EN’AM SÛRESİ - 10. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَا تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ (52) وَكَذَلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُوا أَهَؤُلَاءِ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَا أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِالشَّاكِرِينَ (53) وَإِذَا جَاءَكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ (54) وَكَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ وَلِتَسْتَبِينَ سَبِيلُ الْمُجْرِمِينَ (55)
***
وَلَا تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ (52)
وَلَا تَطْرُدِ
Va Lav TaORuDı (VaLAv TaFULı )
“Tard etme”
(Not: Bu yorumlar ve değerlendirmeler 2017 yılında yapılmıştır. RNE)
“ORD” sopaya bağlanmış silme bezidir. Gürcücede “Sad” Arapçada “Ta” ile arıtmak demektir. Pislikleri at derler. “ORD” kovalamak demektir.
ORD Kur’an’da 5 defa geçer. ORV 1 defa geçer. 6=2*3
Zengin olanlar, güçlü olanlar, âlim olanlar, rahip olanlar kendilerini diğerlerinden üstün görürler. Ayrı topluluk oluştururlar. Diğerlerinden ayrı olmaya yönelirler. Dindarları bundan müstesnadır. Onlar halk adamı olur ve cemaatlerine devam ederler.
Başka bir ifade ile insanlar iki gruba ayrılır ve doğrudan kendilerini üstün görürler. Bunlar peygamberlere kulak vermemiş olan kimselerdir. Peygamberler bunların dışındaki halktan kimseleri kendilerine arkadaş seçerler. Ders yapmaya ve bilgileri anlatmaya başlarlar. Dünyayı daha yakinen görürler ve kendilerine güvenleri gelir. O zaman onlar peygamberin çevresinde olmak isterlerse de ondan o halk tabakasını kovmasını isterler. Peygamber bile kelli felli adamlarla konuşurken âma gelince konuşmanın arasında âma onunla konuşamadı.
Biz elbette aynı hatalara düşmemeliyiz. Allah bizi uyarmakta ve böyle davranmaktan nehy etmektedir. Ben hayatımda benden görüşme istendiği zaman görüşmediğim kimseyi hatırlamıyorum. Yenibosna’ya yani kooperatiflerimizin merkezi olan binaya adımını atan herkes eşit muamele ile karşılanmaktadır.
Kooperatif mi kuruyoruz; bize kim gelirse ortak olur, kaç kuruşu varsa onunla ortak olur. Taksitini ödeyemedi; ortaklıktan çıkaralım diye bir şey yoktur. Ortak olduğu miktar kadar ortaktır, o miktarla ortaklığı devam eder.
Kapalı toplantılara Kur’an “necva” diyor. Bizim toplantılarımıza herkes katılır ve dinler. Şura üyelerinin söz ve oy hakları vardır. Şura üyeleri ayrı ayrı yerde otururlar. Başkanın konuşmaları bittikten sonra konuşmak isteyen üyelerle başkan sıra ile konuşur. Böylece topluluğa katılır, görevliler ile görüşme hakları vardır. Bundan kimsenin kimseyi mahrum etme hakkı yoktur.
Caminin kapısı kapalı olmaz, 24 saat açıktır.
Ömer zamanında bir vali kapı yaptırmış. Önce şikâyet ettiler. Halife görevliye diyor ki; gerçekten kapı varsa kadıya haber et ve hemen sonra kapıyı kır der.
Bursa’da Orhan Camii, Murad-ı Hüdavendigâr Camii, Yıldırım Beyazıd Camii, Yeşil Çelebi Mehmed Camii vardır. Bu camilerde sultanlar caminin girişinde oturur, orada dolapları olur ve evraklarını koyarlar. Namaz vakti de namazı kıldırırlar veya kıldırana tabi olurlar. Kur’an ‘Allah seni korur’ diyor. Peygamberin iki koruması vardı; ‘Allah beni koruyor’ dedi ve onları uzaklaştırdı.
Başkanın merkez bucağı vardır. Başkanın bucağına ancak oranın sakinleri girerler. Başkan sadece merkez bucağının başkanıdır. Dışardan gelinebilmesi için içeriden birinin ona kefil olması gerekir. Bucak halkı onu koruyacaksa başkan olur, korumuyorsa onlara başkanlık etmeyecektir, ayrıca koruma bulundurmayacaktır.
الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ
elLaÜIyNa YaD GUvNa RabBaHuM ( elLaÜIyNa YaFGaLUvNa FaGLaHuM)
“Rablarına dua eden kimseler”
Bir ocak başkanı kendi ocağına sabahleyin erkenden gelir. Yatsıda en geç o çıkar. Güneş doğmadan önce cemaat toplanır ve namaz kılarlar. Yatsıdan öncede başkan gelip oturur. Yatsıya doğru cemaat dolar ve yatsıyı kılarlar.
İşte bu sabah-akşam toplantılarına katılanlar Rablarına dua etmek üzere katılırlar.
Bir semtte dayanışma ortaklıkları sorumluları vardır, bunlar ders yaparlar. Çok katlı binalarda diğer katlardan isteyenler onun dersini dinlemeye gelebilirler. Bunlar dayanışma sorumlularından ders alırlar. Bizim kelimelere verdiğimiz manalar ile fıkıh oluşmaktadır. Dayanışma sorumlusu Allah’ın halifesi olarak onun mürebbisidir. Herkes kendi sorumlusuna gider, onunla sorunlarını görüşür ve toplulukla irtibatını kurar. İlmi ve ahlaki dayanışma sorumluları aynı kişiler olabilir. Siyasi ve mesleki dayanışma sorumluları da aynı kimseler olabilir.
Hatırlayın, Allah’ın halifesi ilim meclisidir. “Allah” kelimesi olarak Kur’an’da zikredilir. Rabbin halifesi dayanışma ortaklık sorumlularıdır. Kur’an’da rabbaniler olarak geçer. İlmi dayanışma sorumluları nebilerdir. Bunlar ilmi şurayı oluştururlar. Resul başkandır. Görevliler meleklerdir.
Kur’an’a böyle mana verirseniz bir düzen çıkar ve o düzen de Kur’an düzeni olur.
بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ
Bi eLĞaDAvti Va ELGaŞıyYı (Bi eLFaGaLAvtı va eLFaGiLiyYı)
“Ğada ve aşiyde”
Sabah kalkar, herkes kahvaltısını yapar ve mescide gelirler. Sabah namazı kılınır ve işe gidilir. Akşam olur, herkes işten gelir, akşam yemeğini yerler ve mescide giderler. Bu yemeğin adı budur, bunu sabah ve akşam yapmalarıdır. Türkçede “gıda” olarak geçmektedir. Besin anlamındadır. Diğer manası “maişet” olarak Türkçede kullanılmaktadır.
Bu sure Mekke suresidir. Biz de buna göre sabah namazını birlikte kılmalıyız. Allah’ın izni vardır.
Saat 7 işe çıkma vakti ise imam saat 6 civarında gelecek. Cemaati bekleyecek, 7 olunca sabah namazı kılınacak ve dağılacaklardır. Akşam da herkes evinde yemek yedikten sonra saat 9’da mescide gelinecek, 11’de yatsı namazı kılınıp dağılacaklardır. Her gün mutlaka iki defa toplanılmalıdır.
Bu toplantılara kadınlar da katılmak zorundadır. Hatta beşikteki çocuklar da bu toplantıya katılır ve burada büyürler. Kur’an ne diyorsa onu yapmalıyız.
يُرِيدُونَ وَجْهَهُ
YUvRiDUvNa VaCHaHUv (YuFGıLUvNz FaGLaHUv)
“ O’nun vechini irade ederler.”
Buradaki zamir Rablarına gitmektedir. Kendilerini eğitenlerden takdir beklerler. Öyle hareket yaparlar ki dayanışma sorumluları onlara not versin. Sınıf geçme ve sınıfta kalma yoktur. Ders verme ve ders alma vardır. Çalışkan öğrenciler doğrudan kendileri ders alır. Bunlar aynı zamanda öğretmen vekilidirler. Bir altta olanlar onlardan ders alırlar. Daha sonra onların altında olanlar onlardan ders alırlar.
Âlim olanlar ilimlerini ücretsiz hocalarından aldılar. Onlara farzdır ki öğrencilere öğretsinler. Öğrenciler bilenlerden ders alıyorlar, onlar da Rablerinden alıyorlar, Rabbin alacağını tahsil ediyorlar. Herkes bunun bilincindedir.
İşte bu sebepledir ki kimse ben sana ders veremem diyemez. Herkesin Rabbine borcu var. Rabbi ona ders vermesini emretmiş. Kişi -iyi veya kötü olmasına bakılmaksızın- bildiğini herkese öğretme durumundadır. Kendisinin vakti yoksa vekillerinin vakti olacaktır.
Bu yazdıklarımdan doğru olanlar takdiri ilahidir.
O günleri yaşayanlar o günlerin hasreti ile yaşayanlara dua etsinler.
مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ
Mav GaLaYKa MiN XıSAvBiHiM MiN ŞaYEin (MAvGaLAYKa in FİGAvLıHıM MiNFaGLın)
“Onların hisabından senin üzerinde sorumluluk yoktur.”
Belki senden silah atmayı öğrenecekler, sonra adam öldürecekler. İlmi kötüye kullanacaklar diye kimseyi eğitimden mahrum edemezsin. Gelenlerin diğer zamanlarda yaptıkları işlerden senin bir sorumluluğun yoktur.
Burada çok önemli bir husus ortaya çıkmaktadır. Dayanışma sorumluları yalnız sorumluluğun vaat ettiği konularda sorumludur. Sözleşme dışında kalan konulardan dayanışma sorumluları sorumlu olmazlar. Bu borcun belirli ve sınırlı olması ilkesidir.
وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ
Va MAvMıNXıSAvBıKa GaLaYHim MiNŞaYEin ( Va MAv MiN FaGAvLiKa GaLaYHiM MiNFaGLin)
“Senin hesabına onların aleyhinde bir şey yoktur.”
Evet, herkes kendi bucağından sorumludur. Herkes bildiğini herkese öğretmekle yükümlüdür. Bunun için herkesin meclis saatleri olur. Onunla görüşmek isteyenler o saatlerde görüşürler. Beş vakit namaz bu görüşmelerin sağlanması için farz kılınmıştır.
1967’den beri Akevler böyle bir istişare yapılmasını istemektedir.
Bugün bile Adil Düzen Çalışanları bunun önemini kavramış değildirler. Yalova’daki inşaat ortaklığımızı helal bir kazanç aracı olarak düşünüyorlar. Biz kimseden bedava bir şey istemiyoruz. Bize ortak olun diyoruz. Başkalarının kazandırdıklarından fazlasını kazandıralım. Aynı zamanda da beş vakit namazı birlikte kılmak isteyenlere imkân hazırlayacaksınız. Bir taşla iki kuş vuracaksınız.
Bu konu Akevler merkezinde de tam olarak kavranmamıştır.
Musa’nın kavmi çöl şartlarında kırk sene dolaştı.
Haydi, gelin bakalım, Yalova’da belediyeden arazi isteyelim, çadırlarımızı kuralım ve taşınalım. Göreceksiniz ki sizi Allah kırk sene de bekletmeyecektir.
Cemaat mensupları karyolada yatmıyorlardı, karyolada yatmak sünnete uymuyor diye. Ekrem Pakdemirli’nin çocukları böyle yetişti. Ama haydi çadırda yatalım, beş vakit namazı birlikte kılalım görüşüne bir türlü gelmediler. Çıksınlar, yaylalarda keçi ve koyun güdüp yaşamaya karar versinler, Kur’an’ı riyazet içinde anlamaya başlasınlar. İşte ancak o zaman kendilerine gerçek anlamda feyz gelir.
Gazali birçok ilim ve felsefe ekollerini gezip sonunda bir tarikata katılmış ve ermiş, karısını ve çocuklarını bırakıp onlara katılmış. Diyor ki; onlar andır, anlatılmaz ancak yaşanır.
Var mı böyle bir tarikat?
Sermaye’nin parası veya MİT korkusuyla oluşan tarikatlar günümüzde sadece zenginlik yarışı içindedirler.
فَتَطْرُدَهُمْ
Fa TaORuDaHuM (Fa TaFGuLaHuM)
“Onları tard edersin”
Aslında “En Tadrudahum”dur, “En” hazf olunmuştur. Mübtedadır. Haberi “Teküne”dir ama o da üstünlüdür. “En” hazf olmuştur. Araya “Fe” girdiği için mübteda haber değil de şart ve cevap olur. Yani burada “Fe İn En Tadrudehüm”dir. Yani eğer sen onları tard eden biri olursan. Herhangi geçici sebepten değil, onları aşağılayarak tard eden kişi olursan anlamı çıkar.
فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ (52)
Fa TaKUvNa MıNa elJAvLıMIyNa (Fa EaN TaFGuLa NmiNa eLFAvGıLIdNa)
“Zalimlerden olursun.”
Burada “En” mahzuftur. Onun için “Teküne” üstünlüdür. “Fa” harfi şartın cevabını göstermektedir.
“Tarade” zulmetmek anlamına gelir. Yani toplulukta insanları sınıflara ayırıp farklı şeriatı uygulamak zulümdür. Bütün insanlar aynı hak ve vecibelere sahiptir. Generalin diyeti ile erin diyeti aynıdır. Ganimetteki payları aynıdır. Ceza maddeleri aynıdır.
Savcının hâkimin yanında oturması zulümdür. İspat külfeti iddia edene ait iken bunun iddia edilene yüklenmesi zulmün ta kendisidir.
Dokunulmazlıklarda sadece hakem ayrıcalığı vardır. Herkes herkese dava açabilir. Ancak bir milletvekiline dava açabilmek için hakemin üstün hakem olması gerekir. Bu da milletvekilinin ihraç edilmemesi içindir. Hakem seçilmede Kur’an emanetin ehline verilmesini emreder. Bunlar kişi hakları değil kamu haklarıdır. Görev almak için ehil olmak gerekir. İyi hizmet yapmak için bu şart getirilmiştir. Görevliye üstünlük sağlamaz. Görevliye yetki tanınır. Namaz kıldıran imamdır. Selamdan sonra herkes birdir ve eşittir.
YORUM
“Ben melek de değilim sizin gibi bir insanım” dedikten sonra insanların da eşit olduğunu ifade etmek için tard etme nehyini getirmiştir. Başkanlar da diğer vatandaşlar gibidir. Tek farkları görevli olmalarıdır. Yapılan saygı kendisine saygı değil makamına saygıdır. İnsan olarak da insanların hepsi birbirlerine eşittirler. Bir polisin diyeti görevinden dolayı öldürülmüşse iki mislidir. Birisini vârisleri alırlar, diğerini devlet alır. Bu durum kişinin üstünlüğünden değil, görevinden dolayı böyledir.
Kölelik de böyledir. Köle sahibi ile tam eşit haklara sahiptir. Ne var ki köle vatandaş olmadığı için hiçbir ülkenin de vatandaşı olmadığı için mülk edinemez, insan olarak mülk edinebilir. Ama onun mülkünü koruyan bir görevli yoktur. Sahibi onun tüm ihtiyaçlarını giderir. Onun mülküne sahip malik olur. Sahip kölesine kendi yediğini yedirme, kendi giydiğini giydirme, kendi barındığı yerde barındırma, kendi seyahatlerine onu da almakla yükümlüdür. Köle aile içinde diğer aile fertlerinin sahip olduğu bütün haklara sahiptir.
Anne-babadan biri hür ise çocuk da hürdür. Anne-babadan ikisi de köle ise çocuklar da köledir. Sahibi kendi çocuğuna ne yapmakla mükellef ise kölesinin çocuğuna da onları yapmakla mükelleftir.
Fıkıh böyle doğmuştur ve böyle gelişecektir.
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı yazdık. Maddelerimizi hep Kur’an’la karşılaştıracağız, tartışacağız. Uygarlık böyle doğar ve yok olur.
On bin ortaklı Ar-Ge ortaklığını kurduğunuzu farz ediniz. Karı koca olarak 200 âlim oraya taşındı. Apartmanın altında işyerleri var. Günün 5 saatinde 200 kişi orada çalışıyor. Kendi seçtikleri konularda üretim yapıyorlar. Günün kalan 5 saatini de ilimle geçiriyorlar. Apartmanın kira bedelini ödemiş oluyorlar. Çünkü Ar-Ge ortaklığınca kira konmuştur. 10 bin ortak Ar-Ge çalışmalarından da yararlanmaktadır.
İşte, Yalova Ar-Ge işletmesinde 200 âlim çalışacak, belki yüz sene içinde bu meseleleri çözeceklerdir. Varsayınız ki 100 sene Adil Düzen’de bir gelişme olmadı. Yalova merkez Ar-Ge işletmesinden başka da yüz lojmanlı apartman kurulmadı. O zaman sadece burası üçüncü binyıl inkılabını yapacak demektir.
***
وَكَذَلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ
Va KaÜAvLiKa FaTanNAv BaGWaHum BiBaGWın (Va KaÜAvLiKa FaGaLNAvHuM FaGLaHuM BiFaGLin)
“Ve böylece bazısını bazısı ile fitneledik”
İnsanlar farklı imkânlar içinde yer almışlardır.
Kenan Evren’i Marmaris’teki evinde 10 kişilik bir heyet olarak ziyaret ettik. Aracı olan arkadaş, “Bunlar Adil Düzenci” dedi. Kenan Evren de cevaben, “Allah adil değil ki bunlar adil olsunlar” dedi. “Allah insanların kimini hasta kimini sakat, kimini zengin kimini fakir, kimin akıllı kimini akılsız yaratmış” dedi. O anda cevap vermedim ama sonra ona dedim ki; “Siz böyle söylediniz ama biz ahirete inanıyoruz” dedim. O da “Biz de inanıyoruz” dedi. Devamında dedim ki; “İşte, Allah adildir ama adaletini ahirete gerçekleştirecektir.” Sükût etti.
Allah bu dünyada insanları birbirlerine muhtaç var etti ve farklı imkânlar verdi. Herkes kendisine verilen imkânı emellerini yerine getirmek için değerlendirecektir. Böylece insanlar imtihan olacak ki değerleri artacak ve cennete gidecekler.
“Fitne” demek madenleri filizlerden ayırmak demek yani madenlerdeki kirlilikleri atmak demektir. “Fitne” madenleri cüruftan ayırma demektir.
İnsanlar da böylece bu dünyada imtihan olacaklar ve arınacaklardır.
İmtihanı birbirine hizmet etme içinde yapmaktadır. Ana çocuğuna süt verdiği için cennete gidecek. Oğul hasta annesine baktığı için cennete gidecek. Komşu komşusunu düşündüğü için cennete gidecek. Zulüm edenler ise cehenneme gidecek.
لِيَقُولُوا أَهَؤُلَاءِ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَا
Li YaQUvLu Ea HAvEuLAvEi ManNa elLAvHu GaLayHiM MiN BaYNıNAv
(LiYaFGaLUv Ea HAvEuLAvEi ManNa elLAvHu GaLaYHiM FaGLaNAv)
“Kavl etsinler: Allah beynimizde onları mı menn etti?”
İnsanlar zengin olmak isterler, insanlar makam sahibi olmak isterler. Zengin olunca zengin olmayanları aşağı görmeye başlarlar. Makam sahibi olunca kendilerini bir şey zannederler, başkalarını aşağı görmeye başlarlar. Bir sınıf oluştururlar; zenginler ve yöneticiler. Bunlardan zenginler hâkim olursa kapitalizm, yöneticiler hâkim olursa sosyalizm denmektedir. Genellikle ayrı ayrı hâkim olmazlar, işbirliği yaparlar ve klan sistemi oluştururlar. Halk var, bir de onlar var.
Biz Akevler’i insanları 100 lira ile ortak ederek kurduk. Kur’an düzeni üzerinde çalışmaya başladık. Çalışmamıza 100 lira ile de olsa tüm müslimler katıldı. Necmettin Erbakan ve diğer bizimle çalışmak isteyenlerle yıllarca birlikte çalıştık. Ondan sonra Sermaye onlarla bir oldu. Bizden kurtulma yollarını aradılar. Sermaye ile bir olup Kur’an düzenini unuttular. Şimdi bizimle görüşmüyorlar. Biz onlardan bir şey istemiyoruz. Biz sadece Allah’ın emrine uyarak tebliğimizi yapıyoruz.
Şimdi sizler, siz Kur’an düzeni üzerinde çalışanlar, sizler de kendiniz kendinizi küçük görüyorsunuz. Bu durumda ben ne yapabilirim. Zenginler katılsın istersiniz. Milletvekilleri katılsın, bakanlar katılsın, generaller katılsın istersiniz. Hâlbuki Allah sizin gibi zavallı olanların eliyle Kur’an düzenini hâkim kılacaktır. Böylece Kur’an’ı hâkim kılan falan veya filan değil de biziz demiş olacaktır.
Kur’an’ın bir mucizesi de işte bu olacaktır.
AK Partililer mi? Hayır! Halk Partililer (CHP) mi? Hayır! Saadet Partisi mensupları mı? Hayır! Hareket Partililer (MHP) mi? Hayır!
Peki, Kur’an düzeni nasıl kurulacak?
Gariban kişiler bize ortak olacak. Yalova’da üç beş çalışan kimse bizimle çalışacak ve sonunda bir yüz lojmanlı işyeri apartmanı olacak. Buraya inanmış gençler gelecek. Semt kooperatiflerinin bilgisi onlarda gelişerek ve örnekler vereceklerdir. Yeryüzünde halk kendisi kendi yerinde yüz lojmanlı apartmanlar kuracak.
İşte o apartmanlar üretim yapacak, tüketim yapacak. Ambarlarındaki mallarını Sermaye’ye satacak, devlete vergisini verecek ve güvenliğini sağlayacak. Sermaye de bu yöneticilerden yani halktan, yüz ortaklı kooperatiflerden ticareti ve yönetimi öğrenecek. Peygamber gönderilmeksizin yeni uygarlık böyle gelecek ve böyle kurulacaktır.
أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِالشَّاكِرِينَ (53)
Ea LaYSa elLAHu Bi EaGLaMa Bi elŞAvKıRIyNa (Ea LaYSa elLAHU Bi EAFGaLa Bi eL FAGıLIyNa)
“Allah şakirleri a’lem değil midir?”
“Biz böyle insanların bazısını bazısı ile fitne ettik” dedikten sonra fitneyi kendilerini üstün görenlerle birbirleri ile mukayese etmek için söylemiş ama acaba kimlerden kimi ayıracağı hususu belirtilmemiştir. Bir tarafta kendilerini büyük gören zalimler vardır. Orası ayette beyan olunmaktadır. Diğer taraftan kim vardır?
Orada bu ifadelerle zalim demiştir. Bir taraftan zalim mütekebbirler, diğer taraftan şakirler sınıf oluşturup kendilerinin yanında olanları refah içinde, saadet içinde yaşatmak, kendi taraflarında olmayanları da baskı atına almak, aç bırakmak, hapishanelere doldurmak.
İşte onlar onlardır. Bu sebepledir ki hakemliğin olmadığı bir yargı adil olamaz. Adil yargı olmadıkça da zulüm ortadan kalkmaz.
Yukardaki beyanların bir açıklaması olduğu için de burada “Ve” veya “Fa” harfi gelmemiştir. İfadenin soru üzerinde getirilmesi insanları bu hususta düşünmeye çağırmak, öyle olduğunu onların da bildiğini ifade etmek içindir. Allah’ın şakirleri en iyi bilen olduğunu herkesin bilmesi gerekeni bilmektedir.
Eğer buradaki “Allah” kelimesini Allah’ın halifesi olan topluluk olarak ele alırsak, devletin şakirleri en çok bilen olması gerekir. Devlet herkesin muhasebesini tutacak ve üretimden pay alarak işletmelerin muhasebesini tutacak. Ayrıca bu aldığı payın yarısını muhasebe tutanlara verecek. Böylece bucak ve devlet bütün vatandaşlarının yaptıklarını bilir hale gelecektir. Şakirleri de böylece bilecektir.
“A’lama” munsarıf değildir, bunun için üstünle gelmiştir.
Gayr-i munsariflik illeti bir fiil vezni üzere olmasıdır. “E’lemu” biliyorum demektir. Aynı şekilde gelen “E’lemu” ise ism-i tafdil olarak sıfattır. Başına “Bi” geldiği halde “a’lam”i değil “a’leme” olmuştur.
“بِأَعْلَمَ” “لَيْسَ" nin haberidir. لَيْسَ nin haberine بِ gelir.
“Bişşakirin”in mefulüdür.
“A’lamtu Zeyden alimen”, Zeydi âlim olarak bildim dersen, aralarında “Bi” harfi getirmezsen, “Alimtu Zeyden” cümlesi eksiktir. “A’lamtu Bi Zeydin” dersen, ben Zeyd’i biliyorum demektir. Allah şakirlerin bu veya şu olduklarını alim olandır.
“Şakir” dolgun etli deve demektir. Yemek verdiğiniz zaman eğer et alıyorsa o şakirdir.
Allah insanlara nimet verir. Bu nimet insan için yararlıdır ama aynı zamanda topluluk için de yararlıdır. İşte buna şükretme denir. Tarlayı ekersin ve kendine buğday yetiştirirsin. Kârını alır, vergisini verir ve şükredersin.
Allah size Kur’an düzenini okuyup öğrenmeyi nasip etti. Bu Allah’ın en’amıdır. Ona göre amel ederseniz şükretmiş oluyorsunuz.
YORUM
Üçüncü binyıl uygarlığını gözünüzün önüne getirerek bir düşünün. İnsanlık yüz lojmanlı semt apartmanları yapmış, çalışmada ve yaşamada anlaşabilmiş insanlar aynı apartmanda yerleşmişlerdir. Kullanma mülkiyeti bu apartmanda yerleşenlere ayrılır. Yararlanma mülkiyeti bu apartmanı yapanlara aittir.
Semt içinde kendi düzenlerinde kendi paraları ile kendi yöneticileriyle üretiyorlar. Dış piyasaya ürünlerini takas edip yaşıyorlar. Semt içinde kendi kuralları içinde özgürdürler. İsteyenler semtlerini her zaman değiştirmektedirler. Herkes anlaşabildiği semtte yaşar. Ayrıca sermaye var, tüccarlar var. Bunlar semtler arasındaki ilişkileri sağlıyor. Piyasayı onlar oluşturuyor. Tekel yok, serbest rekabet içinde mal alıp satmaktadırlar. Fabrikaları yok, işletemiyorlar. Çünkü işçilik sistemi yok, fabrikasında kimi çalıştıracaklar? Ayrıca ulaştırma ve depolama hizmetleri genel hizmetlerden olduğu için bunu da Kooperatif Genel Hizmet İşletmeleri yapmaktadır. Sermaye sadece belgeleri alıp satıyor. Depolaması ve nakliyesi kooperatiflere aittir, merkez kooperatiflere aittir. Güvenlik dayanışma ortaklıklarının oluşturduğu silahlı güçlere aittir. Devlet de çalışanı korumaktadır.
İşte, Marks’tan ayrıldığımız hususlar bunlardır. Marks aile yok diyor. Bizde aile temeldir. Marks mülkiyet yok diyor. Mülkiyet devam ediyor. Marks devlet yok diyor. Devlet var, adil devlet vardır. Kayyum devlet var, hâkim değil hadim. Kayyum hakem kararlarını icra eder. Hadim olan kooperatiflerin genel hizmetleridir.
Semtlerin inançları, mezhepleri, sistemleri farklı olacak. Devletin ve sermayenin yarattığı eşitlik ortamında yarışacaklar. Semtlerin yarışabilmesi için tek merkezi yönetimleri olmalıdır. Bunun için sermayeye, bunun için kamuya ihtiyaç vardır. Kooperatifler de birleşsinler, sermaye yerine merkez kooperatifler piyasayı oluştursunlar diyebilirsiniz. O zaman piyasa da hareketlenir ve semtler bağımsız olamaz, semtler arası yarış olamaz.
Semtlerden başarılı olanlar çoğalacak ve piyasaya onlar hâkim olacak demektir. Devlet ve tüccar olanlar hizmet edecektir. Zamanla yaşlanan semtler elenecektir. Yeni işletmeler olacaktır.
Bizim yaptığımız nedir?
Bir semtin mallarına müşteri kalmadığı zaman orada oturanlar başka yerlerde iş bulacaklardır. Yararlanma mülkiyetine sahip olanlar hisselerini satacaklardır. Böylece merkezi semtler satılacak. Yeni semt kuracaklar kârsız alacaklar. Ortaklığa konacaktır.
Bin sene sonra düzen yetersiz olacaktır. Yeni uygarlıklar için yeni tip semtler doğacaktır. Onların sermayesi ile bugünkülerin yönetimi arasında çatışma başlayacak ve onlar galip geleceklerdir.
Yani yarın Ebu Hanife ve Şafii yerinde biz olacağız, onlar kazanacak.
***
وَإِذَا جَاءَكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا
Va EiÜAv CAvEaKa elLaÜIyNa YuEMiNUvNa BiEAvYaTıNAv
(Va EiÜAv FaGaLuvKa elLaÜIyNa YUFGıLUvNa BiEFGAvLıNA)
“Ve sana ayetlerimize iman edecek kişiler ciet edince”
Bugünkü durumu anlattıktan sonra “Ve” harfi ile atfederek gelecekte olanı bize haber vermektedir. “Ve” harfi ile atfederek yüz lojmanlı işyeri apartmanlar oluşmadan önce olacakları bildirmektedir. “İn” değil de “İza” gelmektedir. Böyle bir şey olacak demektir. Bize gelecekler, ayetlerimize inanacaklarını beyan edecekler ve ayetlerin neler olduğu üzerinde çalışmalar yapacaklar. Bizimle tartışacaklar. Biz onlara Allah’ın ayetlerini göstereceğiz. Onların da kanaatleri gelecek. Bizim Kur’an anlayışımızdan onlar yararlanacaklardır.
Allah’ın ayetleri ile kendilerini emniyete almak isteyenler geldiklerinde, müminler bir konuda tereddüt ettiklerinde Allah’ın ayetlerine başvuracaklardır. Ondan aldıkları emirlere göre hareket edecekler. Sorunlarını Allah’ın ayetleri ile çözecekler.
Allah’ın ayetlerinin başında istişare gelir. Kur’an’ı daha iyi anlayan on kişiyi tespit edeceksin. Bunların kim olduğunu Allah sana bildirmiştir. Şimdiye kadar tanıdığın kimselere gideceksin. Bunlar on kişiden az olmamalıdır. Onlarla çalışacak, onlardan aldığın bilgilerle kendini emniyete alacaksın. Biri gelip senden Allah’ın ayetleri üzerine istişare ederse nasıl karşı koyacaksın? Burada bize anlatılan budur.
Önce “Ben Kur’an ehliyim, görüşlerimi benim anladığım kadarıyla Kur’an’a göre söylerim” diyeceksiniz. “Ben Kur’an’ın gösterdiği gittiği tarafa giderim, işin icabı ne ise onu yaparım” diyenlerle istişare Allah’ın ayeti ile istişaredir.
Şimdi yeni bir hüküm daha öğrenmiş oluyoruz. Bizimle görüşmek isteyen herkesle görüşeceğiz, söyleneni dinleyecek ve ona göre amel edeceğiz. Kim bizimle görüşmek isterse onunla görüşmek farzdır. Ayrıca bu konularda en az on kişi seçip gidip onlarla çalışacaksın, bu da farzdır.
İşte o on kişiden biri de siz iseniz onlara söyleyeceğimiz nedir?
فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ
Fa QuL SaLAMu GaLayKuM (FaEuFGuL FaGAvLun GaLaYKuM)
“Selam sizedir diye kavl et.”
Önce onu müjdele, mademki sen Allah’ın ayetlerini seçtin, benden onu öğrenmeyi istişare ediyorsun, o halde sen selamettesin demektir.
Seminerlerimizi takip edenler uygulamak üzere takip edenlerdir.
Orada Allah’ın ayetlerinde bir emir bulurlarsa onu yerine getirmeye çalışmaktadırlar demektir, selam etmişiniz demektir.
Şimdi ben anladığım kadarı ile Kur’an’ın emrini tebliğ ediyorum. Bir semt kooperatifi kurmaya karar alacaksınız. O hususta bilgi edinmek için Yalova Ar-Ge merkezine ortak olacaksınız. Beş bin TL’yi taahhüt edeceksiniz. Her ay birşeyler artırıp yatıracaksınız. Ondan sonra da yüz ortak arayacaksınız. Bu ortaklar inşaatta çalışacaklar ve inşaat bittikten sonra da orada kalacak işletmesini yapacaklar. İşletme ortaklığı bunlara ait olacak. Sermayeleri ile katılanlar yararlanma ortaklığına sahip olacaklar.
كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ
KaTaBa rabBU KuM GaLAy NaFSiHHIy elRaXMata (FaGaLa FaGLuKA GaLAv FaGlıHiy elFaGLata )
“Rabbimiz nefsine rahmeti ketb etti.”
Allah kendi kendisine farz kıldı. Ben böyle yapacağım dedi ve bu düzeni kurdu.
Kâinatın varlığı rahmettir. Bizim her birimizin varlığı rahmettir.
Özel olarak gelenler için söylüyor. Yani sizin üzerinize rahmeti farz kılıyor.
Kâinatta olan her şey rahmettir. Suç işleyenlere ceza verilerek onlar suçlu olmaktan kurtuluyor, bu da rahmettir.
Dünyada adam öldürmüştür, kısas yapılır ve öldürülür. Ahirete vardığı zaman suçsuz varıyor. Bu rahmet değil midir? Yoksa cehenneme gidecek hep orada kalacak.
Bugün birçok kimseler açıkça suç işliyorlar. Suç işlemediğini zannediyorlar. Ama suç işliyorlar. Belki en kötü gördüğümüz kimse bile aslında iyi iş yapıyorum zannediyor. Gidin, herhangi bir mahkûm ile röportaj yapın. Dinleyin, onun haksız olarak hapishanede olduğuna karar verirsiniz. Bu sebepledir ki şimdi yapılanlara bakılarak hüküm vermeyecekseniz.
Bugün bizi insan saymayarak görüşmeyenler yarın gelecekler. Bu ayet geleceklerini haber veriyor. “İza” ile haber veriyor. Bizim onlara vereceğimiz cevap; önce selamete erdiniz, Allah kendisi üzerine rahmet yazdı. Sizi eski yaptıklarınızdan dolayı muaheze etmeyecektir.
أَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ
EanNaHUu MaN GaMiLa MiNKuM SUvEan Bi CaHaLatin(EnNAHUv MaNFaGaLa MiNKuM FuGLan Bi FaGAvLatin)
“Sizden kim cehalet ile bir sû’ amel etmişse.”
Buradaki مِنْكُمْ kelimesi bunun gelenlere hitap olduğunu göstermektedir. Gelenler şimdi cehalet sebebiyle sû’ yapmışlardır. Kimdir bunlar?
Başta Recep Tayyib Erdoğan’dır. Hayrettin Karaman ve Sabahattin Zaim’i dinleyerek Adil Düzen’e karşı cephe almıştır. Onlar da bunu cehalet sebebi ile böyle yapmışlardır. Kendileri mevcut ilimde de en yüksek seviyeye çıkmış kimselerdir. Bizimle de ilgilenmiş ve bizi desteklemişlerdir. Ama söylediklerimize bir türlü gelmemişlerdir. Onlar mevcut düzende çözümlerin olacağını sanmışlardır. Onlara bakan Erdoğan da Erbakan’ın konuşmalarını bile dinlememiştir. Kur’an düzenini öğrenmeyerek, zaruret fetvaları alıp bildiğini yapma cihetine gitmiştir. Bunu kötü niyetle yapmamıştır.
Erdoğan böyle yaptığı gibi cemaat mensupları da böyle yapmıştır.
Bunlar Akevler’in dedikleri yerine kendi bildiklerini yapmayı tercih etmiştir.
Bunların kötü niyetli olmadıklarını nerden biliyoruz?
Bunların hiçbirisinin Akevler aleyhine bir beyanları yoktur. Zaman zaman desteklemişlerdir. Biz de onun için yaptıkları yanlışları hep gösterdik ama hiçbir zaman onlara cephe almadık. Yalnız ben değil tüm Akevler camiası hep böyle yaptı.
Bundan başka Erbakan da öyle yaptı. Adil Düzen’i dünyaya yaydı ama Akevler’i uzak tuttu. İyi niyetli olduğu için de biz onu hep destekledik.
Burada Kur’an bize müjde veriyor. AK Parti mensupları, Millî Görüşçüler, Cemaat, Risale-i Nur mensupları gelecekler diyor. Allah’ın ayetleri ile kendilerini emniyete almak için bizimle istişare edeceklerdir. Yani on bin ortaklı Ar-Ge çalışmalarına ortak olacaklar. Semt kooperatiflerini kuracaklardır.
ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِهِ
ÇümMa TAvBa MiN BaGDiHIy (ÇümMa TaGaLa MiN BaGDıHIy)
“Sonra onların arkasından tevbe etti.”
ثُمَّ getirerek olan olduktan sonra, yaşayarak yanlış yaptıklarını gördükten sonra.
Bu anda her ikisi de, ne Sermaye nede AK Parti yanlışlarını görüyor. Yine cehaletlerine devam ediyorlar. Daha onlara anlatamadık. Biz bir örnek semt kooperatifini kuramadık. Onlar daha bizim dediğimize gelmediler.
Ben “kooperatif” diyordum, Sermaye vakıf kurun diyordu. Çünkü vakıf kurulunca malları ellerinden almak kolaydı. Şirketlerden mal almak zordur.
AK Parti o hatayı da yaptı. Suçlular geziyor. Banka mevduatı yok olup gitti. AK Parti hala McKinsey ile memleketi kurtaracağı ümidindedir. Ama bir gün anlayacaklar, biraz daha sıkıntıya girince anlayacaklardır.
“Ve anladıktan sonra” diyor. Buradaki مِنْ بَعْدِهِ bunların bu hatalarını anlayacaklarını ve bize geleceklerini bildiriyor, Kur’an.
وَأَصْلَحَ
Va EaÖLaXa
“Ve ıslah etti”
Yani Allah’ın ayetlerini bizle istişare ettikten sonra dönecekler. Yani Kur’an’ı anlamaya başlayacaklar. Sonra da ona göre cemaatlerini ve partilerini ıslah edeceklerdir.
İşte bundan vaz geçecekler. İki taraf vaz geçecek ve ıslah edecek.
Ben bunlara hakemlik önerdim, bir konferansta bunu dedim ama ses seda yok.
Evet, bir gün gelecek bu yaptıklarına her iki taraf pişman olacak; ne olurdu hakemlik önerisine kulak verseydik diyecekler.
فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ (54)
Fa EinNAHUv ĞaFUvRunRAXıyMun Fa EinNaHuvFaGUvLun FaGIyLun)
“O gafurdur rahimdir.”
Gafurdur merhametlidir. Yani yalnız mağfiret etmez. Tövbe ve ıslah ettiklerinden onlara ayrıca rahmet eder, daha yücelere çıkarır. Çünkü onlardan bir kısmı bu kötülükleri bilerek yapmadılar. Bilmeden yaptılar. Dolayısıyla onlar günahkâr değildirler. Hata etmeleri de ilahi takdirdir. Öyle olması gerektiği içindir, öyle olmuştur. Genel dengenin gereği öyledir.
İnsanlık yeni düzenini, Kur’an düzenini yavaş yavaş yaşayarak öğrenecektir. Eğer başarılı olsaydık biz kırk sene evvelki bilgilere sahip olacaktık. Ben Kırgızistan’a gitmeyecektim. İstanbul’a gelmeyecektim. M. Lütfi Hocaoğlu katılmayacak ve Ruhu’l-Kur’an Programı yazılamayacaktı. Seminerleri yapamayacak, Kur’an’ı öğrenemeyecektik.
Bugün biz Kur’an düzenini öğrenmiş bulunuyoruz. Henüz kadromuzu tamamlayamadık. On bin ortaklı Ar-Ge ortaklığını da tamamlayacağız.
AK Parti İran’la, Rusya ile AB ile ABD ile Çin’le ve diğer devletlerle işbirliği haline girecek, tüm krizleri atlatarak sömürge düzeni de son bulacak. Türkiye ve dünya gerek siyaseten gerek ilmen barış içine girecektir.
Sorunları var olan cari düzende çözemeyecekler. Çünkü Kur’an dışında çözüm yoktur. İşte o zaman bilmeyerek kötülük yapanlar Kur’an ehline geleceklerdir. Biz de o zamana kadar eksiklerimizi tamamlamış olacağız ve işte o zaman büyük inkılap olacaktır.
YORUM
Birinci Kur’an uygarlığı 600’lü yıllarda, 7’inci asırda oluştu. 1000’inci yıllarda yani 11’inci asırda uygarlık oluşmaya başladı, 300 sene gelişti. 1300’lü yıllarda en olgun çağına ulaştı. 400 sene sonra 1700’lerde yavaşlamaya başladı. 2000’li yıllarda son günlerini yaşadı ve artık tarih oldu.
İkinci Kur’an uygarlığı da 1700’lü yıllarda oluşmaya başladı. Batı’ya karşı yenilik hareketleri başladı. Ve 2000’li yıllarda artık yeni uygarlık kurulmaya başlanmıştır.
Batılılaşma hareketi ile devletleşen İslam düşüncesi Erbakan’ın partileri ile dünya tarafından tanınmaya ve öğrenilmeye başlandı.
Başkaları bunu duymak ve bilmek istemezler ama siz seminerleri okuyanlar biliniz ki bu tür akımların kurucusu Akevler’dir. Kaynağı hala Akevler’dir. Gülen İzmir’e gelmiştir. Nur evleri kurma çalışmasına dört beş yıl aralıksız katılmıştır. Sonra sermaye ile bir olup Kur’anî olmayan hükümlerle çalışmalar gerçekleştirmiştir. Necmettin Erbakan 1969 yılında bağımsız adaylığını Akevler’le koymuştur ve seçilmiştir. Parti kurucuları içinde de Akevler’den Müh. M. Gündüz Sevilgen ve Prof. Dr. Saffet Solak ilk kurucular arasında vardırlar.
İslamiyet savaş dini değil barış dinidir. Barışı bozanlara karşı savaşır. Barış için savaşır. Müslimler herkesle barış içindedirler.
İslamiyet müspet ilmî dindir, düzendir. Bunun için hak dindir. Diğer dinler bir dayanakları olmadan cemaat oluştururlar. Kur’an inancı ise müspet ilimdir. Müspet ilmin verilerine inanır.
İslamiyet’te zorlama yoktur. Başkasına zarar vermemek şartı ile herkes istediği gibi inanır ve istediği gibi yaşar. Herkesin herkesi uyarma hakkı vardır ama zorlama yetkisi yoktur. Bütün din ve görüşlerle barış içinde birlikte çalışır ve yaşarız. Ayrı inançlar arasında evlenme bile geçerlidir.
İslam düzeni faize karşıdır. Sabit kira, sabit işçilik, sabit ortaklık payı ve sabit kâr faizdir. İşçilik sistemi yerine ortaklık sistemini benimser. Bununla beraber her semt kendi içinde istediği düzeni uygulamakta serbesttir. Kur’an’a inananlara faiz haramdır.
Akevler 50 senelik uygulamasını tamamlamış, şimdi yeni yapılanmaya geçmiştir. Birinci uygulamada Akevler’le yola çıkanlar biraz sonra Sermaye ile bir olmuşlar ve Kur’an’ı kabul etmişler ama Kur’an düzenini ihmal etmişlerdir. Sonunda da birbirleri ile kavgaya başlamışlardır. Bu ayetler bu durumları beyan ettikten sonra bize bir gün onların geleceklerini ve hatalarını anlayacaklarını bildirmektedir.
Başka bir surede yine ayetler bugünkü Akevler’in kaçkın ilk ortaklarının yeniden hakka döneceklerine işaret etmiştir.
Bizim görevimiz Ar-Ge çalışmalarımıza devam etmektir, Kur’an seminerlerine devam etmektir. Haftada sadece bir defa değil, haftada 7 gün yani her gün birer saat çalışmaktır.
Bu arada Kur’an üzerinde çalışıp bize katılanlardan Allah razı olsun.
Bize karşı olanlar bu duamızda bir eksiklik oluşturmaz.
وَكَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ
VaKaÜaVLiKa NuFaöÖıLu eLEAvYAvTı (VaKaÜAvLiK NuFagGıLu eLEaFGaLAvTı)
“Ve biz ayetleri böylece tafsil ediyoruz.”
Kur’an’da ayetlerin tebyini vardır, ayetlerin tafsili vardır. Demek ki bir metnin iki çeşit açıklaması vardır. Biri, hüküm şer’ini ortaya koyar, delalet ettiği manayı anlatır. Bu sözlerin manası budur. Doğruluğunu ve yanlışlığını tartışırız. Diğeri, neden bu hükümlerin konduğunu araştırır. Yani ayetlerin ispatını yapar. Buna beyyine denmektedir.
Burada ayetlerin delalet ettiği manaları anlatmaktadır. Onun doğruluğu ispatlanmaktadır. Bizim ayetleri nasıl değerlendireceğimizi açıklamaktadır.
Bize gelenlerin Kur’an’ın ilahi söz olduğuna bir tereddütleri ve itirazları yoktur. Sadece bizim Kur’an’ı anlayacak seviyede olmadığımızı beyan ediyorlar. Koskoca cübbeli, sarıklı ve çoğu zaman sakallı o meşhur ve iktidardaki âlimler bilmiyor da siz mi biliyorsunuz diyorlar. Oysa ne sakal ne cübbe ne de diploma biliyor. Bunlar Kur’an’ın sayfalarını bile görmezler. Ayetler tafsil ediliyor. Böyle söyle diyor. Bunları söyleyebilmek için de ayetlerin tafsili gerekir. Allah da bize ayetleri tafsil ediyor.
وَلِتَسْتَبِينَ سَبِيلُ الْمُجْرِمِينَ (55)
Va Li TasTabIyNa SaBIyLu eL MuCriMIyNa (VaLi ÜAvLiKa TaSTaFgıLa FaGIyLa el MuFGıLIyNa)
“Ve mücrimlerin sebilini istibân etmek için”
Eğer tövbe edip gelenlerle gelmeyenleri bir tutarsak mücrimleri temizleyemeyiz.
İstanbul, Yenibosna; 10 Temmuz 2021
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayanlar:
Ayşe AYDIN
Reşat Nuri EROL
***