Büyücüler yerlere kapatıldılar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Sahara sacidler olarak ilka olundular.”
FaEuLQiYa elsSaXaRaTu SAv CiDİyNa
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ (46)
***
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (47)
QAvLUv AvManNAv Bi RabBi eLGAvLaMİyNa (FaGaLUv EaFGaLNAv BiFaGLi eLFAvGiLİyNa)
“‘Âlemlerin Rabbine iman ettik.’ diye kavl ettiler.”
أَمَنةkapıları karşı karşıya olan evlerin ara yeridir. İlk topluluklar evleri bitiştirerek kale gibi yerleştirirdi. Kapılar ara sahanlığa açılır. Bu yerin adı أَمَنةidi. Buraya bir şey koymak o şeyin güvene alınması demektir. أَمَانة buraya konmuş olan şeydir. أَمِنَgüven içinde olma demektir. أَمَنة karşı karşıya bulunan evlerin arasındaki yer demektir. Eskiden evleri bitiştirerek bir duvar meydana getirirler ve kapılarını orta boşluğa açarlardı. Orta boşluğa bir kapıdan girilirdi. Böylece orası güven altında olurdu. Oraya bir mal koymak veya oraya girmek أَمِنَ kelimesi ile ifade edilirdi. أَمِنَ emniyet ve güven altına almak demektir.
Hemen âlemlerin Rabbine iman ettiklerini söylerler.
Peygamber Musa ve Harun, Firavuna vardıklarında biz bütün kâinatı yaratan ve yeryüzündeki bütün toplulukların Rabbi olan Allah’ın elçisi olarak geldik demişlerdir. Oysa Mısır’da herkes Allah’ın oğlu kabul edilen Firavuna inanır ve bir süper güç olarak Firavunun kavmini dünyayı yöneten bir topluluk olarak görür. Bugün de Sermaye kendisini dünyayı yöneten Tanrının temsilcisi olarak kabul eder. Sahirler ise bu inanışın yanlış olduğunu görürler ve âlemlerin Rabbine iman ettiklerini beyan ederler. Böylece Mısır halkına hâkim olan görüş Mısır âlimlerince reddedilmiş olur.
Mısır sahirlerinin tüm varlıkları ve hayatı Firavun düzenine bağlıdır. Bugünkü ilim adamlarının ve sanat adamlarının hayatları da Doların sahibi Aile Firavunlarına aittir. O günkü sahirler gerçeği görünce hemen secdeye varmışlardır.
Bugünkü sahirler de secdeye varacaklar mıdır?
Bekleyip göreceğiz...
YORUM
Allah insanları topluluk olarak yaşayacak şekilde yaratmıştır. İki kişi arkadaş olduğu zaman önce birbirlerini tanımak isterler. Kendi kişiliklerini göstermeyip karşı tarafın kişiliğini öğrenmeye çalışırlar. Üstelik karşı tarafla anlaşacak yönlerini gösterirler. Dikenlerini gizlerler, gülleriyle onların karşısına çıkarlar. Zamanla ortak yönleriyle birbirlerine bağlanırlar. Evlerindeki kişilikleri ayrıdır, topluluktaki kişilikleri ayrıdır. Böylece bir topluluk ortaya çıkar ve zamanla iki arkadaştan birisi kendiliğinden başkan olmuş olur yani artık ona uyar. Sokakta beraber yürürlerse uygun adım yürümeye başlarlar. Yani eşit hızla aynı yöne adım atarlar.
Oluşan topluluk çoğaldıkça bir başkanın etrafında kendiliğinden toplanmaya başlar. Herkes ona saygı duymaya koyulur. Peygamberler, din adamları, bugünkü şeyhler böyle oluşmuştur. Topluluk yaşlandıkça yavaş yavaş o başkana saygı duyulması azalır hatta hiç kalmaz. Ama topluluk yine onun peşinde gitmeye devam eder.
Biri çıkıp da topluluğu kötü durumdan kurtarmaya çalışırsa herkes başlangıçta ona karşı çıkar. Çünkü kimse başkalarının ne düşündüğünü bilmez ve yenilik yapanlar büyük sıkıntılara uğrarlar. Çoğu zaman da yenilikçiler yenilip yeniliği bırakırlar. Sorunlar çözülmeyince yenilikçiler ortaya çıkmaya başlar. Bir gün gelir biri bir kıvılcım çakar, yenilikçileri kabullenmeye başlarlar. Halk bir gecede döner. Kenan Evren bir gün ben duruma el koydum demiş, herkes teslim olmuştur.
İşte, sahirlerin de durumu budur. Mısır’daki kandırmaca düzen buraya kadar gelebilmiştir. Birden sahirlerin hepsi Peygamber Musa’nın yanına geçmişlerdir. Bir gün bugünkü âlimlerin hepsi Adil Düzen’in yani ORTAKLIK düzeninin yanında olacaklardır.
Öz Türkçe ile:
“‘Tüm toplulukların yetiştiricisi olana inandık.’ dediler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Alemlerin Rabbine iman ettik.’ diye kavl ettiler. ”
QAvLUv AvManNAv Bi RabBi eLGAvLaMİyNa
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (47)
***
رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ (48)
RabBi MUvSAy Va HavRUvNa (FaGLi FuGLAv Va FAv GUvLa)
“Musa ve Harun’un Rabbine”
Sahirler âlemlerin Rabbine iman ettiklerini söyledikten sonra “Musa ve Harun’un Rabbi” demişler, bununla Firavunun âlemlerin Rabbi olmadığını da beyan etmişlerdir.
Bunu söylemeseler Firavun da âlemlerin Rabbi olarak yine de kabul edilebilir. Ancak bunu söylemelerinde bir incelik vardır. Firavun ısrarla yalnızca “Musa’nın Rabbi” deyip Harun’u Musa’dan ayırmak isterken bunlar Firavuna ve halka yalnızca Musa’nın değil, Harun’un da Rabbi olduğunu belirtmişlerdir. İki kişinin bir batıl üzerinde anlaşmaları zordur. Ancak hak üzerinde kolayca anlaşırlar. Onun için yargıda iki şahit esas alınır.
Sahirler bu iki kişinin şehadet ettiği âlemlerin Rabbine iman ettik demiş olurlar.
YORUM
Bugün Adil Düzen’i ortaya koyduğumuzda Akevler’e kulak veren olmamıştır. Erbakan’ın Akevler ile birleşip Adil Düzen’i kabul etmesiyle, Adil Düzen dünyanın gündemi olmuştur. Mekkeliler Medine’ye hicret edince, iki güç birleştiği için Arabistan halkı fevç fevç İslamiyet’e gelmeye başlamıştır.
Şimdi de işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçme arefesindeyiz. Akevler, 50 yıllık çalışmasını sonraki çalışmalarıyla birleştirip ikinci hamleyi yapma seviyesine çıkmıştır. Ancak bir ikinci güce daha ihtiyaç vardır. İnsanlık bu ikinci gücü görünce işçilik sisteminden ortaklık sistemine, tahkik/Hâkimlik sisteminden TAHKİM/hakemlik sistemine, karşılıksız dolar yerine karşılıklı bonoya geçmiş olur.
Bu ikinci güç için çeşitli yoklamalar yapıyoruz. Temel Karamollaoğlu ve Ahmet Davutoğlu ile görüşmelerimiz olmuştur. Fatih Erbakan ile birkaç defa görüşmüşüzdür. Hatta bunun için içimizden Ekrem İmamoğlu’na oy bile verenler olmuştur. Sonra gerek kendisiyle gerek Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmek için defalarca randevu istememize rağmen randevu vermemişlerdir.
Bunun anlamı mevcut olup bilinen partiler ile örgütlerin bu hizmete kulak kapamış olmaları, çağın gereklerini ve geleceğini öngörememeleridir. Bu nedenle değişime layık olmadıkları ve/veya ayak uyduramayacakları anlaşılmış olur. Bizim şu anda bilmediğimiz bir parti veya örgüt yarın ortaya çıkar ve Adil Düzen çalışanlarıyla işbirliği yapar, böylece insanlığa karşı iki şahit olarak çıkılmış olur.
Öz Türkçe ile:
“…Musa ve Harun’un yetiştiricisine.”
Kur’an kelimeleri ile:
“…Musa ve Harun’un Rabbine.”
RabBi MUvSAy Va HavRUvNa
رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ (48)
***
قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ
QAvLa AvMaNTuM LaHu (FaGaLa EaFGaLTuM LaHu)
“‘Ona iman ettiniz’ diye kavl etti”
Sahirler,“Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik” demelerine rağmen Firavun saharaya “ona iman ettiniz” der, “onlara iman ettiniz” dememede ısrar eder.
Buradaki هُ(لَهُ) zamiri رَبِّ kelimesine de gidebilir. Bir önceki manada bu zamir Musa’ya gittiği düşünülerek yorum yapılmıştır.
قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ
QaBLa EaN AvÜaNa LaKuM (FaGLa EaN EaFGaLa LaKuM
“Ben size izin vermeden önce”
أُذُنKulak demektir. “Ezan” kulağa duyurmak demek yani çağırmak demektir. Sonra “izin” bir haberi bekleyen kimsenin kulağına gelen ses anlamından kinaye ruhsat anlamı kazanmıştır. ء gücü, ذ işaret etmeyi, ن belirsizliği ifade eder.
Sahirlerin Firavuna ve birbirlerine danıştıktan sonra secde etmeleri gerekirken, Musa’nın sopası onların sopalarını lekf edince birden refleks olarak secdeye varmışlardır.
Bu normal bir hareket değildir. Ancak Allah Musa’nın mucizesini göstermesi için onların böyle hareketlerine izin vermiştir. Firavun kendisine göre haklı olarak “Ben size izin vermedim.” diyerek secde etmelerini kabullenemez.
Sahirler gerçek yöneticilerin kendileri olduğunu bildikleri için artık Firavuna sormaya gerek görmemişler olabilir. Bu takdirde Mısır’ı idare edenin Firavun olmayıp çevresi olduğu, Firavunun kendisinin idare ettiğini sandığı da anlaşılmış olur.
Bugün de asıl yönetici tekel Sermayesi olduğu halde kendisi tarafından atanan başkanlar ve yöneticiler kendilerinin topluluğu yönettiklerini zannederler ve Firavun gibi tehditlere girişirler ama sonunda Sermaye değil kendileri gitmek zorunda kalırlar.
إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ
EinNaHu LaKaBİyRuKuMu (EinNaHu LaFaGİyLuKuMu)
“O sizin kebirinizdir.”
Musa bir sahir değildir. Sahirler ile hiç arkadaş olmamıştır. Firavun “Sizin kebirinizdir.” derken sahirlerin kebiridir demek ister. Sizden kastı oradaki Sahirler değil de tüm sihir sahipleridir.
الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ
elLaÜİy GalLaMaKuMu elsSiHRa (elLaÜİy FagGaLuKuMu eLFiGLa)
“Size sihri ta’lim eden kimsedir”
Firavun, “Size sihri talim etmiştir” diye ekler. Musa, Medyen’e gitmeden önce Mısır’da yaşamış olduğundan, Firavun o zaman öğretmiştir demiş olabilir. Sihir kelimesi tekrar edilmiştir. Yani bu sihri değil, genel olarak sihri kastettiği için zamir gönderilmemiştir.
فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
FaLaSaVFa TaGLaMUvNa (FaLaFaGLa TaFGaLUvNa)
“İlerde i’lmedeceksiniz”
سوف, fiili muzarinin başına gelen bir harftir. Arapçada gelecek zaman sığası yoktur. Fiili muzarinin başına سَ gelirse yakın gelecek zamana dönüşür. Uzak gelecek için سوف kullanılır.
فَve سوف bir arada gelmiştir. فَ harfi takibi, سوف ise ileriyi gösterir. Takiplikle ilerilik tearuz halindedir.
Buradaki فَ takip Fa’sı değil, sebep Fa’sıdır.
سوف ile “Sizi hemen şimdi cezalandırmıyorum. Daha göreviniz var. Onlar bitince gerekli hesap görülecektir.” demek ister.
Bugünkü Sermaye de kendisine ihanet eden kişileri bir müddet kullanır, işleri bitince onların hayatlarına son verir, faturayı da başkalarına keser.
لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ
La Eu QaoOaGanNa EaYDiYaKuM (LaEu FagGiLanNa EaFGuLaKuM)
“Yedlerinizi takti’ edeceğim”
Mısır uygarlığı Mezopotamya uygarlığının devamıdır. Mezopotamya uygarlığı peygamberlerin getirmiş olduğu İslam uygarlığıdır. Kur’an’da olan hükümlerin tamamı eski şeriatlarda yoktur ama o şeriatlarda olanların tamamı Kur’an’da vardır. Bu bakımdan, Mısır uygarlığının birçok hükmü hak hükümlerini de içerir.
Roma uygarlığı da benzer şekilde İslam uygarlığının etkisinde gelişmiştir. Bu etkileri görmek ve tespit etmek gerekir. Örneğin Kıbrıslı Zenon Tevrat’ı, Justinyanus da İncil’i ve Tevrat’ı Batı’ya aktarmış, Roma uygarlığı böyle doğmuştur. Daha sonra Haçlı Seferleri’nin arkasından İslam uygarlığı bugünkü Batı uygarlığını etkilemiş ve doğurmuştur. Dolayısıyla bugünkü Batı kanunlarında da birçok doğru ve/veya bazı doğal hukuka uygun haklar bulunur.
Kur’an’da eşkıyalara uygulanacak cezalar beyan edilirken buradaki tabir geçer. Elleri ve ayakları kesmek tabiri cezanın tenkil amacıyla da verileceğini gösterir. Yani hırsızlık yapanın kolu hırsızlık yapamasın diye, eşkıyanın ayakları yol kesmesin diye kesilir.
وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ
Va EaRCuLaKuM MiN PiLAvFin (Va eFGuLaKuM MiN FiGAvLin)
“Ve hilafından ricllerinizi de”
Hırsız sadece mal almış, aldığı mal belli bir miktarı bulmuş ise hırsızlık kabul edilir ve onun eli kesilir. Çalınan mal ne kadar büyük olursa olsun ikinci el kesilmez. Hatta eli kesildikten sonra ikinci hırsızlık yapsa yine elini kesmeyiz. Eşkıya insan bedenine zarar vermişse artık kısas hükümleri değil de ağır ceza verilir. O da bir el ve hilafına bir ayaktır. Sağ el, sol ayak kesilir. Böylece yine hareket etme imkânı kalmış olur. Firavun bunu söylemektedir.
وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ (49)
Va LaEuÖalLiBanNaKuM EaCMaGİyNa (Va LaEu FagGiLanNaKuM EaFGaLİvNa)
“Ve sizi ecmai’n teslib edeceğim.”
Kur’an’da kısas dışında idam cezası yoktur. İdam edilen kimse ne kadar büyük suç işlerse işlesin asılır ama başka işkence yapılmaz. 100 adamı öldürse bile asılmadan önce hiçbir ceza uygulanmaz. Firavun ise kolunu ayaklarını kesecek sonra da asacaktır.
وَ bağlacını getirmiş, أَوْ bağlacını getirmemiştir.
YORUM
Firavun Musa’yı dinlemekle adil davranmış, bir yöneticiye yaraşır şekilde Musa ile tartışmaya girişmiştir. Sonunda devletin yıkılacağını anlayınca adil davranma kabiliyetini kaybetmiş, zulüm ve tehditlere başlamıştır.
Bütün yöneticilerin davranışları böyledir.
Ak Parti ilk kurulduğunda son derece demokratik davranırken, şimdi ise bunları unutmuştur. İktidarda kalabilmek için her çareye başvurmaktadır.
Bugünkü anayasalarda da böyle durumlar için olağanüstü hal ve sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halleri hükümleri düzenlenir. Bu durumda hukuk düzeni askıya alınır, geçici olarak askeri düzenle yönetilir. Sivil yönetimler bu zamanlarda da askerlere yönetimi devretmedikleri için askerler müdahale etmek zorunda kalırlar ve devlet anayasa kuralları dışında yaşatılmaya çalışılır. Bu duruma düşmemek için anayasa kurallarına uymak gerekir.
Öz Türkçe ile:
“‘Ben size olur vermeden ona inandınız, o size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. İleride bilirsiniz/görürsünüz, ellerinizi keseceğim, ayaklarınızı da çapraz olarak (keseceğim), sizi birlikte topluca asacağım.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Ben size izin vermeden önce ona iman ettiniz. O size sihri ta’lim eden kebirinizdir. Sonra i’lmedeceksiniz. Yedlerinizi ve hilafından ricllerinizi takti’ edeceğim ve sizi ecmai’n teslib edeceğim.’ diye kavl etti.”
QAvLa AvMaNTuM LaHu QaBLa EaN AvÜaNa LaKuM EinNaHu LaKaBİyRuKuMu elLaÜİy GalLaMaKuMu elSiHRa FaLaSaVFa TaGLaMUvNa LaEuQaoOaGanNa EaYDiYaKuM Va EaRCuLaKuM MiN PiLAvFin Va LaEuÖalLiBanNaKuM EaCMaGİyNa
قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُم ْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ (49)
***
قَالُوا لَا ضَيْرَ
QAvLUV LAv WaYRa (QAvLUv LAv FaGLa)
“‘Dayr yok’ diye kavl ettiler”
ضير, ضيزve ضرر’nin üçü de aynı kökten gelir. WRR, gözleri sağlam olduğu halde görmeyen kimsedir. Kataraktlı anlamındadır. ضيز, bölüşmede zararın oluşmasıdır. Ortak olan bir çift ayakkabının لَاضَيْرَteklerini paylaşmak buna örnektir. Ayakkabı ikisinin de işine yaramaz. ضير ise, cevru cefadır. Sürekli eziyet etmektir. ض katlanmayı, ي kolaylık ve düzlüğü, yokluğu, ر tekrarı ifade eder. ضير Kur’an’da 1, ضيزde 1 defa geçer. Toplam 2 eder.
Mısır uygarlığı Mezopotamya uygarlığının kuvvet uygarlığına dönüşmüş şeklidir. Mezopotamya’daki bütün kavramlar Mısır’da da vardır. Melek kavramı, cin kavramı Mısırlılar tarafından da bilinmektedir. Ahiret kavramı da bilinir hatta inanılır.
Mısır uygarlığında temel sapma Firavunun Tanrı’nın oğlu kabul edilmesidir.
İnsan, hayatında kendisine varsayımlar koyar ve o varsayımlarla kendi inanç dünyasını oluşturur. Bu varsayımlara uymayan olayları dinlemek istemez, duyarsa da reddeder. Kendisine yapılan etkiler sonucu varsayımları değiştirebilir ve değiştirdiği andan itibaren de yeni bir dünya düzeni ortaya çıkar. Bu birdenbire olur.
Burada sahirler birdenbire dünyalarını değiştirirler, en çok küfredenler olmalarına rağmen en üst imanı tadarlar. Firavunun bütün tehditlerine rağmen korkmazlar. İman etmiş olan kimselerin bütün özelliklerini göstererek “Önemi yok. Sen bunların hepsini yapsan bile bir şey değişmez.” derler.
ضَيْرَ kelimesi Kur’an’da bir defa yalnızca burada geçer. الْأَضَارَ zararın en üstünü gösterir ama ölüm görünürde en büyük zarardır. Oysa iyi insanların ölümü onlar için zarar değil yarardır. Bu durumu Allah sahirlerin diliyle bize ifade etmiş olur.
İnsanlık bugün Mısır sahirlerine benzeyen لَا ضَيْرَ diyecek âlimleri beklemektedir.
إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَ (50)
EinNAv EiLAy RabBaNAv MuNQaLiBUvNa (EinNAv EiLAv FaGLiNAv MuNFaGiLUvNa)
“Biz Rabbimize munkalib olanlarız.”
قَالِب Ayak basıldığında toprakta çıkan kalıptır. Sonra tersine çevirmeye “kalbetme” denir. Toplayıp dağıtan merkeze yani döndüren merkeze “kalp/قَلْب” adı verilir. İnsanda kanı devrettiren göğüsteki merkeze “kalp”, haberleri döndüren baştaki merkeze (beyne) de “kalp” denir. ق kuvveti, ل belirliliği, ب geçidi ifade eder.
Sahirler Firavunun tehditlerine “Önemli değil, sen bizi öldürsen de Rabbimize gitmiş oluruz.” diye cevap verirler. Böylece bir müminin göstereceği tüm direnmeyi göstermiş olurlar. Savaşta ölmek şehit olmaktır. Allah’ın bir lütfudur. Allah intihar etmeyi haram ederken bir nefsi öldürmenin tüm insanlığı öldürmek olduğunu, kendini öldürenin de aynı şekilde bir nefsi öldürmüş olduğunu söylemiş olur.
Ama kişi ölmeyi istemediği halde Allah onun savaşta ölmesine izin verirse şehitlik mertebesine yükselir. Şehitlerin ahiretteki durumu, peygamberlerin durumuna eş hatta bir yönüyle daha da üstündür. Peygamberler cemaatleriyle muhakeme edildikten sonra cennete giderlerken şehitlerin bütün günahları silindiğinden ölür ölmez cennette olurlar. Dolayısıyla şehitlik en büyük lütuftur. İnsan nasıl olsa ölecektir? Bir gün önce ölse veya sonra ölse ne fark eder? Sahirler bunu ifade etmekle bugünkü ulama sınıfına mesaj yollamış olmaktadırlar.
Sahirler “Rabbimize” diyerek, Firavunu Rabb olarak görmediklerini ifade etmiş olurlar. Musa “âlemlerin Rabbi” olarak ifade etmişken, Sahirler “Musa ve Harun’un Rabbi” demişlerdir. “Rabbimiz” demekle âlemlerin Rabbinin Musa’nın ve Harun’un Rabbi olduğu gibi kendilerinin de Rabbi olduğunu ilan etmişlerdir.
“Rabbimize inkılap edeceğiz” derler.
Bu ne demektir? Bunun anlamı nedir?
İnkılap etmek, bir kalıptan başka bir kalıba geçmek demektir. Başkasının geçirmesiyle olmayıp kendi kendine geçme demektir. Bir düzenden başka düzene geçme inkılaptır.
Peygamberler, inkılaplar yaparak yaşlanmış uygarlıkları yeni uygarlıklar ile değiştirmişlerdir. Ancak başkasının uygarlığını değiştirmekle değil, kendi yapılarını kurarak değiştirmişlerdir. Bulundukları yerleri terk etmişler göç ettikleri yerlerde yeni uygarlıklar kurmuşlardır.
1789 İnkılabını Fransızlar yanlış anlamışlar, kendilerini değiştireceklerine topluluğu değiştirmek istemişlerdir. Makrodan inkılap yapmaya çalışmışlardır.
Bugün de Millî Görüşçüler ile AK Partililer de aynı şeyi yapmak istiyorlar. Oysa inkılap kelimesi başkalarını değiştirmek değil, kendini değiştirmektir. İnfial babı budur.
YORUM
Tekel Sermayesi bütün insanları kendine uydurabilmek için tek tip insan modeli düşünür ve buna göre tüm müesseselerini oluşturur. Sosyalizm zaten tekeldir. Kapitalizm de artık tekel uygulamasına dönüşmüştür. Önce liberalizm adı altında serbest piyasalar savunulmuş ve dinlerin usulüyle gelişmeler olmuştur. Ancak dinlerin getirdiği liberalizm tekelleşmeyi önler. Bunu bir taraftan faiz yasağı diğer taraftan sermaye vergisi ile sağlar. Batı liberal düşünürleri tekelleşmeyi önleyen bu iki müesseseyi kaldırarak liberalizmi benimsemişlerse de sonunda tekellerin önüne geçememişlerdir. Liberalizm tekelleşerek kapitalizme dönüşmüştür.
İnsanlık işçilik döneminden Ortaklık dönemine geçmek üzeredir. Bir uygarlıktan öbür uygarlığa geçme işi kolay bir iş değildir. İngilizler parmak sistemini, Avrupalılar metrik sistemini kullanırlar. Avrupalılar için metrik sisteme geçme kolay olmuştur. Çünkü İngiltere sanayileşmiş, Avrupa sonradan sanayileşmiştir. O nedenle Avrupa’nın Metrik sisteme geçmesi kolay olmuştur. Buna karşılık İngiltere hala parmak sistemini kullanmaktadır. Hatta İngilizlerin etkisinde ABD bile metrik sisteme tam olarak geçememiştir.
Bugün tüm dünyada sanayi işçilik sistemi ile oluşmuş olup halen bu sistemle çalışmaktadır. Ortaklık sistemi sanayileşmiş ülkelere kolay kolay gelemez. Sanayileşmemiş ülkelerde ise kolaylıkla gerçekleşebilir. Bu bakımdan Türkiye en uygun bir ülkedir. İşçilik sistemiyle çalışılmakla birlikte projeli bir sanayileşmeye henüz tam olarak gidilememiştir. Hala mühendislik metodu yerine bundan 500 yıl evvelki usta usulü ile işler yapılmaktadır.
Yalova’da yaptığımız çalışmalarda maalesef henüz bunu tam olarak başarmış değiliz. Projeli çalışmalarda ciddi sorunlar ile karşılaşılmaktadır. Sabırla devam edilirse sorun çözülebilir. Bunun için takip etmekte olduğumuz sistem, kendi usulümüz ile inşaat yapmaktır. İnşaat gelirinden bir pay ayırarak bugünkü işçilik sisteminde hiç iş yapmayan insanlarla yeni işletmeler kurmaktır. Bu da ancak inanmış kimselerle başarılabilir.
İstanbul’da aldığımız bir kararla girişimciler çıkmadıkça veya olmadıkça işler yapmayalım demiştik. Ama gelir elde etmek için yapmak zorunda kalıyoruz. İnşaat cari sistemle başlatılıp yapılabilir ama yeni bir işletme ile ortaklık sistemi üzerinde çalışmak zorundayız. Yeniden faaliyete geçirmekte olduğumuz Adil Düzen Yayın Merkezi ile semt temsilciliklerini oluşturmak istiyoruz. Bu temsilciler aracılığı ile ülkemizde ortaklığa inanmış kimseleri bulup onlarla buradaki ekip dışında yeni bir ekip oluşturabiliriz. Gerekirse yeni işlere sıfırdan bile başlayabiliriz.
Öz Türkçe ile:
“‘Sıkıntı yok, biz yetiştiricimize dönenleriz.’ dediler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘Dayr yok. Biz Rabbimize munkalib olanlarız.’ diye kavl ettiler.”
QAvLUv LAv WaYRa EinNAv EiLAy RabBaNAv MuNQaLiBUvNa
قَالُوا لَا ضَيْرَ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَ (50)
***
إِنَّا نَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا
EinNAv NaOMaGu EaN YaĞFiRu LaNAv RabBuNAv (EinNAv NaFGaLu EaN YaFGiLa LaNAv FaGLuNAv)
“Rabbimizin bize mağfiret edeceğine tama’ ediyoruz.”
طمع kökü طوع’dan dönüşür. طَوْع olgunlaşmış, koparılmaya hazır hurma demektir. Bu hurmanın özelliğinden dolayı طمع “itaat” ele gelme, söze uyma anlamı kazanır. و harfi م harfine dönüştüğünde koparmak isteyenin böyle bir hurma salkımına arzu duyması anlamını kazanır. Bu arzuya طَمْعَة denir.
“Tama’ etmek” şiddetli bir şekilde bir şeyin olmasını istemek demektir.
Sahirler Firavuna “Bize istediğini yapabilirsin, sorun değil. Biz Rabbimizden bizi bağışlamasını talep ediyoruz. Bunun için Rabbimize bu tama’mızı gösterebilme fırsatını bize veriyorsun. Sen bize zulmeder, biz de bu zulme sabredip inancımıza devam edersek, Rabbimiz bizim bu sabrımızın karşılığında bizi mağfiret eder. Böylece şimdiye kadar işlediğimiz günahlarımızı affeder. Senin zulmün bizim mağfiret olmamıza sebep olur. Bize iyilik etmiş olursun.” demek isterler.
Bu cümlelerde günümüz insanlarına, özellikle okumuşlara, inandık diyenlere çok açık ve net beyanlar vardır. Evet, zulüm görüyoruz, hapse gidiyoruz, malımız mülkümüz elimizden alınıyor, makamlarımızdan oluyoruz ama Rabbimizin mağfiretini de kazanmış oluyoruz.
خَطَايَانَا
PaOAvYAvNAv (FaGAvLAvNAv)
“Hatalarımızı”
خطءkökü خطوkökünden dönüşmüştür. خَطَّة çizgi ve adım anlamına gelir. خَطَأ çizginin sağa sola sapması demektir. Konuşulurken harfte değişiklik yapılarak manada da değişiklik sağlanır. خَطّ düz çizgi, خَطْوَ ise zikzaklı çizgi demektir. “Hata etmek” yanlış yapmak demektir. Yanlış da yana kaymaktan gelir.
Geçmişte yaptıklarının hatalı olduğunu en iyi Sahirlerin kendileri bilirler. Onlar, sihrin gerçek olmadığını, halkı kandırdıklarını ve bu yolla kendilerine ve Firavuna yararlar sağladıklarını elbette bilirler. Kendilerine gerçek tebliğ ulaşınca hakikati görüp hakka dönmüş olurlar. Firavunun zulmü karşısında bunu fırsat bilerek hemen istiğfar ederler.
Bugünkü okumuş, zengin olmuş veya yükselmiş kimseler de yaptıklarının hata olduğunu bilirler. Hepsi ne yaptıklarının farkındadırlar. Ama bu düzen içinde yapabilecekleri başka bir şey olmadığından istemeyerek yapmaktadırlar.
Benim tanıdıklarım içinde böyle olan kimseler çoktur. Yaptıklarının yanlış olduğunu biliyorlar ama doğrusunun uygulanamaz olduğunu da görüyorlar. Böyle bir düzende doğruların uygulanmasının zorluğunu haklı olarak fark ederler.
Arkadaşlarımız düzeni değiştirme yerine, mevcut düzen içinde iyilikler yapmayı düşünüp dururlar. Zengin olursak sorunlar çözülür, iktidar olursak sorunlar çözülür diye zannederler. Bunun böyle olmadığını yarım asırlık uygulama çok açık bir şekilde göstermiştir. Şimdi, korkmadan, seve seve ortaklık düzenine geçme zamanı gelmiştir.
أَنْ كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ (51)
EaN KunNAv EavVaLa eLMuEMiNİyNa (EaN FaGaLNAv EaFGaLa eLMuFGiLİyNa)
“Müminlerin evveli olmamıza.”
كونtepe demektir. بَيْن’in karşılığıdır. Bunlara mukabil düz olan yere de هَوْنdenir. كَانَtepe manasından yararlanılarak “olmak” fiilini oluşturur. لَمْيَكُنْ “olmadı” veya “yok” anlamınadır. كَانَise “oldu” veya “-dır” anlamına gelir.
آلَةkaldıraç demektir. Bir şeyi çevirmek için altına sokulup çevirmeye yarayan sırık anlamındadır. Sonra çevirmek fiili olarak alet denmiştir. Başa döndürmek için kullanılmaya başlanmış, sonra da evvel, ahirin karşıtı olmuştur, yani başlangıcı.
Cümle أَنْ ile başlar. Kelime hükmündedir. Cümle mutlaktır. Yani bir harfle atfedilmemiştir. Mef’ul veya fail olması gerekir. Cümlenin içinde fail olacak bir durum yoktur. Mefulün bih olarak da değerlendiremiyoruz. Burada bir hazf var kabul ediyoruz. O da بِ harfidir. İlk müminler olduğumuzdan dolayı Allah’ın bizi mağfiret edeceğini tama’ ediyoruz diyorlar. Musa ve Harun onlardan önce mümin idiler. Onların tebliğine ilk iman edenler anlamındadır. Böylece sahirler Musa’nın cemaatine katılmadan Musa’nın dediklerine iman etmiş oluyorlar. Böylece Mısır’da ilk mümin olanlar oluyorlar. İleride İsrail oğulları Mısır’ı terk eder. Firavun sahirlerini asmadan iktidarını kaybeder. Boğulmuş veya boğulmamış olsun, Mısır’ın Musa’dan sonraki yöneticileri bu sahirler olur. Böylece Mısır ıslah olmuş bir şekilde varlığını sürdürür.
YORUM
İşçilik sisteminden ortaklık sistemine geçmek için sadece ahlaki kuruluşların çabası yeterli olmaz. Bir başka deyişle birçok cemaat “Biz iyi insanlar yetiştirelim” diyerek yola çıkmışsa da işçilik düzeninden ortaklık düzenine geçememişlerdir. Hemen her cemaat bu hatayı yapmaya devam etmektedir.
Bu konuda İran örnek olarak gösterilebilir. Humeyni inkılabı yaptığı tarihlerde İran’a davetli olarak gitmiştik. Uçaktan indiğimiz zaman Türkçe bilen bir genç bizi karşılamış ve bizlere, “Şimdi siz İslam ülkesine geldiniz. Zannedersiniz ki burada İslam düzeni var ve yaşanıyor. Âlimler siyasi inkılabı yapmış olsalar da henüz topluluğu ve dünyayı idare etmeyi bilmiyorlar. Bunu mühendislerin, doktorların, hukukçuların yapması gerekir. Henüz böyle bir kadro yetişmemiştir, yoktur. Ancak böyle bir kadro yetiştirildiğinde İslam düzeni gelecektir.” dedi.
Kırk seneyi aşkındır iktidardadırlar, daha bir tane inkılap yapmamışlardır. Zamanla eskiye dönüş bile yapmışlardır. Nedeni son derecede basittir. Adına İslam demelerine rağmen inkılabı Kur’an’a dayanarak yapmamışlardır. İmanı Kur’an’dan almakla beraber uygulamayı Batının öğretileri içinde kendi kafalarıyla gerçekleştirmeye çalışmışlardır.
Aynı hatayı Seyyid Kutup da yapmıştır.
Bugün de bütün İslam ve Hristiyanlık âlemi yapmaktadır. Dine dönüş vardır ama dinin kendisine değil, ismine dönüş vardır. Hristiyanların elinde büyük fırsat vardır. Teslisi bırakarak İsa’nın Hristiyanlığına dönecekler. O zaman üçüncü binyılın şampiyonu olacaklardır.
Bütün ilim adamları Musa’nın sahirleri gibi birleşip “Biz âlemlerin Rabbine, bizim Rabbimize, sizin Rabbinize dönüyoruz.” diye bağırmalıdırlar. Düzenimiz, Ortaklık sistemine geçtiği zaman Rabbimizin düzenine dönüşerek geçmiş oluruz.
Öz Türkçe ile:
“İnanmışların ilki olmamız için Yetiştiricimizin yanlışlarımızı bağışlaması çabasındayız.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Müminlerin evveli olmamız için Rabbimizin hatalarımızı mağfiret etmesini tama’ ederiz.”
EinNAv NaOMaGu EaN YaĞFiRa LaNAv RabBuNAv PaOAvYAvNAv EaN KunNAv EavVaLa eLMuEMiNİyNa
إِنَّا نَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَنْ كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ (51)
***
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى
Va EaVXaYNAv EiLAv MUvSAy (Va EaFGaLNAv EiLAv FuGLAy)
“Ve Musa’ya vahy ettik”
وَحَىişaretleşmek için yakılan ateştir. Uzaktan haberleşmekte kullanılır. Açıkça ağızla ifade etmeden karşı tarafa bir bilgi haber ulaştırmaya “vahy/وَحْي” denir. Vahiyde anlamlar kesindir. İlhamda karşı tarafın anlayışına ve ferasetine bağlı olduğundan dolayı kesin olmayan bir haber vermedir. و beraberliği, ح hareketi, ي kolaylığı ifade eder.
Peygamber Musa’nın mucize göstermesi tarihinden sonra, Musa 20 yıl daha Mısır’da kalır, burada onlar anlatılmaz.
وَ harfi ile atfederek Musa’nın Mısır’dan çıkısı anlatılır.
Buradaki وَ harfi nereye atfedilir?
وَ ile atfedileceği bir yer bulunmuyor. O halde mahzuf olan cümlelere atfediliyor demektir. Bu da Musa’nın Mısır’daki 20 yıllık mücadelesinin hikâyesidir. Onlar başka surelerde anlatılır. Kur’an’ın üslubu böyledir. Kur’an bir bütündür. Bir cümlesiyle, bir suresiyle hükümler çıkarılamaz. Herhangi bir sorunun Kur’an’la çözülebilmesi için bütün Kur’an’ın gözden geçirilmesi ve yorumlanması gerekir. Kur’an’ın bir kişi tarafından tümünü yorumlama zor olduğuna hatta mümkün olmadığına göre birlikte çalışmalar ile yorumlamalar öne çıkar.
Meslekler böyle doğmuştur. Bugün de böyle olacaktır. “Bin Dil Üniversitesi”nin bunun için kurulması gerekir. “Adil Düzen Yayın Merkezi” bu amaçla kurulup yayınlara başlamıştır. Sorunu olan kimse semtindeki yayın temsilcisine soracak ve Kur’an ile ilgilenen insanlardan bu hususta yardım isteyecektir. Sorun daha önce çözülmüşse ve o çözüm bir mezhep tarafından kabul edilmişse, bu bilgiler sorunu olan kişiye ulaşacaktır. Eğer daha evvel çözülmemişse herkes Kuran’dan bildiğini kendi semt temsilcisine bildirir. Semt temsilcisi de sorunu olanın temsilcisine bildirir ve böylece Kur’an bütünüyle ele alınarak sorun çözülmüş olur. Bu usulü Kur’an bize bu ayetle de öğretmiş oluyor.
“Musa’ya vahyettik” diyor, “Musa ve Harun’a vahyettik” demiyor. İçtihatta ve icmada kararlar beraberce alınır. Uygulamada ise tek kişinin kararı önem taşır. Yanlış da olsa herkes ona uymak zorunda kalır. Beraberce yapılan bir hareket bir sonuca vardırır. Sonuç eksik olabilir hatta yanlış da olabilir. Diyelim ki İzmir’den Ankara’ya giderken yolu şaşırdınız, Konya’ya vardınız ama Konya da bir şehirdir. Yine yaşamaya devam edebilirsiniz. Ama yolu kaybettim, ben durayım, bekleyeyim derseniz ölürsünüz. Demek ki ne olursa olsun sonuç elde etmek sonuç almamaktan her zaman iyidir. Bu sebeple içtihat hatalı olsa da amel etmek zorundasınız.
أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي
EaN EaSRi BiGiBAvDİy (EaN EaFGiL BiFiGAvLİy)
“İbadımla isra et”
سَرِيّ akan deredir. س mekânda diziyi, ر tekrarı, ي kolaylığı ifade eder.
ABD Ana kapının önündeki bekçidir. عَبْد’in عَمَل‘den farkı, عَامِلolan belli bir süreyi başkasına tahsis edendir. Geri kalan zamanlarını ise başkalarına kullandırabilir. عَبْد ise bütün vaktini birisinin emrine veren kimse demektir. Kişi kendisini satma hakkına sahip olmadığı için abdlik (kölelik) sözleşmesi batıldır. Burada sözleşmeye göre başka insanlara, kâfirlere hizmet verilmeyecek anlamında değildir. Bütünü ile yücelterek birine hizmet vermek ibadettir.
ع etkiyi, ب geçişi, د çevreyi ifade eder. عبد Kur’an’da 275, ءمت 1 defa geçer. Toplam 276 (22*3*23) eder.
سِرّ gizli demektir. İf’al babıyla israr etmek demek gizlemek demektir. Sonra ر harfi ي harfine dönüşerek gece seyahatinin mastarı olmuştur. Gizli hareket etme anlamına gelir. Musa’ya gizlice çıkıp gitmeleri vahyedilir.
Peygamber Musa, İsrail oğullarına hazırlanmalarını ve Mısır’dan gece vakti kaçacaklarını bildirir. Mısır’da yaşayan İsrail oğulları bugün de olduğu gibi Mısır’da da zengin kimselerdir. Daha önceden komşularına altınlarını borç vermişlerdir. Şimdi ise borç alan kimselerin altınları hemen geri ödemesi mümkün değildir. Mümkün olsa bile insanları kuşkulandırabilir. Bu yüzden diğer Mısırlılardan borç almışlar ve böylece kendi alacaklarını diğer Mısırlılardan tahsil etmişlerdir. Aynı zamanda da duyurmamışlardır.
Bugün borçlanmalarda devlet garantisi istenir. Kişiler birbirine borçlansalar bile topluluğun o borcu garantilemesi gerekir. Böylece topluluk ekonomik dengesini kurar. Yani kişi borçlanır ama borcunu ödemeyecek hale geldiği zaman bütün topluluk borçlu duruma düşer. Buna dayanışma deriz. Adil Düzen’de sigorta müessesi dayanışma ile olur.
“Abdlarım” diyor. Görevlilerim demektir. Allah İsrail oğullarını ilahi düzeni insanlığa yaymak ve öğretmek için görevlendirmiştir. Tevrat onlara gelmiş, İsrail devletini kurmuşlardır. Bugünkü Avrupa uygarlığını oluşturacaklar ve Dünyayı Kur’an uygarlığına ulaştıracaklardır. عِبَادِي kelimesi bunu ifade ediyor. Yani Allah Musa’ya İsrail oğullarının görevli olduklarını bildiriyor.
إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ (52)
EinNaKuM MutTaBaGUvNa (EanNaKuM MuFTaGaLUvNa)
“Siz ittiba’ edilenlersiniz.”
تَبِيع inek yavrusu, dana demektir. Dana annesinin yaptığını yapar, peşinden dolaşır, buradan tabi olmak anlamına gelmiştir. ت harfi düzendir, görünüşte düzen değil, fonksiyonda düzendir, dağınık ama düzenli. B harfi geçidi ifade eder, G harfi de etkiyi ifade eder.
“Tabi olmak” birisinin arkasından gitmek demektir.
“İtba’ etmek” kovalamaktır.
“İttiba’ etmek” örnek almak demektir.
Yaşayan insana tabi olursunuz. Ölü insana ise ittiba’ edersiniz.
Burada siz mutbi olursunuz demiyor da “muttaba’ûn” diyor. Yani burada kastedilen ittiba’ Firavunun kovalaması değildir. Siz görevlisiniz ve insanlar size ittiba edecekler diyor. Yani İsrail oğullarının görevini anlatıyor.
İtaat, emredenin emirlerini yerine getirmektir.
İttiba’da ise emreden yok, imam var. İmam kendisi için fiiller yapar, arkasında olanlar da kendi iradeleriyle ona uyarlar. İmamın haberi bile olmaz.
İsrail oğullarına verilen görev emretme görevi değildir, örnek olma görevidir.
Gerçekten tarihte çok kısa zamanda küçük bir bölgede hükümran olmuşlardır ama sadece ilim ve servet sahibi olmuşlar yani iktidar olamamışlardır.
YORUM
Kur’an bir taraftan Yahudilere verilen bu görevleri anlatırken diğer taraftan da başka ayetlerde İsrail oğullarının Müslümanlara en çok düşman kimseler olacağını, Hıristiyanların da Müslümanlara dost olacaklarını bildirir. Peygamber İsa’ya tabi olanların kıyamete kadar galip durumda olacaklarını beyan eder.
Gelecek dünyanın oluşması bu esasa dayanır. Hristiyanlarla Müslümanlar anlaşırlar ve ve birlikte üçüncü bin yıl uygarlığını kurarlar. Üçüncü bin yıl uygarlığı, İslam uygarlığı ile Avrupa uygarlığının senteziyle oluşur.
Birinci Kur’an uygarlığı Hristiyanlarla Müslümanlar arasında çatışmayla geçer. Ne var ki bu çatışma Müslümanlarla Hristiyan halklar arasında olmayıp yöneticiler etkisinde ve güdümünde çatışma şeklinde olmuştur. Halklar genelde barış içinde olmuştur. Çarlar ile Osmanlılar arasında çatışmalar çıkmış ama Müslümanlarla Hıristiyanlar aralarında boğuşma olmadan bin yıllarını doldurmuşlardır. Anadolu’da da Bizanslılarla Türkler arasında çatışmalar olmamıştır.
Osmanlılar, imparatorluktaki Hıristiyanlarla değil, Türkiye’deki Alevilerle tarih boyunca daha fazla çatışmışlardır. Selçuklular ve Osmanlılar Anadolu’yu fethettiklerinde sadece devlet ile savaşmışlardır. Halkla hemen kaynaşmış ve birlikte 600 sene Batı uygarlığının oluşmasına etkileri olmuştur.
Tekel Sermaye’nin tezgâhıyla, Batılı yöneticilerin ayarlamasıyla son iki asırda azınlıklar imparatorluğa karşı çıkmış ve Hıristiyan olarak değil, ırkçı olarak isyan etmişlerdir. Sonunda mağlup olmuşlar ve onları bize karşı kışkırtanlar sahip çıkmamışlardır.
Gelecekte İsrail oğulları ilimde ve ticarette yine tabi olunan uluslardan olursa da İsrail yönetimi bağımsız bir devlet olamaz. Örneğin ordular bulunduramaz. Atom bombası sahibi olamaz. Bunları Kur’an bu ayetleriyle bize bildirmiş olur. Aynı zamanda İsrail oğullarına da bildirir. Hıristiyanlara da bildirir.
Kur’an’ın dedikleri gerçekleşecektir. Kimse bunu değiştiremez.
Allah için Kuran; “لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ/ O’nun kelimelerini değiştirecek yoktur.” der.
İnsanlık, ya Araplar gibi Kur’an’a tabi olacak ve barış içinde Kur’an’ın dedikleri gerçekleşecektir ya da Nuh kavminde olduğu gibi bir tufanla (biz ‘SOSYAL TUFAN’ diyoruz) yok olacak, belki de bir gemiye sığacak kadar (bir 100 lojmanlı işyeri apartman halkı kadar) kalacaktır. Öylece Kur’an düzeni gelecektir.
Öz Türkçe ile:
“Ve Musa’ya ‘Görevlilerimle geceleyin çık, siz uyulacaklar olacaksınız.’ diye bildirdik.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Musa’ya ‘İbadımla isra et. Siz muttabilersiniz.’ diye vahyettik.”
Va EV XaYNAv EiLAv MUvSAy EaN EaSRi BiGiBAv Dİy EinNaKuM MutTaBaGUvNa
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ (52)
İstanbul, Yenibosna; 23 MAYIS 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayanlar: ECE FERAH
REŞAT NURİ EROL
TAYİBET ERZEN
SÜLEYMAN AKDEMİR
resatnurierol@gmail.com
(0532)246 68 92